29 Aralık 2017 Cuma

L'amant Double


Chloe karnının ağrımasından şikayet etmektedir. Glüteni bırakmış olmasına rağmen durum değişmez. Psikolojik olduğunu söyleyen doktorlar onu terapiye gönderir. Yakışıklı terapist Paul ile aralarında bir çekim olur. Chloe eskiye göre kendini daha iyi hisseder ve çalışmaya başlar.
Paul ile aynı eve taşınırlar. Her şey yolunda giderken Chloe Paul'un tanıdığı kişi olmadığını anlar. Soyadını değiştirmiş olması rahatsızlık verir ve bazı gerçekleri aramaya koyulur. Karşısına çıkan Paul'ün ikizi Louis'dir. Chloe hayal-gerçek arasında gider gelir. İşi abartıp Louis ile yatmaya başlar. Aradığı da odur, ta ki adam ona zarar verme eşiğine gelene kadar. Chloe hamile olduğunu düşünür ancak bebek ultrasonda ortaya çıkmaz. Bir süre sonra işler içinden çıkılamaz hale gelir. Chloe Paul ve Louis yüzünden bitkisel hayata giren Sandra ile tanışınca onlara haddini bildirmeye karar verir. Bu kez Chloe'nin hayatı tehlikeye girer. Bakalım genç kadın gerçekleri ne kadar kabullenecektir?
François Ozon'un son filmi "Tutku Oyunu" gerilim dozu iyi ayarlanmış ve sağlam kurgulanmış. Merakla beklenen Ozon filmi yine övgüyü hakediyor. İyi seyirler:)

26 Aralık 2017 Salı

Call Me By Your Name


Son zamanlarda "A Bigger Splash" adlı filmini izlediğim yönetmen Luca Guadagnino'nun son filmi "Call Me By Your Name" büyük yankı uyandırdı. 1983 yıllarında İtalya kırsalında tatil yapan Yahudi bir aileye akademisyen bir misafir gelir. Oliver adındaki bu genç adam hem bilgisi hem de fiziğiyle dikkat çeker. Ailenin ergen oğlu Elio ise kızlarla takılsa da Oliver'ın gelişiyle değişime girer. Ona karşı nazik ve yakın davranan Oliver da Elio'nun ne hissettiğinden habersizdir.
Elio yavaş yavaş Oliver'a açılır. Olumlu tepki alır ve yakınlaşmaya başlarlar. Filmin devamında inanılmaz bir atmosfere girmiş gibi hissediliyor. Başta gözümüzde canlanan İtalya kırsalı ve Elio'nun ailesi geri çekiliyor ve bir aşka yerini bırakıyor. Yönetmen bu aşkı yaratmaktan öte hissedilenleri izleyiciye geçirmeyi amaçlamış gibi. Oliver'ın Elio'ya dokunması ona yakınlık göstermesi, Elio'nun cesurca hamleler yapması, duygusal iniş-çıkışları film olmaktan öte izleyiciyi bir çiftin yaşamını izliyormuşuz konumuna sokuyor.
Cinselliğini keşfeden Elio ailesi her ne kadar açık görüşlü olsa da bu durumu onlara anlatmıyor. Babası anlayıp özgürce yaşaması için saygı gösteriyor. Asıl farklı olan ikisinin de birbirinden "benden daha iyi" diye bahsetmesi, o da bu sevginin ne kadar derin olduğunu ispatlıyor. Birkaç günlük Bergamo kaçamağı sonucunda ülkesine dönen Oliver arkasında gözü yaşlı Elio'yu bırakıyor.
Elio'nun babasıyla konuştuğu daha doğrusu babasının hayat dersi verdiği sahne tekrar tekrar izlenebilir. Hayatta yakalanan güzel şeylerin yaşanması üzerine seçilen cümleler izleyiciyi cesaretlendirebilecek kadar büyüleyici. Belki de bu filmi sıradan olmaktan çıkaran ve adından söz ettirilmesini sağlayan durum budur. Hiç yaşanmayacak duygularla empati kurmamızı sağlamakta çok başarılı. Armie Hammer'ı "Kod Adı: Uncle" filmindeki performansından hatırlıyorum ve bu filmde gerçekten duruşuyla arzulanacak adam profili yaratıyor. Timothee Chalamet ise hafızamızı zorlarsak Homeland dizisinde oynadığını hatırlayabiliriz. Geleceğin gözde oyuncularından olacak gibi duruyor.
Mutlaka izlenmesi gerekir, iyi seyirler:))

Mother


Jennifer Lawrence, Javier Bardem, Ed Harris, Michelle Pfeiffer ve  Domhnall Gleeson gibi tanınmış oyuncuların yer aldığı "Mother" filminin yönetmeni Darren Aronofsky. "Black Swan", Requiem for a Dream", "The Wrestler" gibi filmlerin yönetmeni olan Aronofsky yine izleyiciyi etki altında bırakıyor. 
Şair olan kocasıyla gözlerden uzak eski ve büyük bir evde yaşayan kadın anne olup olmama konusunda git gel yaşamaktadır. Eşinin ilgisiz olması ile başa çıkar çünkü onun yeniden yazıp üretime geçmesini istemektedir. Beklenmeyen doktor lakaplı bir adam gece kapılarını çalar. Eşi onu içeri alır, hayranı olduğunu sonradan öğreneceği adama oda verir. Ardından karısı da eve gelir. Kadın bundan rahatsız olur hiç tanımadığı insanlar evlerine gelip yerleşmiş bu da yetmezmiş gibi kocasının ödülünü kırmışlardır. 
Eve yaşlı çiftin oğulları gelir ve büyük bir kavga kopar. Bunun sonunca bir oğulları ölür diğeri ise kayıptır. Kabus, rüya karışımı sahneler ardı arkasına gelir. Evliliklerini düzeltme kararı alırlar ve mother hamile kalır. Uzu bir süre Jennifer Lawrance takibindeki kamera artık daha bağımsızdır. Hamile kalan kadın mutludur çünkü kocası da yeniden üretime geçmiş ve son şiir kitabını bastırmıştır. Bu kez hayranları evi sararlar bu da yetmezmiş gibi motherı huzursuz ederler.
Farklı bir anlatımla İncil baz alınarak yazıldığı söylenen senaryo hem bir yaratıcının hem de annenin istekleri ve egolarının çarpışmasını seyirciye gösteriyor. İzlenmesi zor olarak yabancı kaynaklarda sık sık altı çizilse de sinema ile ilgilenenlerin kaçırmaması gereken bir film. İyi seyirler.

25 Aralık 2017 Pazartesi

After the Storm-Umi yori mo mada fukaku


Son yıllarda "Like Father Like Son", "Kiseki" ve "Our Little Sister" filmleriyle bize ebeveyn-evlat ilişkisini sorgulatan yönetmen Hirokazu Kore-eda'nın 2016 yapımı filmi "After the Storm". Shinoda yıllar önce yazdığı kitapla ödül almış işsiz bir yazardır. Diğer kitabına hazırlandığını söylese de bir dedektiflik bürosunda çalışmaktadır. Asıl garip olan eşinin onu aldattığını ispat etmeye çalışan çiftlere değil de aldatan tarafa gider, amacı onlardan daha fazla para almaktır. Bir şekilde patronunu da dolandıran adamın tek amacı ayda bir oğluna nafaka ödemek ve onu rahatça görebilmektir. Bir şekilde hala eski karısını sevse de onun yeni eş adayına da pek sesini çıkaramaz. Çünkü maddi yönden zayıftır.
Babası da Shinoda gibidir. Piyango ve kumar takıntılı, rehin dükkanına sürekli eşya bırakan ve annesinin çekmecelerini karıştırıp para arayan... Annesi her ne kadar bir şeyleri paylaşmayı düşünse de oğlunun işe yaramasını istemektedir. Fırtına gecesi Shinoda oğlu, eski karısıyla annesinin evinde mahsur kalır. Bakalım o gece yaşananlar ona hayatını sorgulatabilecek midir?

Lost in Paris


Fiona Kanada'da bir kütüphanede çalışır. Gelen bir mektup hayatını değiştirir. Paris'te yalnız yaşayan teyzesi onu yanına çağırmaktadır. Çünkü 88 yaşındadır ve huzurevine gitmesi konusunda baskı görmektedir. Fiona hiç düşünmeden Paris'e uçar. Biraz sakar olan kız ilk anda çantasını ve pasaportunu kaybeder, tabii ki parasını da. 
Sokaklarda yaşayan Dom, Fiona'nın çantasını bulur ve paralarını harcamaya başlar. İkisi bir restoranda karşılaşıp dans ederler ve aşık olurlar. Fiona'nın diğer problemi de teyzesini evden kaçmış olmasıdır. Her yerde onu aramaya başlarlar.
Kayıp dansçı teyze rolünde Emmanuelle Riva var ki onu Haneke'nin "Aşk" filminden hatırlayabiliriz.
Fiona Gordon ve Dominique Abel'in yazıp, yönetip oynadıkları bu film gerçekten çok güzel ve eğlenceli. Aynı zamanda karı-koca olan çiftin "Rumba" adlı filmini izlemiş ve tarzlarını sevmiştim.  İlginç detaylarla dolu filmi izlemek isteyenlere: İyi seyirler.))

21 Aralık 2017 Perşembe

The Killing of a Sacred Deer



Yorgos Lanthimos'un merakla beklenen son filmi "The Killing of a Sacred Deer" izleyiciyle buluştu. "The Lobster" filminde biraz gülmüştüm ancak son film bana Haneke'yi anımsattı. Gerçi "Dogtooth" da aile kavramı üzerinden gidiyordu biraz daha rahatsız edici öğeler vardı. Tercihim gülerek rahatsız olmak olsa da "Kutsal Geyiğin Ölümü" 'eden bulur' diye kısaca özetlenebilir. 
Steven kalp cerrahı olarak çalışmaktadır. Genç bir delikanlı onu arada ziyarete gelir. Bu çocuk ameliyatını yaptığı bir adamın oğlu Martin'dir. Steven onu sık sık yemeğe götürür ve ona pahalı hediyeler alır. Martin sınırını bilmez aileye daha çok yaklaşır ve daha fazla şey ister. Steven'ın annesiyle birlikte olması ve sürekli yanlarında olması gibi... 
Bu duruma dur demek isteyen Steven başka bir sorunla karşılaşır. Küçük oğlu Bob'un ayakları tutmamaktadır. Yürüyemeyen çocuk tüm testlerde normal çıkar. Psikolojik olduğu düşünülse de Martin geleceği görür gibi konuşur. Sırayla tüm aile aynı şekilde ölecektir, Steve'in içlerinden birini öldürmesi gerekmektedir. Çünkü Martin'in babasının ameliyatını yaparken sarhoştur ve yanlışlıkla adamın ölümüne neden olmuştur. Bunun da cezası kendi ailesinden birinin yaşamına son vermesidir.
Karısı Anna zamanla bu duruma inanır, kızı Kim'in de ayakları tutmaz ve çocuklar yemek yiyemez bir halde hastanede yatarlar. Steve çileden çıkar ve Martin'e zarar vermeye başlar. Bir yandan da çocukları arasında seçim yapıp yapmama konusunda kararsızdır.
Başrollerinde Colin Farrell ve Nicole Kidman var. Sinir bozucu Martin rolünde de Dunkirk filminden tanıdığımız Barry Keoghan. Yunanlı yönetmenin son filmini izlemek isteyenlere iyi seyirler.

20 Aralık 2017 Çarşamba

The Beguiled


Amerikan İç Savaşı sırasında yaralanan kuzeyli bir asker Virginia'da birkaç kadının yaşadığı bir okulun yakınında bulunur. Onu alıp kaldığı yere getiren küçük kızın tek amacı iyileşmesini sağlamaktır. Önceleri okuldaki öğretmenlerin de amacı budur. 
Askerin yarasını saran Martha, her ne kadar ciddi görünse de kendini ona yakın hissetmeye başlar. Geçen kısa süre içinde McBurney evdeki kızlara mavi boncuk dağıtmıştır bile... Onun da tek amacı savaştan sağ salim çıkabilmektir. Oysa kadınların hepsine farklı oynamak ona pahalıya patlayacaktır. Edwina, askere karşı bir adım geri dursa da ona aşık olduğunu ve birlikte gidebileceklerini söyleyen McBurney'den etkilenir. Küçük ama biraz oynak olan Alicia çoktan harekete geçip adamı öpmüştür.
Evdeki tek erkek olmanın şansını yanlış kullanan McBurney Edwina'nın odasına gideceğini söyleyip Alicia'yı ziyaret eder. Olanlar olur, merdivenlerden aşağı itilen askerin bacağı kötü yaralanır ve Martha gereken teşhisi koyar. 
Uyandığında bir bacağının olmadığını gören adam çılgına döner ve onları esir alır. Esir konumundayken kadınların zaaflarından yararlanmanın sonu daha acı olacaktır.
Sofia Coppola'nın son filmi Thomas Cullinan'ın romanından uyarlama. Başrollerde Colin Farrell, Nicole Kidman, Kirstan Dunst ve Elle Fanning var. İyi seyirler.

Ingrid Goes West


Çağımızın yeni hastalığı sosyal medya "Ingrid Goes West" filminde 'takıntılı olmak' konusuyla işleniyor. Ingrid, Instagram'da gördüğü arkadaşını kıskanır. Çünkü göz alıcı düğüne davetli değildir. Ağlama krizine girerek düğünü basar ve geline saldırır. Kendini tedavi merkezinde bulur. En yakın arkadaşı olan annesini kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle Ingrid takıntılı bir kişi olma yolunda ilerler.
Tedavi bitiminde evine dönen kız sosyal medyaya sarar. L.A.'de gördüğü sosyal medya fenomeni olan Taylor'a kafayı takar. Amacı onunla arkadaş olmaktır. Annesinin tüm parasını alır ve yola koyulur. Kendine bir ev tutar ve kız ile karşılaşmak için türlü numaralar çevirmeye başlar. Batman hayranı ev sahibi Dan ona yaklaşmaya çalışsa da Ingrid çıkarı olmadığı için pek yüz vermez. Zamanla arkadaş olurlar. Aslında Ingrid gerçek arkadaş edinemediği için sanal dünyayı kullanır oysa elinde bir sürü fırsat vardır. Onun en büyük sorunu takıntılı olmasıdır.
Instagram arkadaşı Taylor'ın kardeşi Nicky durumu çözer ve Ingrid'a şantaj yapmaya başlar. Bu kez iş farklı yöne gider. Bakalım Ingrid sosyal medyada nasıl TT olacaktır?

19 Aralık 2017 Salı

Loveless-Nelyubov


Zhenya ve Boris ayrılmak üzere olan bir çifttir. 12 yaşındaki oğulları Alyosha'nın kimde kalacağı büyük problemdir. Zhenya oğlunu 24 saat boyunca doğuramadığı ve babası Boris gibi kokmaya başladığı gerekçesiyle istememektedir. Zaten Alyosha'ya pek de sıcak davranmaz, her fırsatta ona bağırır. Çünkü kocasından daha zengin ve yaşlı bir adam bulmuştur. Tek amacı evin satmak, oğlunu babasına ya da bir yatılı okula bırakmak ve yeni güzel evine yerleşmektir.
Boris'in yeni eş adayı hamiledir. Başkasının çocuğuna bakmamaya kararlıdır. Tek derdi Boris ile evlenmek ve çocuğunu büyütmektir. Boris ise ayrılmaktan öte boşanmış birinin işten atılacağı korkusunu yaşar. Şirketindeki herkes evlidir ve geleneklere uygun yaşamları vardır. Boris eski karısı yerine yeni karısını buluşmalara getirerek işin içinden sıyrılacağını düşünür. 
İkisinin derdi yeni birileriyle hayat kurmaktır. Bu planların içinde Alyosha yoktur. Zaten sevilmemektedir. Kendini fazlalık gibi gören çocuk ortadan kaybolur. Saatler sonra farkına varan ailesi onu aramak bile istemez. Zhenya kocasını suçlar. Boris de mesai bitmeden eve gelmez. Polis ve arama ekibi çoktan işe başlamıştır. Kar-soğuk demeden Alyosha'yı ararlar ancak bulamazlar.
Andrey Zvyagintsev'in "Leviathan", "Sürgün", "Dönüş", "Elena" filmlerinden sonra "Sevgisiz" ile yine aile konularına değinmesi çok yerinde ve etkileyici olmuş. Rus sinemasından güzel bir drama izlemek isteyenlere önerilir. İyi seyirler.

My Happy Family-Chemi Bednieri Ojakhi


Manana, kalabalık bir ailede yaşar. Anne babası, kocası ve çocuklarıyla üç kuşak birlikte küçük bir evdedirler. Öğretmenlik yaparak ailesine bakan Manana bir anda yalnız yaşamaya karar verir. Doğum gününde eşi ona sürpriz parti düzenlemiştir. Onlarla birlikte olmaktan hoşlanmadığı için balkonda gecenin bitmesini bekler. Manana aslında gitme kararını çoktan vermiştir ancak bir ışık beklemektedir.
17 yaşındaki bir kız öğrencisinin boşandığını öğrenir, kızın sözleri aklına kazınır. İnsan bir kez karar verdi mi hemen harekete geçmelidir. Manana eşyalarını toplar ve aile karmaşasından uzağa bir eve kendini atar. Önce anne baba "Elaleme ne deriz?" diye sorgularken çocukları "Biz nasıl geçineceğiz?" diye kara kara düşünür. Kocası da pasif bir şekilde karısının geri gelmesini bekler.
Manana kimseye açıklama yapmaz. Tek istediği yalnız yaşamaktır. Sürekli pasta yiyerek mutlu olmaya çalışır. Yeni evini de düzene oturtmuştur. Pazarda karşılaştığı okul arkadaşıyla eski mezunlar buluşmasına gider. Orada hayatının şokunu yaşar. Kocasının onu yıllar önce aldattığını ve 13 yaşında bir oğlu olduğunu öğrenir. Manana ne kadar doğru bir karar aldığını anlar. Artık geri dönüş yoktur.
Kızı da kocasından aldatma yüzünden ayrılır. Bu kez oğlu devreye girer. Karnı burnunda bir gelini eve getirir. Manana kocasıyla yeni evinde yemek yer. Ve ilk kez ona sorar "Sen kim olduğunu biliyor musun?".
Nana Ekvtimishvili'nin yazıp yönettiği Gürcistan filmi görülmeye değer. Kadının özgürlük kavramını çok güzel anlatıyor. Müzikleri de tekrar tekrar dinlenilecek kadar etkileyici. İyi seyirler.

18 Aralık 2017 Pazartesi

Dunkirk


2. Dünya Savaşı sırasında Almanya'ya karşı savaşan Fransız, Belçika ve İngiliz birliklerinin Dunkirk limanında sıkıştırılmasını konu alıyor. Christopher Nolan'ın yazıp yönettiği film sıradan savaş filmlerinden biraz farklı. 
Bir İngiliz askerinin limandan ayrılma çabası, bir pilotun düşmanı alt etmeye çalışması ve İngiliz sivillerin kendi tekneleriyle askerlerini kurtarmak için yola çıkması... Hepsi paralel bir şekilde farklı zamanlar baz alınarak anlatılıyor. 
Limanda kurtarılmayı bekleyen askerler bazen bombalanıyor ve sayıları an be an azalıyor. Hiç kan görmesek de savaş filmi izliyor olmanın gerginliği izleyiciyi sarıyor. Hemen oradan kurtulmaları lazım! Dediğimiz anda komutanlar aralarında konuşuyor "İngiltere gemi gönderemiyor bir sonraki savaşa hazırlık yapıyor". Kendi halkını ölüme mahkum eden insanlar gerçekten var olabiliyormuş diyorsunuz. 
Siviller limandan ayrılarak kendi imkanlarıyla askerleri kurtarmaya gidiyorlar. Ve adı hiç anılmayan Alman askerleri onları denizde de bombalamaya devam ediyor. Farklı bir savaş filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler.

The Party



"The Party" Sally Potter'ın yazdığı kara bir İngiliz komedisidir. Janet, siyasi başarısını yakın arkadaşlarıyla kutlamak için hazırlık yapmaktadır. April kocası Gottfried ile gelir. Janet'in eşi Bill de salonda sabit bir noktaya bakıp içmeye devam etmektedir. Gottfried özlü sözlerin adamı olarak söylenmeye başlar. April ise her ne kadar kocasını bastırmaya çalışsa da başarılı olamaz. Arkadaşı Janet'e yardım için mutfağa gider.
Her şey göründüğü gibi normal değildir. Zamanla gerçekler su yüzüne çıkacaktır. Lezbiyen çift Martha ve Jinny gelirler. Güzel haberleri vardır. Jinny üçüz bebek beklemektedir. Ardından gelen Tom banyoda uyuşturucu alır ve silahı vardır. Ortalık karışmak üzeredir. Bir süre sonra itiraflar gelir. Bill ölmek üzeredir ve hayatının geri kalanını başka bir kadınla geçirmeye karar vermiştir. Bu kadın da Tom'un eşidir. Janet ve Tom çıldırırlar. Oysa Janet de kocasını aldatmaktadır. Birkaç sır daha gün yüzüne çıkar. Martha da Bill ile gençliğinde yatmıştır. Bu sır da Jinny ile olan ilişkisini gerer.
Gottfried Bill'in hastalık teşhisini ciddiye almaz, kendince alternatif tedavi yöntemleri önerir. April de Janet'i teselli etmektedir. Tom sonunda dayanamaz ve Bill'e saldırır. Silah Janet'ın eline geçer ve son gelen misafirin hayatı tehlikededir.
Karakterler çok güzel yaratılmış ve sınırları iyi çizilmiş. Zekice espriler de Sally Potter'ın eseri. Bol kahkahalı iyi seyirler.))

Thelma


Thelma üniversite okumak için Oslo'ya gider. Ailesi onu küçük bir eve yerleştirir. Sık sık kızlarını kontrol eden aile, onun dini ve ahlaki öğretilerinden çıkmamasını sağlarlar. Doktor olan babası ve tekerlekli sandalyedeki annesi soğuk ve kapalı bir tutum sergilerler. Thelma ilk kez evden uzak olmanın verdiği özgürlüğü yavaş yavaş kullanmaya başlar. Sınıf arkadaşı Anja, kütüphanede epilepsi krizi geçiren Thelma'ya yardım eder. Bu vesileyle yakınlaşırlar. Thelma ona aşık olur. 
Asıl ilginç olan Thelma'nın üstün güçleri olmasıdır. "Bir şeyi çok istersen olur" sözü gibi Thelma istemediği insanların ölümüne neden olmuştur. Küçükken kıskandığı erkek kardeşi gibi... Tam olarak sonuçları açıklanamasa da aileye göre sorumlu Thelma'dır. Tıpkı babaannesi gibi. (Bu arada öldü denilen kadın yıllar sonra bir bakımevinde ortaya çıkmıştır). Thelma gerçeklere ulaşmaya karar verir.
Hastalığının nedeni ve ailesinin tavrı onu başka birinin ölümüne yönlendirir. Belki de Thelma iyileştirici özelliğini keşfetmek üzeredir. 

3 Aralık 2017 Pazar

Hitchcock


"Hitchcock" korku filmleri yönetmeni Alfred Hitchcock'un "Psycho" filmini çektiği zamana odaklanıyor. Daha iyi bir film yapmak için seferber olan Hitchcock, sağlam konu bulamadığı için tedirgindir. Karısı Alma ona destek olur. Robert Bloch'un yazdığı "Psycho"yu okur ve birkaç sahne gözünde canlanır. Hemen onu film yapmaya karar verir. Annesine düşkün bir senaristi tutar. 
Usta yönetmen aynı zamanda sarışın takıntısıdır. Filmlerinde oynayan başrol kadınları ayrı bir gözetir! Bu durum karısının hiç hoşuna gitmez. Eşinden ilgi ve övgü bekleyen Alma, Alfred'i çekim süresince yalnız bırakır. Kendi senaryosunu yazmaya kararlıdır. Ancak etrafında dolanan flörtöz senarist günden güne tehlike arz eder. Bu da Hitchcock'un hoşuna gitmez.
Psycho çekim süreci çok sancılı geçer. Yapımcı bulamayınca filme varını yoğunu yatıran Hitchcock başarmak zorundadır. Bunun stresiyle yatağa düşer. İş yine  ortağı olan karısına kalır. Ne de olsa evlilik bu günler içindir. Güzel detaylara dayanan film için iyi seyirler.))

29 Kasım 2017 Çarşamba

L'equilibrio


Peder Don Giuseppe Roma'da rahiplik yapmaktadır. Göçmenlerin kaldığı evde eğitim veren Veronica ile aralarında su üstüne çıkmayan bir çekim vardır. Seçim yapma zamanı geldiğinde rahip Tanrı'ya hizmet etmeye karar verir. Üstlerine onu evine yollamalarını rica eder. Eşyalarını alıp Napoli'ye gider. Oradaki peder tarafından iyi karşılanır. Etrafındaki insanlarla tanışır ve işlerin nasıl yürüdüğünü anlamaya çalışır. Bu süreç biraz sıkıntılıdır. Çünkü Napoli'deki mahallede kurulan düzen pek doğru- düzgün değildir. Devletin unuttuğu yerde mafya kendince düzen kurmuştur ve kilise de buna uymak zorundadır.
En büyük sorun etrafta toplanmış bekleyen çöplerdir. Halkın yarısını kanser yapan bir çöp yığınları için çözüm üretilmemiştir. Eski peder yerine gelecek olan Giuseppe'ye bu konuyu açıklar. Diğer yandan da uyuşturucu sorunu pederin gözüne batar. Ölmek üzere olan kanser hastası bir kadının son dileğini yerine getirir. Oğlunu 'o' hayattan çekip çıkaracaktır. Ancak Saverio peder ile bir bağ kurar ve zamanla ona yardım eder. 10 yaşında taciz edilen bir kız çocuğu sırf binayı polis basmasın diye bu işkenceye maruz kalmaktadır. Bunu öğrenen peder kızı doktora götürür ve raporu alır, polise gider ancak sonuç alamaz. İşin peşini bırakmamaya kararlıdır. Ne yazık ki Saverio pederi öldürmesi için gönderilir. O da bunu yapamaz. Kendi canına malolacağını bilmemektedir.
Peder önce insan olmak ve herkese yardım etmek için oradadır. Durumu Vatikan'a bildirir. Çoğu filmde gördüğümüz gibi Vatikan da pedere 'İşine bak' muamelesi yapar. "Git dengeni bul!". Peder bir şekilde davasından vazgeçirilir. Başa dönerek Veronica'dan yardım ister.
Mafyaya bir de karşı taraftan bakan film, insan olmakla görevini yerine getirmek arasındaki farkı sorguluyor. Hele ki kanunsuz bölgelerde bu işlerin ne kadar zor olduğunu izleyiciye anlatıyor. İyi seyirler.)

26 Kasım 2017 Pazar

Ghost Dog: The Way of the Samurai


Ghost Dog bir damda güvercinleriyle birlikte yaşamaktadır. Mafya üyesi Louie yıllar önce onun hayatını kurtarmıştır. Bu sebeple onu hocası beller ve izinde yürür. Aslında Louie için kirli işler yapmaktadır. Bir gün görevini yerine getirmek için bir eve gider ve orada adamı öldürdükten sonra bir kızla karşılaşır. Büyü bozulmuştur. Artık görünen Ghost Dog bulunup öldürülmelidir.
Louie kendisinin yerine tetikçisinin öldürülmesine sesini çıkarmayacaktır. Yine de dayanamaz onu uyarmaya gider. Ghost Dog bu kez onun hayatını kurtarır. Bir çok seçeneği varken o kalıp Samurai sadakatiyle öğreticisini takip eder. Onun hayatını tehlikeye atanları bir bir temizlemeye karar verir. 
Avlanma yasağı olduğu halde küçük bir ayıyı vuranları da öldürmesi filmin bonuslarından biri. Haitili bir siyahi ile arkadaşlık kurması, aynı dili konuşmamalarına rağmen birbirlerini anlamaları arkadaşlık kavramının önemini güzelce anlatıyor. Parkta tanıştığı küçük kıza kitap alışverişi yapması da Ghost Dog'un ne kadar yufka yürekli olduğunun altını çiziyor.
Jim Jarmusch imzalı bu filmin devamı çekilecekmiş. Bu da geçen hafta çıkan haberler arasında.))

21 Kasım 2017 Salı

Broken Flowers

Don Johnston evinde televizyon başında cool takılan bir adamdır. Gerçekten sessiz ve gizemli görünür. Son sevgilisi de onu terk eder. Ardından bir mektup gelir. 20 yaşlarında oğlu olduğunu onu bulmaya geleceğini yazmaktadır. Mektubu kimin yazdığı bilinmemektedir. Don pek umursamasa da casus gibi takılan komşusu onu gaza getirir. Eski sevgililerine özür mahiyetinde bir ziyaret gerçekleştirip ağızlarını yoklayacaktır. "Bu çocuk hanginizin?"
Don pembe çiçeklerle eski aşklarına doğru yola çıkar. Çoğu kadın onu unutamamıştır. Asıl amaç hangisi oğlunu büyütmüştür. Ya gerçekten bir oğlu yoksa? Bu belki de son sevgilinin bir şakasıdır. Bakalım Don geçmişle yüzleşince hayatında neyi değiştirecektir? Değiştirecek midir?
Jim Jarmusch'un 2005 senesinde çektiği film izlenmeye değer. İyi seyirler.))

Dead Man



William Blake ailesi ölünce Claveland'ı terkeder. Amacı başka bir şehirde iş bulmaktır. Muhasebeci olarak bir şirketten kabul mektubu alır. Ne yazık ki oraya gittiğinde başkası işe alınmıştır ve patron onu kovar. Hayalleri suya düşer. Çünkü cebindeki son parasını bu yolculuğa yatırmıştır. O gece eski bir fahişeye yardım eder, geceyi birlikte geçirirler. Bu kızın patronun oğluyla birlikte olduğundan habersizdir. Aniden gelen adam silahını çıkarır ve kızı vurur. William da kızın silahıyla adamı alt eder. Filmin başından beri silahtan, tüfekten korkan adam elini kana bulamıştır.
Kurşun yarası olan adamı bir Kızılderili bulur. İsmi Nobody'dir. William'ı iyileştirmeye çalışır ikisi arkadaş olurlar. Patron William'ın peşine üç azılı katil takar. "Onu ölü ya da diri getirene para ödülü verilecektir." William katil olduğunu kabullenmedikçe insanları öldürmek zorunda kalır. Kendi canını korumak için bunu yapmaya mecburdur. "Ne de olsa orası Amerika'dır orada herkesin silahı vardır."
Amacı basit bir muhasebeci olmakken azılı bir katile dönüşen William Blake'in öyküsü... Filmi Jim Jarmusch 1995 senesinde yönetmiş, başrolünde de Jhonny Depp oynuyor. İyi seyirler:))

Sleepy Hollow


Washington Irving'in 1820'li yıllarda yazdığı "The Legend of Sleepy Hollow" adlı kısa öykünün uyarlaması olan "Sleepy Hollow" adlı filmin yönetmeni Tim Burton. Tam Tim Burton filmi olmaya layık bir öykü...
Ichabod New York'taki cinayetlere açıklık getirmeye çalışırken bir yandan da adaletin çalışması için girişimlerde bulunur. Hakim onu başından savmak için uzaklardaki bir kasabaya kafası kesik cinayetlerin sorumlusunu bulmaya gönderir.
Biraz korkak olan Ichabod daha kasabaya gelmeden ürkmüştür. Bir zenginin evinde kalacaktır. Herkes eğlenirken polis memuru içeri girer. Evin güzel kızı ile karşılaşırlar. Ichabod pek temkinlidir. Zaten kızın nişanlısı vardır. Cinayetler devam eder. Olay yeri inceleme olarak kendi el yapımı alet edevatıyla keşfe giden genç polis kimsenin bilmediği bir şey söylemez. Kasabanın ileri gelenleri ondan umudunu kesmiştir. Çünkü Ichabod yeni keşfettiği sırlar zaten diğerleri tarafından bilinmektedir. Yavaş yavaş gerçekler açığa çıkar ama bir türlü neden kafaların kesildiği anlaşılamaz. Ayrıca kafalar ortada yoktur. Ichabod evin güzel kızı ve babasının intikamını almak isteyen bir yetimle yola çıkar. Hayalet süvarinin sırrını çözmeye başlarlar. 
Korku dozu sınırda olan eğlenceli ve sağlam kurgulanmış bir film. Hem Tim Burton filmi hem de fantastik-korku sevenlerin kaçırmaması gerekir:)) Johnny Depp de izlenesi bir oyun sergiliyor:)

14 Kasım 2017 Salı

Mon Roi


Tony kayak yaparken kaza geçirmiştir. İşin doğrusu bir an kendini intiharın kollarına bırakmıştır. Ve bir rehabilitasyon merkezinde tedavi görmektedir. Eski kocasına olan aşkı hayatını mahvetmiştir. Tony geçmişi hatırlar. Arkadaşlarıyla gittiği bir barda gördüğü yakışıklı adama yaklaşır ve ona kur yapar. Daha önce de karşılaşmışlardır. Zengin adam onu evine götürür ve birlikte olurlar. Adama kendini kaptıran Tony kendini evlenmiş bulur. Mutludur ancak arada çıkan arızalar onun dengesini bozmaktadır. Kocasına olan aşkının sınırlarını zorlar. Her seferinde tekrar ilişkiye başlar.
Aldatılmalar, kavgalar ve göz yaşı... Tony hamiledir. Kocası ondan sadece çocuğu ister. Tony iyice çığırından çıkar. Erkek fişekler kadın tepki verir. Tony'nin hayatı bir saplantıya dönüşür. Güzel bir aşk yaşamak yerine çoğu insan gibi takıntılı aşklardan hoşlanıyorsanız bu film kaçmaz.

Frantz


François Ozon filmlerini asla kaçırmam. Frantz da hemen izlenecek ve tavsiye edilecek bir film. Almanya'da nişanlısının ailesiyle yaşayan Anna hala savaşta kaybettiği aşkının yasını tutmaktadır. Bir gün Fransız bir genç çıkagelir. Frantz'ın asker arkadaşı olduğunu söyleyen adam yavaş yavaş aileye yaklaşır. Birlikte yemek yer vakit geçirirler. Aile, Anna'yı kızları gibi sevdiği için bu genç ile birlikte olabileceğini düşünür ve ona açık kapı bırakırlar. 
Anna da nişanlısındaki aşkı Adrien'de arar. İçinden geçen sezgilere kulak asmaz. Hayata yeniden bu gençle başlamayı düşünür. Oysa gerçekler hiç de Adrien'ın anlattığı gibi değildir. Anna nişanlısının ölüm sebebini öğrenince ne yapacağını bilemez. Yine de hayat devam etmektedir. Acı da olsa Anna artık yalnız değildir.
Siyah-beyaz olan film güzel bir drama. Şimdiden iyi seyirler.))

Alarme-Amor


Yıllar önce İKSV Tiyatro Festivalinde Theodoros Terzopoulos'un workshopuna katılma imkanı yakalamıştım. Beden kullanımı için yapılan çalışmalar gerçekten çok faydalıydı. Bu sene festival kapsamında Moda Sahnesinde Terzopoulos'ın "Alarme" ve "Amor" adlı iki oyunu izledik. "Alarme" oyunu sahne ve kostüm tasarımı ile bütünleşmiş. Tabi ki beden kullanımı en temel noktası. Oyuncular iki hırslı kadını başarıyla canlandırıyor. Kraliçe I. Elizabeth ve İskoçya Kraliçesi Maria Stewart arasındaki kavgayı konu alıyor. Mektuplarından yola çıkarak yazılan oyuna Terzopoulos da bir üçüncü kişiyi ekleyerek katkıda bulunmuş.)) Bir erkeğin kadınlara o kadar hakaret etmesi bazen hoşuma gitmese de sonundaki şahmaran duruşu kalbimi kazandı. Oyuncular: Tasos Dimas, Aglaia Pappa ve Sophia Hill. 
"Amor" ise para ve aşk arasında yaşanan git geli işliyor. Usta oyuncular sahneyi dolduruyor. Sayılar mı satın alma gücü mü yoksa güzel bir kadının dansı mı daha çok ilgi uyandırıyor. Performans izlemek için Yunanlı usta Theodoros Terzopoulos'un işleri tam anlamıyla dört dörtlük. Bulup izleyen tiyatro meraklılarına iyi seyirler.))

A Bigger Splash


Ünlü rock yıldızı Marianne hayat arkadaşı Paul ile bir İtalyan adasında dinlenmektedirler. Marianne ses tellerinden ameliyat olur. Belki bir daha şarkı söyleyemeyecektir. Bir süre konuşma yasağı vardır. Paul ile güzel zaman geçirirken aniden telefon gelir. Eski dostları Harry onların yanına gelmektedir. Bu emrivaki çok hoşlarına gitmese de yılların hatırına arkadaşlarını dışarıda bırakmazlar. Harry yalnız gelmemiştir. Güzel bir genç kız olan Penelope Harry'nin kızı olduğunu iddia etmektedir.
Marianne ve Paul onlara evlerini açarlar. Hep birlikte yemek yer, şehirdeki festivale gider ve eski günleri anarlar. Ancak en büyük sorun Harry ve Marianne'in eskiden sevgili olmalarıdır. Önceleri bu durum pek rahatsızlık vermese de geçmişin unutulmuş olması Harry'nin canını sıkar. Sanki kızıyla ikisi ara bozmaya gelmiş gibi bir durumun içine sürüklenirler. Marianne ve Paul birbirine çok aşıktır. İkili aralarına kimseyi almamaya kararlıdır. Bakalım ne kadar direnebileceklerdir?
Tilda Swinton, Matthias Schoenaetrs, Dakota Johnson ve Ralph Fiennes güzel bir dörtlü oluşturmuş:)) Yönetmen Luca Guadagnino'nun son filmi "Call Me By Your Name" son zamanlarda baya konuşuluyor. Onu da izlemek için sabırsızlanıyoruz.

Toivon Tuolla Puolen



Khaled, Suriye'deki savaştan kaçmak zorunda kalır. Nişanlısını ve tüm ailesini kaybetmiştir. Bir tek kız kardeşi hayattadır. Onun izini de Avrupa yollarında kaybeder. Tesadüfen saklandığı gemi Finlandiya'ya gelir. O da kendine çeki düzen verip soluğu polis karakolunda alır. Pasaportunu uzatır ve sığınma talep eder. Bu süreçte bir yerde kalır. Amacı orada sığınmacı olup kız kardeşini de yanına almaktır. 
Wikstrom gömlek satan evli bir adamken ani bir kararla karısından ayrılır ve elindeki gömlekleri yarı fiyatına satar. Tüm parasını kumara yatırır ve baya kazançlı çıkar. Elindeki parayla bir restoran devralır. Orada kendine yeni bir yaşam kurar. 
Mahkeme Khaled'ın sığınma talebini reddeder. Türkiye üzerinden Suriye'ye geri iade edilecektir. Bu kez harekete geçen genç adam polisten kaçar. Sokaktaki faşistler de peşindedir. Khaled, Wikstrom'un restoranının önüne yerleşir. Yaşlı adam onu restoranda işe alır. Bir süre sonra Khaled kardeşinden haber alır. İş onu Finlandiya'ya kaçırmaya gelmiştir. Wikstrom dostuna yardım etmeye kararlıdır. Khaled'in ara-sıra dediği gibi "İyi insanlarla karşılaştım...". Dilini bilmediği bir ülkede iyi insanlarla karşılaşan mülteci adam bakalım amacına ulaşabilecek midir?
Aki Kaurismaki tarzı film sevenlere şiddetle önerilir! Yeni vizyona giren film için iyi seyirler!

9 Kasım 2017 Perşembe

Geumul



Kim Ki-Duk filmlerini ayrı bir heyecanla beklerim. Ancak son filmlerinin biraz şiddet dolu olması beni kendinden uzaklaştırmıştı. Bir şans daha vereyim dedim ve "Ağ"ı izledim. Kim Ki-Duk da bana minnettar olmuştur!
Kuzey Kore'de balıkçılık yapan bir adam kayığının sürüklenmesi sonucu Güney Kore tarafına geçer. Orada bir süre sorguda kalır ve zorla dışarı salınır. Ancak adam çok dirençlidir ve Kuzey Kore'ye dönmeye kararlıdır. Çünkü karısı ve çocuğu orada yaşamaktadır. Zaten o da yaşamdan çok şey beklememektedir.
Güney Kore'nin özgür olduğunu söyleyenlere inat eksi taraflarını da görür. "Gel burada göçmen olarak yaşa, sana ev ve iş veririz" denilse de o hiçbir şeye kanmaz. Geri dönecektir. Güney Kore polisini ikna edince ülkesinde geri döner. Sıra kendi ülkesinin polisini ikna etmeye gelmiştir. Zorlu kısımları geçer ancak "Balıkçılık yapamazsın" yasağına takılır.
İyi seyirler.))

The Square



Ruben Östlund'un "Turist" adlı filmini izlemiş ve anlatımına hayran kalmıştım. Kuzey Avrupa sinemasının basit ama derinlikli konuları ustalıkla ele alması alkışı hak ediyor. Özellikle her şeyi bir arada anlatmaya çalışan diğer yönetmenlere belki örnek olur. Gerçi "Kare" filminin senaristi ve yönetmeni olan Östlund da bu filmde baya şey anlatıyor. 
Christian, İsveç Modern Sanat Müzesinde küratördür. "Kare" isimli bir sergi için hazırlık yapmaktadır. Bir yandan herkesin ilgisini çekecek bir çıkış ararken diğer yandan da karışmış hayatı ile uğraşır. Christian önce kalabalık bir meydanda soyulur. Çalınan cep telefonunu ve cüzdanını almak için telefonundan sinyal gelen binayı keşfe gider. Ve tüm evlere bir yazı bırakır. Ondan çalınanları geri istemektedir. Bir bakıma herkesi zan altında bırakmıştır. Şanslıdır ki bir süre sonra kaybettiklerine ulaşır. Bunu kutlamak için de sürekli gözüne batan dilenciye para verir.
Her şey yoluna girerken sosyal medya ekibinin yaptığı yanlış bir video ortalığı karıştırır. Tüm dikkatler müzenin üzerine çekilmiştir. Ne yazık ki negatif olarak. Christian bu işten nasıl sıyrılacağını düşünür. İki küçük kızı şiddetli geçimsizlik içindedir. Christian ise Amerikalı bir gazeteci ile parti sonrası birlikte olur. Onun evindeki orangutan absürtlüğün üst noktasıdır ve çok da yerindedir. Egosu kendi karakterinin önüne geçen adam olaylara başka açılardan bakmayı zor da olsa öğrenir.
Küçük bir erkek çocuğu belirir. Christian'ın not bıraktığı evlerden birinde yaşayan bu göçmen çocuk onun yüzünden sokakta oynayamamaktadır. Ailesi onun hırsızlık yaptığını düşünmektedir. Çocuğun tek amacı Christian'ın gidip ailesine gerçeği anlatması ve özür dilemesidir. İnadından bunu yapmayan kürator, müzedeki kariyerini her şeyden üstte tutar.
Ne olursa olsun yanında kızları vardır. Christian baştan başlamaya hazırdır. Ancak müze bağışçısı zenginlere son bir akşam yemeğinde sert bir performans sunacaktır. Bu ilginç performans ve amacı görülmeye değer. Modern Sanat, performans işlerini sorgulayan ve onlara halkın gözünden de bakabilen yazar, tüm bu konularla birlikte egonun varlığını da tartmayı başarıyor. İyi seyirler:))

The Guest Book


"My Name Is Earl" ve "The Millers" dizilerinin yaratıcısı olan Gregory Thomas Garcia'dan yeni bir komedi dizisi geldi: "The Guest Book".
"Önce biraz izleyelim de komik mi görelim?" diye tedirgindim, ilk bölümde hemen diziye ısındım. Uzun zamandır sevişmeyen çocuklu bir çift şehirden uzak dağda bir kulübeye gelirler. Amaçları evlilik tazelemektir. Kocası eşi için buhar makinesi ararken bir striptiz kulübe denk gelir. Reklamdaki kız ilgisini çeker ve "5 dakika dans eden kız izlemenin kimseye zararı olmaz" diye düşünür. Aracını kulübe sürer. Kocaman memeleriyle şişman Vivian'ın ağına düşmüştür. Odada biraz onunla ilgilenen uyanık kadın şantaj yapıp para koparmak için bu yakınlaşmayı kayda alır. Ve siyahi üvey oğlunu adamdan para koparmaya zorlar. Ancak bir takım aksilikler yüzünden istediğini alamaz. Genç adam panik olsa da evliliğini iyi bir noktaya taşımıştır.
Kulübeyi kiralayan yaşlı çiftin de evlilikleri monotonlaşmıştır. Yine Vivian devreye girer. Aklı sıra onlardan da para koparacaktır ancak kadının her çabası başkasının lehine sonuçlanır. Yan komşu karısına saplanıp kalmış bir adamdır. Tinder yüzünden evliliğinin bittiğini düşünür oysa karısı ondan önce Tinder açmıştır. Bunu anlaması uzun zaman alır. Kasabanın polisi de uzaktan adama aşıktır. Gönül işleri baya karışıktır!
Kulübeye gelen çeşit çeşit insanlar misafir defterine yazarlar. Hem içlerini dökmek hem de o an ne yapacaklarını düşünmek için zaman kazanırlar. Umutsuzca iş arkadaşına aşık olan asosyal bir adam, eski bir porno yıldızı, kocasının patronundan sıkılmış bir kadın... Hepsi bu kulübede bir gece kalırlar ve bir bakıma hayatları değişir. Komik ve zekice kurgulanmış bir dizi. Şimdiden ikinci sezonu bekliyorum.))

19 Ekim 2017 Perşembe

Harlots-Genius-Liar


18. yüzyılda Londra'da bir genelevi konu alıyor. Mahallelerden lanetli diye sürülen hayat kadınları bir eve sığındıklarında kendilerini güvende hissederler. Kimi de metres olarak hayatını biraz daha garanti altına almak ister. Genelev sahibinin iki kızı vardır. Büyük olan iyi gelirli bir adamın metresiyle küçük olan ise hala bakiredir. Evdeki kızlardan ve annesinden nasıl seksi olması gerektiğini öğrenir. Yüksek bir fiyata bekaretini verme günü gelir. Annesi pek gönüllü olmasa da kız gereği neyse yapmaya kararlıdır. "Harlots" bir İngiliz draması olarak izleyiciyi 18 yüzyıla götürüyor. 



"Genius" Albert Einstein'ın hayatını konu alan bir dizi... Genç Albert her ne kadar ailesinin yanında olmak istese de yatılı okula verilmiştir. Almanya'da kalmak istemeyen çocuk ailesiyle İtalya'ya gitmek ister. Ne yazık ki babası buna izin vermez, oysa Albert okulunu sevmemektedir. Aklında İsviçre vardır. Kafasında deli sorularla hocalarını çileden çıkarır. Yeniyi keşfetme aşkı ve güzel kızlara duyduğu aşk onu yerinde tutamaz. Einstein dahi olma yolunda günden güne yol katetmektedir. 

"Liar" Psikolojik bir İngiliz draması. Laura uzatmalı sevgilisinden ayrılır. Kız kardeşinin ısrarıyla yakışıklı bir doktorla çıkar. Güzel geçen bir gecenin ardından sabah uyanan kadın tecavüze uğradığını anlar. Anında polise gider ve muayeneden geçer. Laura her ne kadar tecavüz olduğunu düşünse de birlikte olduğu adam bunun istek dahilinde bir birliktelik olduğunu savunur. Laura'nın bilmediği diğer konu ise evli ve çocuklu olan kız kardeşinin eski sevgilisiyle aşk yaşadığıdır. Bakalım olaylar nasıl gelişecektir?


Narcos-Will-Feud


Narcos 1. ve 2. sezon Escobar'ın hayatıyla fırtınalar estirdikten sonra 3. sezona geldi. Bu sezon öncekiler gibi bomba olacak mı diye aklında soru işareti olanlar pek memnun ayrılmadı ekran başından. Ancak benim gibi önceki sezonlara ara verip son sezonu izleselerdi daha fazla beğenebilirlerdi. Kali kartellerini merkez alan sezonda 4 ayrı mafya babasına odaklanılıyor. Cesetlerin asla bulunamadığı zamanları izliyoruz. Uyuşturucu işini bir Business gibi görüp ciddiye alan karteller Escobar'ın yokluğunda kendi krallıklarını yaratmışlardır. Akıllı bir de güvenlik müdürleri vardır! Gözü kara ajan Pena, onların da köküne kibrit suyu dökmeye kararlıdır. Yeni gelen polisler acemi şansıyla kapalı kapıları bir bir açarken Kartel teslim olup alacakları cezayı azaltma planları yapar. Bakalım kim önce davranacaktır?


1589 senesinde Will Londra'ya varır. Amacı ünlü bir yazar olmaktır. Kaleminden bal damlayan bu genç William Shakespeare'in ta kendisidir. Karısı ve çocuklarını geride bırakır çünkü içinde sönmek bilmeyen tiyatro aşkı vardır. Bir tiyatroda ilk oyunu sergilenecektir. William aslında nasıl yazılır ondan önceki yazarlara bakarak öğrenir. Biraz yönetmenin biraz da oyuncuların durumuna göre oyunlarını yeniler. Az da olsa para kazanmaya başlamıştır. Tesadüf budur ki aşk kapısını çalar. İlham perisi olmadan yaşayamayan William'ın başına bakalım neler gelecektir?



Joan Crawford ve Bette Davis'in birlikte oynadıkları "What Ever Happened to Baby Jane?" filmi sırasında yaşananları konu alıyor. Birbirinden pek hazzetmeyen Holywood aktrisleri eski şöhreti tazelemek ve biraz para kazanmak için film çekmelidirler. Ancak rakibe katlanmak zordur. Jessica Lange ve Susan Sarandon'ın başrollerinde oynadığı dizi "Feud" dramaseverleri tatmin edecek gibi görünüyor. İyi seyirler:))




Queen Sugar-Riviera-The Son


"Queen Sugar" Oprah Winfrey'in yapımcısı olduğu güzel bir drama. Zamanında atalarının köle olarak çalıştıkları toprakları ellerinde tutmaya çalışan üç kardeşin öyküsü... NBA oyuncusuyla evlenen Charley eşinin hem menajeri hem de PR sorumlusudur. Ancak bir gün skandal ortaya çıkar. Kocası fahişelerle birlikte olmuş o da yetmiyormuş gibi diğer takım arkadaşlarına sevgilisini sunmuştur. Tecavüze uğrayan eskort kız basına açıklama yapar. Charley neye uğradığını şaşırır. Kocasının onu sevdiğini düşünürken yaklaşık 3 senedir başka biriyle beraberdir. Aynı zamanda kocasının kariyeri tehlikededir. Charley, önce duygusal davransa da başarıyı gözardı edemez ve işi tatlıya bağlamaya çalışır. Üst üste gelir ve Charley babasını kaybeder. Topraklarına geri döner. Hem kafasını toplamak hem de babasından kalan şeker kamışı tarlasını işletmek zorundadır. 
Nova ise aktivist bir gazetecidir. Küçük yaşta hapse atılan ve orada uzun süre tutulan siyahi çocukların haklarını savunur. Beyaz bir polisle birliktedir. Adam evli olduğu için acı çekmeye başlar. Her şeyi göze alıp ona içeriden bilgi veren polis de iş yerinde dışlanmaktadır. İkisi ayrılırlar. 
Ralph Angel ailenin tek erkek üyesidir. Küçük kardeş bazen hırsızlık yapsa da kendine güveni yüksektir. Tabi babasının ölümünden sonra ablaları onu kontrol altına almaya çalışır. Ancak Ralph Angel bildiğinden şaşmaz. Her ne kadar temizlenip bir işe girse de bela onu orada da bulur ve ortalığı temizlemek Violet teyzesine kalır. Eski uyuşturucu bağımlısı bir kızdan Blue adında oğlu olan genç adam zamanla kendini toparlayacak ve babasının ona bıraktığı tarlayı sürmeye başlayacaktır.
En favori karakterim Hollywood adıyla oynayan Omar J. Dorsey. Violet teyzenin sevgilisini oynayan oyuncu çok yetenekli. 




Georgina sanat çevresine girerek kendini kurtarmış genç bir kadındır. Babasının ilgisizliği yüzünden her ne kadar kötü bir çocukluk geçirse de aldığı üst eğitim sayesinde zengin bir eş bulmuştur. Constantine zengin bir Yunanlıdır. Fransız Rivierasında kocaman bir evde ikinci karısı Georgina ile birlikte yaşar. Ancak bir akşam lüks bir teknede patlama olur ve kocası ölür. Georgina ölüm sebebini araştırırken ailenin diğer üyeleriyle de yüzleşmek zorunda kalır.
Constantine'in ilk karısı Irina, ailenin şımarık oğlu Christos, saf gibi görünen Adam ve ilgiye muhtaç yarı kaçık kızı Adriana... Georgina evde yaşayan (aslında yaşları ona yakın olan) çocuklarla da ilgilenir. Irina pek bu alakadan hoşlanmaz. Constantine'in gizli odası ve açık arttırmada satın aldığı pahalı resimler Georgina'nın aklına takılır ve cinayeti adım adım çözmeye kararlıdır.


"The Son" altında çok anlamlar yatan bir dizi. Çocukluğunda ailesi Kızılderililer tarafından katledilen Eli McCullough, dişini tırnağına takıp hayatta kalmıştır. Geldiği nokta ise Teksas'ta petrol rafinerileri olan bir zengindir. Oğlu işleri devralmak istese de Eli onun hazır olup olmadığını görmelidir. Bir yandan petrol işine bulaşmak isteyen diğer zenginler, gözü kara düşmanlar ve devlet politikaları. Eli hepsini dengede tutmaya çalışır. Neticede bugünlere kolay gelmemiştir. Bakalım Eli kendi yarattığı imparatorluğu nasıl koruyacaktı? Pierce Brosnan iyi bir oyunculukla dizinin bel kemiğini oluşturuyor. 







Room 104



Duplass Kardeşlerin yapımcılığını yaptığı "Room 104" bir otel odasında geçiyor. Dizinin her bölümü birbirinden farklı konuları içeriyor. Uzun zamandır beklediğim bir işti ve her bölümü ayrı bir zevkle izledim. Özellikle modern dans konseptini... 
İlk bölümde otel odasına gelen bebek bakıcısıyla karşılaşıyoruz. Ralphie ismindeki bu çocuk biraz farklıdır. Gerilmiş bebek bakıcısı da çocuğun dediklerine inanır. Yani odada yalnız değillerdir Ralphie'nin bir kardeşi daha vardır ve o çok kötüdür. Bakalım bakıcı kız çocuğu kötülüklerden koruyabilecek midir? Belki de kaş yaparken göz çıkaracaktır...
Pizzacı Çocuk isimli bölüm tam bir sürpriz. Eğlenceli ve zekice kurgulanmış. Karısıyla otel odasına gelen adam pizza siparişi verir. Ancak üstünde nakit yoktur. Pizzacı çocuğu odada bırakır ve para çekmeye gider. Pizzacı ise güzel kadını gözüne kestirmiştir. Kadın ona yanaşsa da pek yüz bulamaz. Ama çekingen çocuğun onu arzuladığı ortadadır. Adam geri döndüğünde bir şeyleri sezer ve tavrı sertleşir. Gerçek ortaya çıkınca bir izleyici olarak ağzınız açık kalıyor. Ve en sevilenler listesine ikinci bölümü ekliyorsunuz.
Üçüncü bölümde bir rahip, daha doğrusu bir din adam müridiyle odada buluşuyor. Gizli bir cemaatin aracısı 'kurtulmak' isteyen kadına yardım ediyor. Bunun için de beyne giden en kısa yolu burnu kullanıyor...
"Biliyorum, ölmedin" bölümü yapımcının özel hayatından yola çıkılarak yazılmış. Odada uyurken geçmişi ile yüzleşen bir adama odaklanıyoruz. Arkadaşı boğulurken ona yardım etmediği için vicdan azabı duyan adam, rüya-gerçek arasında sabaha kadar kendiyle hesaplaşıyor.
"İnternet" bölümünde ise Hintli bir çocuk evde unuttuğu bilgisayarına annesi aracılığıyla ulaşmaya çalışıyor. Yazdığı kitabı yayıncıya sunacak ancak annesi onu mail atmalı. Ama nasıl? Daha bilgisayarın Power tuşuna bile basamayan kadın o kadar doluyor ki oğluna acı gerçeği açıklıyor. 
Modern dans içeren bölüm tam bir harika! Tekrar tekrar izlenebilir. Oda temizleyen kadın odada kalan terk edilmiş kızla empati kuruyor. 
"Misyonerler" de hayatın fani zevklerini hiç tatmamış iki genç odaya geliyorlar. Alkol-kahve-porno-gay ilişki ile inançlarını yokluyorlar. Ya kendilerini dine adayacaklar ya da hayata.
1969 senesinde otelin yakınına düşen bir uçak ve içinden sağ kurtulan bir kadın. Odaya gelip hayata yeniden başlayıp başlayamayacağını düşünüyor. Özgürce yaşayamadığı aşk da aklını tamamen bulandırıyor.
"Boris" eski tenis oyuncusudur. Sakatlanmıştır ve yıldızı günden güne sönmektedir. Boris odayı temizleyen Latin ile sohbete dalar. Üstüne yapışan etiketten hiç memnun değildir. Hayat bazen insana ağır sorumluluklar yükler. Kaldıramayacağı kadar. 
Çadırın içinde bomba yapan iki genç. Hiç tanımadıkları insanların hayatını tehlikeye atmaktadırlar. Biri erken davranır kaçar. Diğeri kalıp görevini yerine getirmeye çalışır. Ta ki kalorifer tamircisi gelip onu lafa tutana kadar...
"Dövüş" ve "Aşkım" bölümleri ile dizi sezon finalini yapıyor. İyi seyirler.))


11 Ekim 2017 Çarşamba

Zama



18. yüzyılda Paraguay'daki İspanyol yetkili Diego de Zama'nın yaşadıklarını anlatan filmi Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel çekmiş. Yapımcılığını ise Pedro Almodovar ve kardeşi üstlenmiş. Arjantin'in en önemli edebi yapıtlarından kabul edilen "Zama" adlı romanı sinemaya aktarmış. 
Yine Filmekimi kapsamında izlediğim filmi pek tavsiye etmiyorum. İKSV ekibi yine filmi izlemeden film tanıtımı yazdığı için ona biraz aldanmış olabilirim. Neticede işimiz kısmen bu film filmdir! Bazen hayat değiştirir bazen de katlanılacak şey haline gelir.))

Nico, 1988



Nico, aslında adını bile anmak istemediği bir film sayesinde ünlenmiştir. Şöhreti orada söylediği şarkılar sayesinde geniş kitlelere ulaşır. Aslında o filmden sonra yapmak istediği müziği keşfettiği için sonrası onun için önemlidir. Özel hayatı ve kariyeri iniş çıkışlarla doludur. Zirveyi ve dibi gören Nico'dur. 
Turnede şehirden şehre koşan sanatçı ve ekibinin yaşadıklarını anlatan film Venedik Film Festivali Ufuklar Bölümü açılış filmi olarak gösterilmiş. Şarkıları ayrı bir güzel, film ayrı bir güzel. İyi seyirler.))

Fortunata


Adı gibi şanslı olmayan bir kadının öyküsü... Erken yaşta bir adamla evlenen Fortunata'nın kız çocuğu olur. Ancak şiddetli geçimsizlik sonucu eşinden ayrılır. Evlere giderek kuaförlük hizmeti verir. Tek amacı kendine ait bir güzellik salonu açmaktır. 
Bipolar, uyuşturucu bağımlısı komşusu aynı zamanda çocukluk arkadaşıdır. Onun annesi de alzheimer hastalığına yakalanan eski bir oyuncudur. Fortunata'nın küçük kızının en çok vakit geçirdiği insanlar pek de sağlıklı değillerdir. Kızın hem anne babasının ayrılması hem de ilgiye muhtaç olması onun psikologla görüşmesine yol açar. 
Ufaklık bu durumdan memnundur ancak annesinin güzelliği ve cazibesi yine odak noktası haline gelir. Kız annesinin doktoru ile yakınlaşmasını kaldıramaz. Fortunata bir yandan şiddet eğilimli eski kocası ile uğraşırken diğer yandan da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır. Bir de aşk kapısını çalınca dengede durması zorlaşır... Bakalım anne kızın ilişkisi nasıl sonuçlanacaktır?
Filmekimi kapsamında izlediğim filmin yönetmeni Sergio Castellitto. Çıkışta kapıda ağlayan kızları sevgilileri teselli ediyordu. O yüzden mendilsiz izlemek zor olabilir:)) İyi seyirler.

24 Eylül 2017 Pazar

İspanyolca Filmler


İspanyol Sineması denilince aklıma önce Pedro Almodovar filmleri gelir.
"Annem Hakkında Her Şey", "Volver", "İçinde Yaşadığım Deri", " Yüksek Topuklar", "Konuş Onunla", "Kötü Eğitim", "Matador" ve "Julieta" beğenerek izlediğim filmleridir. Zaten geriye pek filmi de kalmamıştır.)) O derece severim.
2015 yapımı "Truman" diye bir film vardır. Ölmek üzere olan bir adamın arkadaşıyla vedalaşma sürecini anlatır. Hem duygusal hem de komiktir.
2013 Şili yapımı bir film: "Las Cosas Como Son", "Her Şey Olacağına Varır" diye çevrilmiş. Fena değil bakış açısı farklı. Aksiyonseverler bu filmi pek sevmez.
2014 yapımı "Havana'ya Dönüş" var. "Regreso A Itaca" orjinal adı. Yıllar sonra buluşan eski arkadaşlar bir terasta konuşur konuşur. Tabi İspanyolca.))
"Ixcanul" 2015 yapımı bir Guatemala filmi. Çok dialog yok ancak atmosfer farklı. Yerel diller de filmde mevcut.
"La Novia" 2015 yapımı bir film. Federico Garcia Lorca'nın "Kanlı Düğün"ü filme uyarlanmış. Dialoglar aşk kokuyor.
"Magical Girl" Carlos Vermut filmi. Biraz farklı bir film, farklı şeyler görmek iyidir!
"The Three Burials of Melquiades Estrada" en sevdiğim filmlerdendir. Sanki o an oradaymışım gibi sınır çevresi ve göçmenlik üzerine "Üç Defin" izlenmeli:))
Guilliermo del Toro en son Venedik Film Festivali'nde "The Shape of Water" ile ödül aldı. İspanyolca filmleri "Pan'ın Labirenti" var.
"El Secreto de Sus Ojos" heyecanlı bir film. Adından hep söz ettirir.
"La Tierra y El Sol" Kolombiya yapımı. Anlamlı ve derinliği olan bir film.
2008 yapımı "Camino" var. Ağlamaktan ciğerleriniz sökülebilir. Baştan uyarayım!
Alejandro Gonzalez Inarritu İspanyolca filmlerin babası bizim için. "Biutiful" "Amores Perros" izlenirse güzel olur.
Gael Garcia Bernal'ın oynadığı filmlerden "No" var."Y Tu Mama Tambien", 2001 Meksika yapımıdır.
"Los Lunes Al Sol" 2002 yapımı güzel bir film.
"Historias Minimas" ve "Bombom- El Perro" filmleri Arjantinli yönetmen Carlos Sorin'e ait.
"Mar Adentro" 2004 yapımı filmde Javier Bardem oynuyor.
Alejandro Jodorowsky'nin son filmi "Poesia Sin Fin" de görülmeye değer.
İyi seyirler.))

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Olive Kitteridge




Olive, Henry ile evlidir ve bir oğlu vardır. Kocası eczacı, kendi de matematik öğretmenidir. Evde ve okulda disiplini elden bırakmaz. Her şeyi doğru bildiğini düşünür. Kocasının her davranışını eleştirse de Henry ona sert davranmaz, tatlı tatlı ikna etmeye çalışır. Ergenlik çağındaki oğlunu hiçbir şekilde desteklemez ve onun özgüvenini kıracak şekilde annelik yapar. 
Her an parçalanacak bir aile gibi görünse de 'Kitteridge'ler asla birbirinden kopmaz. Olive'in aklı okuldaki alkolik edebiyat öğretmeni olan Jim'dedir. Her ne kadar Jim'in bir ailesi de olsa ikisi kaçmayı düşünürler. Sabah akşam onu evden alıp eve bırakan Jim'e Olive'in oğlu katlanamamaktadır. Henry de Jim'e ayar verir, Olive ile birleşemeyeceğini anlayan adam kendini ölümün kucağına atar. Bir nevi intihar eder. Ne yazık ki Olive'in babası da intihar etmiştir ve bu sertliği onun travması yüzündendir.
Asla tedavi olmayı istemeyen Olive inatla aynı aksilikte davranmaya devam eder. Henry eczanedeki yardımcısı Denise ile yakından ilgilenir. Onun erkek arkadaşıyla vakit geçirir ve sık sık eve yemeğe davet eder. Her ne kadar Olive ters davransa da Henry karısını evcilleştirmeye çalışır. Denise'nin sevgilisi avda yanlışlıkla vurulunca Henry onu teselli etme sürecine girer. Olive ise bundan memnun değildir. Aradaki ipler yine de kopmaz. Tabii bu durumlar oğulları Christopher'ın psikolojisini etkiler.
Her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan çocuk doktor olur ve evlenmeye karar verir. Kızın aile ile iyi geçinemeyen Olive küçük problemlere yol açar. Henry de tam aksine ideal bir babadır. Yine de Christopher annesinin etkisinden kurtulamaz, yeni evli eşinden boşanır ve uzakta yaşamaya karar verir. Olive ise her sorunu yine başkasının üzerine yıkar. Kocasının felç olmasının sorumlusunu oğlu olarak gösterir. Kızdığında kocasının ve oğlunun yemeklerini önünden alıp çöpe atan kadın hararetle bulaşık yıkayarak sinirini oradan çıkarır. Kitteridge Ailesi'nde döngü böyle devam eder.
Herkes ölünde intihar etmeyi düşünen Olive'in karşısına yeni bir aşk ve umut çıkar. Çünkü bu dünyadan göçmeye hazır değildir. Her ne kadar hata yapıp pişman olsa da Olive değişmez. Belki ölmeden önce bir şeyler farkedip değiştirecektir. 
4 Bölümlük mini dizi olan "Olive Kitteridge" izlenmeye değer. Takıntılı anneler ve mutsuz evliliklerin çocuklara neler yüklediğini çok iyi anlatıyor. Olive her ne kadar hatalı davransa da mutluluğu hakettiğini izleyiciye anlatmaya çalışıyor. İyi seyirler.))

18 Temmuz 2017 Salı

Manchester By The Sea




T2 Trainspotting


Trainspotting'den 20 yıl sonra Trainspotting 2 geldi...
Arkadaşlar hayatını belirler... 20 sene önceki dostlar ayrı düşmüşlerdir. Tabi Renton arkadaşlarından çaldığı parayı geri getirmiştir. Amacı Stoddart ile barışmaktır. Stoddart ise hala çok kızgındır. Önce onu bir güzel döver. Sonra da Bulgar sevgilisinin sözünü dinler. Para kazanmalıdır. Renton'u ortak bir işe sokup onun başına bela sarmaya niyetlenir. Böylece yıllar önce çalınan 4000 Sterlinin intikamını alacaktır. Renton ise Stoddart'ın izbe mekanını geneleve çevirecek olmasına destek verir. İkisi iş yapacaklardır. 
Spud ise hala uyuşturucu kullanmaya devam etmektedir. İntihar etmeye karar verir. Her türlü önlemi alır ancak Renton'un geri döneceğini hesaba katmamıştır. Renton onu ölümden kurtarır. Artık uyuşturucuya değil başka bir şeye bağımlı olmasını söyler. Renton da yazmaya sarar. Gece gündüz yazar, arkadaşlıklarını, maceralarını...
Begbie ise yaklaşık 20 senedir hapistedir. Oradan çıkamayacağını anlayınca kendini şişlettirip hastaneden kaçar. Dönüşünde hırsızlığa başlar, turizm okuyan oğlunu zorla bu işe sürükler. Oysa oğlu babası ya da dedesi gibi olmayacaktır, eğitimli biri olacaktır. Begbie sinirlenir... Renton'un döndüğünü duyunca daha da delirir. Amacı onu öldürmektir. Hepsi birbirinin peşinden koşarken Bulgar güzel Renton'u baştan çıkarmıştır. Onun da son darbesi genelev için bir fondan alınan parayla memleketine gitmek olur!
Danny Boyle yine yaratıcılığını konuşturuyor. Sahnedeki detaylar ve metaforlar harika! Spud'un evindeki yeşil tonları, duvardaki gölgesi, içindeki hisleri izleyiciye aktarıyor. Renton'un annesinin duvardaki gölgesi, Renton'un odasındaki son sahne tekrar tekrar izlenesi. İlk filme göre daha başı sonu belli bir film olmuş Trainspotting 2. İyi seyirler:))

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Beyaz Yakanın İzmir Sevdası

Ezberledik, ağız birliği yapıyoruz.

-İstanbul bitti artık İzmir daha iyi...
-İstanbul çok kapalı, İzmir daha modern,
-İzmir'de oksijen var, İstanbul'da nefes alınmıyor.
-İstanbul'da tıkılıp kalıyorsun, İzmir'de Çeşme yarım saat!
-İzmir daha aydın daha açık.
-İstanbul'da trafik var, İzmir'de işten çıkınca en fazla yarım saate evdesin!

Son zamanlarda hem arkadaşlarımın hem de kafelerde yan masada konuşanların dedikleri aynı... İzmir'e taşınmak lazım.
Birkaç arkadaşımız gitti. Bir süre sonra onları görmeye gittik, hayatlarından bezmişlerdi. İzmir aradıkları gibi değildi. Bence İstanbul'dan sonra İzmir'e gitmek zaten attan inip eşeğe binmek gibi bir şeydi. İzmir'i aşağılamıyorum ancak 18 yaşımda taşındığım büyükşehrin hala gelişememesi beni üzüyor. Evimin karşısında toplanmayan çöpler, sokaklardaki kağıtlar ve tozlar... Ancak gazetedeki köşe yazarlarına şikayet ederek toplattığımız sokak çöpleri vardı. Hala varlar.
Yıllar önce metro yapılmaya başlandı. Üçyol-Üçkuyular arası senelerce bitmedi. Neden? Diğer parti mi engel oluyordu yeri kazmayın diye? Peki 2002'den önce neden İzmir gelişmemişti hep küçük köy kalmıştı da İstanbul gelişmişti?
Üçyol metrosu çıkışındaki asansör tam 3 senedir bozuk sinyal veriyor "Bip-bip" ötüyor. Kimse görevlilere bildirmedi mi? Görevli gerekeni yapmadı mı? Belediyecilik diye bir şeyin olduğunu pek göremedim. İzmir kart alıp diğer gittiğimde onu ya kullanamadım ya da başka kart almak zorunda kaldım. Ayrıca her seferinde biraz daha zamlandı. Aktarma problemini hiç hesaba katmıyorum.
İstanbul'a ilk geldiğimde kapısı açık otobüslerden "Abla nereye?" diye soran bilet kesiciler vardı. Önce irkilmiştim ama sonra hoşuma gitti. İzmir'deki gibi durakta kapıyı kapatıp basıp gitmiyordu dialogsuz şoförler. Neticede buranın şoförü de iç göçle gelmişti. Ama bir metropole ayak uydurabiliyordu. 
İzmir İstanbul'dan daha modern. Tabi mahallesine, semtine bağlı. Alsancak'ta herkes bira ve çiğdem yiyor sahilde. Modern bir durum. Kahverengi denize bakarak oturuyorlar. Çiğdem kabuklarından çimenler görünmüyor. Yine de modern olunuyor. Üsküdar'da Cuma günleri evimin önünde pazar kurulurdu. Cumartesi sabahı dışarı çıkınca bir tane meyve ya da sebze atığı görmezdim. Kokusunu bile duymadım.
Çeşme yarım saat. İstanbul'un çevresindeki turizm şehirleri de var tabi oraya ulaşmak yazın çok zor. İzmir-Çeşme arası da öyle... Pazar akşamüstü erken çıkardık İzmir otobanında kalmayalım diye. 15 sene önce de böyle yapardık...Şimdi o kadar göç aldı ki o yolun trafiğini düşünemiyorum. Ayrıca yaz boyu denize girmeyen arkadaşların Çeşme'ye her hafta sonu gidip yüzeceğini de pek aklım almıyor.
En son Alsancak-Üçyol arası saat 4'de yolculuk yaptım. Trafik akmıyordu. Köprü trafiği İzmir'e de gelmişti. Yine de İzmir'e gidiyorlardı. Deniz kıyısından dönüp İzmir'e bakınca çarpık kentleşme ve 
gecekondu görüyordum ama bana İzmir'i övenler yeşillik görüyordu. Oysa boğazdan İstanbul'a bakınca baya ağaç sayabiliyorum.
İzmir fiyatları da artık İstanbul kadar. Çünkü buradan oraya gidenler tüketime başladı bile!
İzmir'deki kültür sanat yokluğunu hiç hesaba katmıyorum. AKM kapandıktan sonra son 6-7 senedir İstanbul'da o yokluğu ben de çekiyorum.
İstanbul yaşamını kaldıramıyor olabilirsiniz ancak kaçacağınız yerin İzmir olması ne denli doğru tartışılır... Belki daha küçük daha güzel bir şehre gidip daha mutlu olabilirsiniz. İzmir'in İstanbul kadar güçlü olduğunu sanmıyorum bu kadar nüfusu kaldıramaz. O yüzden karar vermeden önce iyi düşünmek lazım. Belki Çeşme'de iş bulmak daha iyi olabilir. Her hafta sonu git-gel yapılmamış olur. 
Çeşme ve Sakız Adası'nı hiç karşılaştırmıyorum. Kesinlikle Yunan Adaları tatil için daha iyi bir yer. Vizesi olana:)) Vizyonu olana:))

7 Temmuz 2017 Cuma

OKJA


OKJA; sevimli bir domuzcuk:)
MİJA; domuzcuk dostu:)
Lucy Mirando babasının şirketinde ikizini de alt ederek CEO olmuştur. Bu başarısını ayakta tutmak için 10 senelik bir proje üretir. Laboratuvarda üretilen domuzcuklar dünyada 25 farklı yere gönderilirler. Amaç domuzların bakımını üstlenen çiftçilerin hangilerinin daha iyi bakımını sağlayacağını öğrenmektir. Arada kontrole gelen görevliler domuzun kesime uygun olup olmadığını kontrol ederler.
Okja da Kore dağlarında genç Mija ile birlikte büyümüştür. Dedesi ile yaşayan Mija anne ve babasını kaybetmiştir. Tek arkadaşı Okja'dır. Dedesinden onu satın almasını ister. Bu mümkün olmadığı için dedesi Mirando'nun şirketinden aldığı parayla ona altın bir domuz almıştır. Okja'yı almaya gelen ekipten torununu uzaklaştırsa da Mija gerçeği öğrenir. Okja Amerika'ya götürülmektedir. En yakın arkadaşını kaybetmeyi göze alamaz ve Seul'e doğru yola çıkar.
Okja bir kamyona zorla bindirilir ve yolculuğa çıkar. Mija da peşindedir kilometrelerce koşar. İşler karışır. Başka bir kamyondaki siyah maskeli adamlar Okja'yı kaçırmak istemektedirler. Mija neye uğradığını şaşırır. Ve arkadaşıyla bir yeraltı alışveriş merkezine girer. Okje ve Mija orayı biraz dağıtırlar. Siyah maskeli adamlar kızı ikna ederler. Çünkü onlar tutsak hayvanları özgür bırakan aktivist bir gruptur. 
Aktivistler bir plan yaparlar. Okja'ya gizli kamera takacaklardır. Mirando'nun şirketinde olanları böylece açığa çıkaracaklardır. Mija bunu kabul etmez. Ancak  çevirme konusunda bir oyun oynanır. Koreli aktivist planı kabul ettiğini söyler. Okja Amerika'ya gönderilir.
Şirketin adı böyle bir olayla lekelenmesin diye kendini düşünen Lucy de plan yapar. Mija Amerika'ya getirilecektir ve Okja ile buluşması halka izletilecektir. Sonra Okja diğer domuzlar gibi sosis olacaktır. 
Mija arkadaşını alıp geri getirmek için hazırdır. Ne yazık ki Okjo çılgın bir doktorun eline düşer. Görünürde hayvan dostu olan adam aslında onlarla oynayan bir psikopattır. Önce Okjo'yu zorla çiftleştirir ve sonra vücudunun bazı yerlerinden et alıp onları gurmelere ikram eder. Aktivistler bunu kaydederler. Tüm domuzların serbest kalacağını düşünerek Okjo'nun halka tanıtılacağı gün için çalışmaya devam ederler.
Aktivistlerin planı pek işe yaramasa da Mija pes etmez. Okjo ile onu ayıramayacaklardır. Kesimhaneye gider. Gördüklerine inanamaz ve Okjo'yu dedesinin altın domuzcuğunu vererek Lucy'nin diğer psikopat kardeşinden satın alır. Tabi eve yalnız dönmezler. Toplama kampını andıran bir domuz çiftliğinden bir de yavru kurtarırlar.
Çok güzel bir dostluk öyküsü... Aynı zamanda günümüz dünyasının acımasız yüzünü de anlatıyor. Bu filmi izledikten sonra hala domuz yiyen var mı merak ediyorum.))
Allah herkese böyle arkadaşlıklar nasip etsin!

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-6

God of Art- Sanat Tanrısı 6. ARTEMİS Artemis şaşkındı, garip bir mesajla uyanmıştı. Efil akşamüstü gelip onu alacak, Pertev’in dedesinin...