1 Temmuz 2018 Pazar

The Bookshop


Penolope Fitzgerald'ın romanından uyarlanan filmi Katalan yönetmen Isabel Coixet yazıp çekmiş.) Bir kadının öyküsünü en güzel bir kadın anlatır neticede...
Florence kocasını 2. Dünya Savaşında kaybetmiştir. Kasabada dul olarak nitelendirilen kadınlardan biridir. Evinde oturmak yerine uslu durmaz. Yaptığı tek şey de izbe bir mekanı kitabevine çevirmesidir. Bu kararından şehrin zenginleri olsun, esnafına kadar herkes rahatsız olur. Zaman zaman işbirliği yaparak onu caydırmaya çalışırlar.  Kendi avukatı bile başkasına çalışır. Alt tarafı düzgün bir şekilde insanların aydınlanması için kitap satacaktır. Geri düşünceler ve kıskançlıklar peşini bırakmaz.
Florence bu süreçte sakin ve saygılıdır. Kocaman evinde yalnız yaşayan kasabanın yalnız adamını bile evden çıkarır. Ona kitap gönderip fikir alış-verişi yaparak yeniden yaşadığını hissettirir. Herkese bir şeyler öğreten kadın, yanına aldığı küçük kıza da okuma sevdasını bir kitaplık bile olsa aşılar. Sadece sevgi ile altından kalkmaya çalıştığı girişimi üst düzey bağlantıların gücüyle yerle bir olur. Buna dayanamayan kadın kasabayı terkeder. Geride küle dönen kitabevi bırakarak...
Unutmayalım ki kitap aydınlık getirir, karanlıklar ancak okumayla aşılır. Bilinçli bir okumayla tabii ki! İyi seyirler.)

Unsane


Steven Soderbergh film çekmiş hem de IPhone ile! Koşun dostlar koşun!
Uzun zamandır güzel bir gerilim filmi izlemediyseniz Unsane tam hedefte!
Saplantılı derecede kendisine takmış olan adamdan kurtulmak için şehir değiştiren Sawyer, nereye baksa o adamı görmeye devam eder. Üstelik işinde yükselmek üzeredir. Patronundan şüphelenip kademe atlamayı bile öteler. Tek korkusu eskisi gibi stalklanmaktır.
Bir noktada yardım almak için hastaneye gider. Çünkü en son flörtü ile kötü bir tecrübe yaşamıştır. Bir takım tetkikler yapılır ve Sawyer geçici bir süre hastanede misafir edilecektir. Önceleri o kadar sert tepki vermese de bir takım garip olayların döndüğünü anlar. 
Hastanede hasta kılığındaki gazeteci Nate ile arkadaş olur. Onun sözünü dinler hastane yönetimi sigortadan para almak için 1 hafta orada tutulacaktır ve sakin kalmalıdır. Yoksa dışarı çıkamaz. Sawyer annesine haber vermek zorunda kalır çünkü saplantısı hemşire kılığında hastaneye sızmıştır. Kimse Sawyer'a inanmaz. İş başa düşmüştür. Sawyer hayata tutunmak için mücadele etmek zorundadır.
İyi, heyecanlı seyirler.)

L'amant d'un jour


Jeanne bir gün ağlayarak babasının evine döner. Nişanlısı ile ayrılmıştır. Babası onu içeri alır ve salonda kalabileceğini söyler. Çünkü artık yalnız değildir, sevgilisi vardır. İşin ilginç yanı ise sevgilisi kızı ile yaşıt Ariane'dir. İkisi önceleri mesafeliyken Jeanne aşk krizlerini Ariane sayesinde atlatır. Reddedilmeyi hazmedemeyen kız intihara bile kalkışır. Her daim yanında babasının genç sevgilisi vardır.  Ona destek olur yaşama tekrar tutunmasını sağlar. 
Bu arada Jeanne Ariane'yi bir playboy dergisinde görür ancak babasına söylemez. Ortaya dökmeden onun iyiliğine karşılık vermiştir.
Her şey yoluna girerken Ariane uslu durmaz. Yaptığı küçük kaçamaklar bir gün hem üniversitede hocası hem de sevgilisi olan Gilles tarafından yakalanır. İpler kopar. Jeanne yardım edemeyecek pozisyondadır.
Jeanne eski sevgilisiyle barışır ve babasıyla kutlama yapar. İkisi de normal hayata geri dönerler. Aşk-seks -tutku-terk edilme acısı yaşanmış bir şekilde.
"Lover For A Day"i izleyince Woody Allen filmleri gelse de aklıma daha ciddi ve sade bir bakış açısından anlatılıyor. İyi seyirler.))

Sicilian Ghost Story



Fabio Grassadonia ve Antonio Piazza'nın birlikte yazıp yönettiği "Sicilian Ghost Story" gerçek bir olaydan alınmış. Sicilya'daki mafya olaylarında babasının polisle işbirliği yapmasını hayatıyla ödeyen Giuseppe'nin başına gelenleri anlatıyor. Daha doğrusu ona aşık olan sınıf arkadaşı Luna'nın hissettikleri filme yön veriyor. 
Asil ve gizemli duruşuyla Luna'yı kendine aşık eden genç çocuk onunla vakit geçirmekten hoşlanır. Ta ki kaçırılana kadar. Nerede olduğu merak konusudur. Ancak ne polis ne okuldakiler ne da ailesi bir hamle yapar. Sadece Luna sevdiğini arar ve onu unutturmaz. Maalesef Giuseppe bir bodrum katında hapsedilmiştir ve salıverilmeyi bekler. Onun da yapacak bir şeyi yoktur. Babası ve dedesi bile onu kurtarmaya gelmediği için istenmediğini düşünür. Tek sığındığı Luna'nın ona yazdığı aşk mektubudur. Ona güç veren tek şey sürekli okuduğu kağıttadır.
Luna ise sevgilisinin yok olmasına katlanamaz derin bir bunalıma girer. Annesi ile yaşadığı sorunlar su üstüne çıkar. Gördüğü rüyalardaki mekanlara gidip Giuseppe'yi arar. Bazen ona ulaşır bazen de ulaşamaz. Şiirsel bir dil yakalayan film karanlık bir atmosfere sahip. Oldukça derin işlenen konusu İtalya'nın güzide adası Sicilya'da böyle bir şey yaşanmamalı dedirtiyor izleyiciye.
Umarım ki Giuseppe'ler mafya uğruna ölmez. İyi seyirler.))

Ahlat Ağacı


Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi "Ahlat Ağacı" bol diyaloglu.))
Cannes Festivaline zar zor alınan ve 15 dakika alkışla geri dönen film izlenmeyi hak ediyor. 
"Uzak" en favori filmimdir. Sinematografik açıdan farklı olup yeni bir çığır açtığı, tüm genç yönetmenlerin NBC tarzı film yapmaya zorladığı için...
Çanlı Sinan, üniversiteyi Çanakkale'de okumuş mezun olunca evine dönmüştür. Atanamayan Öğretmenlerin derdini yaşamaya başlar. Önce kitabını bastırmaya çalışır. Sponsor, destek arar, tecrübeli yazarlarla konuşur-tartışır. KPSS'ye girer. Bu süreçte babasının at yarışı tutkusu ve bu uğurda yaşadıkları sinirini bozar. Yine de bir hamle yapmaz. Kaderine boğun eğer. Annesinin içinin geçmişliğinin babasından kaynaklandığını düşünür. Hatta kitabı çıkınca ona ithaf eder. Her ne kadar annesi yerine kitabı babası okumuş olsa da... Bir bakıma Sinan kendi çukurunda çabalar. Askere gider, gelir tekrar başa döner. Babası borçları ödemiş köydeki baba ocağına dönmüştür. Annesi de kız kardeşiyle Çan'daki yaşamlarına devam etmektedir. Neyse ki anladığı tek şey babasının değersiz olmadığıdır. 
Bağımlı babaların, iş arayan gençlerin, hayallerin peşinde koşan yazarların, açık görüşlü imamların, cingöz köylü kızların sesi olan NBC sizi anlıyorum diyor. Ülke gerçeklerinin değişen ve değişmeyen değerlerini Ahlat Ağacı filminde işliyor. 
Kendimce doğal oynayan-gerçekçi 'es'lerle konuşan oyuncuları görmek isterdim. Buna en iyi örnek de hem senarist olan muhafazakar imamdır:)
Kimisini dizilerde kimisini komedi gösterilerinde gördüğümüz oyuncuların performansını eski bağımsız yönetmenin filminde görmek isteyenlere iyi seyirler.))

The Third Murder


"Benim Babam, Benim Oğlum", "Küçük Kız Kardeşim" ve "Kimse Farketmiyor" filmlerini beğenerek izlediğim yönetmen Hirokazu Koreeda bu kez bir suç-cinayet filmine imza atıyor. 
Misumi, bir akşam dere yatağına götürdüğü patronunu öldürür ve sonra onu yakar. Suçunu kabul eder, her şeyi itiraf eder. Dava kapanmadan genç avukat Shigemori devreye girer. İdam cezasını müebbete çevirmek gibi bir derdi vardır. Hapishaneye giderek Misumi'yi konuşmaya zorlar. Her seferinde farklı şeyler söylemesi diğer avukatları rahatsız etse de Shigemori işin peşine düşer. Patronun kızıyla cinayet mahallinde karşılaşır. Bunun gibi ipuçları genç kızın babasının katilini daha yakından tanıdığı göstermektedir. Avukat gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışır. Patronun karısının cinayet zanlısına rüşvet karşılığı fabrikada yolsuzluk yaptırdığını, kızın babası tarafından küçüklüğünden beri tecavüze uğradığını ve annesinin buna ses çıkarmadığını anlar. 
Bu zorlu dava devam ederken avukat kendi kızıyla olan ilişkisinde de sıkıntılar çeker. Babasının ilgisini çekmek için küçük hırsızlıklar yapan kız biraz inat olsa da amacı onun eve geri dönmesidir.
Misumi de kızının olduğunu ve cinayetten sonra onu reddettiğini söyler. Tek derdi kızına kötülük yapan adamı ortadan kaldırmaktır.
Japon kültüründe yalan söylemenin pek yeri olmadığı için dava katil zanlısının dediklerinden yola çıkılarak yol alıyor. Deliller ve maktulün ailesinin yaptıkları geri plana itiliyor. En azından filmde böyle işleniyor. Bol ödüllü filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler.)

Isle of Dogs


"Isle of Dogs" Wes Anderson'ın yazıp yönettiği son filmi. Benim gibi stop-motion animasyon sevenler için hazine:)) İngiltere'deki stüdyoda çekilen filmin sergisine denk gelmiştim. Ve vizyona girdiği ay tüm sinema dergilerinde Köpekler Adasından bahsediliyordu. Animasyon ekibi, Japonca çevirmenler, seslendirmenlerin ne kadar özenle çalıştığı yönetmen Anderson'ın röportajında anlatılıyordu. Bu arada filmdeki Japonca diyalogların alt yazısı yok. Tercih meselesi tabii.
Megasaki belediye başkanı Koboyashi kendi iktidarını kurmuştur. Tedbiri elden bırakmamak için köpeklerin hastalıklı olduğunu halka söyler. Köpek sahipleri ne yapacaklarını bilmezler. Bilim adamı Watanabe çaresini bulmak için çabalarken başkan tüm köpekleri terkedilmiş adaya gönderir. Buna evlatlık Atari'nin köpeği de dahildir. Küçük Atari hastayken ona destek olan köpek şimdi belirsiz bir yerdedir. Atari kendini toplar ve küçük uçağıyla adaya gider. Onu almaya gelen destek ekibi köpeklerle alt eder.
Adadaki köpekler bir parça yemek atığı için savaşır durumdadır. Kirden siyaha dönen beyaz köpekler, terkedilmiş süs köpekleri ve ısıran sokak köpekleri adada uyumlu bir şekilde yaşamaya çalışırlarken küçük Atari çıkagelir. Bu da onların hayatını değiştirecek olayın başlangıcıdır.
Eski köpeğini arayan Atari adanın tehlikeli kısmına geçer. Bu sırada başkan seçime hazırlık yaparken köpekleri nezleden kurtaracak formülü bulan bilim adamını ortadan kaldırırlar. Değişim programıyla Amerika'dan gelen lise öğrencisi Atari'ye aşık olmuş ve köpekleri kurtarmak için çevresindekileri organize etmeye başlamıştır. Kötüler büyürken iyiler de savaşmaya hazır hale gelir. 
Atari köpek dostlarıyla badireler atlatır ve eski dostuna kavuşur. Amaç hep birlikte şehre dönüp başkanın ambargosunu kaldırmaktır.
Güzel ve duygusal bir film izlemek isteyenlere iyi seyirler.)) Köpeği olanlar mutlaka izlemeli!

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-6

God of Art- Sanat Tanrısı 6. ARTEMİS Artemis şaşkındı, garip bir mesajla uyanmıştı. Efil akşamüstü gelip onu alacak, Pertev’in dedesinin...