22 Aralık 2016 Perşembe

The Longest Ride


Sophia, Güney Karolina'daki bir üniversitede sanat okumaktadır. Aslında New York'ta yaşarken kazandığı bursu değerlendirmek istemiştir. Başarıyla geçen okul yıllarının ardından 2 ay sonra Manhattan'da bir galeride staj hakkı kazanmıştır. Bu da Sophia'nın geleceğini bir nebze de olsa garanti altına almak demektir. Bir arkadaşının ısrarı üzerine rodeoya giderler. Orada yakışıklı Luke ile tanışır. Rodeo alanında dereceleri olan Luke 1 sene aranın sonunda yarışlara geri dönmüştür. Ve tek amacı Las Vegas'ta şampiyon olmaktır.
İkisi aşkı yaşayıp yaşamama konusunda kararsızken arabasıyla kaza yapan yaşlı bir adamı kurtarırlar. Ira'nın sanatsever karısına yazdığı mektuplar Sophia'nın ilgisini çeker. Ve adam kendini toplayana kadar onu ziyaret eder. Luke ise annesinin ısrarlarından sıkılmıştır. Kadın bir boğa güreşinde oğlunu kaybetmekten çok korkmaktadır. Luke, maddi açıdan rahat etmek için hırslarının peşinden gitmeye kararlıdır.
Bir aşk öyküsünün içinde anlatılan diğer aşk da Ira ve Ruth. 40'lı yıllarda birbirine aşık olan ve başlarına gelen bir sürü engele rağmen vazgeçmeyip evlenen çiftin öyküsü...Sophia ve Luke için orta yolu bulmak ne kadar zor olabilir ki? Bakalım iki aşık Ira ve Ruth'dan örnek alacaklar mı?


Realite


Reality, babasıyla birlikte ava çıkmıştır. Kamyonette oturup beklemeyi tercih eder. Babası ise kocaman bir domuzu gözünü kırpmadan vurmuştur. Evde hayvanın içi boşaltılırken Reality bir videokaset görür. Onu almak ister ancak ailesi bir domuzun kaset yiyemeyeceğini söyler. Küçük kız buna inanmaz ve kaseti çöpten alıp çantasına koyar amacı onu okulda izlemektir.
Jason da bir televizyon programında kameramandır. Hayvan kostümüyle sunuculuk yapan Dennis ise sürekli kaşınmaktadır. Aslında içsel bir egzama geçirmektedir. Bu sebeple kimi zaman çekimde sorun yaşarlar. Jason, Dennis'in kaşındığı anları çekmemeye çalışmaktadır. Zaten Jason'ın en büyük amacı "Dalgalar" ismindeki filmini çekmektir. Bunun için bir yapımcının kapısını çalar. Aslında bu yapımcı Reality'nin filmini çeken 'dahi' yönetmene destek olan adamdır. 
"Televizyon izleyen herkes aptallaşmaya başlar. Tüm insanlar televizyonlar tarafından bir bir öldürülür. Yani televizyon dünyayı ele geçirmiştir. İnsanlar her yerinden kan fışkırarak vahşice ölürler. Korkunç bir şekilde çığlık atmaktadırlar." Jason yapımcıya bu projeyi anlatır. Adam büyülenir ve ona Oscarlık bir inleme bulduğu taktirde film için anlaşma imzalayacağını söyler. Jason da gerek kendi sesini kaydederek gerekse kusursuz inlemeyi spor salonlarında arayarak bu fırsatı değerlendirmeye çalışır. 
Rüya sahneleri ve gerçekler filmde karışmaya çoktan başlamıştır. Jason kafasındaki filmin çekildiğini, bazen de Oscar töreninde koltuğa yapıştığını görür. Reality'yi oynayan kız 'doğal sahne'lerden sıkılmıştır ve kasetin içinde ne olduğunu merak etmektedir. 'Dahi yönetmen' ise filmi başarıyla tamamlamak üzeredir. Yönetmen Quentin Dupieux'nin aynı zamanda senaryosunu da yazdığı film sinemaseverler için güzel bir alternatif. Farklı tarzda film sevenlere iyi seyirler.)


21 Aralık 2016 Çarşamba

28. İstanbul Kısa Film Festivali


Bu sene 28. kez düzenlenen festivalde ancak iki seans film izleyebildim. İkisi de İtalyan Kültür Merkezindeydi. Seyirci sayısı fena değildi. Umarım ki kısa film festivali güçlenerek yoluna devam eder. 
"Ships Passing In The Night" filmini çok beğendim. 12 dakikalık Almanya yapımı bir animasyon. Gerçekten çok etkileyici. Somalili bir adam tuttuğu balığı kaçırınca onu aramaya çıkar. Ailesini geride bırakır. Göçmen teknesindeki yolculuğu, ölümden kurtulması ve karaya ulaştığında biriyle dostluk kurmasını izleriz. Polislerin gelip onu hastalıklara karşı tedbir amaçlı spreylemesi ve gözetim altına alması yeni arkadaşını rahatsız eder. Ve onun hayalini ne kadar gerçekleştirebileceğini düşünür. 
"Ghost Town" da favorilerimden biri. Sürekli bombalanan bir şehirde üst üste sigara içen bir adam. Dokusunu kaybeden çevrede güçsüz düşmüş vahşi hayvanlar ve ölmek üzere olan yaşam. Hırvatistan yapımı filmin yönetmeni Marko Djeska.
Gökçe Pehlivanoğlu'nun "İpler" adlı filmi müthiş bir görsellikle ve hareketle başlıyor. Türk-Yunan ortaklığındaki filmde biraz konunun işlenmesi hızlı geçilmiş gibi. Su altı çekimleri de şık ve güzel duruyor. 
"Vigil" her ne kadar "Modern Zamanlar"ın kasvetli halini hatırlatsa da izlemesi biraz zor sanki. Bazen kısa film daha kısa olmalı diye düşünüyor insan...
"The Silent Mob" Endonezya'da bir çölde geçiyor. 1.5 dolara insan çalıştırmak isteyenlerin birbiriyle savaşını anlatıyor. Gerilimi ve heyecanı her daim yüksek tutan film, izlenmeye değer.
"God Knows" romantik Asya filmleri tadında başlıyor ve öyle bitiyor. Sağır ve dilsiz olan müzisyen bir kız cüzdanını düşürür. Onu bulup getiren çocuğa aşık olur. Ve bir takım yanlış anlaşılmalar sonunda umutsuzluğa kapılır.
"So Be It" tam bir İtalyan filmi. Küçük kız ressam annesinin kendini odaya kapatmasından son derece rahatsızdır. Babasıyla tartışan annesi evi terkedince çareyi ona yardım etmekte bulur. Ancak bir süre sonra buna pişman olur ve tepkisini kendince sanatsal bir çalışma ile gösterir. Cristina Spina'nın yönettiği filmin süresi 20 dakika. 
"Ağaçeriler" Elif Ertürk'ün belgeseli. Çok sevdiğim Turhan Yavuz da görüntü yönetmeni. Kazdağlarında yaşayan Tahtacı Türkmenlerini anlatan filmde onların gelenek ve görenekleri çok güzel işlenmiş. 
Luka Popadic'in "Carousel" filmi yerel bir festivalde koro yarışmasına katılan orta yaşlı kadınları anlatıyor. Hayatlarından alınan kısa kesitte ailelerini ve kimlerin ölümüne üzüldükleri, nasıl ayakta kaldıkları doğal bir şekilde işleniyor.
Ne bakanlığın ne de düzgün bir kuruluşun desteklediği kısa film festivali Hilmi Etikan'ın çabalarıyla ayakta kalıyor. Yine aynı şeyleri söylüyoruz "Yurtdışında olsa böyle olmazdı". İşte bu sebeple ne kısa film gelişiyor ne de insanlar aydınlanabiliyor. Çark her zamanki gibi içine dönüyor. 





14 Aralık 2016 Çarşamba

La Tierra Y La Sombra


Cesar Augusto Acevedo'nun yazıp yönettiği "Land and Shade" Kolombiya yapımı. Tam 17 sene önce evini terk edip giden Alfonso ağır hasta oğluna bakmak için geri gelir. Karısı, gelini ve torunu aynı evde yaşamaktadırlar. Alfonso pek güler yüzle karşılanmaz çünkü ortada hiçbir şey yokken evini bırakmış kayıplara karışmıştır. Torunu ile iyi anlaşmak için elinden geleni yapmaya hazırdır.
Karısı ve gelini şeker kamışı toplama işinde yevmiyeli çalışırlar. Aynı zamanda evin etrafı da şeker kamışlarıyla sarılıdır, sık sık da etrafa kül yağar. Büyük ihtimalle oğlu bu sebeple hastalanmıştır. Alfonso onu doktora götürse de bir sonuç alamaz. Son çare olarak eski çalıştığı iş yerinden destek ister. Kraldan çok kralcı olan ekip başı bu isteğini reddeder. Zaten karısına ve gelinine ödeme de yapmamıştır. En sonunda işsiz kalan ikili çaresiz bir şekilde evin yolunu tutar. Adeta kader bu aileyi en kötü çıkmaza sokmuştur. Tek çare şehre gitmektir. 
Alfonso karısını ikna etmeye çalışır ancak yıllar önce de inatla evini bırakmayan kadın orada kalmaya niyetlidir. Oğullarını kaybeden aile yastadır bir yandan da evlerinin etrafındaki şeker kamışları yanmaya başlamıştır. Gelin oğlunu da alıp şehre gitmeye karar verir. Tarih tekerrürden ibarettir.
Çoğu zaman hiç gitmediğiniz bir ülkeyi tanımak için o ülke sinemasından bir film izlersiniz. "Land and Shade" de böyle bir film. Merkezden uzak yaşamları ve insanları görmek için iyi bir fırsat. İyi seyirler:))


Captain Fantastic



Matt Ross'un yazıp yönettiği filmde Viggo Mortensen, 6 çocuk babası bir adamı canlandırıyor. Gözlerden uzak bir dağda kendi kurdukları düzende yaşayan bir aile...  Ben ve karısı Leslie Amerikan kapitalizminin onlara dayattıklarını reddederek şehri terketmiştir. Yiyeceklerini de kendileri yetiştiren aile bireyleri ayrıca iyi birer avcıdır. Ben, çocuklara hayatta kalabilmeleri için nasıl hayvan avlayıp yemeye hazır hale getirdiklerini onlara öğretmiştir. Aynı zamanda okula gitmeyen çocuklar eğitimlerini babalarından almaktadırlar. Özellikle vücutlarını güçlendirmek için her gün koşup ağır spor yaparlar. Kimi zaman birbirleriyle kavga etseler de bir orta yolunu bulup 'olması gereken'i uygularlar.
Ben, kendini zamanla çok yalnız hisseder. Çocuklarına bir şey belli etmemeye çalışsa da karısı bipolar yüzünden hastanededir ve tekrar intihara kalkışmıştır. Annesinin bir gün döneceğini düşünen çocuklar acı gerçekle karşılaşır, anneleri ölmüştür. Ben, her ne kadar gidip karısının cenazesini almak istese de kayınpederini rahatsız etmek istemez. Oraya gittiği taktirde hapse girecektir. 
Ben çocuklarını da alarak Leslie'nin kardeşinin evine gider. Çocuklar kuzenleriyle karşılaşırlar. Hiçbir şey bilmeyen, sürekli bilgisayar oyunu oynayan ve kendi başına bir şey yapamayan kuzenler klasik Amerikalıdır. Ben onları eleştirir ve yarattığı dünyayla övünür. Teyzeleri de çocukların şehirde yaşamasının daha doğru olacağını savunur. Ben söylenenlere kulak asmaz her şeye rağmen karısının cenazesine gitmeye karar verir.
Renkli hippi kıyafetlerini giyen aile Leslie'nin cenazesine gelir. Ben, karısının gömülmek değil yakılmak istediğini söylese de kimse ona kulak asmaz. Ancak gecenin bir vakti çocuklarla gidip mezarlıktan Leslie'yi alır. Ve onun isteğine uygun bir cenaze töreni düzenler. Captain Fantastic, çocukları için her şeyin en iyisini istediğini sanan babaların özellikle izlemesi gereken bir film. İyi seyirler:))


4 Kasım 2016 Cuma

Julieta


Julieta sevgilisi Lorenzo ile Portekiz'e taşınacaktır. Eşyalarını toplayan kadın Madrid'i bırakıp bırakmama konusunda kararsızdır ta ki yolda bir kızla karşılaşana kadar. Beatriz ile konuşan Julieta kızının Como Gölü'ne yakın bir yerde yaşadığını ve 3 çocuğunun olduğunu öğrenir. Ve Portekiz'e gitmekten vazgeçer. Çünkü kızı Antia geri dönerse onu evinde bulabilecektir. Eski evine taşınan Julieta geçmişi düşünerek kızının gelişini bekler.
Bir okulda öğretmenlik yapan genç Julieta tren yolculuğu sırasında yaşlı bir adamla aynı kompartımana düşer. Onunla sohbet etmeyi reddedip yemek bölümüne gidince hayatının aşkı olan Xoan ile tanışır. Ne var ki yaşlı adam kendini trenin önüne atarak hayatını kaybeder. Julieta ise o gece Xoan ile deliler gibi sevişir ve hamile kalır. 
Julieta'yı köyüne davet eden balıkçı Xoan karısını bir gün önce gömmüştür. Uzun zamandır yatalak olan kadına destek olan Marian da Julieta'nın evde olmasını pek istemez. Ancak Xoan ve Julieta uzun bir süre o evde yaşarlar. Kızları Antia doğunca Marian biraz daha yumuşamıştır. Xoan'ın Ava ile ara sıra yatmasına Julieta ses çıkarmaz. Çünkü Ava onun da arkadaşı olmuştur.
Antia kampa gittiği bir gün Julieta, Xoan ile biraz atışır. Fırtınanın geleceğini söyleyen adam balığa gideceğini ima eder. Julieta da bunu umursamaz. Onu aldattığını bildiğini kocasına söylemiştir. Xoan çıktığı balık avından geri dönemez. Antia ise en yakın arkadaşı Beatriz ile birlikte olmak için annesini Madrid'e taşınmaya zorlar. Annesine bakan onu depresyondan çıkaran kız bir anda ortadan kaybolur. Her şeyden uzaklaşarak inzivaya çekilmeye  karar vermiştir. 
Julieta bıkıp usanmadan kızını arar ve bir gün geri gelecek umuduyla onu bekler. Hatta her doğumgününde ona pasta kesmeyi de ihmal etmez. Ancak Antia'nın gerçekleri anlaması için derin bir acı yaşaması gerekmektedir. 
Nobel Ödülü alan Kanadalı Alice Munro'nun kısa öykülerinden uyarlanan "Julieta", Pedro Almodovar'ın son filmi. Bir o kadar renkli ve bir o kadar içli. Bu sefer anne-kız ilişkisini konu alan bir filmle karşımıza çıkan Almodovar biraz tempoyu düşürmüşe benziyor. İzlemek isteyenlere iyi seyirler:)



27 Ekim 2016 Perşembe

Black Mirror-San Junipero


Black Mirror, bugünlerde en çok konuşulan dizilerden biri. Twitter'da sürekli TT oluyor ve yeni fanlarını yaratıyor. Ancak diğer dizilerden farklı konseptiyle hedef kitlesi çok geniş değil. Zaten yaratıcısı Charlie Brooker'ın da böyle bir amacı yok. Spekülatif kurgusuyla her bölüm farklı bir dünyayı izleyiciye sunuyor. Aslında içinde olduğumuz yaşamın böyle devam ederse varacağı karanlık noktayı bize bir nevi göstermeye çalışıyor. 
San Junipero, 3. sezonun 4. bölümü... Bizi genelde geleceğe götüren yazar bu sefer 80'lerle aklımızı başımızdan alıyor. Yorkie, 87 yılının eğlenceli bir akşamı sokaklarda gezinir. Yeni bir dünya keşfediyormuşcasına etrafına bakınan kız, arabada müzik dinleyerek gezen gençleri izler. Bir yandan televizyon satan bir mağazanın vitrinine takılır. "The Lost Boys" filminin afişinin asılı olduğu yerdeki Tucker's barı görür ve kapıdan içeri girmek üzere olan Kelly dikkatini çeker.
Yorkie kendini barda bulur. Atari bölümünde takılırken yanına gelen çocuk ona başka bir oyun önerir. Araba yarışı oyunundaki kaza anını gören kızın rengi değişir. O bölümden uzaklaşıp bir yere oturur. Herkes içki içerken o kola içmektedir. Peşindeki erkeklerden kaçan Kelly, ona bir numara yapmasını teklif eder. İkisi arkadaş olduklarını söylerler. Amacı tek gecelik ilişkisini başından savmaktır. 
Bu oyun Yorkie'nin de hoşuna gider. İkisi barda sohbet ederler. Yorkie'nin orada ilk gecesidir ve Kelly'nin gözünde o bir turisttir. Hiç dans pistine çıkmamış olmasına şaşıran Kelly ona dokunarak gece yarısını 2 saat olduğunu söyler. Amacı hiç yapmadığı bir şeyi ona yaşatmaktır. Yorkie ise tedirgin bir şekilde nişanlısı olduğunu söyler. Kelly'ye göre; San Junipero bir parti yeridir ve insanlar özgür olmalıdır.
Bir hafta sonra Yorkie yine aynı yere gider. Çünkü Kelly'yi görmek istemektedir. Evde seksi kıyafetler denese de yine en rahat olduğu şeyleri giyer. Kelly, her hafta olduğu gibi havalı bir şekilde peşindeki erkeği reddetmektedir. Başka biriyle vakit geçirirken Yorkie onu bir köşede bekler. Tuvalette buluşan ikili eve gitmeye karar verirler. Atlatılan bir trafik kazası Yorkie'nin korkmasına neden olmuştur. Kelly ise anlam veremez çünkü ikisi de orada ölümsüzdür. Güzel bir gecenin sonunda saat 12 olur ve ikisi yatakta öylece yatarlar. 
Kelly, Yorkie'ye aşık olmamak için gitmiştir. Yorkie onu aramaya başlar. Hatta "Bataklık" diye bilinen yere bile gider. Orada gördüğü Kelly'yi takıntı yaptığı çocuk, ona diğer zamanları denemesini önerir. Yorkie ısrarcıdır. 1980-1996-2002 senelerini dener. O sene çıkan filmler, reklamlar ve hit şarkılar eşliğinde aşkı arayan Yorkie, sonunda Kelly'yi bulur. İkisi tekrar birlikte olurlar ve gerçek dünyada birbirlerini görmeye karar verirler.
Yaşlı Kelly, huzurevinde sakince ölümü beklerken Yorkie'yi ziyarete gider. Onu hastanede bulur. Ailesi çok tutucu olan Yorkie, onlara lezbiyen olduğunu söyledikten sonra bir trafik kazası geçirmiş ve komaya girmiştir. 20 yaşlarından beri hareketsiz yatmaktadır. Nişanlısı da aslında hastabakıcısıdır. Onunla evlenip Yorkie'nin San Junipero'da dünyada yaşayamadığı hayatı yaşamasını sağlayacak kişidir. Kelly Yorkie ile evlenir ve onunla mutlu olmaya karar verir.  Ancak gerçek dünyada yaşanmışlıklar bu sefer onun engeli olur. 
Kelly aslında mutlu evliliği olan bir kadındır. Kızını kaybettikten sonra kocası San Junipero'yu reddetmiştir. Kelly de onların yanına gitmeye karar vermiştir. Ailesini bulma garantisi olmasa da San Junipero'da Yorkie ile eğlenceli bir hayatı seçip seçmeme konusunda kararsızdır. Yorkie ise ısrar eder ve hayatında ilk defa yakaladığı aşkı yaşamaya başlar.
"Heaven Is A Place On Earth" eşliğinde Kelly ve Yorkie buluşur, sonsuz mutluluğu yakalamışlardır. İnsan öldüğünde en sevdiği yaştadır. 




2 Ekim 2016 Pazar

Lizbon’a Gece Treni


Pascal Mercier'in romanı "Last Train To Lisbon" Bille August yönetmenliğinde filme çekilmiş. Tam sonbaharda izlenecek bir film olmuş. 
Profesör Raimund, üniversitede ders vermektedir. Bir İsveçli olarak sıradan bir yaşam sürmektedir. Aksiyondan ve kaostan uzaktır. Profesörün sabahları saatinin çalmasına gerek bile yoktur. Uyku sorunu çeken adam zaten hiç uyumamıştır. Notlarını alıp okula gittiği bir gün köprü üzerinde bir kız görür. Tam atlamak üzereyken onu kurtarır. Kırmızı pardesü giyen kız onunla okula gelir ve sonra bir anda ortadan kaybolur. Raimund'a kalan pardesü ve cebindeki bir kitaptır.
Kitabın nereden alındığını bulan profesör kızın izini sürerken bir yandan da onu okumaya başlar. Kitapta bulduğu Lizbon biletiyle trene biner. Ve yağmurlu günleri geride bırakarak Lizbon'un güneşiyle karşılaşır. İlginç bir şekilde ilk andan itibaren Lizbon ona iyi gelmiştir. Yazarın evini bulur ve kardeşiyle görüşür. Eski bir doktor olduğunu öğrendiği yazar, genç yaşta hayatını kaybetmiştir. İşin içine siyaset ve aşk da girince profesör parçaları birleştirmeye karar verir. 
Hiç beklenmedik bir anda çıktığı yolculuk Raimund'un hayatını da değiştirecektir. 

22 Eylül 2016 Perşembe

Where Do We Go Now?


Nadine Labaki, 2007 senesinde "Karamel" adlı filmiyle gönlümüze taht kurmuştu. Lübnanlı yönetmen, aynı zamanda yazıp yönettiği filmlerde oynamakta. Çok kültürlü topraklardan beslenen filmleri izlenmeye değer. "Peki Şimdi Nereye?" Labaki'nin çektiği ikinci filmi. 
Lübnan'da  Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki kavgalar kızışmıştır. Uzak bir köyde erkeklerini kaybeden kadınlar savaş çıkmaması için dua etmektedirler. Çünkü eşlerini ve oğullarını da bu yolda kurban vermeye dayanamayacaklardır. Bu sebeple köyün meydanına kurulan tek televizyonda haberleri izlemezler ve dışarıdan gelen gazeteleri kimselere okutmazlar. Köyün geleceği kadınların elindedir.
Amal da yalnız bir annedir. Kafesinin dekorasyonunu yapan Rabih'i uzaktan uzağa beğenir. Rabih de ona karşı boş değildir. Tek mesele farklı dinlerden olmalarıdır. Kadınlara göre çözüm basittir. Hristiyanlar Rabih'in vaftiz olmasını, Müslümanlar ise din değiştirmesini isterler. İki aşık henüz işi resmiyete dökmese de köydeki herkes bunun farkındadır.  
Roukoz ve Nassim motosikletleriyle şehre gidip gelirler. Görevleri köyün sabun, gazete, ampül gibi ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunu yaparken her ne kadar eğlenseler de tehlike kapıdadır. Nassim bir gün çatışmada vurularak ölür. Roukoz onu eve getirir. Ailesi feryat figan acı içindeyken Nassim'in annesi oğlunun vurulduğunu duyurmak istemez. Çünkü bir oğlu daha vardır ve kardeşinin intikamını Müslümanlardan almaya hazırdır.
Gencecik Nassim kanlarından arınır ve bembeyaz kumaşlara sarılır. Bir İsa misali kuyunun içinde gömülmeyi bekler. Annesi ortalığı yatıştırana kadar böyle karar vermiştir. Köydekiler de rahat durmazlar. Kapı komşularıyla gül gibi geçinip giderken dışarıdan gelen haberleri duydukça onlara diş bilenirler. Yan yana yapılmış kilise ve camide sorun çıkınca birbirlerini suçlarlar.  İmam ve Rahip ise işin içinden çıkamamışlardır.Köyün erkekleri saldırmak için sebep arar.
Köyün kadınları dahiyane bir plan yaparlar. Güzel Ukraynalı kızları, biraz sakinleştirici hap ve haşhaşlı kekler tüm sorunları çözmeye hazırdır. Bu güzel filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler:))


21 Eylül 2016 Çarşamba

Moonrise Kingdom


Wes Anderson'un simetri dolu filmlerinden bir daha... Moonrise Kingdom 2012 Amerikan yapımı. Anderson bu filmin senaryosunu yazarken usta yönetmenlerin gençlik filmlerini izlemiş. Filmin oyuncu kadrosunda Edward Norton, Bruce Willis, Bill Murray ve Tilda Swinton gibi ünlü isimler de var. 
1965 senesinin Eylül ayında Sam izci kampından kaçar. Amacı aşık olduğu kız ile uzaklara gitmektir. Ne de olsa izcilik eğitimi almıştır ve uzun bir süre dışarıda yaşayabilirler. Suzy de büyük bir evde mutsuz anne, babası ve 3 küçük erkek kardeşiyle yaşar. Farkedilmediği için sorunlu bir çocuk olduğu düşünülen kız, bir sene önce tanıştığı Sam ile uzun bir süre mektuplaşmış ve onunla kaçmaya karar vermiştir. Kedisini ve valizini de yanına alarak evden ayrılır. İkisi buluştuklarında haritadan gidecekleri yeri belirlerler.
Kampta Sam'i aramak için küçük izciler hazırlanmıştır. Sam'i sevmemelerine rağmen onu bulmak görevleri olduğu için seslerini çıkarmazlar. Ancak darbeyi Sam değil de Suzy yapar. İzciler geri püskürtülür. Bu sebeplerden dolayı Sam'in koruyucu ailesi onu geri almaktan vazgeçer ve Suzy'nin ailesi de kızı alınca eve kapatmaya karar verirler.
İki küçük aşık deniz kıyısında bir yerde hayallerini yaşamaya başlarlar. Bu süreçte etrafındakiler de kendi sınavlarını verir. 
Renkli ve eğlenceli bir film izlemek isteyenlere iyi seyirler:)))


Venus In Fur


"Venus In Fur" Roman Polanski'nin 2013 senesinde çektiği bir film. Avusturyalı Leopold Von Sacher- Masoch adlı yazarın aynı adlı romandan tiyatro oyununa David Ives tarafından uyarlanmış. Bir tiyatro salonunda iki kişiyle geçen 96 dakikalık filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler.))
Yağmurlu bir günde Paris'in geniş sokaklarında gezinen kamera bir tiyatro salonuna girer. (Klasik Roman Polanski filmi olduğu giriş sekansından bellidir.) Oyunun adaptasyonunu yapan yazar Thomas, tek başına tiyatro salonundadır. Aradığı kadın oyuncuyu bulmadığından dolayı biraz gergindir. Sevgilisine akşam yemeğine geleceğini söylerken kapıda yağmurdan ıslanmış olan Vanda'yı görür.
İlk bakışta Vanda giyiminden dolayı telekız gibi görünmektedir. (Bu da kadınlara karşı erkeklerin ön yargılarından biridir.) Thomas onun role uygun olmadığını kibar bir dille söyler. Ancak Vanda ısrarcıdır. Bir kez sahnede rolü denemek ister. Thomas'ı zar zor ikna eder. Bu süreçte kadınlığını da kullanmaktan kaçınmaz. Thomas ise ona yan gözle bakmamak için kendiyle savaşır. 
Sonuç: Vanda sahnede role o kadar iyi girmiştir ki Thomas aradığı oyuncunun o olduğuna karar verir. Eve gitmeyi erteleyip oyunun devamını onunla oynar, çok heyecanlıdır. Bir cevher keşfettiğini düşünürken Vanda'nın aklına oyunla ilgili birkaç soru takılır. Dialoglar kadınları aşağılamaktadır ayrıca oyun sadomazo ilişkiyi anlatmaktadır. Thomas ne derse Vanda ikna olmaz. Bu sefer oyuncuyu ikna etmek yazara düşer. 
Vanda, onu çok fazla hafife alan entel oyun yazarına güzel bir ders vermeye hazırdır. Ancak Thomas üstüne çalıştığı oyuna farklı bir açıdan bakmaya hazır değildir. Neyse ki Vanda oyunu ondan daha iyi çözümlemiştir. 


5 Eylül 2016 Pazartesi

The Fool


Dima belediyeye bağlı çalışan bir tesisatçıdır. Aynı zamanda dışarıdan inşaat mühendisliği okumaktadır. Küçük evlerinde annesi, babası, karısı ve oğluyla yaşar. Yemek yedikleri bir akşam annesi ona demediğini bırakmaz. Babası gibi ezik olduğunu, bir ev alması gerektiğini, olmuyorsa çalıp çırpması gerektiğini söyler. Dima ve babası sinirlenirler. Kapının önünde gençlerin kırdığı bankı tamir ederek kendilerini oyalarlar. 
Kendi bölgesinde olmamasına rağmen bir binada tesisat sorunu vardır. Dima da müdürü içki aleminde olduğu için tıpış tıpış işe gider. Gördükleri karşısında şoke olur. 40 yıllık binanın iki yerinde derin çatlaklar oluşmuştur. Biraz daha inceleyince binanın 24 saat içinde çökeceğini anlar. Bürokrasiye karşı gelemeyeceğini düşünse de 'ezik' olmaktansa başını belaya sokmayı tercih eder. Devlet içindeki kokuşmuş ilişkilerin içinde kendini bulur. 
Belediye başkanının 50. yaş gününe gider ve durumu tüm yetkililerin ortasında anlatır. "Mama" lakaplı kadın başkan 'buraya kolay gelmedim' diye övünürken bir anda fakir bir mahallede yıkılacak olan binayı öğrenir ve içindeki 800 kişiyi nereye tahliye edeceğini düşünür. Dima'nın bağlı bulunduğu müdür de oradadır, ona salakça bir iş yaptığını söyler. Yine de Dima aldırmaz, emniyet müdürüne bile kafa tutar.
Nereden geldiği belli olmayan cesaret sayesinde Dima, 800 kişinin canını kurtarmaya kararlıdır. Tüm bir gece doğum gününe katılanlar zar zor ayakta dururken bir yandan da binayı nasıl kurtarırız planı yaparlar. Daha doğrusu kendimizi nasıl kurtarırız. Bina çöktüğü ve insanlar öldüğü taktirde hepsi hapsi boylayacak ve senelerce çıkmayacaktır. Yenilen rüşvetler bir anda burunlarından gelir. Hepsi birbirine sarar, belediye erkanı tutuşmuştur. Dima da derin bir nefes alır ve polislerle binaya tekrar bakmaya gider.
Bu gidiş onun ölümle yüzleşmesine neden olur. Belediye başkanı insanlar için konaklayacak yer bulamayınca binanın kontrolünden sorumlu kişileri ortadan kaldırmaya ve tüm evrakları yakmaya karar verir. Dima, iki kişiyle kurşuna dizilecekken hayatı bağışlanır ve oradan kurtulur. Tek şart ailesini alıp ortadan kaybolmasıdır. Dima bir hışımla eve gider ve karısını çocuğunu alır annesinin inlemeleri eşliğinde evi terkeder. Arabayla tüm bunlara sebep olan binanın önünden geçerken yine içi rahat durmaz.
Ona tahliye sözü veren belediye başkanına nefret duyar. Diğerlerine göre de o binada yaşayanlar kentin tüm sorunlarına sebep olmaktadır. Yani kurtarılmaya değmezler. Uyuşturucu, fahişelik ve hırsızlık oradan çıkmaktadır. Dima, karısını göndererek binayı kendi boşaltmaya karar verir. Sabahın ilk ışıklarıyla tüm kapıları tekmeleyerek bir yığın insanı dışarı çıkarır. Ve bir sarhoşun 'bizi yok yere dışarı çıkarttın' gazıyla lince uğrar.
2014 yapımı bu Rus filminin yönetmeni Yury Bykov. Gerçekten sadece Rusya'da değil dünyanın her yerinde olabilecek bir olayı ele alan yönetmen aynı zamanda filmin senaristi. 2 saat olan bu filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler:))


12 Ağustos 2016 Cuma

Tacones Lejanos


"Yüksek Topuklar" Pedro Almodovar'ın 1991 yılında yönettiği bir film. Pedro hayranlığım çok büyüktür. O yüzden çoğu filmini izlemişimdir. Ancak bilerek izlemediğim filmler de olur. Çünkü hemen o yönetmeni tüketmek istemem. Arada hatırlamak için bu taktik birebirdir. Hem daha kıymetli gelir. Şimdiden; İyi seyirler:)))
Rebeca, Madrid'de bir TV kanalında haberleri sunmaktadır. 15 sene Meksika'da yaşayan şarkıcı-oyuncu annesi İspanya'ya geri dönmeye karar vermiştir. Rebeca gergin bir şekilde havaalanında annesini bekler. Tek isteği onun bir şeyler başarabildiğini görmesidir. Bir de anne şefkati bekler. Becky tüm gazetecilerin onu karşılamaya geleceğini düşünür ancak karşısında sadece kızını görünce yıkıma uğrar. Ona göre dönüşü şaşalı olmalıdır. 
Rebeca annesini evinde ağırlar kocası Manuel ile hep birlikte akşam yemeği yerler. Ancak Becky daha önceden Manuel ile sevgili olmuştur. Rebeca da bunu bilmektedir. İkisi arasında hala bir şey olup olmadığını anlamak için onları gözlem altına alır. Travestilerin çıktığı bir gece kulübüne giderler. Ne kocası ne de annesi oraya gitmek istememektedir. Zaten o gece orada bir travesti öldürülmüştür. Bu Rebeca'nın umurunda olmaz. Arkadaşı Letal sahne alacaktır.
Letal'in saçı ve makyajı Becky'ye benzemektedir. Acıklı bir şarkıyı derinden hissederek söyler. Rebeca ise annesine özenerek bakar. Letal'in soyunmasına yardımcı olmak için kulise gittiğinde uzun zamandır yaşamadığı bir şeyi yaşar. Onunla birlikte olur ve bu olayı unutmaya yemin eder. Letal ise ona aşık olmuştur.
Rebeca kötü giden evliliğini annesine başarabildiğini göstermek adına bitirmez. Haberi olmasa da Becky ve Manuel tekrar görüşmeye başlamıştır. Rebeca annesine delicesine düşkündür. Çocukluğunda üvey babasının ölümüne annesinin kariyerine engel olmaması için sebep olmuştur. Bununla ilgili hiç vicdan azabı duymaz. Becky ise kızının hislerini anlamaya çalışır. 
Bir ay sonra Manuel yatağında ölü bulunur. 3 kişi savcı karşısındadır. 1. Karısı Rebeca, 2. Becky, 3. Metresi. Rebeca yaşadığı şok üstüne ne yapacağını bilemez ve aynı akşam canlı yayında kocasını öldürdüğünü itiraf eder.


Apar topar gözaltına alınan Rebeca hapse girer. Sanıldığının aksine Pedro'nun gözünden hapishaneler çok renkli ve eğlencelidir. Yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi kadınlar koreografileriyle dans bile etmektedirler. Savcı, Rebeca'nın suçsuz olduğuna inanır ve kanıt aramaya karar verir.
Becky ise günden güne eriyen kızı için bir şey yapmaya hazırdır. Hayatında ilgi göstermediği kızını hapisten kurtarmak elindedir. Rebeca'nın da hamile oluşu beklenmedik bir olaydır. Çünkü Rebeca Letal'den hamiledir ve o da ortalıkta yoktur.
Kırmızı renklerin canlılığı ve pencereden izlenen yüksek topuklar... Bir kızın annesine olan hayranlığı ona neler yaptırabilir diye merak ediyorsanız "Yüksek Topuklar" ilgi çekici bir film. Hele ki soundtrack tekrar tekrar dinlenmeye değer...


Viva La Libertà


Muhteşem bir İtalyan filmi...
Enrico Oliveri, İtalya'da muhalefet partisinin lideridir. Halk artık ondan sıkılmıştır. Parti arkadaşları ise Enrico'nun bir an önce istifa etmesini isterler. Çünkü partinin tüm güvenilirliğini yok etmiştir. Zayıf duruşu ve başarısız aksiyonlarıyla Enrico istenmeyen adamdır. Bunun farkına varınca bir akşam gizlice Roma'dan kaçar. Gittiği yer ise Paris'teki eski sevgilisi Danielle'dir. Danielle senarist olarak çalışmaktadır. Asyalı bir yönetmenle evlenmiş bir de kızı olmuştur. Bir anda ortaya çıkan eski sevgili kocayı pek tedirgin etmez. Ne de olsa Fransızlardır...
İtalya'da hop oturup hop kalkan kişi Enrico'nun sağ kolu; Andrea'dır. Onun nerede olduğunu bulabilmek için yapmadığı şey kalmaz. Partidekileri ise "küçük bir operasyon geçiriyor" diyerek kandırır. Şans Andrea'dan yanadır. Enrico'nun ikiz kardeşini keşfeder. Felsefe yazarı olan Giovanni Ernani kısmen akıl hastasıdır. Enrico'nun karısı Andrea ile başbaşa bir oyun tezgahlarlar. Giovanni Enrico'nun yerine geçecektir. 
Andrea'nın çekinceleri vardır. Giovanni ağzından bir şey kaçırabilir ya da durumu tamamen kötüye çevirebilir... Yılların kurdu filozof adam kime nasıl hitap edeceğini iyi bilmektedir. Konuşma yeteneği vardır. Düşüncelerini karşısındakilere etkileyici bir şekilde anlatır. Giovanni, bir günde partinin kurtuluş umudu olmuştur.
İtalyan politikası bir akıl hastası sayesinde hareketlenir. Tabii Giovanni sadece bir akıl hastası değildir, mürekkep yalamış bir profesördür. Enrico'nun olması gereken karakterinden daha iyidir. Bu Andrea'nın ona hayran olmasını sağlar. Hatta monotonlaşan ilişkiden sıkılan eski karısı bile ona tekrar aşık oldu.
İtalya'da işler yoluna girerken Fransa'da durum farklıdır. Enrico geçmişiyle yüzleşmeye çalışır. Danielle sete gider ve o da yanında set asistanı olarak çalışmaya başlar. Danielle'nin kocası baskı yapmadan karısını elinde tutmaya çalışır. Ve eskiden Danielle'nin Giovanni ile nişanlı olduğunu anlarız. Enrico kardeşine yapacağını yapmış, sevgilisini elinden almıştır. Bu küslükleri senelerce sürmüştür. Partiyi istenilen konuma getiren Giovanni bir anda ortadan yok olur. Enrico ise geçmişiyle yüzleşmekten memnun, tekrar geri dönmeye hazırdır.
Eğlenceli ve etkileyici bir film, iyi seyirler.))



Kraftidioten


Nils Dickman, karla kaplı yolları büyük iş makineleriyle açan bir memurdur. Görevini layığıyla yerine getiren adam, çevresinde örnek biri olarak bilinir. Norveçli olmamasına rağmen yılın vatandaşı seçilir. Havalimanında çalışan oğlu aşırı doz uyuşturucudan ölmüştür. Nils, polise oğlunun uyuşturucu kullanmadığını söyler ve olayın arkasındaki insanları araştırmasını rica eder. Ancak Norveç polisi uyuşturucuyla ve Norveçli olmayan birinin ölümüyle pek ilgilenmek istemez. Bu da Nils'in oğlunun katillerini bulup cezalandırmasına yol açar.
Oğlunu kaybeden kadın, kocasının hiçbir şey yapmadığını savunarak evi terkeder. Ölürken oğlunun yanından kaçan arkadaşı da Nils'e sığınır. Aslında çocuğun masum olduğunu söyleyerek kaçması için para ister. Nils ise büyük patrona giden yolda ilerlemeye başlar. Önce uyuşturucu satıcısını bulur ve bağlı bulunduğu kişinin adını alıp onu öldürür. Yüksek bir yerden cesedini suyun dibine fırlatır. 
Bu kurban diğer kurbanların yolunu açar. Etrafındaki adamların azaldığını anlayan Norveçli mafya babası bu ölümleri Sırplardan bilir ve onların üstüne gider. Bir de işin içinde Arnavutlar vardır. Nils farkında olmadan Norveç uyuşturucu satıcılarının yaptığı anlaşmayı bozar. Hepsi birbirine girer. Kardeşi eski mafya üyesi olan Nils yardım için ona gider ve bu onun hayatına malolur. Tek çözüm yolu mafya babasının oğlunu kaçırmaktır. Nils de asla bir çocuğa zarar vermeyi göze alamaz. Onu kendi oğlu yerine koyar ve tüm tehlikelerden uzak tutar.
Kanlı hesaplaşma sonunda adalet yerini bulmuştur. Bu soğuk Norveç filmi biraz da olsa izleyiciyi güldürmeyi başarıyor. Tabii ki espri anlayışımız onlardan çok farklı. İçinde cinayet, intikam olmayan bir kara komedi izlemeyi tercih ediyor olsak da farklı bir bakış açısına açık olmak lazım.
İyi seyirler.))



5 Ağustos 2016 Cuma

Hello, My Name Is Doris!


Uzun zamandır izlemek istediğim türden bir film. Komedi, romantizm, drama. Ayrı türleri bir filmde barındırmak çoğu zaman zor oluyor. Bir taraf daha ağır basıyor ya da film komedi başlayıp drama olarak son buluyor. "Hello, My Name Is Doris" tam tersi hepsinden birer tutam ölçülü bir halde alınmış ve harmanlanmış. 2015 USA yapımı.
Doris, NY'da bir şirkette veri giriş elemanı olarak çalışmaktadır. Staten Island'daki evinden işe gidip gelir. Çünkü yıllardır annesiyle oturmaktadır. Aniden annesi ölünce hayatında pek bir değişiklik yapmaz. Yine o yaşıyormuş gibi evde toplama eşya biriktirir ve şehre taşınmayı reddeder. Erkek kardeşi evi satmak istese de Doris onu oyalar. 
Renkli kıyafetler giyer ve sık sık hayal kurar. İşe giderken asansörde karşılaştığı yakışıklı bir delikanlıya aşık olur. Bu yeni iş arkadaşı John'dur. Doris, kendini ona farkettirmek için elinden geleni yapar. Hatta yakın arkadaşının 13 yaşındaki torunundan akıl alır. Hemen Facebook hesabı açar ve John'u ekler. Tam bir ergen aşık gibi onun zevklerini öğrenir ve ona göre harekete geçer. Çocuğun en sevdiği müzik grubunun konserinde de tüm gözler Doris'in üzerindedir. Çünkü Doris giyimi ve tarzıyla grubun yeni albüm kapağında yer almaya hak kazanmıştır.
Adım adım zafere ulaşacağını düşünen kadın John'un sevgili bulmasıyla duvara toslamış gibi olur. Güzel bir sarışın olan Brooklyn aynı zamanda şarkı söylemektedir. Kız Doris'e yakın davranır ve onu LGBT üyelerinin düzenlediği örgü grubuna çağırır. Ancak Doris alkollü olduğu bir anda John'un duvarına yazdığı şeyler yüzünden ikisinin ilişkisi bitmiştir. 
Şükran Günü yemeğini her zaman adada arkadaşıyla yiyen Doris bu kez New York'ta John'un ev partisindedir. John ona amcasını ayarlamaya çalışırken Doris çocuğa hislerini açar. Ve arkasına bakarak evine geri döner. Yine onu teselli etmek arkadaşına kalmıştır.
Eğlenceli vakit geçirmek için mükemmel bir film.)) İyi seyirler.


Tangerines-Mandariinid


"Tangerines" Abazya'daki savaşı konu alıyor. 2013 Gürcistan yapımı. Ivo, ormanın içindeki evinde yalnız yaşamaktadır. Komşusu Margus'un kocaman mandalina bahçesi vardır ve gece gündüz hasadı toplamaktadır. Ivo da mandarinleri koyması için ona kasalar hazırlar. İkisinin tek amacı savaş patlamadan önce mandarinleri toplayıp satmak ve o parayla Estonya'ya gitmektir. 
Bir gün Margus'un evinin önünde çatışma çıkar. Gürcü ve Çeçen askerleri birbirlerini vurmuşlardır. Gürcü askeri Ahmed'i hemen Ivo'nun evine taşırlar. Yarasını sararlar. Ardından ölen 4 askeri gömmek için mezar kazarlar. Ivo tam toprak atacakken birinin yaşadığını farkeder. Ve Çeçen askeri eve getirir ve başından yaralanan çocuk için doktor çağırırlar.
Ivo, Ahmed'in onun hayatına kasteden ve en yakın arkadaşını vuran Nika'yı öldüreceğinden korkunca ona şeref sözü verdirir. Ivo'nun evinin içinde kimse kimseyi öldürmeyecektir. Ahmed hızlıca iyileşirken Nika'nın durumu ciddidir. Margus ise tek başına mandarinleri toplarken binbaşının göndereceği askerlerin yolunu gözler. Ivo bir yandan marangozhanesinde çalışırken bir yandan da yararlı askerlere bakar.
Nika ve Ahmed ona minnet duyarlar ve Ivo'nun sözünden çıkmazlar. Yavaş yavaş arkadaş olmaya bile başlarlar. Aynı masada yemek yerler aynı şarkıları dinlerler. Ahmed ailesi için paralı asker olmuştur. Nika da aslında Gürcistan'da bir tiyatroda oynamaktadır, annesine bile haber vermeden askere gitmiştir. Ivo bir şekilde onların aralarını bulur.
Aslan ordusuyla eve geldiğinde Nika'yı Gürcü asker olarak tanıtır. Bu sayede çocuğun hayatı kurtulur. Ancak sonradan gelen Çeçen subaylar Ahmed'in Gürcü olduğunu anlarlar ve aralarında çatışma çıkar. Nika'nın amacı son birkaç gününü geçirdiği insanları korumaktır. Ne yazık ki bu çatışmada Margus ve Nika hayatını kaybeder.
Ölüleri gömmek yine Ivo'ya kalmıştır. Nika'yı oğlunun yanına gömer. Ahmed ile yaptığı sohbette oğlunun savaşın başlarında öldüğünü anlatır. Ve amacının Estonya'ya gitmek yerine orada onunla kalmak olduğunu anlarız. 
İyi anlatılan ve sinemasal açıdan dolu dolu bir savaş filmi. Biraz iç burksa da izlenmeye değer. İyi seyirler:))





4 Ağustos 2016 Perşembe

An Inspector Calls


"An Inspector Calls" J. B. Priestley tarafından yazılan bir tiyatro oyunu. 1954 yılında Desmond Davis tarafından senaryolaştırılmış ve Guy Hamilton tarafından sinemaya aktarılmış. 2015 yılında TV Draması olarak Helen Edmundson'ın adapte ettiği oyunu Aisling Walsh yönetmiş. 
1912 yılında bir İngiltere akşamında geçen cinayet soruşturmasını konu alıyor. Dedektif Goole zengin bir ailenin kapısını çalar ve onlara soracak birkaç sorusu vardır. Arthur Birling fabrika sahibi bir siyasetçidir. Şövalyelik ünvanı alması an meselesidir. Ayrıca o gece kızı Sheila'yı Gerald isimli zengin biriyle nişanlamıştır. Bu kutlama aynı zamanda şirket evliliğini de kapsamaktadır.
Dedektif Goole, bir genç kızın intihar ettiğini söyler. Önceleri kimsenin bu durumla ilgisi yokken bir anda herkes kendini suçlu hisseder. Çünkü genç kızı işten atan Arthur'dur. Fabrikada çalışan kız grevden vazgeçmediği için acımasızca ona yol verilmiştir. İkinci şansını bir mağazada deneyince bu sefer de Sheila'nın kıskançlığından nasibini alır. Yine işsiz kalınca kendini barlarda bulan kıza Gerald sahip çıkar ve onunla aşk yaşamaya başlar. Başını sokacak bir ev ve bir miktar para temin eder. 
Gerald aniden kızdan ayrılır. Ayakları üstünde durmaya çalışırken Arthur'un alkolik oğlu tarafından tecavüze uğrar ve hamile kalır. Kendini kurtarmak için Arthur'un karısının yardım derneğine gider ve red cevabı alır. Kızın tutunacak bir dalı kalmamıştır ve tüm aile işbirliği içerisinde onun hayatını mahvetmiştir. 
Dedektifin dediğine göre böyle olmuştur. Ancak o gece morga ölü bir kız gelmemiştir ve kız birkaç isim kullandığı için durum şüphelidir. Goole onları vicdanıyla başbaşa bırakıp gittikten sonra hepsi eski kutlama havasına döner. Arthur'un kızı ve oğlu hala üzüntülüdür. Ta ki çalan telefona kadar. Anlatılan olay gerçekleşmiştir. 

Mænd & Høns


Anders Thomas Jensen'in hem yazıp hem yönettiği bir film olan "Men & Chicken" farklı konusuyla dikkat çekiyor. Ancak izlerken bir süre sonra herkesin hoşlanabileceği tarzda bir iş olmadığı anlaşılıyor. Neticede bir Danimarka filmi...) 2015 yapımı.
Birbirinden alakasız iki kardeş farklı bir yolculuğa çıkarlar. Gabriel ölürken babasının başındadır ve kardeşi Elias'dan hazzetmediği için onu yakınında istemez. Babası ölünce onu çağırmaya mecbur kalır. Adamın eşyalarının içinden çıkan bir videokaseti izlerler. Yıllar sonra gelen itirafta onların evlatlık olduğu kesinleşir. Kardeşler duygusuzca gerçek anne ve babalarını aramaya karar verirler. 
Gabriel, Elias'dan biraz daha akıllı olduğu için ona yol yordam gösterir. Cinsel yönden doyumsuzluğu olan Elias yerli yersiz harekete geçmektedir. Gerçek babalarının genetik hakkında araştırmalar yapan bir profesör olduğunu ve adada yaşadığını öğrenirler. Yola koyulan kardeşler orada hiç de iyi karşılanmazlar. Babaevinde 3 tane deli denilebilecek kardeşleri vardır ve onlarla konuşmak mümkün değildir. 
Şiddetten anlayan kardeşler adada da sorun çıkarmaktadır. Evlerine gelenleri döverek onlara misafirperverlik gösterirler. Gabriel inatçıdır ve babasını görmek için bir şekilde o evde kalmaya razı olur. Ancak kardeşlerin yaşamı çok gariptir. Hayvanlarla dolu bir evde izole bir hayat yaşarlar. Gece yatmadan önce bilim hakkında kitap okusalar da yemeklerini hayvan figürlü tabaklardan yerler. Ve birbirleriyle ölümüne dövüşürler.
Elias günden güne onlara yakın davranır ve aslında içlerinden biri olduğunu farkeder. Gabriel ise gerçek babasının odasında uzun zaman önce öldüğünü anlayınca bodrumdaki sırrı çözmeye karar verir. Akıl hastanesine götürülmek üzere görevliler gelince Gabriel bodruma girer ve babasının hayvanlar ve insanlar üstünde yaptığı deneyleri görür. Diğer kardeşlerinin ve kendisinin hangi ırktan geldiklerini öğrenir. Ve onları akıl hastanesine yatırmaya gönlü elvermez. 
Bu farklı filmi izlemek isteyen kuzey sineması severler için iyi seyirler:))


Zootopia


Disney'den harika bir film daha. Ailecek izlenebilecek sosyal mesajı olan, komik, eğlenceli animasyon 2016'nın gözde filmlerinden. Zootpia aslında "Irkçılık" kavramını ele alıyor. Bunu tatlı bir yolla işleyerek izleyiciye anlatıyor.
Zootropolis, evrim geçirerek insanlar gibi olan hayvanların dünyasıdır. Tüm memeliler, büyük şehirde ya da kırsalda yaşarlar. İnsanlar nasıl giyiniyor, iki ayak üzerinde yürüyor, işe gidiyor, akıllı telefonla oynuyor, eğleniyorsa onlar da öyle yapmaktadırlar. Şehirler her hayvanın cinsine ve boyutuna göre şekillenmiş, her türün yaşayabileceği ortam ve iklim dizayn edilmiştir.
Köyde yaşayan Judy'nin ailesi tarımla uğraşır. Bir sürü kardeşi olan kız diğerleri gibi havuç satıcısı olmak istemez aklında polis olmak vardır. İlk tavşan polis olmak için uğraşır ve sonunda okulunu birincilikle bitirerek büyükşehre atanır. Judy mutlulukla valizini hazırlar ve trene biner. Büyülü metropol Zootopia'ya varır. Tavşanların polis olması alay konusudur. Bir nevi ırkçılıktır. Judy bunu yenmeye ve suçluları yakalamaya kararlıdır.
Korkutucu polis şefi bizon Bogo küçük tavşana park cezası kesme görevi verir. Diğer tüm ekip arkadaşları ciddi görevlere atanmıştır. Judy, küçük aracıyla insanlara ceza kesmeye başlar. Bu arada büyükşehrin karmaşasına alışmaya çalışır. Gürültücü komşuları, küçük apartman odası ve akşamları marketten aldığı fast food havucu... 
Judy boş durmaz ve bir tilkinin uyanıkça para kazandığını görür olaya müdahale eder. Geçmişinde tilkilerle pek de iyi anıları olmayan Judy yanından tilkisavarı eksik etmez. Nick ile kimyaları tutunca Judy kocası kaybolmuş bir kadına yardım etmek için yeni arkadaşından destek ister. İkisinin bir aracın kime kayıtlı olduğunu öğrenmek için gittiği devlet dairesindeki sahne görülmeye değer. Tembel hayvanların çalıştığı bu yerde işlem yapmak saatlerce sürebiliyor. Bu durum da Judy'yi sinir ediyor. Bence filmin en komik sahnesi:))
Judy kayıp kokarcayı ararken şehri bekleyen en büyük sorunla karşılaşıyor. Eskiden vahşi olanların tekrar eski haline dönmesi. Bu da Zootopia'da yaşayan birçok kişiyi av haline getiriyor. Judy ve Nick kayıp hayvanları bulup sorunun neden kaynaklandığını çözmeye çalışıyor. Bu zorlu süreçte iki farklı türden hayvanın birbirini desteklediğini ve yıllarca ezilen bir türün bu hain tuzağı planladığını görüyoruz.
Filmde gülecek çok fazla şey var, özellikle arka planda yaratılan kent muhteşem, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Breaking Bad göndermesi de çok yerindeydi. Tam da ihtiyacımız olan birlik ve beraberlik zamanlarında izlenmesi gereken filmlerin başında yer alıyor. İyi seyirler.


3 Ağustos 2016 Çarşamba

Hail, Caesar!


Joel-Ethan Coen kardeşler tarafından yazılıp çekilen "Hail, Ceaser!" 2016 yapımı bir komedi filmi. 50'li yıllarda Hollywood film endüstrisinin önemli isimlerinden yapımcı Eddie Mannix'in yaşamından yola çıkılarak yazılmış. Mannix, başarılı olmasının yanı sıra oyuncuların skandallarını da örtbas edebilmektedir. 
İkiz köşe yazarlarını Tilda Swinton canlandırıyor. Mannix ise onlara dedikodu vermemek için binbir türlü işler çeviriyor. Çünkü sette durumlar karışık. Aynı anda bir sürü film çeken Capitol Pictures'ın yöneticisi olmak kolay değil... Senkronize yüzücü DeeAnna Moran hamiledir ve elbiseler üstüne dar gelmeye başlar. Bir yandan da ele güne hamileliği nasıl açıklayacağız korkusu yapımcıyı sarar. Çünkü DeeAnna evli bir adamdan hamile kalmıştır. Bu duruma çare bulmaya çalışırken kovboy filmlerinin jönü oyuncu yokluğundan dolayı bir drama filminde oynamak zorundadır. Yönetmen sürekli at binen bir adamı salon erkeğine çevirme konusunda zorlanır. Mannix'e göre bu işin en önemli kurtarıcısı montajdır.
Tarihi filmde Sezar'ı oynayan aktör ortadan kaybolur. Mannix onun kadınlarla vakit geçirdiğini düşünürken şantaja maruz kalır. "The Future" isimli bir grup kominist Baird Whitlock'u kaçırmıştır. 100.000 $ fidyeyi gözden çıkaran yapımcının tek isteği filmlerin kazasız belasız bitmesidir.
Coen kardeşlerin son filmini izleyip rahat vakit geçirmek isteyenlere iyi seyirler:))

Virgin Mountain-Fusi


Virgin Mountain, orjinal adıyla Fusi, 2015 yapımı bir İzlanda filmi. 40 yaşlarında olan Fusi, hala annesiyle yaşayan bekar bir adamdır. Havalimanında bagajları araca yüklemekle görevlidir. Bu işini bir gün bile aksatmamış ve izin kullanmamıştır. Annesi kendine bir erkek arkadaş yapınca oğlunun da bir sevgili bulmasını ister. Aslında en büyük amacı onun biraz daha sosyal olabilmesidir. 
Cici baba Fusi'ye doğumgününde bir dans kursu üyeliği hediye eder. Fusi'nin kendince hobileri vardır. Elektrikli arabayla oynamak, 2. Dünya Savaşı maketleri yapmak gibi. Dans kursuna da annesinin zoruyla gider. Şöyle bir kapıdan içeri bakar ve arabasına geri döner. Kovboy dansı öğrenmek ve yeni insanlarla tanışmak ona göre değildir. 
Aracında radyodan şarkı ister ve kar fırtınası uyarılarını dinler. Kurstan çıkan bir kadın Fusi'nin aracına yaklaşır ve onu eve götürmesini rica eder. Fusi önceleri çok çekingendir bu kadını da tedirgin eder. Ama zamanla duruma alışan adam kızın evinde bir çay bile içer. Kendine özgüveni böylece gelmeye başlar.
Bir cesaret kızın gitmek istediği yurtdışı planına dahil olur. Kendi kendine seyahatler bakmaya başlar. Sonra Fusi için büyük bir aşk başlar. Kız ile aynı eve çıkmayı bile kabul eder. Her ne kadar sonu hüsran olsa da Fusi bir adım atmayı başarmıştır.
Özellikle kızın depresyona girip işe gitmediği zaman kendi işinden izin alıp çöp ayrıştıran Fusi asıl arkadaşları orada bulur. Kendi iş arkadaşları onunla dalga geçerken ötekiler onu bira içmeye bile davet eder. 40 sene içine kapanmış bir şekilde yaşayan adam aslında annesinin sevgilisinin aldığı hediye ile mutlu sona ulaşır.
Depresif kız arkadaşına güzel bir jestle veda eder. Onun istediği dükkanı boyayıp temizleyerek anahtarı kapısına bırakır. Yalnız da olsa elinde çantasıyla seyahate giden adam artık eski Fusi değildir. İyi seyirler:))


The Salt Of The Earth


Sebastiao Salgado dünyayı gezmiş bir fotoğraf sanatçısı. Oğlu Juliano Ribeiro Salgado babasının bu serüvenini filme aktarmaya karar vermiş. Wim Wenders gibi bir usta ile biyografik belgesel filmi çekmişler. Tarihe tanıklık eden bu film, Fransız-Brezilya ortak yapımı. Kaçıranlar için şiddetle tavsiye edilir.
Brezilyalı Sebastaio 7 kız kardeşi ile birlikte çiftlikte büyümüş. Babası onun düzgün bir mesleği olmasını istemiş. O da ekonomi okumuş. Brezilya'daki 1964 darbesinden sonra Fransa'ya gitmiş. Lelia isminde bir kızla tanışıp evlenmişler. Sebastaio, Lelia'nın fotoğraf makinesini kullanmaya başlamış. Ve sonra ikisi de işlerinden istifa edip tüm paralarını Sebastaio için profesyonel bir makine almaya yatırmışlar. Çünkü fotoğraf çekmek onda tutkuya dönüşmüş.
İlk çocukları (belgeseli çeken Juliano) doğduktan sonra Sebastaio uzun bir yolculuğa çıkmış. Lelia da foto muhabiri olan kocasını desteklemek için konular belirliyormuş. Örneğin göç temalı fotoğraflar çekmek için Somali, Sudan bölgelerine gitmiş. Oralarda uzunca bir süre kalmış. Sınır Tanımayan Doktorlar'ın nasıl hayat kurtardığını gözlemlemiş. Açlıktan ölen insanları, hayata tutunmak için kilometrelerce yürüyen halkları belgelemiş. 
İşçileri çekmek için Brezilya'nın kuzeyine gitmiş. Saddam'ın yaktırdığı petrol madenlerine gitmiş ve orada çalışan itfaiyecilerin fotoğraflarını çekmiş. Hatta patlamalardan dolayı işitme kaybı yaşamış. "The Other Americas", "Sahel", "Workers", "Migrations", "Genesis" projeleri ile sayısız sergi açmış ve bir sürü ödül almış.
Gözükara Sebastiao, ormanın derinliklerinde ya da kutuplarda yaşayan az sayıdaki kabileleri bulmuş ve bu onlardan haberi olmayanların ilgisini çekmiş. Yine de gördüğü soykırımlar ve canilikler yüzünden insanoğlunun ne kadar tehlikeli olduğunu farketmiş. Bir süre kendini arındırmak için doğaya dönmüş. Babasının çorak topraklarını karısının fikri sayesinde yeşillendirmiş. "Genesis" temalı projesinde de doğayı ve hayvanları fotoğraflamaya başlamış.
Oğluna verdiği en önemli öğütlerden biri de fotoğraftaki nesnenin arka planında bir temaya ihtiyaç duymasıydı. Yani bir ayıyı tek başına çekerse ayıyı fotoğraflamış olurdu oysa çerçevede başka bir detay daha olmalıydı.
Fotoğrafçıların ve sinemacıların kesinlikle izlemesi gereken bir film:)) İyi seyirler!

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Ray Donovan


Ray Donovan: Hayran olunacak biri mi yoksa korkulacak biri mi? Bu nerede durduğunuza bağlı, net olmasa da...
Bir arkadaşımın tavsiyesiyle izlemeye başladım. İlk 2 sezonu hemen bitirdim. Şimdi 3. sezona geçeceğim ve 4. sezon da şu an devam etmekte. 
Ray Donovan, Los Angeles'ta zengin ve ünlü kişilerin pis işlerini örten biridir. Patronu Ezra'nın bir numaralı adamıdır. Ekibi lezbiyen Lena ile eski Rus ajanı Avi'den ibarettir. Yatağında uyuşturucudan ölmüş bir fahişeyle uyanan adamı, spermleri çalınmak üzere olan bir basketbolcuyu ve gay olduğu ortaya çıkacak bir film yıldızını deyim yerindeyse bu ekip ipten çekip alır. Çünkü ünlülerin de sırları vardır ve bu sırlar onların tüm yaptıklarını mahvetme riski taşır. Bu sebeple Ray'i tutarlar.
Donovan Ailesi başlı başına bir problemdir. Özellikle Ray'in babası Mickey... 20 sene hapis yattıktan sonra son 5 senesinde şartlı tahliye ile serbest bırakılmıştır. Ray için korkulan olur. Babası geri dönmüştür ve ailesi tehlikededir. Sanılanın aksine Mickey yaşamasını seven sempatik bir karakter çizer. İlk hapisten çıktığı gün oğlu Bunchy'yi taciz ettiğini sandığı rahibi öldürene kadar. İzleyici ona yine şans verir çünkü Mickey'de şeytan tüyü vardır. 
Ray tek çocuk değildir. Mickey'nin 2 oğlu daha vardır. Biri küçükken rahibin tacizine uğramış ve psikolojisi bozulmuş olan Bunchy diğeri ise yine Mickey yüzünden parkinson olmuş Terry. İkisi boks salonu işletirler ve orada yaşarlar. Yani Ray'in zengin yaşamından uzaktırlar. Yıllar önce intihar eden kızkardeşlerini de unutmazlar, onun ölümünden de Ray'e göre Mickey sorumludur.
Her taşın altından çıkan adam oğullarına yeni bir kardeş getirir. Aşık olduğu zenci Claudette'den olan oğlu Daryll... Buna en çok da Ray şaşırır. Tek amacı babasından ailesini korumaktır. Oysa karısı Abby, kayınpederiyle hapisteyken mektuplaşmaya devam etmiş torunlarının fotoğraflarını ona göndermiştir. Yüz bulan Mickey soluğu oğlunun evinde alır. Erkek torunu Conor'ın gay olma ihtimaline karşı onu uyarsa da Bridget tarafından da sevilir. Eğlenceli bir büyükbabadır Mickey.
Her ailede sorunlar vardır. Donovan Ailesi'nde Mickey problem gibi görülür. Ray'in ailesinde ise babası gibi olmaktan korkan Ray farkında olmadan sorunlar yaratır. Ve bunları kaynağından çözmek için sık sık silaha sarılır. Tek amacı ailesini korumaktır. Ancak işler günden güne sarpa sarar...
Heyecanlı bir dizi izlemek isteyenlere iyi seyirler.))



9 Temmuz 2016 Cumartesi

Sakız Adası-Chios



Bu sene bayram tatilinde aslında Kuşadası'nda olmak niyetindeydik ancak 8 gün aynı yerde kalmak için uzun bir süre. Maximum 4 gün 1 şehir. Yunan Adaları da en fazla 3 gün. Zaten küçükler. Geçen sene Samos macerasından sonra biraz çekiniktim. Çünkü Samos çok sıcaktı. Özellikle Türkiye'ye bakan tarafı. Kokkari kıyısı rüzgarlıydı. Oradaki yemekleri tadamadan ve çıplaklar kampını göremeden gelmiştik:()
Sakız'a varmak biraz zordu. Küçük feribot baya sallandı. Bir ara son anlarımı yaşıyor sandım. Hatta ilk feribottan inenlere bakıp "Bunların suratı niye asık? Tatilleri kötü mü geçti acaba?" demiştim. Bu
saptamam dönüşte kendim için de geçerli oldu. 3 arabanın olduğu feribotta bir denizin dibini bir de gökyüzünü görerek geldik. Bizden 1 gün önce 1200 Türk vatandaşı Sakız Adası'nın gümrüğünde saatlerce beklemişler. Çünkü sistem bozulmuş. Neyse ki biz şanslıydık.
Adaya akşam saatlerinde vardık. Ve hemen bir motosiklet kiraladık. 24 Euro iki günlük fiyattı ve sadece 10 Euroluk mazot aldık. Yoksa sokaklar arabalar için çok dar. Hem motosiklet efil efil esiyor. Akşam Chios merkezde ne yesek diye aranırken To Kentriko'yu bulduk. Deniz ürünleri siparişi verdik. Midye özel sosuyla geldi ve parmaklarımızı yedik. Izgara sardalye da vardı. Üstüne doymayınca karidesli arpacık pilavı söyledik. Onların ikramı da sakız şurubuydu.)) Kalabalık olduğu için yemekler geç geldi ama değerdi. 
Ertesi gün kahvaltımızı nerede yapacağımızı bilmiyorduk. Armolia'ya doğru yola çıktık. Seramikleriyle ünlü bu küçük köyde bir pastane bulduk ve hemen reçelli ve çikolatalı paskalyalarımızı kahve ile yedik.




Enerji depoladıktan sonra kendimizi Pyrgi'ye attık. Adanın en güzel yeri bence burası. Bizdeki Birgi'yi bana anımsattı. Evlerinin cephesindeki desenler görülmeye değer. Sokaklar bir dolup bir boşalıyor. Türk turistlerin uğrak mekanı... Sokakta bir amca bize "Türkiye'den misiniz?" diye sordu. "Evet" dedik, çok mutlu oldu. Evlerin sokak kapıları bir harika hatta anahtarlar üzerinde. Çocukluğum aklıma geldi... Biz de yaşadığımız evlerin kapısına perde gererdik. Kapı önünde akşamları oturur sohbet ederdik. Pyrgi de bu yaşantı hala var.



Sıcakta sokakları dolaştıktan sonra minik kilise Holy Apostles'e girdik. Fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu mekanda gerçekten daha önce görmediğim fresklere rastladım. Duvardaki resimler diğer kiliselerde olanlardan çok farklı. İlk defa kilisede bu kadar mutlu oldum:)) Bizden sonra bir grup Türk sıra oluşturdu Notre Dame girişi gibi oldu. Pyrgi meydanı pek esmiyordu bir yerel bira içtikten sonra rotamızı Mesta'ya çevirdik.
Mesta da dar sokaklara sahip bir köy. Şehrin kapıları var eskiden düşman (korsan saldırıları deniliyor, sakızları almak için gelenler) içeri girmesin diye bu şekilde korunmuşlar. Orada da Türkler sakız dondurmasına sarmıştı. En azından tazeydi çünkü Pyrgi'de yedikleri Golf ve Algida gibiydi. Biz orada yemek yiyecek güzel ve ucuz bir mekan bulduk. Hemen dürümlerimizi yedik. 


Mesta'da bazı evlerin pencerelerinde erkek ayakkabıları gördüm. Pek kullanılmıyor gibiydiler. Biz de ölenlerin ayakkabısı kapı önüne koyulur. Orada da acaba evdeki ölen kişinin ayakkabısı pencerede mi duruyor diye düşündüm ama soracak kimse bulamadım.
Sokaklarda her şey Türkçe yazıyor. Yani dil bilmeyen de aç kalmaz. Dönüş yolunda sabahki pastaneye uğradık ve sakızlı dondurma ile sakızlı pasta yedik. Üstünde Mastik yazıyordu:)) Acaip güzeldi. Komi ve Karfas'ın plajlarını beğenmedik. Çünkü tektonik taşların olduğu sahil hem temiz ve su buz gibiydi. Tavsiye edilir. Bir de Vrontados'u geçince tenha taşlık bir plaj var. Sadece Yunanlılar geliyor orası da temiz ve çok rüzgarlı.
Otelimiz ise Mavrokordatiko idi. En güzel odasını bize vermişlerdi. Otel Kambos bölgesinde ve çok güzel konaklar var çevresinde... İkinci gün otelde davul workshopu vardı Brezilyalılar 2 gece sonraki gösteriye hazırlanıyorlardı. 2 saat onları dinledik ve hiç sıkılmadık. Sakız Adası tekrar gidilebilecek bir yer. Oteldeki hamakta yatıp saatlerce kitap okunabilir... İyi gezmeler:))





23 Haziran 2016 Perşembe

Gomorra


Roberto Saviano'nun aynı adlı romanından uyarlanan film 2008 yılında vizyona girmişti. 2014 senesinde de televizyon dizisi olarak çekilmeye başlanan Gomorra büyük bir hayran kitlesi yarattı. Napoli turizmi bu filmle gelişir mi bilemiyorum çünkü ben ikinci kez gitmeye korkar oldum:))
İtalya pizzası ve mafyasıyla meşhur olan bir ülke. Oralarda sesli bir şekilde mafya demek biraz tehlikeli... Gomorra da bu tehlikeye gözü kapalı girenleri konu alıyor. Uyuşturucu ticareti yapan Pietro Savastano, sağ kolu Ciro di Marzio'nun ona olan güvenini sınar. Ciro aynı zamanda mafya babasının oğlu olan Gennaro Savastano'nun yol göstericisidir. Çünkü babasına bir şey olursa başa o geçecektir ve her şeye hazırlıklı olmalıdır. Gennaro bir o kadar saf ve merhametlidir. Ciro ise onu cesaretlendirmek için elinden geleni yapar. 
Pietro'nun hapse girmesiyle düzen alt üst olur. Önce karısı Immacolata başa geçer. Gennaro yaptığı her hamlede iş ortaklarını kızdırmaktadır. Bir yandan Ciro bir yandan annesi onu yola getirmeye çalışır. Ciro iktidar boşluğunu görünce güçlenmeye karar verir. Ve diğer mafya kollarıyla anlaşma yaparken ikili oynamaya başlar. Ona göre bu kendini güvence altına almaktır. 
Gennaro sarışın sevgilisi için para döküp saçarken annesi onu yola getirecek yöntemi bulur. Honduras'a gidip orada gerçeği görecektir... Gennaro geri döndüğünde sadece saç kesimi değil tüm karakteri değişmiştir. Çünkü orada hayatta kalması için insan öldürmeye zorlanmıştır. Korku dolu çocuk, cesur bir adama dönmüştür. Annesini yönetimde saf dışı bırakıp mafya kurallarını yeniden yazacak kadar gözü kadar olmuştur. 
Ciro da İspanya'da acımasız Salvatora Conte ile ölüm kalım savaşı vermektedir. Biraz aklını kullanır ve anlaşmaya varır. Gennaro ve Ciro, Immacolata yüzünden birbirlerinden haber alamamışlardır. Yoksa Ciro Gennaro'yu ateşe atmayacaktır. Bu olay onun büyümesini ve Ciro'yu saymamasına neden olur. Geri plana itilen Ciro diş bilenir ve Pietro'nun sadakatine layık olmaya çalışmak yerine kendi yolunu çizer. 
Gennaro kendi ailesinde büyüklere saygısızlık etmeye başlar ve küçükleri üstlerine salar. İş o kadar değişir ki annesi bir bu iç savaşta kurban olur. Hem de onun yol göstericisi Ciro tarafından... Ölümler başlar ve diğer iş birlikçileri Savastanolara resti çekerler. Ciro da yönetimi eline almaya karar verir. 
Oğlunun ortalığı karıştırdığını duyan Don Pietro hapiste aklını yitirmiştir ve tek dostu sadık Malammore tarafından kaçırılır. Tekrar işlerin başına geçmeye niyetlense de bir süre Almanya'da kalacaktır. Ciro ise Gennaro'nun ekibini yok eder ve son kurşunlarını Gennaro'ya sıkar. Amacı Savastanoları tarihe gömmektir. 
2. sezon baba-oğul arasında iktidar savaşı ortaya çıkar. Ciro da kendi kurduğu ittifakı büyütmek için uğraşmaktadır. Hatta Salvatore Conte'nin ortakları sayesinde ondan kurtulur. Yani Ciro tehlikeli oyunlar içinde yeni yöntemler bulmaya başlar. Kendisini ihbar etmek isteyen karısı Debora'yı bile öldürecek kadar gözü kararmıştır.
Genny, Roma'da kendine yeni bir yaşam kurar. İşi sadece uyuşturucuyu değildir. Orada bir inşaat firması olan adamın kızı Azzurra ile takılıp iş adamı olmaya niyetlidir. Genny'yi oğlu gibi seven adam sırtından bıçaklanmak üzere olduğunu bilmeden kızının düğün planını yapar. Azzurra da hamiledir ve Genny gelecek erkek çocuğun adını Pietro koyacaktır.
Malammore yeğeni Patrizia'yı Don Pietro'nun ihbarcısı yapar. Kızı zorla onun yanına alır. Önceleri çekingen davransa da Patrizia, Pietro'ya eş bile olmaya çalışır. İş Ciro'nun kızının öldürülmesiyle değişir. Patrizia geri çekilir. Ciro da yıkılmıştır. Gennaro da ona hayatının şansını verir. Babası ile buluşma yerine Ciro'yu göndererek Pietro Savastano dönemini kapatır.
3. sezonda Roma'da Gennaro, Napoli'de Ciro borusunu öttürecek gibi görünüyor. Başbaşa kalan eski dostun savaşına tanık olabiliriz ya da iş ortaklıklarına... Ancak 2. sezon ölen Prens ve hapse giren Şanel en sevdiğim karakterlerdi. Bakalım bu sezon kimler gelecek kimler gidecek:)) İyi seyirler.


20 Haziran 2016 Pazartesi

Feed The Beast


Tommy küçük oğluylu birlikte Bronx'ta yaşamaktadır. Zenci olan karısını bir kazada kaybetmiştir ve onun yokluğuna alışamadığı için hala terapi grubuna gitmektedir. 10 yaşlarındaki oğlu TJ ise travma etkisiyle sessizliğe gömülmüştür. Tommy, şarap tadımcısıdır aynı zamanda iyi bir içiçi. Bu durum oğlunun öğretmeni tarafından hoş karşılanmaz. Eğer işleri yoluna koymazsa TJ elinden alınacaktır.
Dion, seksi bir avukatın girişimleriyle hapisten kurtarılan bir aşçıdır. Tek amacı bir an önce Paris'e gitmektir. Daha doğrusu peşindeki Polonyalı mafyadan kurtulmaktır. Restoranını yaktığı Patrick, 600 bin Eurosunu almak için Dion'un ensesindedir. Dion amcasından sahte pasaportunu ve parasını alır ancak Paris'e gitmek nasip olmaz. Patrick acımasızca onları yakar.
Dion aynı zamanda kokoin bağımlısıdır. Gidecek yeri olmayınca eski dostu Tommy'nin kapısını çalar. Ancak aralarında kırgınlık vardır. Birlikte çalıştıkları restoranı yakan Dion'dur ve Tommy'nin karısı öldüğünde cenazesine gelmemiştir. Yani sorumsuz ve bela getiren bir yanı vardır.
İşler Dion yüzünden tersine döner. Tommy'nin mutfağındaki pahalı ocak ile kahve makinesini görünce kendi restoranlarını açma fikrine kapılır ve hayata geçirmek için elinden geleni yapar. Böylece Dion Patrick'e olan borcunu ödeyebilecektir. Tabi bir de Patrick'in peşinde olan dedektiften nasıl kurtulacağını bilememektedir. 
Dion sağdan soldan gelen etkilerle cebelleşirken Tommy hayatının yavaş yavaş değişmesinden mutludur. Oğluna yaşama sevinci gelmiştir hatta kendisi terapi grubunda Pilar isminde güzel bir kızla tanışmıştır. Kendisinin işletmeci olduğunu söyleyen Pilar aslında garsondur ve o da bir şekilde Bronx'ta açılacak olan lüks restoran işine dahil olur.
Restoranın yatırımcısı ise Tommy'nin zengin babasıdır. Damak zevki ve şarap kültürü olmayan bu adam Dion'un hatrına parasını ortaya koyar. Aslında içlerinde en masumu Tommy'dir. Dion ise ona her türlü problemi getirmeye başlar. Sadece bundan haberi yoktur.
İzlerken insanın karnını acıktıran ve Sideways gibi canını şarap isteten bir dizi. Danimarka dizisi Bankerott'tan adapte edilmiş, senaryoyu Clyde Phillips yazıyor. O da Dexter'ın yaratıcısı:)) İyi seyirler...




1 Haziran 2016 Çarşamba

The Fang Family


'Fang Ailesi'nin kitabını zevkle okumuştum. Özellikle performans sanatçısı olan karı kocanın yaptıkları ve çocuklarını bu işlerde kullanmaları çok ilginçti. Kitabın sonu biraz hüsran yaratsa da okunmaya değerdi. Bir gün karşıma filmi çıktı. Hiç çekilme ihtimalini düşünmemiştim... Hollywood'un farklı fikirlere kapılarını açmasını sonuna kadar destekliyorum! Bizim ülkemizde bu yaklaşımlar her ne kadar uzak olsa da dünyada var olabileceğini bilmek güzel.
Baxter kitabını bitirememiş tembel bir yazardır. Yayınevine 2 sene önce teslim etmesi gerekirken 'ilham gelmediği' için aksiyona geçmeyi ötelemiştir. Bir makale yazmak için patates silahı yapan adamlarla tarlada buluşur ve orada kendini bulur. Hedef tahtasında kulağından vurulur ve Baxter istemeyerek de olsa kızkardeşi Annie'den yardım ister. Çünkü ebeveynleri yola çıkmış onu almaya gelmektedir.
Annie ise yıldızı günden güne sönen bir Hollywood aktristidir. Yönetmen üstsüz bir sahnede oynamasını ister ancak o kendini geri çeker. Karavanda bir tartışma yaşar ve babasının cesaret dolu sözleri kulaklarında yankılanınca, üstünü çıkararak sete gider 'Hadi şu lanet sahneyi çekelim!' der. Ertesi gün dergilere kapak olur 'Sette sürekli üstsüz dolaşan oyuncu" başlığıyla...
Annie menajerinin ısrarıyla bir süre kendini dinleyecektir. Çünkü ona gelecek rol başkasına gitmiştir. Annie bir koşu kardeşi Baxter'ın yanına gider. Ve Fang Ailesi akşam yemeğinde buluşur. Popüler konu Annie'in göğüsleridir. Yani kardeşler anne ve babalarının değişmediklerini görür ve sinir olurlar.
Aslında tepkileri geçmişten gelir. Onları çocukluktan beri performansta kullanmalarının acısı şimdi çıkmaktadır. Bu durum şimdiki yaşantılarını etkilemiştir. İkisi de şu anki başarısızlıklarını onlara bağlarlar.
Anne Camille bir adın geri dursa da baba Celeb sınırları zorlamaya devam eder. Annie ve Baxter'ı (A.ve B.) performans yapmaları için burgerciye götürür. Onlar orada olan biteni kameraya alırlar. Celeb sahte kuponlarla ücretsiz burger alınmasına tepki gösterir. Çocuklar da onun yaşlandığını farkederler. Camille her ne kadar ortamı yumuşatmaya çalışsa da başarısız olur.
Celeb'in tek amacı son etkili performansını yapmaktır. Aniden karı koca ortadan yok olurlar. Polisin dediğine göre kayboldukları yerde son zamanlarda cinayetler işlenmiştir ve arabada gerçek kan bulunmuştur. Annie onların performans yaptıklarını savunur. Baxter ise hiç emin değildir. İkisi anne babalarını ortaya çıkarmak için çeşitli şeyler düşünürler. Ancak pek uygulamaya geçemezler. Ta ki Annie küçükken çaldıkları bir şarkıyı kasette duyana kadar.
Araştırdığı küçük müzisyenlerin evini bulur ve orada Annie ilkokul öğretmenini görür. Baxter ise anne ve babasının son çekilmiş videosunu. Gerçek ile yüzleşen kardeşlerin ebeveynlerine ayar çekme zamanı gelmiştir.
Kevin Wilson'ın 'Fang Ailesi'nden sonra "Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak" adlı romanı çıktı. İlginç bir kitap daha okumak isteyenlere duyurulur. Belki onun da filmi yakında çekilir:))
Nicole Kidman, Jason Bateman, Christopher Walken ve Maryann Plunkett'in başrollerinde olduğu filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler:))



Manhattan Night


Colin Harrison'un, (1996) "Manhattan Nocturne" isimli kitabından uyarlanan film 2016 yılında vizyona girdi. Başrollerinde; Adrien Brody ve Yvonne Strahovski var yönetmeni ise Brien DeCubellis.
Porter gazetede köşe yazıları yazan kendi halinde bir adamdır. İşi gereği felaketlerin (cinayet, intihar vs.) yaşandığı yere olaydan hemen sonra gidip olay yerini fotoğraflamak ve varsa şahitlerle konuşmaktır. Edindiği bu bilgiler ışında her hafta 3 yazı yazar. Bir kez tesadüfen kaybolan bir kızı bulmuştur. Basın camiasında birazcık meşhurdur.
Patronlara yalakalık olsun diye hiç istemeyerek de olsa takımını giyer ve davete gider. Orada amacı sadece gazetesini satın alan adama görünmektir. Ancak Caroline ile karşılaşır. Sarışın güzel, yanına gelip mesleğini aşağılayıcı sözler söyler. Porter kadından etkilenir ancak Caroline'in amacı başkadır. Kulağına evine gelmesini fısıldar. Porter kendini tutamaz ve Caroline'a gider.
Genç kadın elinde olay yeri fotoğrafları ve polis tutanakları olan bir dosyayı tutuşturur. Yönetmen olan eski kocası yıkık bir binada vücudu kesilmiş bir şekilde ölü bulunmuştur. O olayı çözmesini ister. Porter ise sadece köşe yazarı olduğunu söyleyerek oradan ayrılır. Ancak içine hem cinayetle hem de güzel kadınla ilgili kurt düşmüştür.
Porter, dededen kalma evinde karısı ve iki çocuğu ile birlikte yaşar. Mutlu olmadığını bilir ama öyleymiş gibi davranır. Karısıyla biten seks hayatı onun canını sıkmaktadır. Tam bu noktada Caroline'in çekiciliğine karşı koyamaz. Böylece kadın da cinayeti çözmesi için onu maşa olarak kullanmaya başlar.
Öldürülen yönetmenin video kayıtlarını izler. Belki bir ipucu bulabilirim umuduyla parçaları birleştirmeye çalışır. Bu sefer karşısına medya patronu çıkar. Caroline ile çekilen bir videosu vardır ve sürekli ona gönderen birine para ödemektedir. Adam bu şantajın ortadan kalkması için Porter'a süre tanır. Ne yazık ki Porter videoyu bulamaz ve ailesi zarar görmeye başlar. Karısı çocukları da alarak annesine gider. Hem Caroline ile olan ilişkisini sezmiştir.
Porter, parçaları birleştirmeye devam ederken Caroline'in düşündüğü kadar masum olmadığını anlar ve kendi yöntemleriyle savaşmaya karar verir.
Kara film türündeki "Manhattan Night" için başarısız bir film olduğu söyleniyor. Aslında kitabı okumadan izleyince zayıf ama farklı bir film görüyorsunuz. Belki de kitabı daha etkileyici kurgulanmıştır. Denildiği gibi süresi de biraz uzun kalmış. Yani Bogart'ın ıslak pardösüsü ve martinisi burada yok:((
New York sokaklarında çekilen filmde genelde yağmur değil kar serpiştiriyor. Kara film öğesi yağmur yerini kara bırakmış gibi görünüyor. Caroline sarışın Femme Fatale olarak rolünün hakkını veriyor. Medya patronu ise olaylarla bağlantılı olsa da konumlandırılması biraz eksik gibi görünüyor. Simon da kendince akıl oyunları oynayan ve onları videoya çeken saplantılı bir karakter olarak filmde var ancak ölü. Belki de kayıp olsaydı her an Simon'un bir yerden çıkacak olması bizi gerebilirdi. Zaten Caroline'in zengin ve genç bir adamla birlikte olması ve onunla yuva kurması filmin çok dışında kalıyor. Femme Fatale'ye bir şeycik olmuyor. Porter'ı oynayan Adrien Brody ise rolünün hakkını gaflet tarzıyla veriyor.
Sıkıcı bir film değil, iyi seyirler:))



Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...