Ana içeriğe atla

Captain Fantastic



Matt Ross'un yazıp yönettiği filmde Viggo Mortensen, 6 çocuk babası bir adamı canlandırıyor. Gözlerden uzak bir dağda kendi kurdukları düzende yaşayan bir aile...  Ben ve karısı Leslie Amerikan kapitalizminin onlara dayattıklarını reddederek şehri terketmiştir. Yiyeceklerini de kendileri yetiştiren aile bireyleri ayrıca iyi birer avcıdır. Ben, çocuklara hayatta kalabilmeleri için nasıl hayvan avlayıp yemeye hazır hale getirdiklerini onlara öğretmiştir. Aynı zamanda okula gitmeyen çocuklar eğitimlerini babalarından almaktadırlar. Özellikle vücutlarını güçlendirmek için her gün koşup ağır spor yaparlar. Kimi zaman birbirleriyle kavga etseler de bir orta yolunu bulup 'olması gereken'i uygularlar.
Ben, kendini zamanla çok yalnız hisseder. Çocuklarına bir şey belli etmemeye çalışsa da karısı bipolar yüzünden hastanededir ve tekrar intihara kalkışmıştır. Annesinin bir gün döneceğini düşünen çocuklar acı gerçekle karşılaşır, anneleri ölmüştür. Ben, her ne kadar gidip karısının cenazesini almak istese de kayınpederini rahatsız etmek istemez. Oraya gittiği taktirde hapse girecektir. 
Ben çocuklarını da alarak Leslie'nin kardeşinin evine gider. Çocuklar kuzenleriyle karşılaşırlar. Hiçbir şey bilmeyen, sürekli bilgisayar oyunu oynayan ve kendi başına bir şey yapamayan kuzenler klasik Amerikalıdır. Ben onları eleştirir ve yarattığı dünyayla övünür. Teyzeleri de çocukların şehirde yaşamasının daha doğru olacağını savunur. Ben söylenenlere kulak asmaz her şeye rağmen karısının cenazesine gitmeye karar verir.
Renkli hippi kıyafetlerini giyen aile Leslie'nin cenazesine gelir. Ben, karısının gömülmek değil yakılmak istediğini söylese de kimse ona kulak asmaz. Ancak gecenin bir vakti çocuklarla gidip mezarlıktan Leslie'yi alır. Ve onun isteğine uygun bir cenaze töreni düzenler. Captain Fantastic, çocukları için her şeyin en iyisini istediğini sanan babaların özellikle izlemesi gereken bir film. İyi seyirler:))


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...