22 Aralık 2016 Perşembe

The Longest Ride


Sophia, Güney Karolina'daki bir üniversitede sanat okumaktadır. Aslında New York'ta yaşarken kazandığı bursu değerlendirmek istemiştir. Başarıyla geçen okul yıllarının ardından 2 ay sonra Manhattan'da bir galeride staj hakkı kazanmıştır. Bu da Sophia'nın geleceğini bir nebze de olsa garanti altına almak demektir. Bir arkadaşının ısrarı üzerine rodeoya giderler. Orada yakışıklı Luke ile tanışır. Rodeo alanında dereceleri olan Luke 1 sene aranın sonunda yarışlara geri dönmüştür. Ve tek amacı Las Vegas'ta şampiyon olmaktır.
İkisi aşkı yaşayıp yaşamama konusunda kararsızken arabasıyla kaza yapan yaşlı bir adamı kurtarırlar. Ira'nın sanatsever karısına yazdığı mektuplar Sophia'nın ilgisini çeker. Ve adam kendini toplayana kadar onu ziyaret eder. Luke ise annesinin ısrarlarından sıkılmıştır. Kadın bir boğa güreşinde oğlunu kaybetmekten çok korkmaktadır. Luke, maddi açıdan rahat etmek için hırslarının peşinden gitmeye kararlıdır.
Bir aşk öyküsünün içinde anlatılan diğer aşk da Ira ve Ruth. 40'lı yıllarda birbirine aşık olan ve başlarına gelen bir sürü engele rağmen vazgeçmeyip evlenen çiftin öyküsü...Sophia ve Luke için orta yolu bulmak ne kadar zor olabilir ki? Bakalım iki aşık Ira ve Ruth'dan örnek alacaklar mı?


Realite


Reality, babasıyla birlikte ava çıkmıştır. Kamyonette oturup beklemeyi tercih eder. Babası ise kocaman bir domuzu gözünü kırpmadan vurmuştur. Evde hayvanın içi boşaltılırken Reality bir videokaset görür. Onu almak ister ancak ailesi bir domuzun kaset yiyemeyeceğini söyler. Küçük kız buna inanmaz ve kaseti çöpten alıp çantasına koyar amacı onu okulda izlemektir.
Jason da bir televizyon programında kameramandır. Hayvan kostümüyle sunuculuk yapan Dennis ise sürekli kaşınmaktadır. Aslında içsel bir egzama geçirmektedir. Bu sebeple kimi zaman çekimde sorun yaşarlar. Jason, Dennis'in kaşındığı anları çekmemeye çalışmaktadır. Zaten Jason'ın en büyük amacı "Dalgalar" ismindeki filmini çekmektir. Bunun için bir yapımcının kapısını çalar. Aslında bu yapımcı Reality'nin filmini çeken 'dahi' yönetmene destek olan adamdır. 
"Televizyon izleyen herkes aptallaşmaya başlar. Tüm insanlar televizyonlar tarafından bir bir öldürülür. Yani televizyon dünyayı ele geçirmiştir. İnsanlar her yerinden kan fışkırarak vahşice ölürler. Korkunç bir şekilde çığlık atmaktadırlar." Jason yapımcıya bu projeyi anlatır. Adam büyülenir ve ona Oscarlık bir inleme bulduğu taktirde film için anlaşma imzalayacağını söyler. Jason da gerek kendi sesini kaydederek gerekse kusursuz inlemeyi spor salonlarında arayarak bu fırsatı değerlendirmeye çalışır. 
Rüya sahneleri ve gerçekler filmde karışmaya çoktan başlamıştır. Jason kafasındaki filmin çekildiğini, bazen de Oscar töreninde koltuğa yapıştığını görür. Reality'yi oynayan kız 'doğal sahne'lerden sıkılmıştır ve kasetin içinde ne olduğunu merak etmektedir. 'Dahi yönetmen' ise filmi başarıyla tamamlamak üzeredir. Yönetmen Quentin Dupieux'nin aynı zamanda senaryosunu da yazdığı film sinemaseverler için güzel bir alternatif. Farklı tarzda film sevenlere iyi seyirler.)


21 Aralık 2016 Çarşamba

28. İstanbul Kısa Film Festivali


Bu sene 28. kez düzenlenen festivalde ancak iki seans film izleyebildim. İkisi de İtalyan Kültür Merkezindeydi. Seyirci sayısı fena değildi. Umarım ki kısa film festivali güçlenerek yoluna devam eder. 
"Ships Passing In The Night" filmini çok beğendim. 12 dakikalık Almanya yapımı bir animasyon. Gerçekten çok etkileyici. Somalili bir adam tuttuğu balığı kaçırınca onu aramaya çıkar. Ailesini geride bırakır. Göçmen teknesindeki yolculuğu, ölümden kurtulması ve karaya ulaştığında biriyle dostluk kurmasını izleriz. Polislerin gelip onu hastalıklara karşı tedbir amaçlı spreylemesi ve gözetim altına alması yeni arkadaşını rahatsız eder. Ve onun hayalini ne kadar gerçekleştirebileceğini düşünür. 
"Ghost Town" da favorilerimden biri. Sürekli bombalanan bir şehirde üst üste sigara içen bir adam. Dokusunu kaybeden çevrede güçsüz düşmüş vahşi hayvanlar ve ölmek üzere olan yaşam. Hırvatistan yapımı filmin yönetmeni Marko Djeska.
Gökçe Pehlivanoğlu'nun "İpler" adlı filmi müthiş bir görsellikle ve hareketle başlıyor. Türk-Yunan ortaklığındaki filmde biraz konunun işlenmesi hızlı geçilmiş gibi. Su altı çekimleri de şık ve güzel duruyor. 
"Vigil" her ne kadar "Modern Zamanlar"ın kasvetli halini hatırlatsa da izlemesi biraz zor sanki. Bazen kısa film daha kısa olmalı diye düşünüyor insan...
"The Silent Mob" Endonezya'da bir çölde geçiyor. 1.5 dolara insan çalıştırmak isteyenlerin birbiriyle savaşını anlatıyor. Gerilimi ve heyecanı her daim yüksek tutan film, izlenmeye değer.
"God Knows" romantik Asya filmleri tadında başlıyor ve öyle bitiyor. Sağır ve dilsiz olan müzisyen bir kız cüzdanını düşürür. Onu bulup getiren çocuğa aşık olur. Ve bir takım yanlış anlaşılmalar sonunda umutsuzluğa kapılır.
"So Be It" tam bir İtalyan filmi. Küçük kız ressam annesinin kendini odaya kapatmasından son derece rahatsızdır. Babasıyla tartışan annesi evi terkedince çareyi ona yardım etmekte bulur. Ancak bir süre sonra buna pişman olur ve tepkisini kendince sanatsal bir çalışma ile gösterir. Cristina Spina'nın yönettiği filmin süresi 20 dakika. 
"Ağaçeriler" Elif Ertürk'ün belgeseli. Çok sevdiğim Turhan Yavuz da görüntü yönetmeni. Kazdağlarında yaşayan Tahtacı Türkmenlerini anlatan filmde onların gelenek ve görenekleri çok güzel işlenmiş. 
Luka Popadic'in "Carousel" filmi yerel bir festivalde koro yarışmasına katılan orta yaşlı kadınları anlatıyor. Hayatlarından alınan kısa kesitte ailelerini ve kimlerin ölümüne üzüldükleri, nasıl ayakta kaldıkları doğal bir şekilde işleniyor.
Ne bakanlığın ne de düzgün bir kuruluşun desteklediği kısa film festivali Hilmi Etikan'ın çabalarıyla ayakta kalıyor. Yine aynı şeyleri söylüyoruz "Yurtdışında olsa böyle olmazdı". İşte bu sebeple ne kısa film gelişiyor ne de insanlar aydınlanabiliyor. Çark her zamanki gibi içine dönüyor. 





14 Aralık 2016 Çarşamba

La Tierra Y La Sombra


Cesar Augusto Acevedo'nun yazıp yönettiği "Land and Shade" Kolombiya yapımı. Tam 17 sene önce evini terk edip giden Alfonso ağır hasta oğluna bakmak için geri gelir. Karısı, gelini ve torunu aynı evde yaşamaktadırlar. Alfonso pek güler yüzle karşılanmaz çünkü ortada hiçbir şey yokken evini bırakmış kayıplara karışmıştır. Torunu ile iyi anlaşmak için elinden geleni yapmaya hazırdır.
Karısı ve gelini şeker kamışı toplama işinde yevmiyeli çalışırlar. Aynı zamanda evin etrafı da şeker kamışlarıyla sarılıdır, sık sık da etrafa kül yağar. Büyük ihtimalle oğlu bu sebeple hastalanmıştır. Alfonso onu doktora götürse de bir sonuç alamaz. Son çare olarak eski çalıştığı iş yerinden destek ister. Kraldan çok kralcı olan ekip başı bu isteğini reddeder. Zaten karısına ve gelinine ödeme de yapmamıştır. En sonunda işsiz kalan ikili çaresiz bir şekilde evin yolunu tutar. Adeta kader bu aileyi en kötü çıkmaza sokmuştur. Tek çare şehre gitmektir. 
Alfonso karısını ikna etmeye çalışır ancak yıllar önce de inatla evini bırakmayan kadın orada kalmaya niyetlidir. Oğullarını kaybeden aile yastadır bir yandan da evlerinin etrafındaki şeker kamışları yanmaya başlamıştır. Gelin oğlunu da alıp şehre gitmeye karar verir. Tarih tekerrürden ibarettir.
Çoğu zaman hiç gitmediğiniz bir ülkeyi tanımak için o ülke sinemasından bir film izlersiniz. "Land and Shade" de böyle bir film. Merkezden uzak yaşamları ve insanları görmek için iyi bir fırsat. İyi seyirler:))


Captain Fantastic



Matt Ross'un yazıp yönettiği filmde Viggo Mortensen, 6 çocuk babası bir adamı canlandırıyor. Gözlerden uzak bir dağda kendi kurdukları düzende yaşayan bir aile...  Ben ve karısı Leslie Amerikan kapitalizminin onlara dayattıklarını reddederek şehri terketmiştir. Yiyeceklerini de kendileri yetiştiren aile bireyleri ayrıca iyi birer avcıdır. Ben, çocuklara hayatta kalabilmeleri için nasıl hayvan avlayıp yemeye hazır hale getirdiklerini onlara öğretmiştir. Aynı zamanda okula gitmeyen çocuklar eğitimlerini babalarından almaktadırlar. Özellikle vücutlarını güçlendirmek için her gün koşup ağır spor yaparlar. Kimi zaman birbirleriyle kavga etseler de bir orta yolunu bulup 'olması gereken'i uygularlar.
Ben, kendini zamanla çok yalnız hisseder. Çocuklarına bir şey belli etmemeye çalışsa da karısı bipolar yüzünden hastanededir ve tekrar intihara kalkışmıştır. Annesinin bir gün döneceğini düşünen çocuklar acı gerçekle karşılaşır, anneleri ölmüştür. Ben, her ne kadar gidip karısının cenazesini almak istese de kayınpederini rahatsız etmek istemez. Oraya gittiği taktirde hapse girecektir. 
Ben çocuklarını da alarak Leslie'nin kardeşinin evine gider. Çocuklar kuzenleriyle karşılaşırlar. Hiçbir şey bilmeyen, sürekli bilgisayar oyunu oynayan ve kendi başına bir şey yapamayan kuzenler klasik Amerikalıdır. Ben onları eleştirir ve yarattığı dünyayla övünür. Teyzeleri de çocukların şehirde yaşamasının daha doğru olacağını savunur. Ben söylenenlere kulak asmaz her şeye rağmen karısının cenazesine gitmeye karar verir.
Renkli hippi kıyafetlerini giyen aile Leslie'nin cenazesine gelir. Ben, karısının gömülmek değil yakılmak istediğini söylese de kimse ona kulak asmaz. Ancak gecenin bir vakti çocuklarla gidip mezarlıktan Leslie'yi alır. Ve onun isteğine uygun bir cenaze töreni düzenler. Captain Fantastic, çocukları için her şeyin en iyisini istediğini sanan babaların özellikle izlemesi gereken bir film. İyi seyirler:))


Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...