30 Aralık 2015 Çarşamba

London Spy


BBC kanalında yeni bir mini dizi başladı. Drama konusunda usta olan İngilizler bu sefer iki erkeğin aşkını anlatıyor. Daha doğrusu romantik Danny, çaresiz bir gecenin sabahında köprü üstünde koşan bir adam görür. Ona yardım eden ve gözyaşını silen Alex'tir. Danny ondan çok etkilenir ve tekrar karşılaşmak için onu köprü çevresinde beklemeye başlar. 
Nihayet ikisi karşılaşırlar ve arkadaşlığa başlarlar. Ancak Alex çok çekingen ve soğuktur. Danny ise bir o kadar samimi ve sıcakkanlı... Alex yaptığı işi ondan gizler. Çünkü kimse "Ben ajanım" diye ortalarda gezinmez! İlişkileri tam 8 ay boyunca devam eder. Alex kendinde olmayan bir şeyleri farketmiştir. Danny ise aşkı bulduğu için çok mutludur.
İkili tam bir tatile gidecekken Alex ortadan kaybolur. Yani Danny ile iletişime geçmez. Danny'nin akıl hocası sayılan eski arkadaşı, yaşlı Scottie ise sevgilisini unutmasını söyler. Ona göre Danny yine terkedilmiştir. Danny çalışırken iş yerine Alex'in evinin anahtarları gönderilir. Önce anlam veremese de kendini Alex'in evinde bulur. Yaşadığı katta her şey normalmiş gibi görünse de çatı katı Danny için şoke edicidir.
Sado-mazo ilişkinin mekanı olan katta çeşitli kemerler, kırbaçlar ve maskeler vardır. Danny hepsini inceler hatta uyuşturucu bile bulur. Tahmin edemeyeceği bir şekilde büyük valizi açar. İçinde bir ceset vardır. Hemen polisi arayan Danny önce masum gibi görünse de bir süre sonra cinayetten suçlanacaktır. Çünkü "onlar" çok güçlülerdir ve en ince hesapları bile düşünmüşlerdir.
Danny aşık olduğu adamın öldürüldüğünü savunur ve bunu ispatlamak için her şeyi göze alır. Ve amansız bir mücadeleye girişir. Alex'in garip ailesi onunla iletişime geçer. Gazetecilere gidip gerçeği anlatır. Ve tehditler almaya başlar. Olayı fazla kurcalamaması gerekmektedir. Danny kaybedeceğini düşünse bile savaşmaya kararlıdır. Elindeki tek şey Alex'in evinden aldığı bir şifredir.
İyi seyirler:))


27 Aralık 2015 Pazar

Star Wars - The Force Awakens


Star Wars hayranlarının heyecanla beklediği film "Güç Uyanıyor" sinemalarda...
İlk hafta bilet bulunmasa da ikinci hafta hemen hemen salonlar boş gibi. Özellikle havanın hafta sonu güneşli olması sinema izleyicisinin sayısını azaltıyor. Yine de Star Wars'u 552.000'e yakın kişi izlemiş.
Bu filme katılan yeni karakterler üstüne odaklanılmış. Karanlık Taraf'taki bir asker, başka bir gezegende zulüm edilirken o içindeki aydınlığı keşfediyor ve üste hapsedilen Poe'yu kurtarıyor. Poe ise Kylo tarafından gizli haritanın yerini öğrenmek için kaçırılmıştı. İkisi kendilerini Rey'ın gezegeninde buluyorlar. Rey ise karnını doyurmak için hurdacılık yapan bir kız. Yalnız, ancak anne ve babası bir gün gelip onu bulacak. 
Bir de BB-8 var. Harita onda gizli ve bir robot olan BB-8'in güvenli bir şekilde Prenses Leia'ya götürülmesi gerekiyor. Bu görev henüz yeni tanışan Rey ve Finn'e kalıyor. Bundan sonrası tam bir macera ve soluksuz izlenecek bir film ortaya çıkarıyor.
İyi seyirler:())

25 Aralık 2015 Cuma

Emek Sineması'na Giderken - 2


İki hafta öncesinden alınmış biletler geliyor sıra.”Okul Yıllarım” yönetmen Lars Von Trier’in okul yıllarını anlatıyor. Biz sinema öğrencileri filmden o kadar zevk alıyoruz ki sormayın. Erik Nietzsche ile kendimizi özdeşleştiriyoruz. Film çekmek istediğimizi bir kez daha anlıyoruz.
Nietzsche’nin Danimarka Ulusal Film Okulu’na girme sonra da okuldan atılmama çabasını alkışlıyoruz. Kendi fikirlerini sonuna kadar savunan sinema yapabilmek için okulun bütçesini zorlayan hevesli yönetmen adayı. Yönettiği filmlerden bazıları “Dalgaları Aşmak”, “Karanlıkta Dans”, “Dogville”, “Manderlay”. Filmin son sahnesinde özellikle yükseklik korkusu olan oyuncuyu ikna ederek vinç ile ağaçların tepesine yükseliyor.Yükselmeyi de hak ediyor, fazlasıyla.
16 Nisan sabahı 10’da hızla evden çıkıyorum. Atlas sinemasının koltuğuna Hintli Tarsem Singh’in filmi olan “Düşüş”ü izlemek için kuruluyorum. Hastanede yatan küçük kızın genç oyuncu ile olan sıra dışı aşk hikayesini anlatıyor. Sakat kalan bu genç adam kıza bir öykü anlatmaya başlar. İngilizce bilen minik kız hevesle her gün onu dinlemeye gider. Anlatılan öyküde maskeli bir kabadayı, Afrikalı kaçak bir köle, Hintli bir mistik, İtalyan bir anarşist ve bir doğabilimci, ıssız bir adaya sürgün edilmişlerdir. Ve intikam yemini etmişlerdir. Günden güne heyecanı artar öykünün devamı için genç oyuncu kızdan bir takım ilaçlar bulmasını ister. Ne olacağından habersiz kız bir şekilde ilaçları bulur ancak öykünün bitmesi gerekir. Ama kötü son istemez minik kız. Güçsüzüm ben der genç adam. Bu masalda herkes ölmeli. Bütün Atlas sineması izleyicilerinin gözlerinden o gün bolca yaş gelir. Kız sonunda ikna eder. Taburcu olurlar genç adam film çekmeye devam eder, kız da elma toplamaya. Gözlerimizin (masalın canlandırıldığı sahneler özellikle) bayram ettiği bu film bana göre festivalin en iyi filmi. Ben X’in de yeri ayrı tabii.
Hemen kapanmak üzere olduğu söylentisi çıkan Beyoğlu sinemasına gidiyorum. Bir İtalyan filmi izleyeceğim “Düşünme”. Çıkışta yine konuşacağız “İtalyanlar bize ne kadar benziyor”. Punk rock yıldızı Stefano eksilen yaşamını tamamlamak için ailesinin yanına kısa süreliğine döner. Ancak sadece onun yaşamında eksiklikler yoktur. Özellikle tombiş abisinin yardıma ihtiyacı vardır. Babandan kalan fabrika kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Eşinden ayrılmak üzere olan abi teselliyi aşık olduğu fahişede arar. Lezbiyen olduğu sanılan yunus bakıcısı kız kardeş ise aşkını sessiz bir şekilde yaşamaktadır. Özellikle Şaman seminerlerine giden annesinin içinde artık saklayamayacağı bazı bilgiler vardır. Bu da Stefano’yu şoka sokmaya yeter. Filmde sürekli gülümseme halindeyiz (kahkaha atmadığımız zamanlarda). Helal olsun Gianni Zanasi diyorum. Çünkü insanları her yönleriyle gösterebilen film çekebilecek kadar cesur. Darısı bizim başımıza.Günün son seansında “Honeydripper Kulübü”ne uğruyoruz. Siyahların mücadelesini sonuna kadar destekliyoruz.
(Bu arada şiddetle sınavlarım devam ediyor.)
Stanislaw Mucha’ın “Umut” filmine gidiyoruz. Diğer arkadaşlar “Aşk Şarkıları”nda ben hiç de pişman değilim. Bu genç adamın idealist mi deli mi olduğuna karar veriyorum, deli.


"Düşüş"

Umut, Kieslowski ile birlikte “Renkler” üçlemesinin senaryosuna imza atan Krzysztof Piesiewicz’in “İnanç, Umut ve Aşk” adlı son üçlemesinin bir parçası. Devamını bekliyoruz.
Cuma hayırlı gündür diyoruz ve “Striptiz Hikayeleri” ile güne başlıyoruz. Manhattan’da bir bina var, içinde bir klüp var (yaşlı bir mülk sahibi de var), burada çalışan güzel kızlar var. Para sıkıntısı içindeki patron hala hayal kurmaya devam eder. Kızlar da striptiz grevine gider. Bu kızların da başka yetenekleri vardır (bale yapmak, şarkı söylemek gibi) kabare kültürüne de akşamları devam ederler. Kazandığı loto kağıdını kaybeden patron hala rahattır. Ve sonunda herkes mutludur. Az ışıkla çekilen bir film, ışık sanırım kızların içinde. “Kristof Kolomb’un Gizemi”nde sadece Portekiz anılarım canlandı. Cumartesi sabahı o güzel uykumdan fedakarlık edip “Ben X” e gidiyorum. Yine gözyaşı ve kurtarılması gereken bir hayat. Gerçek bir olaydan yola çıkılarak çekilmiş Belçika filmi 90 dakika. Bir bilgisayar oyunu olan ArchLord ile vakit geçiren Ben diğer çocuklardan biraz farklıdır. Normal hayata uyum sağlayabilmesinde bu oyunun yardımı olur. Onu rahat bırakmayan normal! çocuklar yüzünden Ben intihar etmeye karar verir. Ailesinde yardım ister. Annesinin dediği gibi “İlla birisinin ölmesi gerekir”. Çevrenin, medyanın duyarsızlığına bir meydan okumadır bu. Ben’in dışlanması demek onun ölmesini istemekler eşdeğerdir. Ancak o yine mücadeleye devam eder. Şaşırtıcı bir sonla film biter. Bakakalırız. Çat-pat İngilizce konuşan sevimli başrol oyucusu Greg Timmermans’dan filmin öyküsünü dinleriz. Dileriz kimseler ölmesin bu yolda. “Darling”in sabrına da hayran kaldıktan sonra enerjimi Pazar gününe saklıyorum. “Cam Dudaklar” MoMA’da ve Venedik Bienali’nde gösterilen ve otuz üç kısa videodan oluşan benzersiz derleme Blood of a Poet / Bir Şairin Kanı’ndan yola çıkılarak oluşturulan bir uzun metrajlı film. Akıl hastanesinde kalan şairin yaşadığı travmatik olayları hatırlamasını konu alıyor. Ve diğer önemli bir Güney Kore filmi “Çocuk Yönetmen”. 87 dakikalık film, 2007 yılında tamamlanmış. Kaybettiği babasının çizdiği resimleri yıkmak isteyen belediyeye karşı savaş açan minik yönetmen Seul’e gider. Amaç kamerasına film almaktır. Ve arkadaşının Rus annesini bulacağına söz verir. Köpeğiyle çıktığı yolculuğu köpeksiz tamamlar ve yıkılmış bir evi de karşısında bulur. Bu güzel çocuğu üzmek kimsenin hakkı değil, kendilerini lanetle kınıyorum. Woo-Yeol Lee’nin de ellerine sağlık.

Festivalimizi bol ödüllü Tunus filmi “Balıklı Bulgur” ile kapatıyorum. 35 sene tersanede çalışan Süleyman işten çıkarılır. Eve sadece balık getirebilen bu ezik adamın ilk evliliğinden dört çocuğu ve sevgilisinin de bir kızı vardır. Eski karısıyla arası pek iyi değildir. Otel sahibi güzel sevgilisi ise Süleyman’ın aktif bir insan olmasını onu ailesine kabul ettirmesini ister. Harekete geçip para kazanma zamanı gelmiştir. Eski bir tekne alınır ve akıllı üvey kızının yardımıyla balıklı bulgur işine girişilir. Son dakika golü ile bulgur kaybedilir. Ve Süleyman yollarda bulgur arar, üvey kız dansöz olup müşteriyi oyalar ve genç sevgili bulgur yapar. Bir şekilde herkes işler düzelsin ister, ancak kader denen şeye de arada inanmak lazım. Bu değişik yapım yine festivalin en iyilerinden. Başka film izlemeye enerjim ve zamanım kalmadı sanırım. Her seans sonunda bir bilet daha alayım demek çok güzeldi. Seneye kadar beklememiz gerekecek.


Emek Sineması'na Giderken...

Tarih 8 Nisan 2008. Günlerden Salı. 
27. Uluslararası Film Festivali’nin 4 . günü.
Ve ben hala festivale uğramamışım. Çok şansızım sanırım, çakışan vize sınavlarım bir yanda gitmek istediğim filmler diğer yanda. Yaklaşık 1 hafta önceden kitapçığımı almış ve 7 film seçmiştim. En azından diğerlerine  bilet bulamasam da ikinci haftam garanti diyorum. Zorlu  bir sınav çıkışı Taksim'deyim. Emek sinemasının gişesine “Güneşli Kent” (Milyang)e bir bilet” diyorum. İçeri girip koltuğumu buluyorum. Yanına oturduğum beyefendi bana soruyor “Recep İvedik filmi değil mi bacım?” Biletine bakıyorum, kendisine festival filmine geldiğini söylüyorum ve “Daha güzeldir emin olun” diyorum. Çekmeye başladığı tespihini yan koltuktaki kadının yardımıyla elinden bıraktırıyoruz.
“Milyang” Güney Kore’de bulunan bir kent aynı zamanda. Kore’nin 2008 Oscar adayı  olan filmin yönetmeni Lee Chang-Dong. 142 dakika olan filmde kocasını kaybettikten sonra oğluyla birlikte onun kentine yaşamaya giden Shin-ae’nin dramını anlatılıyor. Seul’den gelip mahalle yaşamına adapte olmaya çalışırken oğlunun kaçırılmasıyla alt-üst olan anne çözüm yolunu dinde buluyor. Ancak kısa bir süreliğine. Çevresinde dolanan araba tamircisi  Jong Chan’ın da onun için hiç anlamı yok. İçinde biriken acıları komşularıyla toplanıp dua etmekle aşacağını düşünen anne sonunda yanıldığını anlıyor. Boğazınızda bir yumrukla filmi izliyorsunuz. Ben fazla dayanamıyorum, mendiller sırılsıklam. Arada gülsek de “Güneşli Kent”i izledikten sonra bazı şeyler sorgulamaya başlıyorsunuz. Başka filme gerek yok artık diyorum. Recep İvedik’i izleyemeyen adam ise halinden gayet memnun. Eve gitme düşünme zamanı.                                

           
                                                           “Güneşli Kent” 2007 Güney Kore

Çarşamba gününün incilerinden “Utanç”. Son anda buluğumuz biletle Fitaş’a koşuyoruz. Rahat koltuklarda içimizi rahatlatamayacak filmi izlemeye başlıyoruz. Hana Makhmalbaf’ın ilk uzun metrajlı filmi. Yönetmen İranlı ve 1988 doğumlu ve kadın. Okula gitmek isteyen Baktay’ın bir günde başına gelenleri konu alan film 84 dakika. Oyuncuların çoğu amatör ve çocuk. En zorudur çocuk oyuncuyla çalışmak genç yönetmen de alnının akıyla çıkıyor bu işten. Bir defter bir kalem alabilmek ne kadar zor Baktay’ın kentinde. Yumurta satıp defter alacak parayı kazanmaya çalışıyor. Komşunun okula giden oğlu Abbas ona birkaç sözcük ve komik öykü anlatıyor. Abbas’ın peşine takılıp bir şeyler öğrenebileceği bir okul arıyor Afganistan dağlarında... Bamyan’da teröristçilik oynayan çocukların eline düşüyor. Güç bela aldığı defterinin sayfaları savaş uçağı oluyor, annesinin kalem yerine kullanmak istediği ruju da recm cezasının nedeni. İzleyici tedirgin, çocuklar Baktay’a zarar verecek mi? Bir grup küçük çocuk bu kadar şiddet dolu olabilir mi? Olamaz, olmamalı da. Çocuk dediğin oyun oynar, okula gider, büyümek ister ve en önemlisi çocuk barış ister. Zar zor ellerinden kurtulsa da gittiği okullar minik kızı kabul etmez. Abbasla eve dönerken kötü çocuklar yollarını keser ve teslim olmasını yani ölmesini isterler. Ellerindeki dal parçalarını ateşlerler ve Baktay ölmek istemez. ”Ben savaş oyununu sevmedim, oynamak istemiyorum.” Abbas kurtulması için bağırır.”Bu bir oyun ölmezsen özgür olamazsın, Öl Baktay!” Minik kız kendini tarlaya bırakır. Ve Buda heykeli şiddetli bir patlamayla yıkılır. Beklenmeyen bir son sahne. Acaba son mu? Bol ödüllü filmle savaş oyunu oynamak istemediğimizi bir kez daha anlıyoruz.

                                                     Utanç 2007 İran 

Filmin adı “Karoy”. Kazakistan yapımı, 95 dakika. Yönetmeni Zhanna Issabayeva. Bir adam ne kadar zayıf ne kadar güçsüz olabilir ve ne kadar yalancı, ahlaksız... Böyle insanlar vardır çevremizde ancak bunu konu alan bir film çekmek kaç kişinin aklına gelir ki? Azat hakkındaki bu dramatik komedi sayesinde hem gülüyoruz Azat’a hem küfür ediyoruz içimizden. Nasıl bir insansın sen ya, hırsızsın, dolandırıcısın, yalancısın üstüne bir de tecavüzcüsün. Katil de mi olacaksın yoksa? On parmağında on marifet! Her zaman dönüşün vardır Azat. Ancak senin tercihin nedir?
Cumayı “İkiye Bölünen Kız” ile kapatıyorum. Memnuniyetsizlikle. 115 dakika fazla sanırım iki aşk arasında kalmış bir kızı anlatmaya.Yine 2007 yapımı olan film Fransa - Almanya ortak yapımı. Genç, güzel bir hava durumu sunucusu. Aşık olduğu yaşlı ise alıntılar sayesinde yazarlık yapan bir adam.Ve kıza aşık olan zengin, şımarık bir çocuk. Bu aşk üçgeni tehlike arz ediyor. Fransız soğukkanlılığı beni yine şaşırtıyor.

Cumartesi arkadaşın zoruyla Marc Caro söyleşisine gidiyorum. Tasarımcı ve çizer olan yönetmen “Benim filmlerimi ya çok severler ya da nefret ederler” diyor. Ben seveceğimi tahmin edip Dante 01’e bilet alıyorum ama nafile. Tek ilgimi çeken sesin verdiği gerekli rahatsızlıklar ve kurgusu. Kendimi bir sonraki seansa saklıyorum “Denizanası”. Yine ödüllü bir film. İsrail-Fransa ortak yapımı olan film Tel-Aviv’de geçiyor. Yeni sevgilisinden ayrılmış beceriksiz garson kız Batya, güzel, kırık bacaklı ve kıskanç gelin Keren, Filipinli hasta bakıcı Joy ve çevrelerindeki insanların hayatları. Temelde yine sevgi var, anlıyoruz. Farklı hayatlardaki ilginç anlar gözetlenmeyi bekliyor.



20 Aralık 2015 Pazar

FARGO Season 2


Aslında her şey Gerhardtların işe yaramaz oğlu Rye'ın başını belaya sokmasıyla başlıyor. Daktilo satma işindeki arkadaşına yardım etme uğruna bir savcıyı öldürüyor, o da yetmiyormuş gibi barda çalışan diğer 2 kişiyi de vuruyor. Şehir dışındaki bu yerde yaralı olarak kaçmaya çalışırken oradan tesadüfen geçen Peggy ona çarpıyor. Ve farkında olmadan yaralı bir halde Rye'ı eve getiriyor. Hiçbir şey olmamış gibi yemek yapıyor, kocasıyla yemek yiyor. Garajdan gelen sesi farkeden Ed ise evde bir adam görünce afallıyor. Kim olduğunu ne olduğunu anlamadan manik haldeki adamı öldürmek zorunda kalıyor. Bir nevi nefsi müdafaa!
Lou ise şehrin sağlam polislerinden. Kayınpederi de polis, karısı kanser hastalığıyla boğuşuyor ve televizyon karşısında kendini kaybeden küçük bir kızı var. Üç kişinin öldürülmesi olayını çözmeye çalışıyor. Bir yandan da Fargo'nun adamlarını şehre gönderdiği kulağına çalınıyor. Lou hangi biriyle uğraşsın? Arkadaşı kasap Ed ve karısı Peggy'den asla şüphelenmiyor. Yine de kahraman olma yolunda yavaş yavaş ilerliyor.
Gerhardtlar Alman kökenli. Evde sürekli Şinitzel ve Apple Strudel! pişiyor. Baba Otto Gerhardt'a felç gelince yönetimin 3 kardeşten birine geçmesi isteniyor, aile arasında. Ancak anne Floyd hala hayatta olduğu için deli bozuk çocuklarına güvenemiyor. Ve mafya savaşında kazanmak için söz hakkını kimseye bırakmıyor. Kayıp olan Rye'ı Fargo'nun adamlarının öldürmüş olabileceği akla geliyor. Rye nerede diye onu tanıyan herkes araştırmaya başlıyor. 
Mike Milligan ve acımasız kasap kardeşler Gerhartları bitirmek için yola çıkıyor. Bu Mike için sandığı kadar kolay olmayacaktır. İşin sonundaki motivasyonunu bilse belki de kendini hiç yormayacaktır. Gerhardt kardeşler iktidarı bölüşmeye çalışıyor. Önemli olan Rye'ı bulmak değil. Sadece kızılderili Rye'ın izini sürüyor ve kendini kasap Ed'in evinde buluyor. Ed'in isteği çocuk sahibi olabilmek ve biriktirdiği para ile çalıştığı kasap dükkanını satın almak. Aslında sıradan insan için çok fazla şey istemiyor. Ancak yarı deli karısı Peggy'nin eve getirdiği adamı öldürdüğü için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlıyor. 
En sevdiğim sahne 2. bölümdeki Lou ve Ed'in gece kasapta buluştuğu an. Ed, Rye'ı dondurucudan çıkarıp küçük parçalara ayırmak için kasap dükkanına getiriyor. Ve bu esnada işten geç çıkan Lou oraya bacon almaya geliyor. Aceleyle kapıyı açan Ed, Rye'ın parmağının dükkana yuvarlanmasına neden oluyor. Neyse ki durumu kurtarıyor ancak oldukça heyecanlı ve komik bir sahneyi yaratıyor.


Fargo 2. sezonu gittikçe tırmanan bir olaylar silsilesiyle seyirciyi koltuğuna hapsediyor. Kimi zaman gülerek kimi zaman heyecanla izlenesi bir dizi. İlk sezondaki gibi aslında sıradan insanların mafyanın ortasına girip olayları karıştırabileceğini bize gösteriyor. Dışarıdan bakmak ve ona göre hareket etmek acemilerin şansı olabiliyor. Klasik Fargo'daki gibi öykü anlatanlar, garip olaylar da bu sezonda mevcut. Özellikle uçan daire sahnesi görülmeye değer.
İzleyicinin tahmininden farklı bir yola sapan Fargo, dizi yazarları için de iyi bir örnek teşkil ediyor. 3. Sezon Fargo 2017 senesinde gösterime girecekmiş. Bu da söylentiler arasında. Dizi severlere iyi seyirler:)


18 Aralık 2015 Cuma

Genciz. Güçlüyüz.


"Duvarlar Yıkmak" temalı Alman Filmleri İstanbul Modern'de başladı. Son zamanların en çok ses getiren ödüllü Alman filmlerinden bir seçki izleyicileriyle buluşuyor. "Genciz. Güçlüyüz." de 2014 yılında Burhan Qurbani tarafından çekilmiş bir film.
Siyah Beyaz çekilen film, 24 Ağustos günü yaşananları anlatıyor. 1992 senesinde yeni birleşen Almanya'nın bazı yerlerinde göçmenlere karşı nefret duygusu da baş göstermiştir. Gerek milliyetçi gençler, gerekse nazistler Asyalıları ve Müslümanları topraklarında istememektedirler. Rostock'taki Vietnamlıların yaşadığı konutlarda ayaklanma çıkmak üzeredir. 
Martin, göçmenlerle ilgilenen bir politikacıdır. Konutlarda yaşayanları tahliye edip etmeme konusunda kararsızdır. Siyasi kariyeri tehlikeye girmesin diye sesini çıkarmadan olup biteni izlemeye başlar. İnsanların can güvenliğini gözardı eder. Atladığı en önemli nokta, oğlunun bu ayaklanmayı çıkaran grubun içinde olmasıdır.
Stefan ise annesiz büyümüştür. Babası Martin onun kaç yaşında olduğunu bile bilmemektedir. Aşırı milliyetçi ve şiddet eğilimli bir arkadaş çevresi edinmiştir. Tüm gününü onlarla başıboş takılarak geçirmektedir.
Vietnamlı Lien, aynı gün Almanya'da oturma ve çalışma izni almıştır. Ülkesine geri dönmek istemediği için abisiyle de arası gergindir. Alman bir arkadaşı yüzünden işinden atılsa da evraklarını tamamlamış olduğu için kendini güvende hisseder. Oysa yaşadığı yerin önünde bir sürü yurtsever! onları evlerinden atmak hatta öldürmek için beklemektedir. Lien evden ayrılmak için ailesini ikna edemez ve onlarla binada kalırlar. 
Stefan gündüz sevdiği bir arkadaşının intihar ettiğini öğrenmiştir. Onu kaybetmenin üzüntüsünden çok ölüm duygusunu merak etmektedir. Arkadaşının aşkı da ona yazmaya başlayınca içindeki gelgitler büyür ve öfke ile birleşir. Bir anda iyi bir çocuk olabilecekken diğerlerinin etkisiyle saldırganlaşır. Babası Martin onu göçmenlerin binasında halkı galeyana getirirken görünce ne yapacağını şaşırır. Ancak iş işten geçmiştir. Binada yangın çoktan başlamıştır. Binadaki Vietnamlılar önce çatıya saklanırlar. Sonra Lien onun işten atılmasına neden olan Alman arkadaşından yardım ister. Sevgilisi de nazist olan kadın bir an tereddüt etse de tüm Vietnamlıları evine alır.
Can kaybı olmadan atlatılan gecenin ertesi sabahında Lien'in gördükleri tüm filmi özetliyor. Açılış sahnesinde boş bira şişelerini toplana 3 küçük çocuk bu sefer Vietnamlıların sığındığı yerin önüne geliyor. Lien'i görünce içlerinden biri eline taş alıp onlara doğru fırlatmaya yelteniyor. Bu da o gece yaşananların gelecek kuşakları nasıl etkilediğine dair sağlam bir örnek olarak izleyicinin hafızasında yer ediyor.

16 Aralık 2015 Çarşamba

Rüzgarın Hatıraları-Özcan Alper


Aram, İstanbul'da küçük bir matbaa işleten biridir. Hem gayrimüslim olması hem de hükumete karşı tavrı yüzünden zor günler yaşamaya başlar. Üstüne üstlük 2. Dünya Savaşı zamanıdır ve ülkede milliyetçilik ön plandadır. Eli sopalılar tarafından handaki dükkanı basılınca canını zor kurtarır. Adı da varlık vergisi dolayısıyla arananlar listesine girmiştir. Tek çaresi kaçmaktır. Bir avukat arkadaşının yardımıyla Karadeniz'e gider. Amaç oradan Sovyet-Gürcistan'a geçmektir.
Karadeniz'e geldiğinde onu Mikail karşılar ve eve giderler. Aram, bir süre çatı katında saklanır. Ve evde yalnız değildir. Kendisi gibi bir şeylerden kaçan Maria ile görünmez bir bağ kurar. Bir yandan şiir yazan Aram, bir yandan da gördüklerini kara kalem olarak çizer. Çocukluğuna dair hatırladıklarını da kağıda aktaran adam geçmişiyle de yüzleşecektir.
Özcan Alper'in "Sonbahar" filmini izlediğimde boğazımda bir şeyler düğümlenmişti. Sinemasal açıdan başyapıt sayılan işlere imza atan yönetmen bu kez "Rüzgarın Hatıraları" ile bizi geçmişe götürüyor. İnce detaylar, alt metinler konuşulmaya ve üstünde durulmaya değer.
Mutlaka sinemaseverler tarafından izlenmesi gerekiyor. İyi seyirler:))


14 Aralık 2015 Pazartesi

Frankenstein-Paul McGuigan


"Madem beni sevmeyecektin, beni neden yarattın?"
1700 yıllarının sonunda Londra'daki bir sirkte herkesin ucube diye adlandırdığı kambur çocuk aynı zamanda bilime de ilgi duymaktadır. Bu yeteneği sayesinde salıncakta gösteri yapan akrobat Lorelei yere düşünce hemen ona müdahale eder. Ve ölmek üzere olan kızın hayatını kurtarır. Dr. Victor Frankenstein da bu olaya şahit olur.  Cesetlerden parça toplamak için orada olan doktor, aynı zamanda kendine bir asistan bulduğunu anlar ve onu sirkten kurtarmaya karar verir.
Zorlu bir kovalamaca sonrasında sirkteki kambur Frankenstein'ın evindedir ve doktorun bir hamlesiyle kamburundan kurtulur. Artık ona hayatını borçludur. Doktorun tek isteği ise ona verilen görevleri halletmesidir. Eline gelen vücut parçalarını büyük bir özenle düzelten kamburun adı artık Igor'dur. 
Peşlerindeki dedektifi atlatarak, maddi imkansızlıklara göğüs gererek Victor'un hayalini gerçekleştirmeye çalışırlar. Dr. Frankenstein'ın hayali ise bir insan yaratmaktır.
İlk girişimleri Gordon olur. Tıp Fakültesi'nde bir grup insanı ve yatırımcıyı toplayıp maymuna benzeyen bir yaratığı canlandırırlar. İnsanlara saldıran Gordon, zar zor etkisiz hale getirilir. Bunu gören Finneganların zengin oğlu daha büyük bir insan için onlara maddi destek sağlamayı kabul eder. Igor'a göre; içinde insanlık olmayan bir yaratık ortaya çıkarmak çok tehlikelidir. Victor ise her şeyi göze alıp normal insanın iki kat boyutunda bir dev yaratmak için harekete geçer.
Mary Shelley'nin, Frankenstein adlı korku-fantastik romanından uyarlanmış bir film... Diğer uyarlamalara göre aslına daha sadık kalındığı söyleniliyor. Heyecanlı bir kurgusu var. Ve Frankenstein'ın neden bir insan yaratmak istediği güzel bir şekilde açıklanıyor. 
Başrol oyuncuları, Daniel Radcliffe ve James Mc Avoy güzel bir uyum yakalamışlar. Film heyecanla akıp gidiyor. Hatta ikincisinin de yolu açık gibi görünüyor.
İzlemek isteyenler için iyi seyirler:))


11 Aralık 2015 Cuma

Freeheld


Laurel başarılı bir polistir. Yakaladığı suçlular sayesinde şehrin suç örgütünü çökertilmiştir. Bu sayede teğmen olmasına çok az bir süre kalmıştır. Ancak cinsel kimliğini işteki partnerinden bile saklamak zorundadır. Çünkü polis teşkilatında kimse bir lezbiyenin teğmen olmasına sıcak bakmaz! 
Flört bulabilmek için saatlerce uzakta bir yerde voleybol oynamayı bile göze alır. İşte orada Stacie'nin dikkatini çeker. Aralarındaki yaş farkı Stacie için önemli olmasa da Laurel bundan önceleri biraz rahatsız olur. Laurel polis olmasından kaynaklı biraz emir veren sert bir insan portresi çizer. Stacie ise kendini serbest bırakarak ilişki yürüten, o anın tadını çıkaran özgür bir yapıya sahiptir. Laurel kendini yavaş yavaş onun ellerine bırakır. 
İkisinin tek isteği bir ev ve bir köpektir. Laurel bankadan kredi çeker ve resmi olarak partner olurlar. Yani maddi olan her şeyi paylaşma hakkına sahiptirler. El ele verip yeni aldıkları evi yaşanacak hale getirirler ve 1 seneleri çok mutlu geçer.
Ancak hesapta olmayan bir hastalık yüzünden zor günleri yaşamaya başlarlar. Laurel 4. evresinde bir kansere yakalanmıştır. Ve  o öldüğünde maaşını partnerinin alması için mücadeleye girişir. Stacie'nin tek isteği ise sevgilisiyle biraz daha vakit geçirebilmektir. Bu mücadele ise eşcinsel evliliğin yolunu açacaktır. 
Freeheld için iyi seyirler dilerim.
Not: Filmin sonunda gerçek hayat öyküsünden esinlenen çiftlerin fotoğraflarını görünce insanın boğazı düğümleniyor.

8 Aralık 2015 Salı

Listen To Me Marlon


Bilindik belgesellerden biraz uzak bir film; "Listen To Me Marlon". Ünlü aktör Marlon Brando'yu anlatıyor. Hem de kendi sesinden... Brando, yıllarca kasetlere konuşmuş. Yani üzüntülerini, geçmişle yüzleşmelerini ve nasıl oyunculuğa başladığını anlatmış. Kendince sözlü tarih çalışması yapmış. Hatta yüzü bir bilgisayar programı ile sanal ortama aktarılmış. Bunun için tüm mimiklerini kullanmış. 
Dayakçı bir baba ile romantik ve alkolik bir annenin oğlu olarak dünyaya gelmiş. Babasının fahişelerle birlikte olması ve annesine şiddet uygulaması onun babasına karşı düşman olmasını sağlamış. Annesinin bu yüzden günden güne erimesine ise katlanamamış. Hiçbir şeyi iyi yapamadığını düşünerek tüm enerjisini oyunculuğa vermiş. Stella Adler isimli bir tiyatrocu ile tanışması onun sahneye çıkmasına ve içindeki tiyatro aşkını keşfetmesine vesile olmuş. 
İyi filmlerde gerçekçi bir oyunculuk sergileyerek şöhretini günden güne arttırmış. "İhtiras Tramvayı" ile seyirciyi kalbinden yakalamış. İstemeyerek gittiği Askeri Okul'da bir ansiklopediden Tahiti fotoğraflarına bakıp orada olma hayalleri kurarken bir film sayesinde Tahiti ile tanışmış. Dünyanın en mutlu insanları Tahitililer imiş, Marlon Brando'ya göre. Orada huzur bulmuş. Ancak ikili ilişkilerinde de sorunlar yaşamaya başlamış. Kısa süren evlilikleri ortaya sonradan farkedeceği mutsuz çocuklarını çıkarmış. 
Diğer aktörler gibi ikinci plana atılmasından ziyade şişmanlaması ve artık oynayamayacak olması onu korkutmuş. Tam bu noktada "Baba" filmini çekmiş ve Oscar ödülü almış. Bu ödülü de protest tavrıyla öldürülen Kızılderililer için reddetmiş. Kimi zaman siyahilerin yanında olan Marlon, beyazlardan tepki çekmiş olsa da ezilenlerin yanında olmaktan vazgeçmemiş. Ardından tam da bazı şeylerin bittiğini düşünürken "Paris'te Son Tango" filminde oynamış. Yönetmen Bertolucci, Brando'nun içindeki karakteri çıkarmak için onun derinlerine inmiş ve ortaya müthiş bir oyun çıkmış. Ona minnettar olması gerekirken her yerde aleyhinde konuşan yönetmeni Brando asla affetmemiş.
Biraz da para kazanmak için hiç düşünmeden "Superman" filminde oynamış. Bu sayede yılın 3 ayı çalışıp geri kalan zamanda tatil yapabiliyormuş. 
Özel hayatında çocuklarının yaşadığı sorunlar yüzünden kendi aile ilişkisini sorgulamış. Babası gibi olmaktan kaçarken en az onun kadar kötü bir baba olduğunu farketmiş. Ancak iş işten geçmiş...
Yakışıklı ve yetenekli bir oyuncu dünya üstünde zor bulunur. Marlon Brando da kendine has oyunculuğuyla tüm sinema izleyicisinin gönlünde taht kurmuş. Annelerimize sorsak "Marlon Brando'yu nasıl bilirdiniz?" diye kesinlikle gözleri parlar ve gülümserler. Belki de Brando için bu tepki bile yeterlidir. Belgeseli izleyince anladığım bir diğer şey ise gençliğin gelip geçici olduğu. Umarım biz de bunun tadını yeterince çıkarırız.
İyi seyirler.


4 Aralık 2015 Cuma

Marina Abramovic-The Artist Is Present


"Sanatçı Aramızda" belgeseli, performans sanatçısı Marina Abramovic'in New York Modern Sanatlar Müzesi'ndeki (Moma) retrospektifine hazırlanma sürecini izleyiciye sunuyor. Bir yandan da Marina'nın geçmişini, eski performanslarını, hayatının aşkı olan Ulay ile tanışmasını ve birlikte yaptıkları çalışmaları anlatıyor.
Moma'daki performansı, 736 saat boyunca bir sandalyede hareketsiz oturmak. Ortada bir masa ve iki sandalye... Sanatçı Abramovic ise tam 3 ay boyunca haftanın 6 günü orada oturuyor. Müzenin açılışından kapanışına kadar. Karşısına gelen ziyaretçilerle görünmez bir bağ kuruyor. Daha doğrusu karşısına oturanlar öyle hissediyor. Çoğu da ağlayarak oradan ayrılıyor.
Abramovic Manifestosu: Sanatçı asla yalan söylememelidir. Sanatçı başka bir sanatçının eserlerini kopyalamamalıdır. Sanatçı başka bir sanatçıya aşık olmamalıdır. 
Tam da bu noktada yönetmen kamerasını Ulay'a çeviriyor. Bir performans sonrası Marina'nın yaralarını temizleyen Ulay ona aşık oluyor ve sanat yolunda birlikte çalışmaya başlıyorlar. Yaklaşık 5 sene karavanda yaşayıp Avrupa'nın köylerini geziyorlar. En mutlu günlerini birlikte yaşıyorlar. En iyi performanslarını sergilerlerken Ulay, sandalyede hareketsiz oturamayacak duruma geliyor ve performanstan çekiliyor. Askeri disiplinle yetişen Marina ise inatla sanatına devam ediyor. Ve iki aşığın arası açılmaya başlıyor.
Son performansları Çin Seddi'nde birbirlerine yürümek. İkisi yaklaşık 2000'er kilometre yol katedip birbirleriyle buluşuyorlar. Bu aslında bir veda niteliği taşıyor. Ağlayarak ayrılıyorlar. Özel hayatlarına başkalarıyla devam ediyorlar.
Araları hala gergin olan çift belgesel için buluşuyor ve Marina onunla yaşadığı karavanı görünce gözyaşlarını tutamıyor. Ulay ise hala onu sevdiğini söylüyor. Performans sırasında karşısına gelip oturan Ulay'ın ağlayarak ellerine tutan Marina'nın da aynı duyguları beslediği ortada.
Geçtiğimiz günlerde mahkemelik olan çift hala aralarındaki sorunu halledememiş görünüyor. En iyi performans sanatçılarından Marina'nın hayatını anlamak için "Sanatçı Aramızda" iyi bir belgesel. İyi seyirler:))





26 Kasım 2015 Perşembe

Ex Machina-Alex Garland


Ex Machina; Alex Garland tarafından yazılıp yönetilmiş bir bilimkurgu. İlk dakikasından itibaren sizi içine çeken bir film. Aslında bir patron, bir işçi ve bir yapay zeka arasından kimin üstün olduğunu anlatıyor. Bu biraz kabaca bir anlatım olsa da gelelim filmin konusuna.
Caleb, 26 yaşlarında dünyanın en büyük arama motoru sayılan bir şirkette kod yazılımcı olarak çalışmaktadır. Anne ve babasını küçükken bir trafik kazasında kaybetmiştir ve Long Island civarında küçük bir evde yaşamaktadır. Ayrıca kız arkadaşı yoktur. İş yerinde yapılan bir yarışmayı kazanır. Ödül; 1 haftalığına gözlerden uzak dağlık bir bölgede patronuyla zaman geçirecektir. Patronu Nathan ise biraz soğuk ve mesafelidir. Caleb bu durumu isole bir yerde yalnız yaşamasına verir. 
Nathan aslında Caleb'i oraya tatil için çağırmamıştır. Kimselere söyleyemediği bir robot üzerinde çalışmaktadır. Nathan'ın aklındaki tek soru robotun zeka testini geçip geçmediğidir. Bunu belirleyecek olan kişi ise Caleb'tir. Gizlilik anlaşması imzalanır ve Caleb robot kız Ava ile tanışır.
İlk seansta konuşurlar. Ava, normal bir insan gibi sorular sorar ve gereken cevapları verir. Ve Caleb diğer seanslar için heyecanlanır. Çünkü yavaş yavaş Ava'e aşık olmaktadır. 
Bir seansın ortasında elektrik kesilir ve Ava, Caleb'ı Nathan konusunda uyarır. Nathan göründüğü gibi biri değildir, aslında kötü bir insandır. Caleb ise kızın dayanılmaz çekiciliğine kapılır ve Nathan'ın sırrını çözmeye karar verir. Onun alkol bağımlılığından yararlanarak bir gece bilgisayarına girer. Ve evdeki hizmetçi Kyoko'nun bile bir robot olduğunu anlar. Diğerlerinden farklı konuşamamasıdır. Ve diğer robotları bulur. Caleb, kraldan çok kralcıdır. Ava ile özgürlüğe kavuşmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır. Nathan'ın hayatıyla oynamayı bile göze almıştır.
"İnsan mı üstün, robot mu?" sorusundan yola çıkılarak hazırlanan bir deneyin sonucu biraz hazin olsa da belki bir robotun özgür kalması sizi mutlu edebilir. İyi seyirler:))


20 Kasım 2015 Cuma

Jauja / Hayal Ülkesi-Lisandro Alonso


Jauja, bir babanın kayıp kızını aramasını anlatıyor. 1882 senesi Arjantin'de yerli halka karşı soykırım vardır ve çölde Zuluaga adlı acımasız önüne çıkan herkesi öldürmektedir. Danimarkalı yüzbaşı Gunnar ise bir çöl karakolunda görev yapmaktadır. 15 yaşındaki kızı Ingeborg de onunla çadırda yaşar. Lieutenant adlı orta yaşlı bir asker Gunnar'a kızına at hediye etmek istediğini ve onu dansa götürmek istediğini söyler. Gunnar ise buna karşı çıkar. Kızı Ingeborg, genç asker Corto ile kaçma planı yapar ve bir gece vakti ortadan kaybolurlar.
Gunner ise gün ağarırken yola çıkar, her ne pahasına olursa olsun kızını bulmayı kafasına koyar. Ancak girdiği yasak bölgede hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşır. Zuluaga Corto'nun boğazını kesmiş ve Ingeborg'u kaçırmıştır. Gunner aç ve susuz yoluna devam eder. Zaman ilerledikçe yönünü şaşırır ve halüsinasyonlar görmeye başlar. Bir köpek onu mağaraya götürür ve orada yaşlı bir kadınla karşılaşır. Ona yiyecek veren kadın Gunner'ın kızına benzemektedir. Ve kocasının yılan sokması sonucu öldüğünü, Gunner'ın istediği zaman oraya dönebileceğini söyler. 
Günümüzdeki geçen bir bölümde de Danimarka'da bir evde uyanan genç kız bahçedeki köpeklerle ilgilenir ve içlerinden bir tanesi kendini ısırmıştır. Onunla ormanda küçük bir gezintiye çıkar ve oyuncak asker bulur. 
Film bu anlatılanlardan belki biraz daha fazla ancak uzun planlar izleyiciyi sıkıyor. Film durağan bir akışta ilerliyor ve sonuç bölümü pek tatmin edici olmuyor. Bol vakti olanlar için; iyi seyirler.

15 Kasım 2015 Pazar

Spectre-Sam Mendes


Daniel Craig ile çekilen son James Bond serisi Spectre 007 vizyona girdi. Sam Mendes'in yönettiği filmin senaryosu John Logan tarafından yazılmış.
M, Bond'a gizli bir mesaj göndermiştir. "Eğer ben ölürsem sorumlusu ..." Bond o kişiyi bulması için harekete geçer. Ancak bunu istihbarattan saklaması gerekmektedir. Mexico City'de başlayan av Roma'da devam eder. Bond burada kocasını öldürüp dul bıraktığı Lucia ile tanışır ve onun hayatını kurtarır. Ve kadından gece toplanacak bir örgütün yerini öğrenir. Aston Martin arabasına atlar ve oraya gider. Lucia'nın dediği gibi "Orada merhamet yoktur" ancak James'in orada olduğunu bilen örgütün başkanı onu selamlayınca Aston Martin ile Roma sokaklarının tozu atılır. Heyecanlı kovalamaca aracın nehre gömülmesiyle son bulur. James ise Spectre örgütünü bulmuştur ancak parçaları birleştirmesi gerekmektedir.
Eski düşmanı Mr. White'ı bulur ve bazı bilgileri öğrenmek ister. Mr. White ise ondan kızını korumasını isteyip intihar eder. Aksi taktirde James onu öldürecektir. Nihayetinde Mr. White'ın kızı Madeleine bulunur ve aralarında aşk başlar. Asi güzel Madeleine ajan Bond'a direnince kötü adamlar tarafından kaçırılır. Karlar altındaki kovalamaca başarıyla sonuçlanır. İş kızı ikna etmeye kalmıştır.
Sorunun kaynağına inen James Bond bir aile bağıyla karşılaşır. Ve neden ona karşı savaşıldığını anlar. Bir yandan da istihbarattaki iş arkadaşları değişecek olan sisteme karşı birlik olmuşlardır. Onun da bu intikamla bağlantısı olduğu ortaya çıkar. Bond kararlılıkla bu işi sonlandırmaya hazırdır. Emekli olmadan önce!
Farklı ülkelerde çekilen sahneler izlenmeye değer. Filmdeki aksiyon bir an olsun izleyiciyi koltuğunda rahat bırakmıyor. En sevdiğim oyunculardan olan Christoph Waltz ise her ne kadar kötü adamı canlandırsa da yine harikalar yaratıyor. Yeni Bond kızı da oldukça güzel. Daniel Craig ise "Bu benim son işim" tadında takılıyor. İzlemek isteyenler için iyi seyirler.))

13 Kasım 2015 Cuma

Abluka-Emin Alper


İzlenmeden okunması sakıncalı olabilir:)

Kadir 20 sene hapis yattıktan sonra şartlı tahliye olur. Emniyette çalışan Hamza'nın ona uygun bir işi vardır. Bir çöp toplayıcısı gibi gecekondu mahallelerindeki çöpleri kontrol edecek, içlerinde bulduğu bomba yapım malzemelerini emniyete rapor edecektir. Kadir ön eğitimin ardından işe başlar ve bunu herkesten saklamak zorundadır. Kardeşi Ahmet'ten bile. Ahmet evlenmiş çocukları olmuştur, belediyede köpek itlaf ekibinde çalışmaktadır. Kadir onu ziyarete gittiğinde ailesi yoktur. Çünkü karısı başka bir adama gitmiştir. 
Ahmet'in yardımıyla Kadir bir ev tutar ve ev sahibi olan alt komşuları Ali ve Meral'de zaman zaman karnını doyurur. Kadir Meral'in güzelliğiyle büyülenir. Bir yandan da kardeşi Ahmet ile birlikte olduğunu gözlemler. Hatta bunun için onu bile uyarır. Ancak kendisinin cinsel yönden onu arzulamasının yanlış olduğunu düşünmez. Neticede Kadir içeriden yeni çıkmış bir insandır. Hayata tutunmak, hapse geri dönmemek için her şeyi yapmaya göze alır. Bir yandan da yeni bir hayat kurmaya kardeşi Ahmet ile arasını düzeltmeye çalışır.
Oysa Ahmet'in psikolojisi günden güne kötüye gitmektedir. Köpek öldürme işi artık anlamsız gelir. Ayağından yaraladığı bir köpeği evinde herkesten gizli iyileştirir ve onu arkadaş edinir. Sürekli kapısına gelen abisini görmek istemez. Ve rüyaları gerçek ile karışmaya başlar.
Kadir ise akşam pazarından aldığı döküntü bir daktilo ile emniyete rapor yazar. Mahalleli hakkındaki fikirlerini söyler. Önceleri Hamza bunu desteklese de Kadir'in alt komşularının terörist olduğunu anlamadığı için onu suçlar ve yazdıklarıyla dalga geçer. Kadir ise çok içlenir. Komşularının böyle bir şey yapacağını düşünmez. Tek dileği kardeşi Ahmet'i bu işin içinden çekip sıyırmaktır.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz. Ahmet'in yanlış hamlesi bir anda Kadir'in yanlış ihbarıyla birleşir ve korumak istediği kardeşi "Ölü olarak ele geçirilen terörist" haline gelir. Kadir ne kadar Hamza'dan intikam almak istese de başaramaz. Mahallede motosikletiyle gezinen kişinin 10 sene önce ortadan kaybolan kardeşi Veli olduğunu düşünür. Ne yazık ki onun infazına da Veli karar verecektir.

Görülmeye değer müthiş bir film.
Emin Alper yine harikalar yaratmış. Ve filmdeki oyuncular da. Sahne sahne incelenmesi gereken bir film Abluka. İyi seyirler.

NOT:
Ahmet'in gece dışarıda köpek sürüsü içinde kaldığı rüya.
Kadir'in tüm çöplerin yandığını gördüğü an.
Gökdelenlerin içindeki gecekondu mahalleleri.
Abluka altındaki bölge halkının yaşadıkları.
Sokak köpeklerinin et olarak satıldığını savunan belediyeci adamın hiddeti görülmeye değer sahnelerden.

10 Kasım 2015 Salı

La Giovinezza/Youth-Paolo Sorrentino


Alplerde müthiş bir otel... Misafirlerin amacı temiz dağ havası almak, fiziksel olarak rahatlamak ve dinlenmek... Bu 10 numara otel ayrıca yaşlıları gençleştiriyor! En azından Fred ve Mick genç olmayı umuyorlar. Tabi ki eski günlerine dönemeyeceklerini biliyorlar en azından kainat güzeline bakarak sevaba giriyorlar.
Mick senaryo yazarıdır. Otele 5 asistanıyla birlikte gelir ve yoğun bir şekilde senaryoyu bitirmek için gece gündüz çalışırlar. Bu proje Mick için çok önemlidir. Yıldız yaptığı eski bir aktris baş rolünde oynayacaktır ve en önemli eserlerinden biri olacaktır. Fred ise yıllardır en yakın arkadaşıdır.
Orkestra şefi olan Fred emekli olmaya karar vermiştir ancak İngiltere Kraliçesi ona bir konser daveti göndermiştir. Fred gelen aracıya evet demez. Ne yazık ki adam adam kraliçeye hayır cevabını götürecek kadar cesur değildir. Daha doğrusu ne yapıp edip Fred'in kendi bestelerini sahnede çalmasını sağlamalıdır. 
Fred, Venedik'te bir hastanede yatan karısını uzun süredir ziyarete gitmemiştir. Aynı zamanda asistanı olan kızı da bu konuda ona karşı öfke duyar. Fred'in sahneye çıkmama kararı da bununla bağlantılıdır. Onun bestelerini karısı söyleyememektedir. Ve o da emekli kalmakta kesin kararlıdır.
Mick'in oğlu ve Fred'in kızı evlidirler. Bir pop yıldızı Mick'in oğlunu kendine aşık eder ve ikisi ayrılırlar. Bu ikisinin arkadaşlığını etkilemez. Birbirleriyle sürekli iyi şeyleri konuşurlar. İki yaşlı sanatçı otelde kaldıkları sürece çevrelerinde olup bitenleri izlerler ve gençlerin hayata bakış açılarını anlamaya çalışırlar.
"Gençlik" rahat rahat tadı çıkarılarak izlenecek bir Paolo Sorrentino filmi. 


İyi seyirler:))



4 Kasım 2015 Çarşamba

Bulantı-Zeki Demirkubuz


"Var olmaktan başka hiçbir şey yok"
Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder. 
Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder. 
Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti yoktur. Bunu kadın söylediğinde gerçeği kabul edecek büyüklükten çok uzaktır.
Ona üstten davranan kadın gururla çekip gider. Aklı her ne kadar Ahmet'te kalsa da...
Oysa karşısına çıkan eski öğrencisi yaşından mıdır yoksa rahatlığında mıdır bilinmez ilk aklına geleni Ahmet'e dan dan söyler. O da irkilir. Önce "Seviyeni bil, sen benimle ne biçim konuşuyorsun" gibilerinden uyarır ama kızın umurunda olmaz. Çünkü kaybedecek bir şeyi yoktur. Ahmet kız için tek gecelik ilişkidir. 
Önce kitapları gelir. Gazetenin bile hep kitap ekini okur. O kadar birikimi Ahmet'te hiç göremeyiz. Ne aile ilişkilerinde ne aşk ilişkilerinde ne de yaşam biçiminde. Tek entel görünümü Kahvedan'a gidip tek başına şarap içmektir. Yani içi boş bir entelektüelliktir.
Filmin anlatım tarzı biraz sıkıcı olsa da merak uyandırıcılığı sayesinde izlettiriyor. En beğendiğim sahne ise; elektrikler kesilince kapıcı kadın gelir, elinde yanan mumundan Ahmet'e de bir mum yakar ve verir. Bence tamamen filmin en iyi sahnesi. 
Demirkubuz'un diğer filmlerinde de oyuncular doğal bir oyun sergiliyor. Ancak Bulantı'nın tüm kadınlarında hafif bir yapaylık var. Bu oyuncunun yönlendirilmediğinden kaynaklanıyor olabilir. Ya da yönetmen başrolde de oynarken kendi oyunculuğunu baz almış diğerlerini es geçmiş olabilir. 
"Sevişme sahnelerinde oynayacak oyuncu bulamadım" diyen Demirkubuz, başrolde kendisi oynamış. Acaba çekilen sevişme sahneleri atıldı mı yoksa sadece bu kadar mıydı? Çünkü filmde pek açık seçik bir seks sahnesi görülmüyor. Bu rolü kimseye vermek istememiş de olabilir. (Tüm sevişme sahneleri de gerçeklikten uzak, sadece Özge ile kapıda yaşadığı ön sevişme buna yaklaşabilmiş).
Küçük bir rolde oynamasını anlayabilirim ancak çektiği bir filmin başrolünde oynamak Demirkubuz'un yönetmenlik açısından çok şey kaçırmasına sebep olmuş gibi görünüyor. Örneğin yer yer çerçeveleme sorunu ile karşı karşıya kalmış bir film. Kendisinin sette oyuncunun egosunu yıkmak için onları ezmeye çalıştığını duymuşluğum var. Tek merak ettiğim kendi oyunculuğuna da bu kadar acımasızca yaklaşıyor mu? Filmde kendi karısını ve oğlunu oynatması ve filmi onlara adaması kendisi açısından gurur duyulacak bir şey olabilir ama filmin konusu itibarıyla şüpheye düşürecek bir durum. Gerçi sanatta olur böyle şeyler. Yönetmen burada cesur davranmış:))
Zeki Demirkubuz acaba kendi içinde de böyle mi? Diye düşünmeden edemiyor izleyici. (Arkamdaki 3 teyze de bunu söylüyordu). Çünkü oynadığı karaktere hiç yabancı değil. Akademisyen olarak sınıfta kitapları sesli okuduğu bölümler ondan biraz uzak kalmış olsa da genelinde Ahmet=Zeki.
Kibirliliği en doğru anlatmak böyle olurdu. Her şeye rağmen burnundan kıl aldırmayan, biraz kaba ve duyarsız bir adamın değişmeyen tutumu Bulantı'da mevcut.
Demirkubuz sineması sevenlere; İyi Seyirler.


2 Kasım 2015 Pazartesi

Mustang-Deniz Gamze Ergüven


Yukarıdaki kare; 5 kız kardeş olan Sonay, Selma, Ece, Nur ve Lale'nin okul çıkışı arkadaşlarıyla denizde oynadığı sahneden. Bence filmin en iyi, en sinematografik sahnesi. Ancak kardeşlerin yaşamlarını alt üst eden bir an...
Anne ve babaları öldükten sonra babaanneleri tarafından büyütülen ve amcaları tarafından gözetilen! kızlar mahalle baskısı ile karşılaşır. Sırf arkadaşlarıyla denizde oyun oynadılar dile komşu kadın bir dedikodu çıkarır. "Kendilerini erkeklerin omuzunda tatmin ettiler" lafı tüm kasabada yankılanır. Bunu duyan babaanne kızları büyükten başlayarak odaya kapatıp döver. Belki bu dayak sayesinde akılları başlarına gelecektir. Kızları zaman zaman taciz eden amca ise namus bekçiliği yaparak onları bekaret kontrolüne götürür. "Neyse ki kızlar bakiredir" diyerek seyirci bile anlamsız bir derin nefes alır. Çünkü bekaret bir kızın her şeyidir. Onu kaybederse sebebine bakılmaksızın öldürülebilir. Bu topraklarda bu meşrudur.
Aslında Mustang tam da bunu konu alıyor. Tam gençliklerini hatta çocukluklarını yaşayacakları zamanda kendi kanlarından birileri tarafından hayatlarının mahvedilmesi... Sırf kadın oldukları için...
Gezmek, dolaşmak kızlara haram olur ve ev de günden güne hapishaneye döner. Demir kapılar, parmaklıklar ve dışarı çıkma yasağı... Evlenene kadar evde beklemek zorundadırlar. Babaanne komşulardan aldığı yardımlarla kızlara kadınlığı öğretir. Nasıl dolma sarılır, mantı açılır, bunları öğrenirken kızların üstlerinde de yeni dikilmiş ucube elbiseleri vardır.
İnadına isyan derler ve futbol maçına kaçarlar. Belki de birlikte en mutlu oldukları andır. Hepsi deli gibi bağırır, dans ederler. Evde ise maçı izleyecek amca ve arkadaşları kızları ekranda görmesin diye Emine halaları elektriği keser hatta trafoyu patlatır. 
Sonay'a görücü gelir. Onu öven babaanne bir anda planı değiştirip Selma'yı öne çıkarır. Çünkü Sonay bir sevgilisi olduğunu söyler ve onu isteme koşuluyla istemediği adamla evlenmekten kurtulur. Selma ise hiç memnun değildir. Sonay da sevdiği adamla evleneceği için kısmen memnundur. Gerdek gecesi Selma ilişkiye girdikten sonra kanama olmaz ve kapıda çarşaf bekleyen örümcek beyinli aile soluğu hastanede alır. Oradaki doktor Selma'ya biriyle birlikte olup olmadığını sorar. O da "Tüm dünyayla yattım" der kimseyle birlikte olmadığı halde... 
Sıra ortanca kıza gelir. Ece ise durumu daha trajiktir. İstemediği biriyle evlenmeyi beklemek ve amcasının tacizlerinden kurtulmak için intihar eder. Evde kalan diğer kızlar günlerce yemek yiyemez ve matem bitince evlenme sırası Nur'a gelir. Askere gidecek bir adamla sözlenir ve düğün gecesi küçük kız kardeşi Lale'nin kaçma planını kabul eder. Lale maça kaçarken onları kamyonetiyle minibüse yetiştiren çocuğu abi olarak hafızasına yazar ve daha önce de ona araba kullanmasını öğretmiştir. Kendilerini eve kilitleyen kızlar düğün alayı gittikten sonra amcalarının arabasını alıp kaçarlar. Lale'nin kamyonetli abisi de onları yolda bulur ve İstanbul'a giden bir araca bindirir.
Lale, tayini  İstanbul'a çıkan öğretmenini bulur ve ona sımsıkı sarılır. Yine boğazımızda bir yumruk ile filmin jeneriğini görürüz. Aslında her şey bu kadar kolay olmamıştır, olmamalıdır da...
Mustang sadece 5 kız kardeşin hayatının nasıl mahvolduğunu anlatmıyor, bizi bize anlatıyor. Hemen hemen her gün gazetede okuduğumuz, televizyonda gördüğümüz çocuk gelinler, tecavüzler, ensestler, aile için şiddet, zorla evlendirme ve kadın cinayetlerini önümüze seriyor. 
Deniz Gamze Ergüven'in ilk uzun metraj filmi hem Cannes'da büyük ilgi gördü hem de Fransa'nın Oscar adayı oldu. Yolu açık olsun. Umarım ki böyle güzel kız kardeşler birbirinden böyle ayrılmaz.

Detay:
Denize yüzmeye gidiyoruz diyerek yorganların çarşafların arasında oynanan oyun.
Ece'nin amcasına tepki olarak arabada hiç tanımadığı biriyle sevişmesi.
Kızların bir bahçeden elma yerken eli tüfekli adamın onları kovalaması.
Komşu Petek'in dedikodusu üzerine kızların onun üstüne yürümesi.
Kızların evden kaçmak için yastıklara saç dikmesi.
TV'de Bülent Arınç'ın "Kadının İffeti" hakkında mantıksızca konuşması.




28 Ekim 2015 Çarşamba

Before We Go-Chris Evans


Hafif bir romantik komedi izlemek isteyenler için Before We Go iyi bir seçim gibi duruyor. Nick, New York'taki Grand Central Terminal'inde müzik yaparak vakit öldürmektedir. İstasyonun kapanmak üzere olmasına aldırış etmez. Tam o esnada Brooke koşarak perona gider ve tren çoktan hareket etmiştir. Boston'a giden son trendir ve Brooke'un başka parası yoktur. Nick ona yardımcı olmak ister. Brooke ise ilk etapta bir yabancıya güvenemez ve gerçek adını söylemez. Bir barda otururken Prada marka çantası çalınmıştır. Tüm kredi kartları ve parasını kaybetmiştir. Eve giden son treni de kaçırdığı için ne yapacağını bilememektedir. 
Nick ise ona çantasını bulma sözü verir. İkisi bara giderler ve çantayı çalan hırsızların yerini öğrenirler. Nick bir kahraman edasıyla hırsızlardan çantayı almaya çalışır ancak Brooke polis çağırmıştır ve Nick adamlardan bir yumruk yer. New York sokaklarında geceye devam ederler. Brooke evli olduğunu itiraf eder ve kocası sabah eve gelmeden evine gitmek zorundadır. Nick ise onu eve göndermek için bir süre şansını denese de başarılı olamaz.
Zaman ilerledikçe ikili birbirine yakınlaşır. Brooke kocasına bir mektup bırakıp onu terk ettiğini sonra da pişman olup geri dönmek istediğini söyler. Nick ise 6 senedir görmediği eski sevgilisini o gece göreceğini anlatır. Yardım etme sırası bu kez Brooke'tadır. Nick'in sevgilisi gibi davranacak ve eski sevgilisini tekrar kazanmaya çalışacaktır. Yine evdeki hesap çarşıya uymaz ve Nick vazgeçilemez biri olmadığını anlar. Tıpkı aldatılan Brooke gibi.
Aşktan darbe yiyenleri birleştiren New York'ta, ikili aslında karşılaşmalarının tesadüf değil de kaderin bir oyunu olabileceğini düşünmeye başlar. Belki bir daha görüşmeliyiz diye birbirlerine şans verirler. Önce sonuçlandıracakları mevzular vardır...

25 Ekim 2015 Pazar

Ben, Earl ve Ölen Kız-Alfonso Gomez-Rejon


Lise son sınıfa giden Greg, sosyal bir çocuk gibi görünse de aslında asosyaldir. Okuldaki farklı tiplerle iyi anlaşıyor gibidir, her grupla bir hukuku vardır ancak kendisi bir arkadaş grubuna ait değildir. Çocukluk arkadaşı Earl onunla öğretmeninin odasında oturup sürekli bir şeyler izler. Greg'in babası sıkı bir Avrupa Sineması hayranıdır. Greg babasının film koleksiyonunu yalayıp yuttuğu için Earl ile kendi kendilerine filmler çekmeye çalışırlar. Bu komik ama ilginç filmlerin sayısı az da değildir. Annesine göre ise bu sosyalleşme şekli yeterli değildir. Kalbini birilerine açmalı hem sevmeli hem de kaybetmeyi öğrenmelidir. 
Sınıf arkadaşı Rachel kanser olur. Ve Greg'in annesi oğlunu Rachel ile arkadaşlık kurması için zorlar. Greg önceleri buna karşı çıksa da günden güne Rachel ile yakınlaşır. Birlikte sıkça vakit geçirirler. Earl de onlara katılır. Aslında Greg'in yavaştan hoşlandığı okulun güzel kızlarından biri onun Rachel için film çekmesi gerektiğini aklına sokar. Greg ise yeni tanıştığı biri için ne çekeceğini bilmemektedir. Bu süreçte bir takım gelgitler yaşar. Derslerini de ihmal etmeye başlamıştır.
Üç arkadaşın hiç aklından çıkmayacak an birlikte merdivenlerde dondurma yedikleri gündür.
Earl, Greg'e tepki gösterir. Çünkü dibine kadar yaşayamamaktadır. Her ne kadar ikisi kavga etse de okulda çıkan bir arbede de Earl onu korur. Elini taşın altına sokma sırası Greg'e gelmiştir. Okulun güzel kızıyla baloya gitmek üzere limuzin ile yola çıkar. Ancak aklı hastanede yatan Rachel'dedir. Ona çektiği filmi izlettirir ve unutulmayacak bir an yaşar. Aniden fenalaşan kız komaya girdikten sonra bir daha uyanamaz... 
Greg ise 6 aylık sürede en yakın arkadaşı olan Rachel'e olan yoğun duygularını anlamlandırmaya çalışır. Cenaze günü Rachel'in odasında gözyaşlarıyla arkadaşını hatırlar. Odasının duvarlarına dokunur ve onun kitaplarını inceler. Yokluk hissi içine işlemeye başlar. Greg artık ergenliği bitirmiş ve büyümüştür. Rachel'in sözünü dinler ve kabul edilmek için üniversiteye tekrar yazı yazar.
17 yaşından 18'e geçiş Greg için hem keskin hem de hızlı olur. Ne mutlu ona ki hayatında bir daha karşılaşamayacağı güzel bir arkadaşlığı yaşamıştır. Hem de hasta olan Rachel'e mutluluğu yaşatmıştır. Jesse Andrews'ın romanından sinemaya aktarılan, Ben, Earl ve Ölen Kız'ı izlemek isteyenlere; İyi Seyirler!


17 Ekim 2015 Cumartesi

Annemle Geçen Yaz-Anna Muylaert


2015 Sundance Jüri Oyunculuk Özel Ödülü
2015 Berlin Panorama İzleyici Ödülü
2015 Valletta En İyi Yönetmen 

"Annemle Geçen Yaz" Filmekimi'nin en iyi filmlerinden... 
Val, Sao Paulo'daki bir zenginin evinde hizmetçilik yapmaktadır. Yaklaşık 10 senedir çalıştığı evin hanımından daha yakındır evin çocuğuna. Ve kendi kızını geride üvey anneye bırakarak gelmiştir. O yüzden pek sesli söyleyemez kızının varlığını ve onu özlediğini. Fabinho'nun saçını okşar, uyuşturucu kullanmasını ailesinden gizler ve tüm evlat sevgisini ona verir. Özellikle onun bademli çikolatalı dondurmasını kızına bile yedirmez. Ailenin güveni Val'a karşı sonsuzdur çünkü tüm evin düzeni yıllardır ondan sorulur. İşini bir kere bile aksatmamıştır. O yüzden kredisi yüksektir. 
Üniversiteye hazırlanmak için gelen Jessica'yı uzun süredir görmemiştir. Havalimanında karşılaştığında ağlamamak için kendini zor tutar. Kızı ise daha soğuktur. Kendisini bırakan annesini affetmeye pek niyetli değildir. Yolda Jessica 'patronların evine' gitmek istemediğini söylese de pek seçme şansı yoktur. Val iş yerinde binbir ricayla ona adasında bir yatak hazırlamıştır. Ancak Jessica orada kalmak istemez. Misafir odasına yerleşir. Evin sahibi Carlos'un zaafından yararlanarak hizmetçi kızı muamelesi görmez. O artık evin misafiridir.
Salonda evin beyi ile yemek yeme, annesine iş buyurma, evin oğluyla havuzda yüzme ve  kurallarını ihlal etme davranışları Val'ı çileden çıkarır. Aslında Jessica zengin ve fakir ayırımı o evde kırmaktadır. Rahat davranışları ile paranın önemsiz olduğunu gösterir. Aile onun mimarlık okuma isteğini çok zengince bulup aşağılarken o evin oğlundan yüksek puan alıp hepsine gereken cevabı verir.
Jessica annesine kızıp evi terketse de annesinin onun ve hiç görmediği torunu için işten ayrılması taşların yerine oturduğunu gösteriyor. Uzak bir mahallede, küçük de olsa insanın kendi evi gibisi yok! Özellikle hanımı Barbara'ya aldığı kahve fincanı setini yanında getirmesi de takdire şayan. 

Detaylar
Val'ın hal ve hareketleri tam bir evhamlı, disiplinli hizmetçi portesi çiziyor. Oldukça başarılı:))
Jessica'nın zenginlere ve düzene karşı çıkan hali örnek oluyor.
Fabinho'nun üniversiteyi kazanamayınca dil kursu için yurtdışına gönderilerek bir kez daha evden uzaklaştırılması. 
Barbara'ya alınan fincan takımı ve siyah-beyaz uyumsuzluğu son sahnede bize doğruyu gösteriyor.
Carlos'un mutfakta dizlerinin üzerine çöküp Jessica'ya evlilik teklifi etmesi ve kız şaşırınca şaka yaptığını söylemesi oldukça komik.
Val'ın kızının girdiği havuza gece vakti girmesi ve orada kızıyla telefonda konuşması en önemli detaylardan birkaçı.
İyi seyirler.))


Mia Madre-Nanni Moretti


2015 Cannes Kiliseler Birliği Ödülü
2015 David di Donatello En İyi Kadın Oyuncu-En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü

Yazar ve yönetmen Nanni Moretti yine harikalar yaratmış... Yarı-otobiyografik filmi "Mia Madre" hem düşündürüyor hem de güldürüyor. Hastaneye yatırılan annesinin iyileşmesini bekleyen Margherita, günden güne durumunun ciddileştiği gerçeğiyle başa çıkmaya çalışır. Aynı zamanda yönetmendir ve işçilerin direnişi hakkında bir film çekmektedir. Annesinin hastalığı set zamanına denk gelince gündüz sahneleri çeker akşam da hastanede annesini bekler. Kafasını toplayabilmek için sevgilisinden bile ayrılmıştır. 
Kızı tatilden dönünce anneannesiyle Latince çalışmak için sabırsızlanır. Ne yazık ki anneannenin gücü buna yetmemektedir. Bu zayıflık ve acizlik ise Margherita'yı çileden çıkarır. Annesine zaman zaman kızar. Eski günlerde annesine karşı ne kadar sert olduğunu fark eder. Bu yüzleşme onun şimdiki ilişkilerini sorgulamasına yardım eder.
Özellikle abisinin hastalığa karşı metin oluşunu kaldıramaz. Kendini yıpratmaya devam eder. Annesinin ölmekte olduğunu kabul edemez. Biraz hayatı yumuşatmak da film için yurt dışından gelen başrol oyuncusuna kalır. Berry bunu bilerek yapmasa da Margherita sette çileden çıkar. Çünkü Berry repliklerini ezberleyemez ve sürekli sette ona vakit kaybettirir. İkisi bir gün şiddetli bir şekilde kavga ederler. Berry'nin ise bilinmeyen bir durumu vardır. Margherita kimsenin mükemmel olmadığını kabul etmeye başlar. Ve olacaklara kendini hazırlamaya çalışır.
Nanni Moretti kalbe dokunur filmler yapmakta usta. "Sevgili Günlüğüm" ve "Oğul Odası" da yönetmenin en iyi filmlerinden. Hayatın acısını, tatlısını bir arada doğru bir ölçüyle harmanlayan Nanni Moretti'nin ellerine sağlık:))
Özellikle setteki yönetmeni anlattığı bölümler izleyiciyi kahkahaya boğuyor. "Yönetmen her zaman haklıdır" sloganını ise bağıra bağıra söylüyor.


Güneş Tepedeyken-Dalibor Matanic


2015 Cannes Juri Ödülü-Belirli Bir Bakış
2015 Pula En İyi Film-En İyi Yönetmen-En İyi Yardımcı Kadın ve Erkek Oyuncu

"Güneş Tepedeyken" Balkanlarda 3 ayrı dönemde geçen aşkları anlatan bir film. Etnik sorunlar yüzünden yıllarca düşman olan aynı halkın insanları... Ve yanlış taraftakine aşık olmak...
1991 yılında Sırplar ve Hırvatların yaşadığı iki ayrı köy. Nehir kenarında buluşan sevgililer şehre gitme ve birlikte yaşama planları yaparlar.  Bandoda borazan çalan çocuk mücadelesini müziğiyle vermeye çalışır. Kızgın abi ise kendini zorunlu askerliğin kurbanı gibi görse de kız kardeşine sahip çıkmak zorundadır. Evden kaçan kızı geri getirmek nelere mal olacaktır?
Yıl, 2001 savaş sonrası evlerine dönmeye karar veren bir anne ve kızı. Ellerinde çantalarıyla henüz kimsenin dönmediği köylerine varırlar. Odaların yaşanacak hali kalmamıştır. Anne tek başına evi düzeltmeye çalışır. Oğlunu şehit veren kadın evine Hırvat bir tamirci çağırır. Kızı ise onu düşman olarak görür ve tavır yapar. Oysa farkında olmadan ona aşık olmuştur. 
2011 yılında şehirde üniversitede okuyan çocuk, sahil partisi için doğduğu köye gelir. Arkadaşlarıyla çıktığı yolculuğa yalnız devam eder. Çünkü uzun zamandır uğramadığı baba evinde şaşkınlıkla karşılanır. Tam partiye gidecekken fikrini değiştirir. Eski sevgilisinin evine gider. Orada istenmez çünkü odada uyuyan çocuğunu yıllar önce bırakıp gitmiştir. Kendini partiye atıp olayı unutmak istese de başaramaz. Geçmiş her zaman arkasından gelecektir.
Hırvatistan'ın Oscar adayı filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler.

16 Ekim 2015 Cuma

İnatçılar-Grimur Hakonarson


2015 Cannes Belirli Bir Bakış Ödülü
2015 Transilvanya İzleyici Ödülü
2015 Palic En İyi Film Ödülü

İki kardeş tam 40 yıldır birbirine küstür. Yanyana evlerde yaşamalarına rağmen birbirleriyle konuşmazlar ve iletişimlerini köpeğin ağzına verdikleri kağıtlar sayesinde sağlarlar. "İnatçılar" ismi buradan gelmektedir. Gummi ve Kiddi ödüllü koyunlar yetiştirir. İzlanda'nın geniş arazilerinde otlanan besili koyunlar ve koçlar onlara yarışmalarda sürekli derece getirir.
Düzenlenen son yarışta Gummi'nin koyunu ikinci olur. Ve bunu sindiremez. Çünkü Kiddi'nin koyunu birinci gelmiştir. Onu kontrol eder ve bulaşıcı bir hastalığa yakalandığını görevlilere söyler. Koyunu muayene edilen Kiddi ise sinirden kudurur ve kardeşinin evine gidip onu tüfekle tehdit eder. Hala aralarında diyalog yoktur. 
Veteriner Kiddi'nin koyununda hastalık belirtisi bulur ve tüm vadideki koyunların itlaf edilmesine karar verilir. Tüm köy ne yapacağını bilemez. Çünkü uzun zamandır bu hastalık yoktur ve eğer koyunlar itlaf edilirse gelecek 2 sene boyunca nasıl geçineceklerini bilmemektedirler. Kiddi koyunlarının yanına kimseyi yanaştırmaz. Gummi ise eline aldığı bir silahla koyunlarını öldürür. Bir yandan da ahırları temizler ve otları yok eder.
Kiddi, kendini alkole verir ve yolda donmaktan birkaç kez kardeşi sayesinde kurtulur. Gummi'nin bodrumda sakladığı bir sırrı vardır. Ödüllü koçu ve hamile kalmış koyunları.)) Hiç sesini çıkarmadan onlara bakmaya devam eder. Ta ki bir görevli farkedene kadar...
İtlaf ekibi yola çıkınca Gummi kardeşinden yardım ister. İkisi de türün tek örneği olan koyunları kurtarmak için yola çıkarlar. Önde koyunlar arkada küçük arazi araçları kar fırtınasının içine girerler. Bir süre sonra koyunlar gözden kaybolur ve Kiddi donmak üzeredir. İki kardeş kardan yapılan bir sığınakta birbirine sarılarak beklemeye başlarlar. 40 yıllık küslük orada bitmiştir ancak yaşam savaşı ne kadar devam eder o meçhuldür. 
İzlanda'nın Oscar adayı olan film Kuzeyli bir mizah anlayışına sahip. Güzel bir kapanış sahnesiyle biten "İnatçılar" filmini izlemek isteyenlere; İyi seyirler!





Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...