Tarih 8 Nisan 2008. Günlerden Salı.
27. Uluslararası Film
Festivali’nin 4 . günü.
Ve ben hala festivale uğramamışım. Çok şansızım sanırım, çakışan vize sınavlarım bir yanda gitmek istediğim filmler diğer yanda. Yaklaşık
1 hafta önceden kitapçığımı almış ve 7 film seçmiştim. En azından diğerlerine bilet bulamasam da ikinci haftam garanti
diyorum. Zorlu bir sınav çıkışı
Taksim'deyim. Emek sinemasının gişesine “Güneşli Kent” (Milyang)e bir bilet”
diyorum. İçeri girip koltuğumu buluyorum. Yanına oturduğum beyefendi bana
soruyor “Recep İvedik filmi değil mi bacım?” Biletine bakıyorum, kendisine
festival filmine geldiğini söylüyorum ve “Daha güzeldir emin olun”
diyorum. Çekmeye başladığı tespihini yan koltuktaki kadının yardımıyla elinden
bıraktırıyoruz.
“Milyang” Güney Kore’de bulunan bir kent aynı zamanda. Kore’nin 2008
Oscar adayı olan filmin yönetmeni Lee
Chang-Dong. 142 dakika olan filmde kocasını kaybettikten sonra oğluyla birlikte
onun kentine yaşamaya giden Shin-ae’nin dramını anlatılıyor. Seul’den gelip
mahalle yaşamına adapte olmaya çalışırken oğlunun kaçırılmasıyla alt-üst olan
anne çözüm yolunu dinde buluyor. Ancak kısa bir süreliğine. Çevresinde dolanan
araba tamircisi Jong Chan’ın da onun
için hiç anlamı yok. İçinde biriken acıları komşularıyla toplanıp dua etmekle aşacağını
düşünen anne sonunda yanıldığını anlıyor. Boğazınızda bir yumrukla filmi
izliyorsunuz. Ben fazla dayanamıyorum, mendiller sırılsıklam. Arada gülsek de
“Güneşli Kent”i izledikten sonra bazı şeyler sorgulamaya başlıyorsunuz. Başka
filme gerek yok artık diyorum. Recep İvedik’i izleyemeyen adam ise halinden
gayet memnun. Eve gitme düşünme zamanı.
Çarşamba gününün incilerinden “Utanç”. Son anda buluğumuz
biletle Fitaş’a koşuyoruz. Rahat koltuklarda içimizi rahatlatamayacak filmi
izlemeye başlıyoruz. Hana Makhmalbaf’ın ilk uzun metrajlı filmi. Yönetmen
İranlı ve 1988 doğumlu ve kadın. Okula gitmek isteyen Baktay’ın bir günde
başına gelenleri konu alan film 84 dakika. Oyuncuların çoğu amatör ve çocuk. En
zorudur çocuk oyuncuyla çalışmak genç yönetmen de alnının akıyla çıkıyor bu
işten. Bir defter bir kalem alabilmek ne kadar zor Baktay’ın kentinde. Yumurta
satıp defter alacak parayı kazanmaya çalışıyor. Komşunun okula giden oğlu Abbas
ona birkaç sözcük ve komik öykü anlatıyor. Abbas’ın peşine takılıp bir şeyler
öğrenebileceği bir okul arıyor Afganistan dağlarında... Bamyan’da teröristçilik
oynayan çocukların eline düşüyor. Güç bela aldığı defterinin sayfaları savaş
uçağı oluyor, annesinin kalem yerine kullanmak istediği ruju da recm cezasının
nedeni. İzleyici tedirgin, çocuklar Baktay’a zarar verecek mi? Bir grup küçük
çocuk bu kadar şiddet dolu olabilir mi? Olamaz, olmamalı da. Çocuk dediğin oyun
oynar, okula gider, büyümek ister ve en önemlisi çocuk barış ister. Zar zor
ellerinden kurtulsa da gittiği okullar minik kızı kabul etmez. Abbasla eve
dönerken kötü çocuklar yollarını keser ve teslim olmasını yani ölmesini
isterler. Ellerindeki dal parçalarını ateşlerler ve Baktay ölmek istemez. ”Ben savaş oyununu sevmedim, oynamak
istemiyorum.” Abbas kurtulması için bağırır.”Bu bir oyun ölmezsen özgür olamazsın, Öl Baktay!” Minik kız kendini
tarlaya bırakır. Ve Buda heykeli şiddetli bir patlamayla yıkılır. Beklenmeyen bir
son sahne. Acaba son mu? Bol ödüllü filmle savaş oyunu oynamak istemediğimizi bir
kez daha anlıyoruz.
Filmin adı “Karoy”. Kazakistan yapımı, 95 dakika. Yönetmeni
Zhanna Issabayeva. Bir adam ne kadar zayıf ne kadar güçsüz olabilir ve ne kadar
yalancı, ahlaksız... Böyle insanlar vardır çevremizde ancak bunu konu alan bir
film çekmek kaç kişinin aklına gelir ki? Azat hakkındaki bu dramatik komedi
sayesinde hem gülüyoruz Azat’a hem küfür ediyoruz içimizden. Nasıl bir insansın
sen ya, hırsızsın, dolandırıcısın, yalancısın üstüne bir de tecavüzcüsün. Katil
de mi olacaksın yoksa? On parmağında on
marifet! Her zaman dönüşün vardır Azat. Ancak senin tercihin nedir?
Cumayı “İkiye Bölünen Kız” ile kapatıyorum. Memnuniyetsizlikle.
115 dakika fazla sanırım iki aşk arasında kalmış bir kızı anlatmaya.Yine 2007
yapımı olan film Fransa - Almanya ortak yapımı. Genç, güzel bir hava durumu
sunucusu. Aşık olduğu yaşlı ise alıntılar sayesinde yazarlık yapan bir adam.Ve
kıza aşık olan zengin, şımarık bir çocuk. Bu aşk üçgeni tehlike arz ediyor. Fransız
soğukkanlılığı beni yine şaşırtıyor.
Cumartesi arkadaşın zoruyla Marc Caro söyleşisine gidiyorum.
Tasarımcı ve çizer olan yönetmen “Benim
filmlerimi ya çok severler ya da nefret ederler” diyor. Ben seveceğimi
tahmin edip Dante 01’e bilet alıyorum ama nafile. Tek ilgimi çeken sesin
verdiği gerekli rahatsızlıklar ve kurgusu. Kendimi bir sonraki seansa
saklıyorum “Denizanası”. Yine ödüllü bir film. İsrail-Fransa ortak yapımı olan
film Tel-Aviv’de geçiyor. Yeni sevgilisinden ayrılmış beceriksiz garson kız
Batya, güzel, kırık bacaklı ve kıskanç gelin Keren, Filipinli hasta bakıcı Joy
ve çevrelerindeki insanların hayatları. Temelde yine sevgi var, anlıyoruz.
Farklı hayatlardaki ilginç anlar gözetlenmeyi bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder