İki hafta öncesinden alınmış biletler geliyor sıra.”Okul
Yıllarım” yönetmen Lars Von Trier’in okul yıllarını anlatıyor. Biz sinema
öğrencileri filmden o kadar zevk alıyoruz ki sormayın. Erik Nietzsche ile
kendimizi özdeşleştiriyoruz. Film çekmek istediğimizi bir kez daha anlıyoruz.
Nietzsche’nin Danimarka Ulusal Film Okulu’na girme sonra da
okuldan atılmama çabasını alkışlıyoruz. Kendi fikirlerini sonuna kadar savunan
sinema yapabilmek için okulun bütçesini zorlayan hevesli yönetmen adayı.
Yönettiği filmlerden bazıları “Dalgaları Aşmak”, “Karanlıkta Dans”, “Dogville”,
“Manderlay”. Filmin son sahnesinde özellikle yükseklik korkusu olan oyuncuyu
ikna ederek vinç ile ağaçların tepesine yükseliyor.Yükselmeyi de hak ediyor,
fazlasıyla.
16 Nisan sabahı 10’da hızla evden çıkıyorum. Atlas
sinemasının koltuğuna Hintli Tarsem Singh’in filmi olan “Düşüş”ü izlemek için
kuruluyorum. Hastanede yatan küçük kızın genç oyuncu ile olan sıra dışı aşk
hikayesini anlatıyor. Sakat kalan bu genç adam kıza bir öykü anlatmaya başlar. İngilizce
bilen minik kız hevesle her gün onu dinlemeye gider. Anlatılan öyküde maskeli
bir kabadayı, Afrikalı kaçak bir köle, Hintli bir mistik, İtalyan bir anarşist
ve bir doğabilimci, ıssız bir adaya sürgün edilmişlerdir. Ve intikam yemini
etmişlerdir. Günden güne heyecanı artar öykünün devamı için genç oyuncu kızdan
bir takım ilaçlar bulmasını ister. Ne olacağından habersiz kız bir şekilde
ilaçları bulur ancak öykünün bitmesi gerekir. Ama kötü son istemez minik kız. Güçsüzüm
ben der genç adam. Bu masalda herkes ölmeli. Bütün Atlas sineması izleyicilerinin
gözlerinden o gün bolca yaş gelir. Kız sonunda ikna eder. Taburcu olurlar genç
adam film çekmeye devam eder, kız da elma toplamaya. Gözlerimizin (masalın
canlandırıldığı sahneler özellikle) bayram ettiği bu film bana göre festivalin
en iyi filmi. Ben X’in de yeri ayrı tabii.
Hemen kapanmak üzere olduğu söylentisi çıkan Beyoğlu
sinemasına gidiyorum. Bir İtalyan filmi izleyeceğim “Düşünme”. Çıkışta yine
konuşacağız “İtalyanlar bize ne kadar benziyor”. Punk rock yıldızı Stefano
eksilen yaşamını tamamlamak için ailesinin yanına kısa süreliğine döner. Ancak
sadece onun yaşamında eksiklikler yoktur. Özellikle tombiş abisinin yardıma
ihtiyacı vardır. Babandan kalan fabrika kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Eşinden
ayrılmak üzere olan abi teselliyi aşık olduğu fahişede arar. Lezbiyen olduğu
sanılan yunus bakıcısı kız kardeş ise aşkını sessiz bir şekilde yaşamaktadır. Özellikle
Şaman seminerlerine giden annesinin içinde artık saklayamayacağı bazı bilgiler
vardır. Bu da Stefano’yu şoka sokmaya yeter. Filmde sürekli gülümseme
halindeyiz (kahkaha atmadığımız zamanlarda). Helal olsun Gianni Zanasi diyorum.
Çünkü insanları her yönleriyle gösterebilen film çekebilecek kadar cesur. Darısı
bizim başımıza.Günün son seansında “Honeydripper Kulübü”ne uğruyoruz. Siyahların
mücadelesini sonuna kadar destekliyoruz.
(Bu arada şiddetle sınavlarım devam ediyor.)
Stanislaw Mucha’ın “Umut” filmine gidiyoruz. Diğer
arkadaşlar “Aşk Şarkıları”nda ben hiç de pişman değilim. Bu genç adamın
idealist mi deli mi olduğuna karar veriyorum, deli.
"Düşüş"
Umut, Kieslowski ile birlikte “Renkler” üçlemesinin
senaryosuna imza atan Krzysztof Piesiewicz’in “İnanç, Umut ve Aşk” adlı son
üçlemesinin bir parçası. Devamını bekliyoruz.
Cuma hayırlı gündür diyoruz ve “Striptiz Hikayeleri” ile
güne başlıyoruz. Manhattan’da bir bina var, içinde bir klüp var (yaşlı bir mülk
sahibi de var), burada çalışan güzel kızlar var. Para sıkıntısı içindeki patron
hala hayal kurmaya devam eder. Kızlar da striptiz grevine gider. Bu kızların da
başka yetenekleri vardır (bale yapmak, şarkı söylemek gibi) kabare kültürüne de
akşamları devam ederler. Kazandığı loto kağıdını kaybeden patron hala rahattır.
Ve sonunda herkes mutludur. Az ışıkla çekilen bir film, ışık sanırım kızların
içinde. “Kristof Kolomb’un Gizemi”nde sadece Portekiz anılarım canlandı. Cumartesi
sabahı o güzel uykumdan fedakarlık edip “Ben X” e gidiyorum. Yine gözyaşı ve
kurtarılması gereken bir hayat. Gerçek bir olaydan yola çıkılarak çekilmiş
Belçika filmi 90 dakika. Bir bilgisayar oyunu olan ArchLord ile vakit geçiren
Ben diğer çocuklardan biraz farklıdır. Normal hayata uyum sağlayabilmesinde bu
oyunun yardımı olur. Onu rahat bırakmayan normal! çocuklar yüzünden Ben intihar
etmeye karar verir. Ailesinde yardım ister. Annesinin dediği gibi “İlla
birisinin ölmesi gerekir”. Çevrenin, medyanın duyarsızlığına bir meydan
okumadır bu. Ben’in dışlanması demek onun ölmesini istemekler eşdeğerdir. Ancak
o yine mücadeleye devam eder. Şaşırtıcı bir sonla film biter. Bakakalırız.
Çat-pat İngilizce konuşan sevimli başrol oyucusu Greg Timmermans’dan filmin
öyküsünü dinleriz. Dileriz kimseler ölmesin bu yolda. “Darling”in sabrına da
hayran kaldıktan sonra enerjimi Pazar gününe saklıyorum. “Cam Dudaklar” MoMA’da
ve Venedik Bienali’nde gösterilen ve otuz üç kısa videodan oluşan benzersiz
derleme Blood of a Poet / Bir Şairin Kanı’ndan yola çıkılarak oluşturulan bir
uzun metrajlı film. Akıl hastanesinde kalan şairin yaşadığı travmatik olayları
hatırlamasını konu alıyor. Ve diğer önemli bir Güney Kore filmi “Çocuk
Yönetmen”. 87 dakikalık film, 2007 yılında tamamlanmış. Kaybettiği babasının
çizdiği resimleri yıkmak isteyen belediyeye karşı savaş açan minik yönetmen
Seul’e gider. Amaç kamerasına film almaktır. Ve arkadaşının Rus annesini
bulacağına söz verir. Köpeğiyle çıktığı yolculuğu köpeksiz tamamlar ve yıkılmış
bir evi de karşısında bulur. Bu güzel çocuğu üzmek kimsenin hakkı değil,
kendilerini lanetle kınıyorum. Woo-Yeol Lee’nin de ellerine sağlık.
Festivalimizi bol ödüllü Tunus filmi “Balıklı Bulgur” ile
kapatıyorum. 35 sene tersanede çalışan Süleyman işten çıkarılır. Eve sadece
balık getirebilen bu ezik adamın ilk evliliğinden dört çocuğu ve sevgilisinin
de bir kızı vardır. Eski karısıyla arası pek iyi değildir. Otel sahibi güzel
sevgilisi ise Süleyman’ın aktif bir insan olmasını onu ailesine kabul
ettirmesini ister. Harekete geçip para kazanma zamanı gelmiştir. Eski bir tekne
alınır ve akıllı üvey kızının yardımıyla balıklı bulgur işine girişilir. Son
dakika golü ile bulgur kaybedilir. Ve Süleyman yollarda bulgur arar, üvey kız
dansöz olup müşteriyi oyalar ve genç sevgili bulgur yapar. Bir şekilde herkes
işler düzelsin ister, ancak kader denen şeye de arada inanmak lazım. Bu değişik
yapım yine festivalin en iyilerinden. Başka film izlemeye enerjim ve zamanım
kalmadı sanırım. Her seans sonunda bir bilet daha alayım demek çok güzeldi. Seneye
kadar beklememiz gerekecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder