Ana içeriğe atla

Agorafobi Belgeseli

Dün akşam Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü'nün düzenlediği etkinliğe katıldım.
Yönetmen İmre Azem'in son filmi Agorafobi gösteriliyordu.
Öncelikle en büyük sıkıntı Karaköy'deki mimarlar odasının gösteri salonu minicik.
Sadece 10 kişiye gösterim, sunum yapmak üzere planlanmış.
Diğer tarafta bekleme salonu anlamsız geniş, daha önce orada söyleşiler oluyordu ancak o salona sığmak imkansız.
Ne zaman mimarlarla film izlesem kıpır kıpırlar, yerlerinde duramıyorlar:)) Hep bir hareket, not tutma yanındakiyle konuşma falan yani! O ayrı bir araştırma konusu.
Neyse gelen geldi gelen geldi, yer kalmadı sandalyeler toplandı sıkış sıkış oturuldu.
Güzel, akıcı bir belgesel başladı, İmre Azem'in ellerine sağlık.
Kentsel Dönüşüme karşı duruşunu net bir şekilde ortaya koymuş.
Hollanda Altyapı ve Şehircilik Bakanlığı'ndan, BM Habitat temsilcilerinden oluşan bir grup mimarı önce Ankara'nın kentsel dönüşümünü göstermek için bir proje alanına götürüyorlar.
Orada proje sorumlularına gayet mantıklı sorular soruyorlar ve mantıklı cevap alamıyorlar.
Ardından evleri yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan yerlere gidip mahalle dokusunu inceliyorlar.
Oradaki insanlarla konuşuyorlar. Bakanlık ve TOKİ görevlilerinden daha mantıklı cevaplar veren halk bu durumdan şikayetçi.
Ellerinden zorla, 3-5 kuruşa alınan tek katlı, ferah evlerinin yerine. 30 katlı anlamsız, kibrit kutusu gibi evleri 50-70 bin gibi borçlanma ile onlara kakalıyorlar.
En az 20 kat çıkılıyor. O arazinin yapısının, dokusunun, şehircilik anlayışına uygunluğu göz ardı edilerek.
Hollanda'da bu tarz oluşumların 100 sene önce yapıldığının altı çiziliyor.
Bizim insanımız duyduğu tecrübeden yararlanmaz, okuduğu kitaplardakini o sayfalarda bırakır.
Kendi yapari bozari kırar, deneme yanılma yöntemiyle öğrenmeye çalışır.
Bu sürede çevresindeki dokuya, canlıya zarar verir.
Bu belgesel bunun güzel bir özetiydi.
Kentsel dönüşüm adı altında kafalarına göre konut yapan insancıkların mide bulandırıcı öyküsü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...