Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-9 Diğer Günler

 

DİĞER GÜNLER

Son günlerde yaşanan kayıplar Suzan’ı üzmüştü, her ne kadar yeni tanımış olsa da. Amacını hatırlaması gerekiyordu: Huzurevi Kampüsünün tadını çıkarmak! Liza gibi kaygısız olmak ömrünü uzatacaktı. Kitap kulübü toplantısına siyah giyerek gitti, Kara Kitap üzerine konuşacaklardı. Kütüphane bahçesinde oturan kitap kurtları beyaz giymişti. Suzan çirkin ördek yavrusu gibi aralarına katıldı. Orhan “Suzan Hanım ile geçen hafta kütüphanede karşılaştık. Ona bu hafta konuşacağımız Kara Kitap’ı okumasını önerdim.” Suzan ekibin onu hoş geldin diye karşılamasını beklerken beyaz saçlı bir kadın “Suzan Hanım niçin siyah giyindiniz?” diye sordu. Suzan’ın ağzından dökülüverdi “Siz niçin beyaz giyindiniz?” Kadın alaycı güldü “Biz ne giyeceğimizi bir hafta öncesinden konuşuruz, bu hafta beyaz giymeye…” Orhan lafı kadının ağzına tıkamıştı “Önemli değil, Suzan Hanım kitabı okudunuz mu?” Suzan başıyla onayladı. Kadın üstüne gitmeye kararlıydı “Anladınız mı?” Suzan bozuldu “Anlamayacak bir durum yok.” Orhan’a benzeyen başka bir adam “O anlamda sormadı, malum Kara Kitap’ı okumak başka anlamak başka bir şey, bu kitabı anlamayanlar için kitap yazıldı, hatta üniversitelerde dersler verildi.” Suzan gerildi “Tam olarak neyi anlamamışlar?” Kadın atıldı “Kitap içinizi kararttı demek ondan siyah giyindiniz.” Birkaç kadın gülüştü. Suzan bunlarla takılmaya meraklı değildi ancak açık da vermek istemiyordu. Kitap üzerine sohbet başladı, Suzan tek kelime etmedi, kitabı inceledi, anlaşılan o ki muzur biri kitabın içini beyaz dizi aşk romanıyla değiştirmiş, kapağı sonradan yapıştırmıştı çünkü konuşulanlarla okuduğu farklıydı, ayrıca kitap bir gecede okunacak kadar hafif değildi. Orhan sordu “Kitaptaki Suzan karakteri Galip ile telefonda konuşurken sesinin gerçekten de Celal’inkine benzediğini söylüyor sizce bu bir aynalama mı yoksa gerçek mi?” Suzan soruyu üstüne alındı adından dolayı, ani bir cevap verdi “Gerçek, arayan Celal bence” ortamda sessizlik oldu, rahatlamak için uçan serçeleri saydı. Kulüp üyeleri bir sonraki hafta Kara Kitap’ın daha önce çözülmemiş sırlarını okumak için sözleştiler, Suzan davet edilmemişti. Umurunda da değildi. Orhan ona doğru geldi, ona birkaç kitap önerdi ve gitti. Arkadaşları Orhan’ı eleştiriyorlardı muhtemelen Suzan’ı çağırıp ortamı bozduğu içindi. Suzan sahile doğru giden entel ama kompleksli ekibe baktı. Kafasını dağıtmaya karar verdi.

Alışveriş merkezinde indirim günleri başlamıştı. Kumru mağazalara hızla girip çıkıyordu. Suzan ağırdan alıyordu, ucuz ve kaliteli bir ürünü kaçırmak istemezdi. Kumru Vehbi’yi anlatıyordu. Adam esprili ve centilmendi, yaşına göre dinçti. Gelecek planı yapmıyor, Kumru’ya sürekli çiçek alıyordu. Suzan, Tezer’in ona yaptığı zorbalığı ve aldığı cevabı hiç anlatmadı kibarca onu uyardı. Ne de olsa Vehbi uzun süre Tezer ile çıkmıştı, aniden biten ilişkinin sebebi ne olabilirdi? Kumru geçmişini sormadığını söyledi. Suzan üstüne gitmedi ikisi limonata içip dış dünyayı seyrettiler. Takım elbise giymiş adamlar ellerinde telefonlarıyla iş görüşmesi yapıyor, anneannesi tarafından bakılan çocuklar dondurma yemek için ortalığı ayağa kaldırıyor, okuldan çıkan gençler harçlıklarını birleştirip patates kızartması sipariş ediyordu. Kumru Eflatun’u sordu. Suzan onunla ilgili ne anlatacağını bilemiyordu adam o kadar belirsizdi ki, sadece monologdan ibaretti. Kumru, Suzan’ın Battal’a maçta avazı çıktığı kadar “Susun” diye bağırarak haksızlık ettiğini söyledi, onu çok aşağıladığı için adam bozulmuş kendini geri çekmişti. Suzan şaşırdı, ilk fırsatta arasını düzeltecekti çünkü Battal ne de olsa ilk arkadaşıydı. Kuaför işi pazartesiye kalmıştı, Kumru susmak bilmiyordu saat çabucak geçmişti.

Akşam yemeğinde Ahmet ve July’ın masasına oturdu Suzan. Gözü kapıdaydı, Battal gelince hemen masaya davet edecekti. Kumru ve Vehbi aynı renk giyinip gelmişlerdi, sinema gecesine hazırdılar. Battal kapıdan gelince Suzan el salladı, adam hiç oralı değildi. En sonunda kalkıp yanına gitti. Battal nazlanıyordu, Suzan “Yanlış davrandıysam özür dilerim, sabrımı taşırmıştın” dedi. Battal yanağından makas aldı “Affettim seni, bir daha el alemin ortasında bana oflayıp puflama” dedi. İkisi anlaştılar. Masaya gelen Battal “Suzan peşimden koşuyor görüyor musunuz?” esprisini yaptı. Suzan da güldü, abartılı bir şekilde. Mario kapıdan içeri girdi, Liza ile birlikteydiler. Suzan’a uzaktan selam verip kapıya yakın bir masaya oturdular. Battal dün geceki partiyi sordu Suzan’a. Geçen haftaki gibi keyifli olmadığını söyledi, muhtemelen Mithat Bey’in vefatı herkesi üzmüştü. July itiraz etti “Burada her hafta birini cennete uğurluyoruz zaten.” Suzan şaşırmıştı, her hafta bir kişinin ölmesi normal değildi.

Sinema salonunun en güzel koltuklarına oturdular. Orson Welles’in 1938 senesinde çektiği “Too Much Johnson” filmini canlı orkestra eşliğinde izlediler. Kapanışta alkışlamaktan elleri ağrımıştı. Kapı önünde Liza ve Mario film üzerine sohbet ediyorlardı. Battal çoktan iyi geceler dileyip gitmişti. July ile Ahmet de kafede bir şeyler içmek için ekipten ayrıldılar. Vehbi, Kumru ve Suzan’ı yatakhaneye bırakmayı önerdi. Üçü yavaş yavaş yürüyorlardı. Suzan spor salonunun duvarında bir gölge gördü. Onu kovalayan daha sonra da onun kovaladığı gölge gibiydi. Suzan takibe başladı. Vehbi ve Kumru da tam arkasındaydı. İki adım sonra Suzan birbiriyle öpüşen çifti gördü. Kumru an kısa bir nida attı. Vehbi ise “Olamaz!” diye bağırdı. Öpüşen iki gölge Eflatun ve Tezer’e aitti. Suzan’ın tansiyonu çıktı. Eflatun dediğini yapmış kendini rahat bırakmıştı. Tezer ise intikam ateşini böylece söndürmüştü.

Ertesi gün kahvaltı masasında kimse konuşmuyordu. Kumru çok bozulmuştu, Vehbi ortalarda yoktu. Suzan kafasına takmayacağını kendine telkin edip duruyordu. Eflatun nikahlı kocası değildi ya, zaten git-gel akıldı. Kumru pişmanlık duyuyordu “Suzan benim yüzümden oldu!” Suzan “Kadın ne yapabilir diyordun ya görmüş olduk” dedi Kumru’nun gözyaşları akmaya başladı. Suzan “Kumru ağlama lütfen” diye onu teselli etti. Kumru aşkını kaybettiğine kanaat getirmişti, onun macerasının acısı Suzan’dan çıkmıştı. Suzan güçlü ve temkinli görünmeye çalışıyordu “Kumru buraya niye geldik? Huzurlu bir hayat yaşamaya, kendimize acı çektirmenin anlamı yok!” Kumru başıyla onayladı, annesini kızdırmak istemeyen çocuk gibiydi. Mario kahvaltıya gelince Suzan ona el salladı “Bak yeni arkadaşlar ediniyoruz, bunlar hain değildir belki!” Kumru gözyaşlarını silip güldü. Battal nerede acaba? Suzan ciddileşti “O kadar sabırlı değilim şu an.” İkisi zoraki güldüler, kalpleri kırılmıştı.





ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...