Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-13 -Sonun Başlangıcı

 

SONUN BAŞLANGICI

Suzan ve Kumru alışveriş merkezindeki indirim günlerinde kendilerine uygun bir şey bulamamışlardı. Suzan telefoncuya gitti. Son model telefonlar çok pahalıydı, almaktan vazgeçti. Telefoncunun hacker diye hitap ettiği arkadaşı gelince Suzan kendini tutamadı “Çocuğum sizden bir ricam olacak. Bir arkadaşımız Fransa’ya gideceğini söylemişti, oradaki huzurevinin telefonunu bize bulabilir misiniz?” Kumru şaşırdı, Suzan ona beklemesini söyledi. Hacker çocuk kapüşonunu kafasına taktı “Teyze ne istiyorsun anlamadım.” Suzan sandalyeyi çekti oturdu, Kumru da karşısındaydı, lafı uzatmadan Liza’nın izini bulmalarını istedi. Cebinden biraz para çıkardı. Hacker güldü, telefoncu bilgisayarını uzattı “Teyzeleri mi kıracağız, çay içer miyiz?” Hacker hariç herkes çay içiyordu, Suzan, Liza’nın uçak bileti alıp almadığını da kontrol ettirmişti. Hiçbir kaydı yoktu. Suzan, Hacker’ın telefon numarasını aldı, bir gelişme var mı diye onu arayacaktı. Çıkarken onlara az da olsa para bıraktı. Liza’nın nerede olduğunu bulmak için Mücella’nın yattığı hastaneye gittiler. Bir tek bu bilgiye ulaşmışlardı hacker sayesinde.

Göz alıcı Mücella gitmiş yerine mezarı yeni açılmış bir mumya gelmişti. Kadın kimseyi tanımıyordu. Kırılan kalçası düzelmemişti. Kumru çaktırmadan ağlıyordu “Bu kadına ne olmuş Suzan” diye evziniyordu. Suzan olayları anlamak için soğukkanlı davranması gerektiğine kanaat getirmişti. Mücella’ya soru soruyordu ama hiç yanıt alamıyordu. Bakıcı geldi. Suzan “Kızım Mücella arkadaşımız, en son gördüğümde at biniyordu, düştü, bize kalçası kırıldı dediler ama şimdi başka sorunları mı var bize anlatır mısın?” Bakıcı derin bir nefes aldı “Mücella Hanım geldiğinden beri serumla besleniyor, daha önce hangi ilaçları aldığını, nasıl beslendiğini bilmiyoruz. Büyük ihtimalle bağışıklık sistemi zayıfladı bu da enfeksiyona neden oldu. Ani değişim sonucunda yaraları da kalçası da iyileşmedi. Ne yazık ki bilincini de kaybetti. Arkadaşınız için üzgünüm.” Kumru ağlamaya başlayınca bakıcı onu odadan çıkardı. Suzan Mücella’nın yanına yaklaştı. Kadın hiçbir şeye tepki vermiyordu. Suzan arkadaşının elini sıkıp onunla vedalaştı.

Kumru ile yemeğe gittiler, iştahları yoktu. Mücella’yı o halde görmek ikisini de sarsmıştı. Hastane odasında yalnız ve ölmek üzereydi. Ahmet ve July yemeğe geldiğinde tatil için eşya topladıklarını anlatıp heyecanlarını paylaştılar. Battal ortalarda yoktu. Suzan yatakhaneye giderken spor salonu çevresinde onu aradı, bulamadı. Mario kazı alanında örtüyü kaldırmış birkaç fotoğraf çekiyordu. Suzan’ı görünce eli ayağına dolaştı “Suzan selam, nereye gidiyorsun?” Suzan “Ne yapıyorsun?” Mario “İskeletleri merak ettim.” Suzan “Ölüleri rahatsız etme yoksa sana musallat olurlar!” Mario kahkahalarla güldü “Mamma mia! Böyle şeylere inanıyor musun?” Suzan mezarlara yaklaştı “Burada Pamuk yatıyor.” Mario konuşmasını bekliyordu. Suzan “Sahilde bir kedi buldum. Odama götürdüm. Onu iyi besleyemediğim için küçücük kaldı ve öldü.” Mario “Dışarıdan canlı hayvan getirmek yasak değil mi?” Suzan “Kucağıma sığındı, onu bırakamadım.” Mario “Başın sağ olsun.” Suzan bir taş koyar Pamuk’un mezarının başına “Bugüne kadar hiçbir hayvanı sevmemiştim. Bundan sonra da sevmesem daha iyi sanki.” Mario ona sarılmak üzereydi “Üzülme, insan sevmeye alışıyorsa kaybetmeye de alışır.” Suzan “Eflatun gibi konuştun.” Mario “Eflatun mu, bir gece kampüsten kaçan deli adamı mı diyorsun?” Suzan “Gittiğini tahmin ediyordum ama şimdi emin oldum.” Mario ağzından kaçırdı “Buradan insanın ya ölüsü çıkıyor ya da…” Suzan “Ya da hastanede ölümü bekliyorlar. Mücella gibi…” Mario “Ne hayırlı bir arkadaşsın sen. Etrafındakileri gözetiyorsun… Benden haber alamasan da arar sorar mısın böyle?” Suzan güldü “Ararım, başına bir şey gelse elimden geleni yaparım. Benim için de yaparlar.” Mario “Yapmazlarsa?” Suzan “Canları sağ olsun.” Mario “Yüzelim mi?” Suzan hiç hali olmadığını söyledi ve bir yandan da Pamuk’u Mario’ya anlattığına pişman oldu. Adam yönetime gidip anlatırsa Suzan’ın yöneticilerle arası bozulabilirdi.

Odasına geldiğinde temiz çarşaf kokusunu içine çekti. Kıyafetleri yıkanıp ütülenmiş odası da köşe bucak temizlenmişti. Eflatun’un son mektubunu bulamadı, temizlik yaparken süpürülmüştü muhtemelen. Suzan, Eflatun’un dengelenemeyecek bir adam olduğunu anladı. Herkesle vedalaşıp gitmek varken gece kaçmak neydi? Macera arıyordu, filmlerdeki gibi mektuplar neydi, “Kaç” ne demekti, Suzan neden kaçacaktı? Artık bitmiş bir olaya kafasını yormayacaktı. Etkinlik takvimine baktı, sinema gösterimine gidebilirdi. Koltuğuna oturdu ve hacker çocuğu aradı, Liza’nın güneyde bir mezarlığa kaydolduğunu söyledi Suzan’ın kanı çekildi “Liza ölmüş mü?” diye sordu. Hacker “Görmeden bilemezsiniz” dedi. Suzan dikkat çekmeden kampüsten ayrıldı amacı ölü ya da diri Liza’yı bulmaktı.

Yürüdükçe mezarlık karanlığa bürünüyordu. Suzan çantasındaki sudan birer yudum içiyordu boğazı kurudukça. Mezarlık görevlisini binada buldu, arkadaşını seksen yaşlarında, zayıf, uzun boylu, Fransızca bilen biri diye anlattı. Adam ölülerin konuşmadığını söyledi. Suzan, Liza’nın gömülüp gömülmediğini sordu. Adam son gömülenleri göstermek için mezarlığın içine girdi. Suzan da peşindeydi. “Hiç korkma” diye kendini telkin ediyordu. Yanına Kumru’yu alsa kesin bayılırdı. Battal ciddiye almazdı, elini tutmaya kalkardı fırsatçı. Mario onu vazgeçirmeye çalışırdı. Mario neden dikkat dağıtıyordu? Gerçi Battal da biraz öyleydi. Altmış yaşından sonra erkekler gevşiyor kadınlar sıkılaşıyordu, sosyal ilişki anlamında. Ahmet ve July’ı da korkutmak istemezdi ne de olsa ömürlerinin en güzel tatiline birlikte çıkacaklardı. Mithat yaşasaydı keşke. Suzan onun dinçleşmesine yardım ederdi. Adam havuzda yüzemeden öldü gitti diye düşündü. Ayağı bir mezara girdi ve çukura yuvarlandı. Görevliye seslendi ancak sesini duyuramadı. Adam teçhizatını almaya gitmişti. Mezarlık taze toprak kokulu ve karanlıktı. Gökyüzü de koyu lacivert. Kuş sesleri huzur veriyordu, Suzan çıkmaya çalıştıkça batıyordu. Sağ ayağı sıkışmıştı neredeyse altına yapacaktı. Suyu da bitmişti. Kendine kızdı ne vardı bu kadar su içecek! Adam bir iple geldi ve on saniyede onu çıkardı. Suzan ayağının üzerine basamıyordu. Adam mezarı gösterdi “Lisa M. Akican” yazıyordu. Suzan “Adı yanlış yazılmış Liza olacaktı.” Görevli “Aradığınız Lisa bu mu?” Suzan “Evet tam seksen yaşında, fotoğrafı genç hali, Liza burada yatıyor.” Görevli “Başınız sağ olsun, her gün mezarını temizleyeceğim” dedi ve elini uzattı. Suzan adamın avucuna fazlasıyla para koydu, amacı oradan sağ çıkmaktı. Gerçi adamın onu öldürme amacı olsa mezardan çıkarmazdı ama evham, evhamdı. Suzan ağlayamadı, arkadaşının izini bulduğuna sevindi. İspat için mezarın fotoğrafını çekti. Görevli elinden telefonu aldı Suzan’ı mezarla birlikte çekti, Suzan dua eder gibi ellerini açtı.

Sinema salonunda adını bilmediği bir komedi filmi gösteriliyordu. Suzan locaya oturdu, kimseyi rahatsız etmek istemiyordu. Filmin içine giremedi. Ayağını biraz ovaladı, krem sürse geçerdi. Üstü başı toprak olmuştu. Yorulduğu için salonda uyuyakaldı. Gözünü açtığında mezarlık kadar karanlıktı salon. Suzan zorla koltuğundan kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Uzaktan birtakım sesler duyuluyordu. Suzan locadan çıkıp sahne arkasına doğru ilerledi. Kapıyı açtı ve alkol kokulu koridorun sonuna çıktı. Önüne gelen kapıları sırayla açıyordu. Son kapıya giriş için güvenlik şifresini girmesi gerekiyordu. Geri döndü, soğuk hava deposu gibi bir yere girip çıkamamak vardı. Arkasındaki kapı açıldı. Asistan Can, asistanlarına bağırdı “Görmüyor musunuz? Kadın kaçıyor.” Suzan sağına soluna baktı. Koşmaya başladı, ayağı hızlanmasını engelliyordu. Bu adamlar kimdi, neden onu kovalıyorlardı? Suzan locaya kadar koştu adamların fotoğrafını çekti. Gittiklerini düşünürken koluna giren iğneyi gördü. Suzan locada uykusuna geri dönmüştü.

Asistan Can, sedyedeki Suzan’ı laboratuvara getirtti. Doktor J onu izliyordu. Can, Suzan’ı tekrar elinden kaçırdığını ört bas etmeye çalıştı “Hocam sakinleştirici az gelmiş, şimdi baya derin uyuyor.” Doktor sahneye tirat atmaya çıkmış oyuncu gibi Suzan’ın etrafında dönmeye başladı “Aferin sana Can, Suzan’ı bayılttın. Şimdi onun üzerinde mi çalışacağız?” Can bir an durdu “Evet hocam.” Doktor güldü “Acaba sen sadece bebekle mi oynasan?” Can anlamamıştı. “Hocam bebek şimdi uyuyor.” Doktor içeri Battal’ı getirtti “Asıl çalışmamız Battal üzerine değil miydi? Suzan nereden çıktı?” Asistan ne olduğunu anlamadı, bakıcılardan biri kulağına fısıldadı, Suzan’ı almaya hiç gitmemişlerdi, Suzan oraya yanlışlıkla gelmişti. Can durumu toplamaya çalıştı “Hocam Suzan Hanım’da olumlu gelişmeler var o yüzden ben…” Doktor bağırdı “Can topla kendini, götürün işe yaramazları laboratuvarımdan, enerjimi düşürüyorlar.” Suzan odasına götürüldü, iş yine psikolog Arzu’ya kalmıştı. Can onunla flört etmese Suzan’ın bu kadar anısını silmeye uğraşmazdı.

Fono, ölüm döşeğinde numarası ile kızını ikna etmeye çalışıyordu. Kız babasının ateşi düşsün diye vücudunu ıslak bezlerle siliyordu. Fono ağlamaya başladı “Sen olmasaydın ben ölmüştüm, kardeşinin umurunda bile değilim.” Döpiyesli merhametle babasının uyumasını sağlamak için her denileni sineye çekiyordu. Babası ölse ne olurdu, erkek kardeşi canavar kesilip onu etkisiz hale getirebilirdi. Önce onu durdurmalıydı ama nasıl? Bütün yaşlıları Doktor J’nin aşırı dozlarıyla öldürüp mallarına el koyan arsız biri nasıl düzeltilebilirdi? “Oğlun niye böyle?” diye mırıldandı kızı. Fono “Bana çekmiş, mücadeleci” diye savundu. Döpiyesli kız geçmişi düşündü “Burayı ne hayallerle kurdum… Siz ne hale getirdiniz?” Fono itiraz etti “Burayı bizim fikirlerimiz ayakta tutuyor, herkesin peşinde koştuğu ölümsüzlüğü biz bulacağız.” Kızı “Burada yaşlılara yeni bir hayat sunacaktım… Her gün biri ölmeyecekti… Doktor hepinizi etkisi altına aldı.” Fono “Doktor benim emrimde çalışıyor unutma, sen de benim emrimdesin. Kendini topla, bize lazımsın.” Fono son cümlesinde gayet sağlıklı bir adam gibi konuşmuştu. Kız kandırıldığını anladı ve odadan çıktı. Kendini korumalıydı ama nasıl?

Suzan ter içinde uyandı, yataktan kalkarken yere basamadı ve az kalsın düşecekti. Aşılı ve aşısız kolu ağrıyordu. Yavaş yavaş duş aldı. Revire gidip ayağını sardırdı. Doktor fazla hareket etmemesini önerdi. Kendini toplaması için vitamin içti. Kumru kahvaltıda yoktu, Battal da. Ahmet ve July’ın sabaha karşı yola çıktığı konuşuluyordu. Mario espressosunu içip dışarıda işlerim var diye kampüsten ayrıldı. Liza’nın mezarını hatırladı Suzan. Mario yalancının tekiydi. Önce döpiyeslinin odasına uğradı. Takım elbiseli yönetici oradaydı, Suzan adamla muhatap olmak istemedi, sırıtması sinirini bozuyordu. Psikolog Arzu karşısına çıktı “Dün geceden beri nasılsınız?” Suzan “İyiyim, biraz ayağım ağrıyor” dedi. Arzu “Spora ara vermeniz iyi olur.” Suzan spor yapmadan ayağını sakatlamıştı, kız bunu bilmiyordu. Gece nerede karşılaşmışlardı hatırlayamadı, Arzu ona birkaç tane hap vermek istediğini söyledi. Suzan reddetti Liza gibi ilaç kullanmayacaktı. Arzu onun dün geceki anı silme seansını hatırlamadığına emin olduktan sonra Can’a mesaj attı. Asistan ona teşekkür etti, Arzu bir taneydi. Ağzı kulaklarında aşık kız Suzan ile vedalaşıp diğer yaşlıların derdini dinlemeye gitti. Suzan köşe bucak döpiyesli yöneticiyi aradı. Kütüphanenin arkasındaki havalandırmanın köşesinde buldu onu. Yanına yaklaştı. Döpiyesli sert ve kontrollüydü Suzan’a bir isteği olup olmadığını sordu. Suzan telefonundan Liza’nın mezarının fotoğrafını açarken birkaç önlüklü görevlinin ve Asistan Can’ın fotoğrafını gördü. Şimşekler çaktı o anı hatırlamak üzereydi, döpiyesli yanına gelirken Suzan telefonunu saklamaya çalıştı. Kadın ısrar edince Liza’nın mezarının fotoğrafını ona gösterdi “Hani gerçekleri bana söyleyecektiniz?” Döpiyesli babası gibi numara yapmaya başladı. Ağlıyordu. Suzan kendini kadını teselli ederken buldu. Döpiyesli “Ben de yeni öğrendim, Liza Hanım aniden vefat etmiş, haberim yoktu, çok üzüldüm.” Suzan cebinden mendil çıkardı “Sakin olun, ağlamayın.” Yönetici Suzan’ı yönetiyordu “Liza Hanım’ı çok severdim, bir kalp krizi onu Fransa’ya gitmeden hayattan koparmış… Suzan Hanım sizleri üzmemek için bu talihsiz olayı saklamak zorunda kalmışlar. Yönetici bana yeni söyledi, duyduğumdan beri kendimde değilim.” Suzan “O adama hiç güvenmiyorum, siz de dikkat edin!” diye uyardı. Kız gözlerine baktı, ağlamaya devam etti. Suzan onun güçlü bir kadın olarak işinin başında olması gerektiğini, gerçekleri saklamamasını ve yardıma ihtiyacı olduğunda ona gelebileceğini söyledi. Döpiyesli kendini tutmasa gerçekten ağlayacaktı. Suzan ekledi “Arzu bu günler için var.” Döpiyesli Suzan’ın arkasından bakakaldı.

Çünkü Suzan Cesur’u hedef almıştı. Rosa’yı üzmesi yanına kar kalamazdı. Cesur bir adamı gezdirirken Suzan onu yanına çağırdı “Bana bak yakışıklı çocuğum, her önüne gelen kızla oynayamazsın, senin kalbin de gün gelir kırılır, eden bulur ona göre!” Cesur yediği lafları sindirirken Suzan hızla yanından uzaklaşmıştı, başı dönüyordu, kafeye oturdu. Kumru koşarak yanına geldi “Dün gece neden filme gelmedin?” Suzan’ın çektiği fotoğrafı gösterince filmden bir kare sandı. Suzan “Kumru sinema salonuna geldim, locada oturuyordum sonra herkes gitmişti. Bir oda vardı oraya giderken beni bu adamlar kovalamaya başladı.” Kumru “Suzan kim bunlar?” Suzan “Bilmiyorum, hatırlamıyorum.” Kumru “İlaç mı aldın gece?” Suzan “Kendi irademle içmedim ama zorla içmiş olabilirim.” Kumru korkmuştu “Suzan bir şeyleri unutmuyorsun değil mi? Ne bileyim yaşlılık…” Suzan, Liza’nın mezarını gösterdi, Kumru küçük dilini yutmak üzereydi “Liza ölmüş demek. Allah rahmet eylesin. Işıklar içinde uyusun…” Suzan “Kumru burada bir şeyler dönüyor ama ne anlamıyorum. Liza Fransa’ya gitti dediler, kadının evini, eşyalarını sattılar, aynı şey bizim de başımıza gelirse?” Kumru “Mücella gibi olmayalım da…” Suzan “İnsanlar ortadan kayboluyor, ölüyor, ben geceleri derin uykular çekiyorum.” Kumru “Yaşlıların bir gözü topraktadır derler.” Suzan “İçimi ferahlattın. Battal nerede? Koşarak kaçmış derlerse inanırım.” Kumru “Aklına mukayyet ol Suzan. Hadi gel dışarı çıkalım.” Suzan “Kafamı toplamam lazım. Şu yönetici adam bir şeyler karıştırıyor. Odasını dinleme fırsatım olsa…” Kumru “Benim telefonun kamerasını kuralım odasına?” Suzan güldü “Yok artık!”

Kol ağrısını hafifletmek için sıcak su havuzuna girdi Suzan Hanım. Sağa sola hafifçe kulaç atıyordu. Ayağı ve aşılı kolu ağrıdığı için John’un dersine katılamadı. Su iyi gelmişti. Yavaş yavaş masaj yapıyordu. Spor salonu bomboştu. Bazen kampüs hayalet şehre dönüyordu. Suzan derinlerde çalan Joseph Haydn- The Symphony No. 96 in D Majör Miracle eserini dinliyordu. Kendini suya bıraktı. Bir süre hiçbir şey düşünmedi. Gözleri kapanıverdi. Harika bir rahatlama yaşadı, bulutların üzerinde uçtuğunu hissetti. İstese bu anı bir daha yaşayamazdı. Sakince müziğin bitmesini bekledi. Tüm ağrıları geçmişti, kuş misali uçuyordu. Gözleri ağırlaşınca karşısında Abdi’yi gördü. Suzan zorla ayağa kalktı, su yutmuştu. Öksürürken az daha kusacaktı. Abdi gözleri açık, ağzı aralık ona bakıyordu. Suzan, Abdi’yi nerede gördüğünü hatırlamaya çalışıyordu. Alkol kokusu ve fotoğraftaki adamlar. Apar topar havuzdan çıktı. İlk işi gece etkinlik binasına girmek ve neler döndüğünü öğrenmekti.

Sayılı saatler ağır ağır geçiyordu. Yemekte zeytinyağlılar, mezeler vardı. Kumru konuşuyordu ancak Suzan ne anlattığını duyamıyordu, konsantre olamamıştı. Özür dileyerek odasına gitti. Balkonda güneşin batışını izledi. El ayak çekilince Suzan, hemşire gibi bembeyaz giyinip sinema salonuna girdi. Açılan kapılardan birinin arkasına saklandı. Amacı şifreyi öğrenmekti. Çöp kovası ve kapı arasında durunca kimsenin onu fark etmeyeceğine inandı, eğer biri geri dönüp bakarsa kesin yakalanacaktı. Suzan titrememek için sırayla bir diğer elini tutuyordu. Koşarak gelen bir hastabakıcı sırayla ilk sayıya dört kez bastı. İçeri girdi, Suzan sabırla bekledi başka birinin gelmediğinden emin olduktan sonra çöp kovasını da alıp dört kez bire bastı ve kapı açıldı. Alkol kokusundan birkaç kez öksürdü. İçeride bir kapı daha vardı, Suzan dört kez bire bastı kapı açılmadı, geri döndü. Nereye gideceğini kestiremedi. Başka biri gelse onun arkasından girebilirdi. Suzan bir kez daha şifre denedi dört kez ikiye bastı ve kapı açıldı. Karşısında çıkar diğer kapılarda dörder kez sırayla sayıları deneyecekti. Kendini çok zeki buldu. Korkacak bir şey yoktu, orada görülürse kimse onu öldürmezdi, en fazla uyarı verilirdi. Kampüsten atılabilirdi, parasını vermezlerse kötü olurdu. Cep telefonunu hazırladı, fotoğraf çekmek gerekebilirdi. Son kapıdan sonra altıgen bir mekâna vardı. Hangi tarafa gideceğine gözlerini kapatarak karar verdi. Soldaki kapıyı açtı. Şifresizdi. Su sesi geliyordu. Çok geniş bir yer değildi. Dolapları gördü. İçini açtı, kocaman kavanozlarda ufalanmış otlar vardı. Bir an yemekhanenin baharat odasına geldiğini sandı. Kumru olsa alerjisi tutardı. Üst kattan komşu bir tonluk sifonu çekmiş gibi su boşalması sesi geldi. Suzan panikle bir köşeye sığındı. Odadan hemen çıktı. Yanındaki kapıya geçti. Siyah perde vardı önünde kaldırınca on tane yarı cam olan metal tüpleri gördü. Zihninde Abdi’nin yüzü canlandı. Tüplerin içinde insanlar dikey pozisyonda duruyorlardı. Suzan vücudunu yokladı, titriyordu telefonunu çıkardı ve fotoğraf çekti. Birtakım sesler duyuldu, bir tüpün arkasına saklandı. Önünden sedyelerle yaşlılar geçiyordu. Nereye götürülüyorlardı?

Suzan’ın ayağı ağrımaya başladı. En sondaki tüpe gitti. Kocası orada duruyordu. Ne ölüydü ne de diri. Suzan tüpe dokundu. Üzerindeki notta uyutulduğu tarih vardı. Geçen sene onu terk ettiği sandığı kocası buradaydı. Yanındaki siyahi kız ile aynı tarihte tüpe girmişti. Buradan çıksa yaşayacak mıydı? Suzan tedirgin oldu. Abdi’nin burada ne işi vardı? Can havliyle kendini bir odaya attı. Kapının arkasına oturdu. Enerjisi olduğunda koşarak arkasına bakmadan oradan kaçacaktı. “Kimsiniz” diye bir kadın sesi duydu. Karanlıkta hiçbir şey göremiyordu. Suzan sesini çıkarmadı. “Lütfen beni çözün” dedi kadın. Suzan telefonun ışığıyla sesin kaynağına baktı. Döpiyesli yönetici kadın beyaz gecelikle yatağa bağlanmış bir şekildeydi. Suzan “Olamaz!” dedi. Kadın “Suzan Hanım, neden buradasınız?” diye sordu. Suzan “Siz neden buradasınız?” diye soruya soruyla karşılık verdi. Kadının bileklerine kan oturmuştu, Suzan hemen onu çözdü. Ellerini tutup teşekkür etti. Suzan “Burada neler oluyor, kocam neden tüpte?” dedi. Döpiyesli “Kocanız kim?” Suzan “Abdi.” Yönetici bir yandan kurtulmak bir yandan da gerçekleri saklamak istiyordu ancak Suzan bu kez sert çıktı “Şimdi polise gidiyorum neler olup bittiğini söyleyeceksin!” Kadın “İnsanları gençleştiriyorlar” dedi. Suzan inanmadı, kadın birtakım deneyler yapıldığını söyledi, Suzan ağzını sıkı tutarsa bu işin içinden sağ kurtulabilirlerdi. Döpiyesli gizli bir yoldan onu çıkarınca güvenini geri kazanmış olacağını düşündü, gecenin karanlığında veda bile etmeden kayboldu. Suzan odasına gitmedi, Eflatun’un hamağında sabahın ilk ışıklarını bekledi.

Fono’nun ateşi inmemişti. Oğlu tedirgindi. Doktor J, takım elbiseli yöneticiyle özel olarak odasında konuşmak istedi. Babası acı çekiyordu, iyileşmesi mümkün değildi. Doktor onu uyutup tüpe koyabilirdi. Günü geldiğinde diğerleri gibi hayata döndürüp tedavi etme şansı olurdu. Doktor itiraz etmeden ona karışımı vereceğini söyledi. Bundan sonra her işte muhatabı oğlu olacaktı. Kız kardeşinin Battal ile olan birleşmesi derhal gerçekleştirilmeliydi. Bu asıl takım elbiselinin işine yarayacaktı. Kimselere belli etmese de güneş alerjisi onu yavaştan etkilemeye başlamıştı. Asistan Can, ikisine rapor verdi. Battal üzerinde son testlerini yapmıştı. Akşama deney gerçekleştirilecekti. Doktor J, Abdi’nin bebeğinin büyük bir laboratuvara göndereceğini söyledi. Can karşı çıktı. Doktor asistanına sinirlendi, bebekle duygusal bağ kurmasının yanlış olduğunu, onun ölümsüzlüğün anahtarı olduğunu söyledi. Can yaşlıların deneylere dayanamayıp öldüğünü gönüllü denek bulmanın daha doğru olduğunu söyledi. Yönetici onu odadan kovdu. Doktor J ve yönetici ikisinin daha iyi işler yapacağını huzurevi kampüsünün adını tarihe yazacakları üzerine sözleştiler. Geri kalan yaşlıları riskli bir çalışmada kullanacaklardı, sonuçları ölüm bile olsa. Bu sırada Kumru cep telefonuyla gizli bir köşede herkesi kaydetmişti.

Ortalık çok sakindi. Suzan binalara yakın yürümek yerine yolun ortasından gidiyordu. İlk hedefi polis karakoluydu. Yolda hacker çocuğu aradı, açan olmadı. Kumru’yu aradı. Yönetici odasında camdan dışarı bakarken telefon sesi geldi. Aniden kapı açıldı ve biri koşup gitti. Adam ne olduğunu anlamadan kaçanı kovalamaya başladı. Kumru arkasına bakmadan kaçıyordu. Suzan karakola vardığında uzun bir süre bekledi. Birkaç genç memur ona bunak muamelesi yaptı. Komiser gelince Suzan gördüklerini anlattı. Cep telefonundan maç izleyen adam ona bir kliniğe yatması gerektiğini söyledi. Suzan adamın dediklerini de kaydetmişti. Bir gün adalet yerini bulacaktı. Karakoldan çıkınca Mario ile karşılaştı. Adam onu kampüse geri götürmek istiyordu. Suzan şüphelendi. Mario yöneticinin adamı olabilirdi. Suzan itiraz etmeden kampüse geleceğini söyledi ancak arka kapısı olan bir kafede adamı atlattı. Suzan bu yaşadıklarını an be an sesli mesaj olarak hackera gönderiyordu. Çocuk onu aradı “Suzan teyze ne yaşıyorsun?” İkisi bir buluşma ayarladılar. Herkes neler olup bittiğini öğrenmeliydi.

Alışveriş merkezinde değil ıssız bir tren istasyonunda buluştu hacker ile Suzan. Liza’nın şüpheli ölümü, kocasının kaybolması, tüpteki insanlar, Eflatun’un “Kaç” notu ve gençleştirme olayını anlattı. Çocuk sakız çiğniyor dinlemiyor gibi görünse de komiserden daha fonksiyonel çıktı ona bayıltan biber gazı verdi. Bu bilgileri basına sızdıracaktı ancak Rusya üzerindeki bilgisayarından. Suzan ona göre geri dönmemeliydi, itiraz etti “Arkadaşlarımı kurtarmalıyım.” Battal’ı, Kumru’yu düşündü. Ahmet ve July da tehlikedeydi, Karayip Tatili düzmece olabilirdi.  Hacker kampüsün güvenlik kameralarına girmeyi deneyecekti, Ona para uzattı, çocuk kabul etmedi.

Akşama doğru kampüse döndü. Şirin onu kapıda karşıladı “Hoş geldiniz Suzan Hanım, gününüz nasıl geçti?” Suzan “İyi geçti Şirin, sen neler yaptın?” Şirin anlatmaya başladı “Bugün çiftlik gezisi vardı. Orada meyve toplama etkinliğimiz oldu, keşke gelseydiniz.” Suzan “Kumru’yu gördün mü?” Şirin düşündü “Hayır.” Suzan gerilmişti. Kapalı mekanlara girmeye korksa da yemekhaneye uğradı. Vehbi yalnız yemek yiyordu, yanına gidip Kumru’yu sordu. Adam sesini çıkarmadı. Suzan arkasında Tezer ve arkadaşlarını görünce geri çekildi. Kütüphanenin kafesinde kitap kulübü oturuyordu. Suzan yanlarına yaklaşırken Orhan güvenlik görevlisi gibi önüne set çekti. Suzan az daha suratlarına tükürecekti. Kimileri kurtarılmayı hak etmiyordu. Sahile gitti. Ayak izlerini takip edince yerde Kumru’nun terliğini buldu. Bir anda çöktü, eli ayağı kesilmişti. Ağlamaya başladı. Durmadı, bağıra bağıra ağladı. Kumru boğulmuş muydu? Öldürülmüş müydü, Suzan deniz kıyısına baktı. Arkadaşını bulamadı. Omuzunda bir el hissetti. Mario, Suzan’ın bileğini sımsıkı tutmuştu. Suzan “Sen de onlardansın” diye bağırdı. Adam anlamamış gibi bakıyordu. “Suzan ne oldu?” Suzan mücadele ediyordu “Bırak beni, kocamı öldürdüler, Battal’ı, Kumru’yu öldürdüler, beni de öldürecekler. Liza’yı da onlar öldürdü, biliyorsun ama gizliyorsun!” Suzan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, Kumru’nun terliğine sarıldı. Mario ortadan kaybolmuştu. Suzan rahatladı. Eflatun’u da onlar öldürmüştü, Mithat’ı, Pamuk’u… Gençleşme uğruna önüne geleni yok etmişti hain yönetici. Kız kardeşini de yok edecekti, Suzan olmasaydı.

Kampüste her şey normal görünüyordu. Issızlık yerini kalabalığa bırakmıştı. Suzan korkmuyordu. Odasına girdi. Eşyalarını toplamaya başladı. Nereye gideceğini ne yapacağını bilmiyordu. Kapının kilidi oynayınca banyoya saklandı. Onu götürmeye gelmişlerdi. Kapının altından biber gazını sıktı. Bir süre sonra kapıyı açtı, yerde yatan iki hastabakıcıyı gördü. Suzan hemen odadan çıktı. Ölmelerini istemezdi geri gelip balkon kapısını açtı. Balkonda bir cep telefonu vardı. Eline aldı ekran arkasında Kumru’nun fotoğrafı vardı.

Laboratuvarda işler karışmıştı ancak kimse birbirine çaktırmıyordu. Yönetici Kumru’yu yakalayamamış, asistan Can döpiyesliyi elinden kaçırmıştı. Doktor J ise Fono’yu sonsuzluğa uğurlamak üzereydi. Fono hayal görüyor gibiydi “Kızım sen mi geldin?” Doktor J “Benim, Fono çok üzgünüm, yeni bir tedavi şekli deneyeceğim. Çocuklarından izin aldım.” Fono itiraz etti “Kızım izin vermez.” Doktor “Oğlundan izin aldım.” Fono yatağından kalkmaya yeltendi ancak Doktor ona iğne yapmak üzereydi. Döpiyesli kadın -o an üzerinde döpiyes yoktu- perdenin arkasından çıkarak Doktor J’nin üzerine atladı, amacı babasını kurtarmaktı. Fono imdat zilini çaldı. Kadın “Babamı rahat bırak!” Doktor ani bir hareketle Fono’nun kızını bayıltmıştı. İçeri giren hastabakıcılara talimat verdi “Kadını laboratuvara götürün!” Fono inliyordu “Kızıma bir şey yapma!” Doktor sertti “Fono sakin ol, kimse ölmeyecek, umarım!” Dışarı çıktılar. Fono hemşirenin yaptığı bir iğneyle derin uykusuna daldı. Can bebeği görmek için son bir kez bodruma indi, onunla ilgilenen hemşire ortalarda yoktu. Bebek hemen Can’ın kucağına atıldı. Ayrılık zor olacaktı…

Suzan gizli bir yerde Kumru’nun telefonunu açınca son aramalarda polisin numarasını gördü, endişesi arttı. Fotoğraflarda, ses kayıtlarında bir şey yoktu. Videolar bölümünde yöneticinin sırıtan suratını gördü, ses uzaktan gelmekteydi, konuşulanları dinledi. Battal deneye girecek, yaşlılar ölecek kısmını anlayınca panikledi, kaydı kendi telefonuna gönderdi sonra da hacker çocuğa. Binaya girip arkadaşlarını kurtarmalıydı. Bir odada Kumru, Ahmet, July yatmaktaydı. Suzan üçüncü denemede onları buldu. Kumru’yu uyandırmaya çalıştı ancak derin uykudaydı. Hayatta olmalarına sevindi. Battal neredeydi?

Doktor J, Battal’ı ve döpiyesliyi ameliyathaneye getirtmişti. Can içeri girince onunla muhatap olmadı. Takım elbiseli yönetici geldi, bakıcılar Kumru’yu getirdiklerini söylediler. Doktor yöneticiye dönüp “Kumru Hanım’a seans lazım değil mi?” diye sordu. Yönetici rahatladı, yaşlıların bazen çok maceracı olabileceğini söyledi. Can gergindi. Ellerini yıkayıp ameliyat önlüğünü giydi. Operasyon başlıyordu. Mario’nun operasyonu da başlamıştı “Eller yukarı, Polis!” diye bağırdı. Suzan camdan onları gördü Mario polisti, bunca zaman gizlemişti.

Suzan’ın telefonu çaldı, arayan hackerdi “Teyze fotoğrafını gördün mü?” Suzan habere baktı Rus kanalında Suzan’ın kampüse ilk gün geldiğinde Cesur’un çektiği fotoğrafı vardı. Suzan “Şimdi sırası mı? Neden Rusça bu?” Hacker “Rusya üzerinden bağladım ama merak etme haber bizim gazetelere düşer yarım saate, polisler gelip enselerler.” Suzan kısık sesle “Umarım!” Hacker “Bu arada altı numaralı odada bebek var.” Suzan “Bebek olayını anlamadım.” Hacker “Abdi’nin oğluymuş, yanında duran kadından üretmişler.” Suzan’ın kulakları çınladı, koşarak bebeği bulmak için altı numaralı odaya gitti. Minik kahkahalar atan bebek yerde oyun oynuyordu. Suzan bebeğin esmer tenini Abdi’ye değil annesi olacak kadına benzetti. Çok sevimliydi, ellerini kaldırmıştı. Suzan onu hemen kucağına aldı. Hızla odadan çıktı. Mario önüne geçti “Suzan bebeği bana ver!” Suzan geri geri gitti ve şifreli kapıdan çıktı. Mario silahını doğrultmuş bağırıyordu “Suzan bebeği ver!” Suzan “Yazıklar olsun sana, herkesin ölmesini mi bekleyecektin, gözümün içine baka baka yalan söyledin. Beni uyarmadın, ateşe attın.” Mario “Ben insanlığı kurtaracaktım! Elimde delil yoktu.” Suzan “Önce kendi insanlığını kurtar!” Koşarak kapılardan çıktı. Karşısına çıkan elektrik panosundan binanın elektriklerini kesmeyi başardı. Elinden gelen tek şey buydu. Sonu görünmeyen iki yoldan sağdakine girdi. Hızla ilerliyordu. Uzun karanlık yolda, bebek kucağında Suzan koşuyordu. Bebeğin gözleri parlıyordu, kokusunu içine çekti. Yolun sonunda dalgaların sesi geliyordu. Suzan sahile varmıştı. Kampüsteki tüm ışıklar yanıyordu, polisler de gelmişti. Suzan, Eflatun’un kayığına doğru gitti. Son kalan gücüyle onu denize çekti. Çarşaf gibi düzdü deniz, ay ışığı suda yansıyordu. Bebekle kayıktaydı. Suzan varacağı ilk adaya doğru kürek çekiyordu.












ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.