GİZLİ
YERLER
Yönetim
katının bodrumuna girmek için şifreli üç kapıdan geçmek gerekiyordu. Sıkı
güvenlik önlemleri altında tutulan mekân laboratuvardı. Son bir senedir ciddi
çalışmalar yapılıyordu. Doktor J ölümsüzlüğün sırrını bulduğunu iddia ediyordu.
Ancak bu çok masraflıydı ve ağzı sıkı bir ekip tarafından yapılması
gerekiyordu. Ölmek üzere olan Huzurevi Kampüsü kurucusu Bay Fono, Doktor J ile
tanışınca ona istediği tüm imkanları sağlayacağına söz vermişti. Bilime katkıda
bulunacaktı ancak önce kendisini gençleştirmeliydi. Doktor kısa sürede başardı.
Dahi adam yeryüzündeki her ülkeyi gezmiş ve ömrü uzatan temel maddeleri keşfetmişti.
Bunlar; Piemonte bölgesinden iç hastalıkları iyileştiren şifalı su, Japonya sahillerinden
cildi yenileyen yosun topu, Güney Afrika’dan kalbin işleyişini düzenleyen rooibos
denilen kızıl çay, Hindistan’dan hastalıkları önleyen kudret narı, Kanada’dan
böbrekleri temizleyen tarla atkuyruğuydu. Ek olarak kendisinin bile adını zaman
zaman unuttuğu binlerce ot vardı. Sürekli karışım yapıyordu. Kimi denekler kısa
sürede gençleşiyor kimisi belli bir noktada kalıyordu. Mesela Fono mahkûm
kaldığı yatağından kalkıp gezebilir hale gelmişti. Ancak Doktor J’nin
çözemediği tek sorun güneşti. Fono güneşe çıkınca vücudu iflas ediyordu. Onu
toparlamak aylarını alıyordu. Bu sebeple huzurevi kampüsünün altında tüneller
yapılmıştı. Gece gündüz orada gezinen adam keşif yapıyor yeni deneklerini
gözlemliyordu.
Sağ
kolu; döpiyesli kadın, sol kolu da takım elbiseli adamdı. Aslında yöneticiler
Fono’nun öz çocuklarıydı. Bu sebeple her ne kadar kavga etseler de
birbirlerinden ayrılamıyorlar, babalarının gözüne girmek için uğraşıyorlardı.
Fono bu işi biliyordu rakipler her zaman iyi çalışırdı. Onların başarısı
sayesinde son bir senedir gönüllü denek aramak yerine huzurevine gelenler
çalışmalarda kullanıyorlardı. Yasa dışı bir iş yaptıkları sesli olarak dile
getirilmemişti. Ayrıca yaşlılar az da olsa gençleşeceklerini biliyorlardı.
Vücutlarında olan değişim ilk başlarda hoşlarına gidiyordu. Fiziksel
yenilenmeye ruhsal yenilenme de eşlik ettiği için hiç şüphe yaratmıyordu.
Sonraki aşamada ya dayanamayıp ölüyorlar ya da otuz yaşına gelince sabit
kalmaları için tüplerde Natron Gölünden getirilen sularda bekletiliyorlardı.
Bir bakıma ölü sayılırlardı ancak Doktor J birkaç sene daha çalışıp onları
hayata döndürebileceğine ekibi ikna etmişti. Bu yüzden deneyler zararsız
görünüyordu. Otuz yaşına gelen kadın ve erkek yapay yoldan çiftleştiriliyor ve
doğan bebeğin otuz yaşına kadar gelip yaşlanmayacağı düşünülüyordu. Kusursuz
bir insan yaratma tezinin ispatlaması için bu yeraltı laboratuvarında gece
gündüz çalışılıyordu.
Kumru
masada yatıyordu. Kızıl saçlı asistan Can doktora hatırlattı “Kumru, 58
yaşında, beslenmesine özen göstermediği için bağışıklığı daha düşük ancak ağır
iş yapmadığı için kasları yıpranmamış, herhangi bir sağlık sorunu yok biraz
hantal olması dışında…” Doktor J atıldı “Hatırlıyorum, yeni karışımı üzerinde
denemiştik biraz hafızasını yitiriyor gibi olmuştu değil mi?” Asistan “Evet
hocam, duygu değişimi yaşadı, ağlama krizleri mevcuttu bunu gözlemledik bir de
kalpte yirmi saniye durma oldu, hatırlarsanız havuzda, elektrik çarptı sandık
ama…” Fono laboratuvara girmişti, asistan birkaç adım geri gitti, Doktor J
eliyle sakalını sıvazladı “Kumru’ya kudret narı vermiyoruz, sana dediğim bitki
çaylarını da kes, yeni bir karışım deneyeceğim çünkü cildi hala gençleşmedi.”
Fonu orada olduğunun hissedilmesi için sahte bir şekilde öksürdü. Laboratuvarın
boş duvarlarında yankılandı. Doktor J çalışırken araya girilmesinden hiç
hoşlanmıyordu “Siz dinlenmiyor musunuz?” diye Fono’ya sordu. Fono oldukça
hareketliydi “Bugün gayet iyiyim, son verdiğiniz ilaç çok iyi geldi, dışarı
çıkacak kadar iyi hissediyorum.” Doktor sahte bir şekilde gülümsedi “Yarın hava
bulutlu çıkabilirsiniz tabii.”
Yüksek
maaşlı ve yeminli çalışan hastabakıcılar Kumru’yu ayılması için odasına götürdüler.
Sırada Ahmet Bey vardı. Fono bir köşede ayakta bekliyordu. Bakıcılar Ahmet’i
getirip muayene masasına yatırdılar. Adam bir an gözlerini açtı. Can hemşireye
seslendi “Sakinleştirici ne zaman verildi?” Hemşire odadan koşarak geldi “Bir
doz daha veriyorum” diyerek Ahmet Bey’in damar yolundan ilacı verdi. Doktor bu
hastasından çok memnundu ancak ikizi Mithat’ın ölümü Fono ile aralarında
şiddetli bir kavga yaşamalarına neden olmuştu. Çünkü Mithat, Ahmet’e göre daha
dayanıksızdı, temkinli ilerlemek gerekirdi. Doktor onu dinlememiş yeni
karışımdan yüksek doz uygulamıştı bu da bilincinin kapanmasına neden olmuştu.
Ahmet’in konuşmaya başlaması ve tekerlekli sandalyeden kalkmaya çalışması umut
verici gelişmeler olduğundan Mithat’ın kaybı çabuk unutulmuştu. Fono, doktorun
başında beklemeyi pek sevmiyordu ancak huzurevi sakinlerinin ölümü hem para hem
de prestij kaybetmeye yol açıyordu. Ne kadar sakin o kadar ilerlemeydi.
Muhakkak bir gün kendisi gibi bir yaşlı çıkagelecekti ve Doktor onun üzerinde
sınırsız deney yapıp Fono’nun derdine deva bulacaktı.
Bir
sonraki amaç Ahmet’i yürütmek ve cildini pürüzsüzleştirmekti. Gerekli
karışımlardan elde edilen öz enjekte edildikten sonra yemekhane sorumlusu
doktor ile görüşmeye gelmişti. Fono atıldı “Ben hallederim.” Doktor da peşinden
gitti. Can, Ahmet’e gerekli müdahaleyi yapıp odasına gönderdi. Sıra kapsüldeki
deneklerin kontrolündeydi. Huzurevi sakinlerinin sularında aşırı doz kolajen
bulunuyordu. Yaşlılar son günlerde ishal şikayetiyle revire gelmekteydiler ve
bu ani ölümlere yol açabilirdi. Yemekhane sorumlusu bir süre ara verilmesini
isterken Doktor fütursuzca bağırdı “Dozu azaltacağım.” Bazen Fono bile doktora
söz geçiremiyordu. Bu çılgın adam ya herkesi öldürecek ya da
ölümsüzleştirecekti.
En
ilginç hasta Liza’ydı. Seksen yaşındaki kadın ilk gün nasıl geldiyse öyle
kalmıştı. Bu sebeple Doktor J ilerleyemediğini düşünüyordu, son bir kez deneme
yapacaktı. Yeni karışımdan aşırı doz. Bunu Fono’nun oğlu istemişti, özellikle
Liza’nın hayatında hiç hastalık geçirmemesi ve ilaç kullanmaması araştırılacak
bir bünyeye sahip olduğunu gösteriyordu. Gençleşme olmasa bile en azından
yaşlanmanın nasıl durduğunu çözmek gerekti. Fono ve kızı Liza’yı kampüsten
göndermeye kararlıydılar çünkü vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Liza
gamsızlıktan kazanıyordu, kimse anlayamamıştı. Mücella için geri dönüş yoktu.
Doktor J kalçası kırık kadını ancak sıradan doktorların iyileştirebileceğini
düşündü, uzun zamandır üzerine emek harcadığı kadın, bir at uğruna tüm
kemiklerini kırmıştı. Bazı hastaların geri dönüşü yoktu. Yeni bir aday onu daha
çok heyecanlandırıyordu.
Asistan
Can odadan çıkarılan Ahmet’in peşinden yavaş yavaş yürüyordu. Metal kapsüllerle
dolu odaya vardı. Burada gönüllü denekler vardı. Beş kadın, beş erkektiler.
Onlardan üretilen bebeklerin de diğer odada hemşireler tarafından bakımları
yapılıyordu. Fazla uzağa gidemezlerdi, Doktor J bebekler üzerinde de özel
çalışmalar yapıyordu. Ara sıra hayatını kaybedenler oluyordu ne yazık ki. Spor
salonunun arkasındaki yere gömülüyorlardı. Doktor herkesi rahatlatıyordu “Onlar
gerçek bebek değilmiş.” Huzurevi sakinlerinden henüz bebek oluşturamamışlardı.
Yaşlıların gençleşme süreleri orta yaşlı deneklere göre daha uzundu, bazen
vücutları da dayanmıyordu. Yaşlıların arayanı soranı yoktu ancak deneklerin
aileleri vardı. Onları türlü numaralarla terk ettiklerini düşündürseler de bir
gün biri kocasını ya da karısını aramaya karar verebilirdi.
Can
son deneğe baktı, adam gözleri açık kapsülde bekliyordu. Yanındaki çikolata
rengi kadınla aynı anda katılmışlardı çalışmaya. Kadının yumurtalığı ve adamın
spermi en uygun anda birleştirilmişti. Bebek havuzunda büyüyen çocuklardan
dördü öldü, biri yaşıyordu. Bugün tam beş aylık olmuştu. Can adama baktı “Bir
oğlun var” dedi. Sesi yankılandı. Bazen bu laboratuvarda her şey hayalmiş gibi
geliyordu. Elinde olsa bu on kişiyi gömerdi, Doktor J’nin onları hayata
döndürebileceğine inanmıyordu. Adamın kapsülde yazan adına baktı, bu Suzan
Hanım’ın onu terk ettiği sandığı kocası Abdi idi.
ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.
Yorumlar