Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-10 Gizli Yerler

 

GİZLİ YERLER

Yönetim katının bodrumuna girmek için şifreli üç kapıdan geçmek gerekiyordu. Sıkı güvenlik önlemleri altında tutulan mekân laboratuvardı. Son bir senedir ciddi çalışmalar yapılıyordu. Doktor J ölümsüzlüğün sırrını bulduğunu iddia ediyordu. Ancak bu çok masraflıydı ve ağzı sıkı bir ekip tarafından yapılması gerekiyordu. Ölmek üzere olan Huzurevi Kampüsü kurucusu Bay Fono, Doktor J ile tanışınca ona istediği tüm imkanları sağlayacağına söz vermişti. Bilime katkıda bulunacaktı ancak önce kendisini gençleştirmeliydi. Doktor kısa sürede başardı. Dahi adam yeryüzündeki her ülkeyi gezmiş ve ömrü uzatan temel maddeleri keşfetmişti. Bunlar; Piemonte bölgesinden iç hastalıkları iyileştiren şifalı su, Japonya sahillerinden cildi yenileyen yosun topu, Güney Afrika’dan kalbin işleyişini düzenleyen rooibos denilen kızıl çay, Hindistan’dan hastalıkları önleyen kudret narı, Kanada’dan böbrekleri temizleyen tarla atkuyruğuydu. Ek olarak kendisinin bile adını zaman zaman unuttuğu binlerce ot vardı. Sürekli karışım yapıyordu. Kimi denekler kısa sürede gençleşiyor kimisi belli bir noktada kalıyordu. Mesela Fono mahkûm kaldığı yatağından kalkıp gezebilir hale gelmişti. Ancak Doktor J’nin çözemediği tek sorun güneşti. Fono güneşe çıkınca vücudu iflas ediyordu. Onu toparlamak aylarını alıyordu. Bu sebeple huzurevi kampüsünün altında tüneller yapılmıştı. Gece gündüz orada gezinen adam keşif yapıyor yeni deneklerini gözlemliyordu.

Sağ kolu; döpiyesli kadın, sol kolu da takım elbiseli adamdı. Aslında yöneticiler Fono’nun öz çocuklarıydı. Bu sebeple her ne kadar kavga etseler de birbirlerinden ayrılamıyorlar, babalarının gözüne girmek için uğraşıyorlardı. Fono bu işi biliyordu rakipler her zaman iyi çalışırdı. Onların başarısı sayesinde son bir senedir gönüllü denek aramak yerine huzurevine gelenler çalışmalarda kullanıyorlardı. Yasa dışı bir iş yaptıkları sesli olarak dile getirilmemişti. Ayrıca yaşlılar az da olsa gençleşeceklerini biliyorlardı. Vücutlarında olan değişim ilk başlarda hoşlarına gidiyordu. Fiziksel yenilenmeye ruhsal yenilenme de eşlik ettiği için hiç şüphe yaratmıyordu. Sonraki aşamada ya dayanamayıp ölüyorlar ya da otuz yaşına gelince sabit kalmaları için tüplerde Natron Gölünden getirilen sularda bekletiliyorlardı. Bir bakıma ölü sayılırlardı ancak Doktor J birkaç sene daha çalışıp onları hayata döndürebileceğine ekibi ikna etmişti. Bu yüzden deneyler zararsız görünüyordu. Otuz yaşına gelen kadın ve erkek yapay yoldan çiftleştiriliyor ve doğan bebeğin otuz yaşına kadar gelip yaşlanmayacağı düşünülüyordu. Kusursuz bir insan yaratma tezinin ispatlaması için bu yeraltı laboratuvarında gece gündüz çalışılıyordu.

Kumru masada yatıyordu. Kızıl saçlı asistan Can doktora hatırlattı “Kumru, 58 yaşında, beslenmesine özen göstermediği için bağışıklığı daha düşük ancak ağır iş yapmadığı için kasları yıpranmamış, herhangi bir sağlık sorunu yok biraz hantal olması dışında…” Doktor J atıldı “Hatırlıyorum, yeni karışımı üzerinde denemiştik biraz hafızasını yitiriyor gibi olmuştu değil mi?” Asistan “Evet hocam, duygu değişimi yaşadı, ağlama krizleri mevcuttu bunu gözlemledik bir de kalpte yirmi saniye durma oldu, hatırlarsanız havuzda, elektrik çarptı sandık ama…” Fono laboratuvara girmişti, asistan birkaç adım geri gitti, Doktor J eliyle sakalını sıvazladı “Kumru’ya kudret narı vermiyoruz, sana dediğim bitki çaylarını da kes, yeni bir karışım deneyeceğim çünkü cildi hala gençleşmedi.” Fonu orada olduğunun hissedilmesi için sahte bir şekilde öksürdü. Laboratuvarın boş duvarlarında yankılandı. Doktor J çalışırken araya girilmesinden hiç hoşlanmıyordu “Siz dinlenmiyor musunuz?” diye Fono’ya sordu. Fono oldukça hareketliydi “Bugün gayet iyiyim, son verdiğiniz ilaç çok iyi geldi, dışarı çıkacak kadar iyi hissediyorum.” Doktor sahte bir şekilde gülümsedi “Yarın hava bulutlu çıkabilirsiniz tabii.”

Yüksek maaşlı ve yeminli çalışan hastabakıcılar Kumru’yu ayılması için odasına götürdüler. Sırada Ahmet Bey vardı. Fono bir köşede ayakta bekliyordu. Bakıcılar Ahmet’i getirip muayene masasına yatırdılar. Adam bir an gözlerini açtı. Can hemşireye seslendi “Sakinleştirici ne zaman verildi?” Hemşire odadan koşarak geldi “Bir doz daha veriyorum” diyerek Ahmet Bey’in damar yolundan ilacı verdi. Doktor bu hastasından çok memnundu ancak ikizi Mithat’ın ölümü Fono ile aralarında şiddetli bir kavga yaşamalarına neden olmuştu. Çünkü Mithat, Ahmet’e göre daha dayanıksızdı, temkinli ilerlemek gerekirdi. Doktor onu dinlememiş yeni karışımdan yüksek doz uygulamıştı bu da bilincinin kapanmasına neden olmuştu. Ahmet’in konuşmaya başlaması ve tekerlekli sandalyeden kalkmaya çalışması umut verici gelişmeler olduğundan Mithat’ın kaybı çabuk unutulmuştu. Fono, doktorun başında beklemeyi pek sevmiyordu ancak huzurevi sakinlerinin ölümü hem para hem de prestij kaybetmeye yol açıyordu. Ne kadar sakin o kadar ilerlemeydi. Muhakkak bir gün kendisi gibi bir yaşlı çıkagelecekti ve Doktor onun üzerinde sınırsız deney yapıp Fono’nun derdine deva bulacaktı.

Bir sonraki amaç Ahmet’i yürütmek ve cildini pürüzsüzleştirmekti. Gerekli karışımlardan elde edilen öz enjekte edildikten sonra yemekhane sorumlusu doktor ile görüşmeye gelmişti. Fono atıldı “Ben hallederim.” Doktor da peşinden gitti. Can, Ahmet’e gerekli müdahaleyi yapıp odasına gönderdi. Sıra kapsüldeki deneklerin kontrolündeydi. Huzurevi sakinlerinin sularında aşırı doz kolajen bulunuyordu. Yaşlılar son günlerde ishal şikayetiyle revire gelmekteydiler ve bu ani ölümlere yol açabilirdi. Yemekhane sorumlusu bir süre ara verilmesini isterken Doktor fütursuzca bağırdı “Dozu azaltacağım.” Bazen Fono bile doktora söz geçiremiyordu. Bu çılgın adam ya herkesi öldürecek ya da ölümsüzleştirecekti.

En ilginç hasta Liza’ydı. Seksen yaşındaki kadın ilk gün nasıl geldiyse öyle kalmıştı. Bu sebeple Doktor J ilerleyemediğini düşünüyordu, son bir kez deneme yapacaktı. Yeni karışımdan aşırı doz. Bunu Fono’nun oğlu istemişti, özellikle Liza’nın hayatında hiç hastalık geçirmemesi ve ilaç kullanmaması araştırılacak bir bünyeye sahip olduğunu gösteriyordu. Gençleşme olmasa bile en azından yaşlanmanın nasıl durduğunu çözmek gerekti. Fono ve kızı Liza’yı kampüsten göndermeye kararlıydılar çünkü vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Liza gamsızlıktan kazanıyordu, kimse anlayamamıştı. Mücella için geri dönüş yoktu. Doktor J kalçası kırık kadını ancak sıradan doktorların iyileştirebileceğini düşündü, uzun zamandır üzerine emek harcadığı kadın, bir at uğruna tüm kemiklerini kırmıştı. Bazı hastaların geri dönüşü yoktu. Yeni bir aday onu daha çok heyecanlandırıyordu.

Asistan Can odadan çıkarılan Ahmet’in peşinden yavaş yavaş yürüyordu. Metal kapsüllerle dolu odaya vardı. Burada gönüllü denekler vardı. Beş kadın, beş erkektiler. Onlardan üretilen bebeklerin de diğer odada hemşireler tarafından bakımları yapılıyordu. Fazla uzağa gidemezlerdi, Doktor J bebekler üzerinde de özel çalışmalar yapıyordu. Ara sıra hayatını kaybedenler oluyordu ne yazık ki. Spor salonunun arkasındaki yere gömülüyorlardı. Doktor herkesi rahatlatıyordu “Onlar gerçek bebek değilmiş.” Huzurevi sakinlerinden henüz bebek oluşturamamışlardı. Yaşlıların gençleşme süreleri orta yaşlı deneklere göre daha uzundu, bazen vücutları da dayanmıyordu. Yaşlıların arayanı soranı yoktu ancak deneklerin aileleri vardı. Onları türlü numaralarla terk ettiklerini düşündürseler de bir gün biri kocasını ya da karısını aramaya karar verebilirdi.

Can son deneğe baktı, adam gözleri açık kapsülde bekliyordu. Yanındaki çikolata rengi kadınla aynı anda katılmışlardı çalışmaya. Kadının yumurtalığı ve adamın spermi en uygun anda birleştirilmişti. Bebek havuzunda büyüyen çocuklardan dördü öldü, biri yaşıyordu. Bugün tam beş aylık olmuştu. Can adama baktı “Bir oğlun var” dedi. Sesi yankılandı. Bazen bu laboratuvarda her şey hayalmiş gibi geliyordu. Elinde olsa bu on kişiyi gömerdi, Doktor J’nin onları hayata döndürebileceğine inanmıyordu. Adamın kapsülde yazan adına baktı, bu Suzan Hanım’ın onu terk ettiği sandığı kocası Abdi idi.








ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...