Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-3 Pazar

 

PAZAR

Yattığı yerden denizin üzerindeki gri bulutları gördü Suzan Hanım. Evinin yatak odası karşı komşunun mutfak balkonuna bakıyordu. Bazı sabahlar kavrulmuş soğan kokusuna uyanır midesi bulanırdı. Bu yüzden camını, gece tuvalete kalktığında kapatıp yatardı. Komşusu gündüz işe gittiği için sabah altı gibi kalkıp o günün yemeğini hazırlardı. İnsanın yatağından sonsuz gökyüzünü görmesi büyük lükstü. Balkona çıktı, hava baya rüzgarlıydı. Her an yağmur yağabilirdi. Sağ tarafından gelen bulutlarla denizin üzerindekiler çarpışacaktı. Suzan Hanımın üzerine şiddetli bir yağmur yağacaktı. Rahmetli anneannesi her yağmur yağdığında başını camdan çıkarırdı. “Yağmur suyu saçlara iyi gelir” derdi. Annesi telaşla ona bağırırdı “Gir içeri, kafan ağır gelir düşersin!” Çocuk gibi azarlanan anneannesi bozulur odasına gider kapıyı kilitlerdi. Onun gönlünü bir tek Suzan alırdı. Anneannesinin annesini özleyip ağladığı zaman bile gözyaşını Suzan silerdi. Ne günlerdi!

Yüzünü yıkadı. Spor çantasına yeni aldığı taytı, tişörtü, ayakkabıları, terini silmek için küçük bir havlu, temiz çorap ve üzerinde H.K. yazan bir şişe suyu koydu. Kahvaltıya gitti. Aklında açık büfe kahvaltı vardı. Ancak kimseler gelmemişti. Melek koşarak yanına geldi ve onu bilgilendirdi. Dediğine göre bugün brunch olacaktı. Henüz hazırlıklar bitmemişti. Ancak Suzan Hanım’a içinde mısır gevreği ve muz olan sütlü bir kahvaltı hazırladı yanında da espresso vardı. Suzan yeni tarz kahvaltısını çok sevdi, karnında hiç şişlik yaratmamıştı. Saat ikide hafif bir brunch için tekrar görüşmek üzere vedalaştılar.

Spor salonuna varınca herkesin orada olduğunu anladı. Tezer ve ekibi jimnastik salonundaki aletleri hakkını vererek kullanıyorlardı. Bisiklete binen kadın ter içinde kalmıştı. Hızla sürmesi yetmezmiş gibi ayağa kalkıp pedala seri bir şekilde basıyordu. Bisiklet yuvasından bir çıksa Tezer kendini denizin dibinde bulacaktı. Suzan gülmek üzereyken kadının şekilli kalçasını fark etti. Sonra aynada yere doğru sarkmak için can atan geniş kalçasına baktı. Bunu toplamak mümkün müydü? Ayna karşısında üç parti yakışıklısı dambıl ile pazu geliştirme hareketleri yapıyorlardı. Dişisini çiftleşmeye davet eden orman böceği gibilerdi. Cuma günü yemekte gördüğü ipek saçlı kadın ve zayıf arkadaşı şık eşofman takımlarıyla koşu bandındaydılar. Yavaş yürüyüş yapıyorlardı. Kendilerince haklıydılar, üstündekilerin ter kokmasını istemezlerdi. Acaba kaç dakikadır yürüyorlardı? Yanlarından geçerken ekranlarına baktı. İnanamadı, iki saate yakın bir süredir yürüyorlardı. Hantallığından utanan Suzan Hanım motive olmak için ilk darbesini yemişti.

Dans salonuna gitti. Sınıf çok kalabalık değildi. Hemen soyunma odasında üzerini değiştirdi. Derse başlamadan önce tuvaleti ziyaret etti. Sınıfa döndü ve forma girmeye hazırdı. “Hey!” diye bağıran Amerikalı olsa ismi John olacak parlak bir çocuk kapıdan içeri girdi. “Selam gençlik! Size dans hocanız Hande’yi getirdim.” Müzik başladı, herkes Hande Hocayı alkışladı. Renkli spor taytı, tepeden toplanmış saçlarıyla güzel Hande koşarak derse başladı. “Hop bir ki… Hadi beni tekrar edin.” Hande ayna karşısında dans figürlerini yoga ile karıştırarak yapıyordu. Suzan Hanım önce etrafına baktı, herkes düğmesine basılmış gibi hocanın hareketlerini tekrarlamaya başladı. Özgüveni yavaş yavaş kaybolurken John yanına geldi “Zamanla alışırsınız hadi deneyin” diye onu cesaretlendirdi. Suzan Hanım bir ileri bir geri derken yirmi dakikanın sonunda uyum sağlamayı başarmıştı. Hande “Evet yine süperiz! Şimdi su içebiliriz. Suzan Hanım siz de harikasınız!” dedi uzaktan ona kalpli öpücük gönderdi. Suzan Hanım çok mutlu oldu teşekkür etti. H.K. suyundan içip terini kuruladıktan sonra ikinci bölüme geçtiler.

Işıklar kapandı bir anda uğultulu bir müzik duyuldu. Tavandaki disko topu dönmeye başladı. Sınıf çılgınlar gibi dans ediyordu. Suzan hanım da müzik kolonları da bastan zıplıyordu. Hande’nin dediği gibi harikalardı. Kalçasının eridiğini hissetti. Kalbi hiç yorulmamıştı. Ertesi gün yataktan kalkarken vücudu ağrıyacaktı ama buna değerdi. Ders bitince terler su gibi akıyordu. Hande “Hepinizi öpüyorum haftaya görüşmek üzere” dedi ve çıktı. John “Arkadaşlar benim dersime de katılım zorunlu, mazeret istemiyorum. Perşembe görüşürüz!” dedi, koşarak gitti. Sınıftakiler kendilerini alkışladılar. Beyaz saçlı bir adam Suzan’a yaklaştı. “Daha önce Latin dansı yapmış mıydınız?” diye sordu. Suzan Hanım kalçasının sadece Latin dansına uygun olduğunu ima eden bu adama bozulup bozulmama arasında kararsız kaldı. Ona doğru bir adım atan, tipi fena sayılmayan adama şans vermek için hemen terslemedi. “Hayır dans etmeyeli yıllar oldu.” Adam “Çok iyi dans ediyorsunuz, ben bile bir ayda zor alışmıştım” diye onu övdü. Suzan Hanım isminin Eflatun olan bu adamla bruncha birlikte gitti. Kumru ona kaş göz yaparken Battal Bey uzaktan naralar atıyordu. Suzan onlara el sallayıp başka bir masaya oturmayı tercih etti. Bağımsızlığını yeni tanıştığı hayat arkadaşı adayıyla ilan etmiş bulunuyordu. Ahmet ve Mithat kardeşlerinde kesintisiz ona beş dakika bakması bile rahatsız edemedi. Suzan yeni Suzan olmaya hazırdı.

İkisi bahçede oturup kahvelerini yudumluyorlardı. Eflatun anlatmaya başladı, sanki senelerdir konuşmak için onu beklemişti. “Okuldan mezun olunca hemen Akdeniz’de bin nüfuslu bir adadaki müzeye atandım. Küçücüktü ama içi eserle doluydu. Müze tam tepedeydi, oradan bütün Akdeniz ayağınızın altında gibiydi. Odamın dört duvarında pencere vardı. Nereye baksam lacivert suya düşecek gibi olurdum. Sahilde saatlerce otururdum. Denizi izlemek sakinleştirir. Aklınızda ne varsa alır götürür. Yeni düşüncelere daha açık olursunuz. Uzun süre düşünme fırsatım oldu. Dünyadaki en büyük mutluluk nedir? Nedir?”

Suzan Hanım bir an durdu, cevap verme zorunluluğu hissetti “Sağlık” dedi. Eflatun küçük bir gülümsemeyle keşfettiklerini anlatmaya başladı “Özgürlük, hayattaki en büyük mutluluktur. İstediğiniz zaman istediğiniz şeyi yapmaktan öte. Ruhun özgürlüğü. Sınırsız olmak. Doğduğumuzdan beri bazı geleneksel düşüncelerle büyürüz. Toplumda barınmanın temel şartları vardır. Her zaman yazıya dökülmez. Bunu ailelerimizden öğreniriz. Sorgulamadan kabulleniriz. Sorgularsak başımıza iş alırız, öyle değil mi? Ancak kendimizle yalnız kaldığımızda düşünmeye başlarız ve deriz ki ‘Ben özgür bir birey miyim?’ Adada anladığım en önemli şey bu oldu, özgür değildim. Hayatıma karışan kimse yoktu, işimde ya da evimde bir baskı unsuru yoktu ancak mutlu değildim, eksiktim. Tamamlanmak için yalnızlığa ihtiyacım varmış. Birey kendinden daha büyük olanın düşüncelerini benimser. Güçlü olan doğada kazanır lafı bu yüzden doğrudur. İş yerinde patron, evde eş, hatta hayata getirdiğin çocuk bile gün gelir sana müdahale eder. Düzen budur. Kendi oluşumlarını tamamlayamamış canlılar başkalarının üzerinden egolarını tatmin ederler. Biz de bu duruma ses çıkaramayız. Karşımızdakinden ya korkarız ya da ona karşı gelerek onu üzeceğimizi düşünürüz. Seçimlerimiz bize özgürlük verir sanırız, yanılırız. Çünkü tercihlerimiz kısıtlıdır. Bize iki seçenek sunulur birini seçince kendimizi özgür hissederiz oysa hiç ortaya atılmayan diğer seçenekler bizim hayatımızı nereye götürecektir hiç düşünmeyiz. Bunun sebebi de korkudur. Korku imparatorluğu! İnsanlar korkuyla yönetilir. Önce o korkulardan sıyrılmak cesur olmak gerekir. İnsan zamanla aydınlanmaya başlar. Her denilene hemen inanmam. Düşünürüm, beynimi yormadan. Bana gerekli mi, değil mi ona göre. Kimseye inanmak zorunda değilim. Kimse de bana inanmak zorunda değil. Canının istediğini yapmak değil, aklının gösterdiği yolda yürümek önemli. Hayattan haz almak böyle oluyor. Gelecekten beklentinin olmaması, yaşadığın andan haz almak ve bir şeyden korkmamak. Bunlar bize daha çocukken öğretilmeliydi. Kendimiz anlamaya kalktığımızda yıllarımızı alır. Benim yirmi senemi alması gibi. Tam yirmi sene kendimi tanıma sürecim. Kimine göre az, kimine göre çok. Elli yaşına gelmiş emekli olup çantasıyla dünyayı gezeceğim diye yolculuğa çıkan insanların yazdığı kitapları okuyor halk. Neden? Kendi yolculuğa çıkamadığı için. İşte o yolculuk bir yere gitmeden de yapılmalı ve erken yaşta yapılmalı ki gençliğimiz, orta yaşımız ve yaşlılığımız huzur içinde geçsin. Acıyı yaşayalım, dozunda sonra kabullenelim ama saygıyla. Yetişkin olmuş nice kişiler gördüm anne babasını kaybedince onlarla mezara girdiler. Neden? İnanın cevabını bulamadım. Onları anlayamadım. Belki yanlış kurulan ilişkileriyle yüzleşemediklerindendir. Yoksa insanoğlu kendinden başkasını bu kadar sevemez diye düşünürüm. Bir diğer konu da erdem. İnsanın yaşamının anlamı erdemli olmaktır. Yüzünü kızartacak yanlış bir şey yapmamak, doğru olanı her şartta yapmaktır. Erdem öğrenilebilir, ben sabırla, sükunetle hayattan öğrendim. Ve bu anlattıklarıma vakıf olan insanı sonsuz mutluluk bekler. Sonsuz mutluluk hazdan da ötedir. Çelik gibi sağlam olursunuz sizi hiçbir şey yıkamaz. Bu haz orgazmdan daha büyük bir hazdır.” Suzan Hanım gözlerini aşağı eğdi. Ne de olsa erdemli bir kadındı, yeni tanıştığı bir adamla orgazm üzerine konuşamazdı. Ayrıca bu konuda pek de bilgisi yoktu. Ancak özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu anladı. Eflatun Bey ne kadar bilge bir adamdı. Bu kadar bilgiyi denize bakarak edinmiş olamazdı, anlaşılan kütüphanede çok vakit geçirmişti.

Kulakları uğuldarken Eflatun’un aralıksız anlatmaya devam ettiğini fark etti “Adanın bir tarafı sıcak, diğer tarafı ise rüzgarlıydı. O yüzden önce farenjit oldum sonra kronikleşti. Zamanla astıma döndü o da kronikleşti. Akşamları sürekli öksürüyordum. Adalı yaşlı bilge bir kadın benim için çeşitli otlar topladı. Onların bir kısmını kaynatıp buğu yapıyor, bir kısmını da içiyordum. Çok iyi geldi. Adanın rüzgâr almayan tarafına taşındım. İnanır mısınız öksürüğüm bıçak gibi kesildi. Emekli olacağım gün masamda bir davetiye buldum. Huzurevi Kampüsü Sizi Bekliyor! Suzan Hanım şaşırdı “Buraya davetle mi geldiniz?” Eflatun açıkladı “Evet, özellikle beni ikna ettiler. Benim gibi beyinlere ihtiyaçları varmış. Birkaç seminer düzenlememi istediler. Bu bildiklerinizi diğer huzurevi sakinlerine de anlatın dediler. Ben de kabul ettim. Sizi de amfide görmek isterim.” Suzan Hanım’ın duruşu dikleşti “Zevkle gelirim Eflatun Bey, sizi dinlemek çok güzeldi.” Eflatun ayağa kalktı “İzninizle ben deniz kıyısına gidiyorum. Gri bulutların denizle buluştuğu yeri izleyeceğim.” Eflatun Suzan’ın elini nazikçe öptü ve uzaklaştı. Suzan elindeki kahve fincanına bakakaldı. Telvesi baya kurumuştu. Kaç saattir bu adamla konuşuyordu, daha doğrusu onu dinliyordu? Odasına gidip duş almalıydı.

Ayağa kalkarken poposunun acıdığını hissetti. Aniden sağanak yağmur başladı. Suzan odasına gitmekte ısrarcıydı. Ağaç altı bile ıslanmıştı. Hızla yürüdü, saçları ıslandı, koşmaya başladı. Bacakları ne kadar güçlenmişti. Sanki bir bulut kütlesi sadece onun üzerine yağıyordu. Koştu. Sonunda yatakhaneye vardı. Ortalıkta kimseler yoktu. Odasına çıktı. Çantasından su akıyordu. Yerdeki su lekelerini mendillerle sildi. Banyoda sıcak suyu açtı. Tüm duvarlar buhar olmuştu. Kirlilerini yıkatmak için bir poşete koydu. Duş aldıktan sonra yatağa uzandı ve uyuyakaldı. Bir ara uyandı karanlık çökmüştü. Tuvalete gidecek gücü yoktu. Hala yağmur yağıyordu. Tekrar uyandı eliyle ateşini ölçen bir hemşire gördü. Kız “Ateşi yüksek” dedi. Koluna bir iğne vurdular. Suzan tekrar uykuya daldı. Uyandığında yağmur dinmişti, Suzan Hanım ağlamaya başladı. Kendini durduramıyordu. Eliyle yüzüne dokundu dudakları ve yanakları kuruydu. Nasıl ağlamaktı bu? Gözyaşı mı bitmişti? Oysa Suzan Hanım sık ağlamazdı. İçine mi akıyordu gözyaşları. Hayal mi gerçek mi derken tekrar uykuya daldı.





ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.