Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-1 Cuma

 

CUMA

Suzan Hanım, babadan kalma valiziyle Huzurevi Metro Durağında trenden inmişti. Tüneller her daim soğuk ve nemliydi, bu yüzden sırtı biraz ürperdi. Duvar kenarlarından minyatür şelale misali su sızıyordu. Güvenlik görevlileri aralarında şakalaşıyorlardı. Bütün gün yerin altında çalışmak güneşe hasret kalmak demekti. Hatta ileride D vitamini eksikliğinden bir takım sağlık sorunları yaşayabilirlerdi. Onlar adına şimdiden üzüldü Suzan Hanım. Yanlarından geçerken gülümseyip çıkışa doğru ilerledi. El bandı yürüyen merdivenden daha hızı gidiyordu, ister istemez öne doğru eğiliyordu, düşmemek için sürekli bir basamak yukarı çıkıyordu. Demir aksanların arasına bir şey sıkışmış gibi ses çıktı. Yürüyen merdiven durdu. Artık yürümesi gereken Suzan Hanım’dı. “Yaşlanmadım ben” diye mırıldanırken seri adımlarla çıkışa vardı. Soluk soluğa kalmıştı. Keşke asansör fobisi olmasaydı…

“Huzurevi Kampüsü” yazan tabelayı aradı. Metro girişinden birkaç adım uzaklaşınca göz alıcı binaları gördü. Birkaç katlı olduklarından bu yapılara ‘yatay mimari’ diyorlardı. Suzan Hanım rahatladı, asansöre binmesine gerek yoktu. Belki de onun odası hemen giriş katta olurdu. İstediğinde çıkıp gezebilirdi. Uzaktan golf arabasına benzeyen, küçük, kapısız bir araç geliyordu. Sürücünün yanında oturan kız el sallamak için hafifçe ayağa kalkmıştı. Esmer delikanlı kızı oturması için tişörtünden çekiştiriyordu.

“Suzan Hanım! Hoş Geldiniz!” diye bağırdı kıvırcık saçlı kız, araç durmadan iniverdi. “Ne yapıyorsun?” diyen delikanlı beyaz dişlerinin tümünü Suzan Hanım’a göstererek, “Sizi çok bekletmedik değil mi?” “Hayır evladım, yeni geldim” dedi Suzan Hanım, içinden onlara sarılmak geldi. İkisi de anlamış gibi Suzan Hanım’ı kucakladılar. “Çok tatlısınız, iyi ki geldiniz! Benim adım Şirin.” Delikanlı, “Benimki de Cesur” diyerek kendilerini tanıttılar. Suzan Hanım’ın göz pınarlarında yaşlar birikti. Kendi evlatlarıydı sanki mis gibi kokuyorlardı. “Hazırsanız gidelim” dedi Cesur.

Şirin hemen Suzan Hanım’ın elinden tutup araca bindirdi. Valizine baktı. Çoktan arka koltuğa kurulmuştu altmış senelik yadigâr. Gülümsedi Suzan Hanım ve ne kadar isabetli bir karar verdiğine emin oldu. Küçük araç hızla ilerlerken herkesin saçları rüzgârda uçuşuyordu. “Burası Huzurevi Kampüsü” dedi Şirin. Suzan Hanım binalara baktı. “Yukarıdan bakınca gülen yüze benzeyen beş tane bina mevcut. Mimarlar mutlu yaşlıları düşünerek tasarlamışlar” diyen Cesur’u Şirin düzeltti “Misafirlerimiz yeni evlerinde mutlu olsun diye” İkisi güldüler. Suzan Hanım “Burada mutsuz olmak mümkün mü?” diye sorunca Şirin kendinden emin cevapladı.

“Hayır! Vakit bulamazsınız! Palmiye ağaçları çok güzel değil mi? Bakın, Kuzey girişinin sağındaki camlı bina yönetime ait. Müdürlerin ve çalışanların odaları orada. Bizim henüz odamız yok. Birkaç sene daha çalışıp üst kademeye geçmeliymişiz.” “İnşallah” diye temennide bulundu Suzan Hanım. Şirin anlatmaya devam etti. “Soldaki bina ise yemekhane. Mis gibi kokular geliyor. Acıktınız mı?”

Suzan Hanım şaşkın cevapladı. “Hayır kızım, kahvaltı yapıp çıktım.” Cesur davetkar bir ses tonuyla “Öğle yemeğinde benimle randevunuz var” dedi. Hepsi güldüler, yüzleri huzurevi kampüsünün yukarıdan görüşüne benzemişti. “Gezimiz devam ediyor. Bakın meydana geldik, bazen tören için burada toplanırız” dedi Şirin. “Ne töreni Şirin? Yatılı okul mu burası?” diye sordu Suzan Hanım. Cesur bir cevap bulamayınca kıvrak zekasını kullandı. “Bir bakıma evet, sizi okul hayatına geri götüreceğiz.”

Suzan Hanım çantasındaki suyunu çıkardı tam içecekken Şirin elinden aldı ona üzerinde H.K. yazan yeni bir şişe su verdi “Lütfen bunu için.” Suzan Hanım neden der gibi ona baktı. “Dışarıdan yiyecek, içecek, çiçek, böcek veya evcil hayvan getirmek yasak.” Suzan Hanım ona uzatılan suyu içti. Cesur konuyu dağıtmak için diğer binaların fonksiyonlarını anlatmaya devam etti. “Doğuya bakan bina spor salonu, batıdaki etkinlik alanı. En çok buralarda vakit geçireceksiniz. Güney cephesine bakan büyük bina ise yatakhaneniz.” Şirin heyecanla araçtan atladı. “İşte geldik. Hadi valizinizi odanıza bırakalım.” Suzan Hanım etrafına bakarken Şirin kampüsü övüyordu. “Bakın kuzeyde eşsiz sıra dağlar, güneyde mis kokulu denizin manzarası, bunu hiçbir yerde bulamazsınız.” Suzan Hanım merakla sordu “Odam deniz görüyor mu?” Şirin Cesur’a bakarak evet anlamında kafasını salladı. Suzan Hanım’ın valizini alan Cesur onu yatakhaneye götürdü. Resepsiyondaki kızıl saçlı kız “Hoş geldiniz Suzan Hanım, ismim Rosa” diye onu karşıladı.

Suzan Hanım gençleri görünce çok sevinirdi, içi kıpır kıpır olurdu, nihayetinde o da gençliğinde bu kadar pozitifti. Hala da öyleydi ama hayat onu biraz üzmüştü. Bazı konuları aklına getirmemek için akşamları bitkisel bir sakinleştirici alsa da akıl sağlığını kaybetmeyi göze alamamıştı. Yalnız kalınca kafasında kuruyordu ya hırsız girerse ya ocak açık kalırsa ya doğalgaz sızarsa ya bayılırsam ne olur? Cevap bulamıyordu. Başkalarıyla birlikte yaşarsa bu takıntılarına bir son vereceğine emindi. Artık onun için ikinci hayat başlamıştı. Bundan sonra mutlu olacaktı. Tüm bunları düşünürken birinci kattaki deniz manzaralı odasına girdi. Cesur bir yandan Rosa ile flört ediyordu. Suzan Hanım şaşkınlıkla ellerini başına götürdü. Dekorasyon dergilerindeki lüks otel odaları buranın yanında sönük kalırdı. Yere kadar uzanan bal rengi perdeler odayı karanlık yapmak yerine rahatlatıcı bir ışığın içeri girmesine izin veriyordu. Camlar yere kadardı. Bu sayede berjere oturunca ayağı suya değiyor gibi görünecekti. Yatağın karşısında dev ekran bir televizyon vardı. Ses sistemi odanın dört duvarına monte edilmişti. Dizi ya da film izlerken tam konsantre sağlanacaktı. Ahşap görünümlü bir masa onu günlük tutmaya davet ediyordu. Yatağın örtüsü sarı, kahverengi zarif desenlere sahipti. Suzan evindeki dallı güllü yatak örtülerini hatırladı, bir saniyeliğine. Karışık renkler ne kadar yorucuydu. Oda sade ama görkemliydi. Misafirlerin konforu tam anlamıyla düşünülmüştü. Hiç dışarı çıkmadan burada yaşayabilirdi.

Kızıl saçlı Rosa eliyle göstererek anlatıyordu. “Burası hem salon hem de yatak odası, bakın içeride banyonuz da var.” Suzan Hanım düşündüklerini tek kelimeyle ifade etti. “Harika!” Rosa devam etti. “Temizlik, çamaşır ve diğer tüm ihtiyaçlarınızı biz halledeceğiz, siz sadece kampüsün tadını çıkarın.” Suzan Hanım balkondan denize baktı. Gözlerinde denizin dalgaları köpük köpük görülüyordu, sessizce “Teşekkür ederim” dedi. Cesur, Rosa’nın kızıl saçlarını çekiştirirken bağırdı “Yemek vakti!”

Yemekhane dedikleri yer tartışmasız balo salonuydu. Gençliğinde birkaç kez davetlere katılmış olan Suzan Hanım daha önce hiç böyle bir mekânda yemek yememişti. Flüt ve gitar çalan kızları gördü, içinin umutla dolmasına vesile olan müzik sonradan öğrendiğine göre Alessandro Scarlatti’nin F-Dur Sonatıydı. Kapının iki yanında kocaman sütunlar vardı. Sultanahmet meydanındaki Yılanlı Sütundan ilham alınarak yapıldığı için tavanla birleşim yerlerinde üç tane yılan kafası görülüyordu. Pencerelerin üstünde Eros misali elindeki oku atmaya çalışan melekler vardı. Maun masaların etrafı siyah kadife kumaş giydirilmiş sandalyelerle çevriliydi. “Üstlerine yemek dökülürse ne olur?” diye soruverdi Suzan Hanım. Cesur ve Şirin o sırada yemeklere iştahla baktıkları için duymamışlardı. Cam kenarında bir masaya oturdular. Servis için garson üniformalı bir kız geldi. Yakasında Melek yazıyordu. “Hoş geldiniz Suzan Hanım, et mi, tavuk mu tercih edersiniz?” Suzan Hanım düşündü.  “Et alayım.” Cesur “Bize her zamankinden olsun” dedi. Melek siparişleri başıyla onayladı ve oradan uzaklaştı. Suzan Hanım tavandaki elmas salkımı avizeye bakıyordu. Şirin “Nasıl beğendiniz mi?” Suzan Hanım gülümsedi, “Şirinciğim diyecek söz bulamıyorum. Her gün burada yemek beni gençleştirecek.” Cesur hemen atıldı “Yemekler de gençleştirecek!”

Bir anda masaya salata, yoğurt, Cesur ve Şirin için hamburger, Suzan Hanım için de ince doğranmış et ile yanında patates geldi. Gençler afiyet olsun dedikten sonra yemeğe başladılar. Şirin o esnada Suzan Hanım’ın telefonunu aldı ve hemen onun bir fotoğrafını çekti. “Bu anı ölümsüzleştirdim.”

Suzan Hanım diğer masaları incelemeye başladı. En uzaktaki masada üç adam vardı. Kıtlıktan çıkmış gibi değil, yavaş yavaş yemeğin tadını çıkararak yiyorlardı. Sanki bir film sahnesiydi, çatal bıçak sesi hiç duyulmuyordu. Tabaklarındakilerin azaldığını görmese onların dekor olduğunu düşünürdü. Kapıdan bir kadın girince hemen yemeğe ara verip ağızlarını beyaz kumaş peçetelere sildiler. O kadar temiz yiyorlardı ki, Suzan Hanım peçetelerde yemek lekesi olmadığına emindi. Kadın masaya gelince hafifçe ayağa kalktılar. Rahatsız olmamaları yemeğe devam etmeleri gibilerinden işaret eden kadının sandalyesini bir tanesi tuttu. Tam oturacakken adam bir adım ileri sürdü kadife kaplı gösterişli ağır sandalyeyi. Kadın yemek için hazır pozisyona gelmişti, nazikçe gülümsedi. Adamlar ne kadar saygılıydı. İçlerinden biri kadınla daha çok ilgileniyordu. O sipariş verene kadar yemeğine dokunmadı. Acaba aralarında ne vardı?

Cesur hamburgeri dört ısırıkta bitirmişti. Otururken Şirin’in sandalyesini de tutmamıştı. Eski kuşakta bu davranışlar görgüyü temsil ederken günümüzde dalga konusuydu gençler arasında. Sol çaprazındaki masada iki tane orta yaşlı kadın vardı. Güya burası huzureviydi. Bu insanlar emekli bile olacak görünüme sahip değildi. Bir bankada memur olarak çalışsalar kimse onlara “Hadi emekliliğiniz geldi, eve gidin artık!” demezdi. Emeklilik elden ayaktan düşmeye yakın olmak demekti. Yoksa kurumlar insan vücudunu çökertene kadar çalışmayı ilke edinmişti. Kimse saçı beyazladı diye emekli edilmezdi. İşe gelemeyecek kadar ayakları tutmayanlar ancak emekliliğe layık görülürdü. Dünya bu kadar acımasızdı. Suzan Hanım kendini isteğe bağlı emekli ettiği için şanlı hissetti. Yoksa hala otobüs, metro ve tramvay aktarmasıyla işe gidip geliyor olurdu.

Kadınlardan birinin saçları ipek gibi görünüyordu. Kesinlikle kuaför işi diye tahmin etti Suzan Hanım, ne yazık ki kendi saçlarını ancak yirmi dakikada şekle sokabiliyordu. Kadının kırmızı ojeli tırnakları parlıyordu. Jest ve mimiklerini abartmadan kullanıyordu. Arkadaşına nazaran daha şıktı dinleyici, krem gömlek ve gri renkte bir kumaş pantolon giymişti. Gümüş kolyesi vardı. Tabaklarındaki yemekleri bitirmelerine rağmen göbekleri çıkmamıştı. İnceciklerdi, fiziki özelliklerin aileden miras kaldığına bir kez daha emin olmuştu. Konuşmacı saatine baktı ve aceleyle masadan kalktılar. Acaba nereye yetişiyorlardı? Acaba Suzan Hanım kendine burada arkadaş edinebilecek miydi? Acaba ona saygı duyan bir adamla karşılaşacak mıydı? Kapıdan çok yaşlı bir adam girdi, elinde bastonuyla zar zor yürüyordu. Yanındaki genç görevli ona yardım etti. Yemekhane denilen balo salonunun şaşasına bakakaldı adam. Masaya bile oturmadı. Bahçeden binaya doğru döpiyesli bir kadın geliyordu. Cesur ve Şirin onun baktığı yere bakınca hemen tabaklarındaki son patatesleri de ağızlarına atıp ayağa kalktılar. Cesur “Suzan Hanım biz sizi kapıda bekliyoruz” dedi ve ikisi koşar adımlarla masadan uzaklaştılar.

Döpiyesli kadın içeri girince kapının diğer yanında oyalanan Şirin ve Cesur hemen dışarı çıktı. Böylece karşılaşmamış oldular. Müzisyenler konsere ara verdiler. Kadın mikrofona doğru uzandı, konuşmaya başladı “Sevgili Huzurevi Kampüsü sakinleri, bugün Cuma biliyorsunuz, her hafta olduğu gibi bu Cuma da aramıza yeni katılanlar için bir parti düzenliyoruz. Akşam yemek saatinden sonra etkinlik salonunda görüşmek üzere! Afiyet olsun!”

Suzan Hanım belki görür diye kadının olduğu tarafa doğru gülümsedi. Kadın onu fark edince başıyla selam verip hızlı adımlarla yemekhaneden çıktı. Suzan Hanım yöneticinin disiplinli biri olduğunu anladı. Çocuklar ondan korkularına hemen masadan kalkıp kaçmışlardı. Demek işini sıkı tutuyordu. Bu da kampüsün kusursuz işlediğinin göstergesiydi. Peki akşam ne giyecekti? “Yemeği beğendiniz mi?” sorusuyla valizindeki kıyafetleri gözünün önüne getirmiş olan Suzan Hanım irkildi. Melek olumlu bir yanıt bekliyordu. “Hem de çok yavrum, elinize sağlık” dedi Suzan Hanım ve kapıda onu bekleyen Cesur ve Şirin’i buldu.

Cesur “Suzan Hanım isterseniz önce spor salonuna bırakayım” dedi. Suzan Hanım “Yediklerimizi eritme vakti diyorsun” diye onları güldürmeye çalıştı. Cesur ve Şirin elektrikli araca bindiler, Suzan Hanım’ı meydandan geçirerek spor salonunun önüne getirdiler. Cesur “Sizi burada Şirin gezdirecek ben yeni gelen bir beyefendiye odasını göstereceğim” dedi. Suzan Hanım beyefendinin yemekte gördüğü bastonlu adam olduğunu düşündü “Sağ ol Cesur, sana kolay gelsin.” Şirin ve Suzan Hanım spor salonuna girerken aceleyle takım elbiseli bir adam dışarı çıktı. Az kalsın Suzan Hanım’a çarpıyordu. Hatasını algılayınca uzaktan “Özür dilerim” diye bağırdı. Suzan Hanım önemli değil gibisinden elini salladı. Şirin heyecanlanmıştı. “O kim Şirin?” diye sorunca kız hemen kekeledi “O, o yönetici Suzan Hanım, burada ilk defa gördüm.” Suzan Hanım “Peki yemekhaneye gelen döpiyesli kadın kimdi?” diye sorunca Şirin cevap verdi “O da yönetici, bugün çok işleri var sanırım. İlk defa birbirlerinden ayrı görüyorum onları, hem de araçsız.” Suzan Hanım gerildi “Kötü bir şey olmasın?” Şirin onu sakinleştirdi “İnanın burada asla kötü bir şey ile karşılaşmazsınız, siz hiç merak etmeyin. Hadi size jimnastik salonumuzu göstereyim.”

“Koşu bandı, bisiklet, Lat Pulldown, Cable Crossover ve diğer aletler burada. Arka bölümde toplu pilates ve yoga dersleri yapılıyor.” Suzan Hanım kaşlarını biraz çatarak sordu “Şirin bu aletleri kullanan yaşlıların kalbine bir şey olmaz mı?” Şirin derin bir nefes aldı ve açıklamaya başladı “Hayır daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşılmadı. Çünkü eğitmenlerimiz size uygun spor programını uyguluyor. Yani siz kafanıza göre çalışmıyorsunuz. Yoksa dediğiniz gibi bazı riskleri var.” Suzan Hanım ümitsizce “Buraya pek gelmem sanırım” dedi. Şirin ise güldü “Bence müdavimi olacaksınız.”

Alt kata indiler, sıcak su havuzu vardı. Suzan Hanım televizyondaki bir tanıtımda gördüğü açık termal havuzları hatırladı. “Kaplıca mı var?” diye şaşırınca Şirin anlattı “Burası sıcak su havuzu, kükürtlü de var. Soğuk su havuzu var, şok için. Ayrıca havuzda yüzme dersleri veriliyor, su sporları saati var. Hepsine katılabilirsiniz. Diğer tarafta duşlar, saunalar ve meditasyon odaları var. Suyla yapılandan…” Suzan Hanım o kadar çok şey görmüştü ki artık aklına sığdıramıyordu.

Şirin devam etti “Birinci kat dans salonu. Bale, tango, modern dans dersleri de burada veriliyor.” Suzan Hanım “Kızım bale yapan var mı?” Şirin “Tabii, bence görmeden karar vermeyin.” Şirin “En üst katta voleybol, basketbol sporları yapılıyor. Hatta bazı büyük takımlar maçlarını burada oynuyorlar. Bize destek olmaları çok düşünceli değil mi?” Suzan Hanım başıyla Şirin’i onayladı. Şirin onun yorulduğunu anlayınca “İsterseniz sizi odanıza bırakayım, dinlenin”. Suzan Hanım “Peki etkinlik binası?” diye sorunca Şirin fikrini söyledi “Akşam sizin için hoş geldin partisi var o zaman görürsünüz, bence eğlenceyi dinç geçirmek için biraz uyumalısınız”. “Haklısın kızım artık buradayız binalar da bir yere kaçmıyor” diyerek Suzan Hanım gezisini tamamladı.

Odasına geldi açık camlı kapıdan tuz kokusu geliyordu. Derin derin nefes aldı. Kıyafetleri çoktan çekmeceye yerleştirilmişti. Bir de açık pembe bir elbise gördü. Akşam için almışlardı ona, üzerinde “Hediyemiz” yazıyordu. “Toz Pembe Günlere… Huzurevi Kampüsü”. Suzan Hanım kıyafetleriyle yatağa uzandı ve yıllardır ilk kez deliksiz bir öğleden sonra şekerlemesi yaptı.

Midesindeki etin yukarı çıkmaya çalışmasıyla uyandı. Öğleyin yedikleri hala erimemişti. Akşam bir tabak çorba içse ona yeterdi. Altına kaçırma sorununu hatırladı ve koşarak banyoya gitti. Tuvalete oturdu. Uzun süre çişini yaptı. Yatağa işemediği için çok rahatlamıştı. Küveti doldurup içinde televizyon izlemek istedi. Belki akşam parti dönüşü yapardı. Küvette otururken bir şey olursa bayılma ya da kalp krizi gibi boğulup ölebilirdi. Evhamlanmıştı. Tam vazgeçecekken acil durum butonu gözüne ilişti, bir kez daha buraya gelerek doğru tercih yaptığını anladı. Akşama küvet partisi vardı!

Pembe elbisesini giymişti. Salına salına yemekhaneye girdi. Birkaç erkek ona baktı. Suzan Hanım gençliğimde olsa hemen bir tanesini yanıma kavalye olarak almıştım diye iç geçirdi, gençliğinde hiç işveli olmamasına rağmen. Tam bir masa seçecekti ki bastonlu adam kapıdan girdi. “İyi akşamlar” dedi. Suzan Hanım “İyi akşamlar” diyerek ona gülümsedi. Daha gençleri varken bastonlu adamın onunla ilgilenmesi bir anlık da olsa özgüvenini sarsmıştı. Yeni gelenlerin nereye oturacağını izleyen geniş bir kitle vardı. Suzan Hanım herkese gülümsedi. Garson kız koşarak geldi ve onlara masayı gösterdi. Bordo kadifeden beş sandalye bir masanın etrafında onları bekliyordu.

“Benim ismim Battal, sizinki nedir?” diye sordu titreyen sesiyle bastonlu adam. Suzan Hanım “İsmim Suzan” dedi. Battal Bey duymadı ona kulağını gösterdi “Suzan Suzan” dedi. Ancak Battal Bey yine duymamıştı. Suzan Hanım avazı çıktığı kadar bağırdı “Suzan”. Gülümsedi Battal Bey “Duydum” dedi. Tüm salonda yankılanan sesi dönüp Suzan Hanım’ın kulağına gelmişti, ona bakanlara baktı, utandı. Ama Battal Bey yüzündendi, herkes ne olduğunu az çok anlamıştı. “Yanaklarınızın rengi elbisenizle aynı oldu” dedi Battal Bey dalga geçer gibi. Suzan Hanım kendini tutamadı “Sayenizde” dedi. Battal Bey bir kahkaha patlatmıştı ki salondakiler tekrar onlara baktı. Suzan Hanım utanmaktan sıkılmıştı. “Sizinle çok iyi anlaşacağız” dedi Battal Bey ve masadaki ekmeklerden bir tanesi ısırarak yemeğe başladı.

Beş kişilik masanın diğer sakinleri kapıdan girdiler. Cesur ve Şirin siyah giymişlerdi. İkisi tekerlekli sandalyede iki erkek getirdiler. Bir tane kadın da onların yanındaydı. Kadın Suzan Hanım’ın elbisesinin su yeşili rengini giymişti. Bu da onun hediyesiydi demek. Kadın yaklaştı ve masaya gülerek “Merhaba gençlik!” diye bağırdı. Suzan Hanım zoraki gülümsedi kadının ondan kısa olması ve ilk etapta kibar davranmaması az önce kaybettiği özgüvenini geri kazandırmıştı. Tekerlekli sandalyedekiler ikizdi. İsimleri Ahmet ve Mithat Efendilerdi. Suzan Hanım hayret etti. Bir bakıcı evde bu iki adama bakabilirdi, neden buraya gelmişlerdi. Zaten gözünde masadaki erkeklerin en fazla bir aylık ömürleri vardı. İsmi Kumru olan bu kadın bu kaygısızlık ve çiğlikle hepsini gömer diye düşündü. Sonra toparlandı, kafanda kurma Suzan, rahat ol diye kendisini telkin etti.

“Bugün mü geldiniz?” diye sordu Suzan Hanım Kumru’ya. Kumru “Hayır cicim çarşamba akşamüstü geldim, siz bugün gelmişsiniz, Şirin söyledi.” Başıyla onayladı Suzan Hanım. Hepsi çorba içiyordu. Ahmet ve Mithat’a Şirin ve Cesur çorba içiriyorlardı. Battal ise cebinden çıkardığı iki pipetle çorbayı çekerek içmeye başladı. Önce şaka sandı Suzan Hanım sonra kimseden tepki göremeyince önüne döndü. Kumru ise hayatından ne kadar memnun olduğunu anlatmaya başladı “Suzancığım hayatımda gördüğüm en lüks oteller burasının yanında sıfır kalır. Harika! Geldiğimden beri ruhum dinlendi, vücudum yorulmak nedir bilmiyor. Spora başladım, inanılmaz iyi geldi. Hele yemekler baksana çok lezzetli değil mi? Evde yemek yapmaktan bıkmıştım, yaptıklarımdan bir kaşık yiyip çöpe atıyordum ama bak artık tabağımı silip süpürüyorum, tiksinmiyorum. Evde yalnızken su kokuyordu bana. Su kokar mı cicim?” Kumru cümleleri ardı arkasına bağlıyordu. Suzan Hanım evdeki yemekleri çöpe attığı anları hatırladı. Demek yalnızlık böyle bir şeydi, Kumru ile kendine tek ortak nokta bulmuştu. Pek zorlamamaya karar verdi, başka arkadaş bulabilirdi. Kumru onun dengi değildi.

Ana yemek gelmişti. Musakka ve mevsim salatası çok güzel görünüyordu. İçindeki rendelenmiş yeşil elma iştah açıcıydı. Suzan Hanım, Melek’e hepsini yiyemeyeceğini söyledi. Kibarca zorladı kız, tabağını bitirmesi için gayret etmesi gerektiğini söyledi. Ortama uyum sağlamak adına kabullendi Suzan Hanım, yavaş yavaş yemeğini yedi. Yarın hiç acıkmayacağını düşündü. Şirin ve Cesur biraz neşesizdi. Suzan Hanım “Çocuklar bir şeye canınız mı sıkkın?” diye sordu. İkisi de her zamanki gülümsemeleriyle hiçbir sorun olmadığını, işlerini yapmaya devam ettiklerini söylediler. “Bütün gün çok çalıştınız, yoruldunuz herhalde” diyen Kumru’ya sadece hayır anlamında bir bakış attılar. Suzan Hanım yönetici tarafından azarlanmış olabileceklerini düşündü. Gündüz birlikte hamburger yemelerine rağmen akşam çocuklar masada bir şey yememişti. Battal Bey ayağa kalkmaya çalışırken Cesur ona yardımcı oldu. Hiçbir şey söylemeden masadan uzaklaştı. Kumru arkasından bağırıyordu “Baloya yalnız mı gidiyorsunuz?” Battal Bey duymamıştı. Suzan neredeyse kahkaha atacaktı, ‘adam morga gidiyor’ esprisi yapmamak için kendini zor tutmuştu. Yemekler bitince Şirin ve Cesur masadakileri etkinlik salonuna götürdü.

Şirin hem Ahmet Bey’in tekerlekli sandalyesini itiyor hem de onlara etkinlik salonunun işlevini anlatıyordu “Burası amfi, derslere burada gireceksiniz.” Suzan Hanım “Şirin kızım ben içinde eğitim olmayan paketi seçtim.” Şirin itiraz etti “İkinci hayatta ikinci üniversite herkesin şansı, sizi deneme derslerine davet edeceklerdir.” Suzan Hanım pratik bir zekaya sahipti, kitap ve kalemle hayatı boyunca pek işi olmamıştı. Altmış yaşına kadar eşe dosta diktiği dikiş sayesinde geçimini sağlamıştı. “Unumu eledim, eleğimi astım bir daha başa dönemem kızım, zaten aklıma ders girmez artık” diye kendini savunan Suzan Hanım’ı Kumru bastırdı “Öyle söylemeyin yolun başındayız belki, nereden biliyorsunuz belki bir altmış sene daha yaşayacaksınız?” Asansörün kapısı açılınca Suzan Hanım hayalet görmüş gibi oldu “Ben yürürüm” diyerek merdivene yöneldi.

Yavaş yavaş merdivenden çıkıyordu. Binada yürüyen merdivenin eksik olduğunu düşündü. Ya tekerlekli sandalyeye mahkûm olsaydı. O zaman yukarı nasıl çıkacaktı? Bazen bina yaparken yaşlıların da fikrini sormaları gerekirdi. Yukarı çıkınca karşısında kocaman bir kapı çıktı. Kolu çevirdi ama açamadı. Sol yanındaki küçük kapıyı denedi, açtı, içerisi karanlıktı. Bir adım attı, sanki alkol kokuyordu. Partide alkol var mıydı? Çok anlamsızdı yaşlıların alkol alması. Birkaç adım ilerledi uzun bir koridor vardı. Yanlış yere geldiğini düşündü. Koridorun sonunda ne olduğunu merak etse de kapıdan çıkıp asansör tarafına gitti. İşte ana giriş oradaydı. İki kanatlı kapı açıktı, içerisi ışıl ışıldı. Güzel bir müzik çalıyordu. Gramofonu gördü. Eski Amerikan filmleri geldi aklına, kocası bazen izlerdi. Suzan Hanım ise dizi izlemeyi severdi. İnadından bir kez bile kocasıyla oturup film izlememişti. Belki de kocası bu yüzden onu geçen sene bırakıp gitmişti.

Battal Bey meyve suyu kadehine sarı renkteki pipetini sokmuş bir hamlede onu içmişti. Sonra diğer bardağa geçti. Ne kadar iştahlı bir adamdı. Suzan Hanım eline bir vişne suyu kadehi aldı. Şeker hastası olmamasına rağmen şekerli gıda tüketmemeye kendini alıştırmıştı. Çünkü televizyonda gördüğü doktor bir kadın bağıra bağıra “Şeker tüketmeyin” demiş ve geçerli birkaç sebep söylediğinde Suzan Hanım hemen ikna olmuştu. Masada gördüğü pudra şekerli kekler iştah açıcıydı. Bir dilim alacakken kapıdan gelen kahkahalar dikkatini çekti. Üç kadın en güzel elbiselerini giyip davete iştirak etmişlerdi. Makyaj sayesinde ciltleri ışıldıyordu. Mis gibi parfüm kokusu hoşuna gitmişti. Suzan Hanım belki onlarla arkadaş olabilirdi. İçlerinden biri ona doğru geldi. Suzan Hanım hemen boğazını temizledi. “İyi akşamlar” dedi kadın “İsmim Tezer sizinki?” “Ben Suzan, memnun oldum” Suzan Hanım tam elini uzatacakken kadın bir tane keki çoktan ağzına atmıştı. “Yeni geldiniz sanırım” diye sordu ağzı doluyken Tezer. Suzan Hanım “Evet sabah geldim” diye yanıtladı. “Çok akıllıymışsınız, burada yaşamayı tercih etmişsiniz” diye onu öven Tezer’e Suzan Hanım kadehini kaldırdı “O zaman akla içelim!” Kadın kahkaha atınca diğer iki arkadaşı bir an ona baktılar. Tezer, onlara ihanet ettiğini düşünmelerini istemediği için hemen yanlarına koştu. Suzan Hanım vişne suyunu yalnız içti.

Davetliler kapıdan yavaş yavaş giriyordu. Yemekteki üç saygılı beyefendiyi gördü. Takım elbise giymişlerdi. Eşinin tek takım elbisesini makineye atıp yıkadığı ve onların su çektiği gün geldi aklına. Kocası hiçbir şey söylememişti. Takım elbise giyip gitmeleri gereken bir yer de yoktu. Adamlar ona doğru geliyordu. Suzan Hanım heyecanlanmıştı. Yine boğazını temizledi. “Merhabalar efendim!” dedi adamlar bir ağızdan. Suzan Hanım onları selamladı. Bir höpürdetme sesi geldi. Hepsi arkalarına dönüp baktıklarında Battal Bey ile karşılaştılar. Pipetle meyve suyu içmeye devam ediyordu. Suzan Hanım gerildi. Tüm ilgiyi bastonlu Battal çekmişti. “Birlikte misiniz?” diye sordu adamlardan orta boylu olan. Suzan Hanım haykırdı “Hayır!” Adamlar güldüler. Battal hiç bozulmadı, yiyip içmeye devam etti. Suzan Hanım içinden onu tebrik etti, huzurevine yatırdığı parayı yiyip içerek ilk gün çıkarmıştı.

“Nerelisiniz?” diye sordu kısa boylu olan adam. Suzan Hanım yıllardır böyle bir soruyla karşılaşmamıştı. Nereli olduğunu sormak bir bakıma ırkçılıktı. “Buralıyım” diye yanıtladı. Uzun olan adam “Dans kavalyeniz var mı?” diye beklenmedik bir teklifte bulundu. Suzan Hanım şansı yakaladığını düşündü “Hayır yok, sizin?” Adam özgüvenle cevap verdi “Var, karşıdaki hanımefendi”. Suzan Hanıma üç kadının olduğu tarafı gösterdi. “Çok güzel” diye mırıldandı Suzan Hanım. Herhalde Tezer’in arkadaşıyla birlikteydi. Ona mı kalacaktı eli yüzü düzgün adamlar. Ona kalsa kalsa Battal Bey kalırdı. Ahmet ve Mithat da olabilirdi ancak onların şuurları yerinde değildi. İyi eğlenceler diyerek uzaklaşan üç adamdan geriye pipetle Battal Bey kalmıştı. Suzan, Kumru’nun eksikliğini hissetmek üzereyken karşıdan ona koşarak geldiğini gördü. Artık kaderinin bu ekip olacağını, ne kadar çabalasa da yeni arkadaş edinemeyeceğini o an anlamıştı. Ancak yaşam koçlarının dediği gibi asla pes etmeyecek denemeye devam edecekti.

“Altıma yapacaktım” dedi Kumru. Gözlerini patlatarak Battal Beye baktı Suzan Hanım. Kumru “Aman duymaz, rahat ol. Burada tedavisi varmış”. Suzan Hanım “Neyin?” “Alta kaçırmanın yarın tedaviye başlıyorum”. Suzan sevinmişti, aynı dertten o da muzdaripti, Kumru ilk kez işe yaramıştı. “Kadehimi sana kaldırıyorum” dedi Kumru. Suzan gülümsedi. Salon baya dolmuştu. Yönetici kadın ve erkek bir hışımla içeri girdiler. Müzik kesildi. Herkes onları alkışladı. Kumru “Çok heyecanlı bizi tanıtacaklar”. Suzan Hanım üstünü başını düzeltti. Yönetici kadın mikrofonu eline aldı, belli ki sunum konularında baya tecrübeliydi. “İyi akşamlar sevgili davetliler! Geleneksel Hoş Geldin partimize hoş geldiniz!” bir alkış daha koptu. Kadın devam etti “Bu hafta aramıza yeni katılanlar Ahmet ve Mithat kardeşler, Kumru Hanım, Battal Bey ve Suzan Hanım, kendilerine burada unutamayacakları ikinci hayatları için şimdiden bol şans diliyorum.” Herkes onlara baktı Suzan Hanım süzüldü. Yönetici adam konuşmaya devam etti “Yeni gelen dostlarımıza adaptasyon sürecinde yardımcı olan arkadaşlara gönülden teşekkür ediyoruz. Kendilerine beş bin Liralık alışveriş çekini hediye etmekten onur duyarız.” Suzan’ın ağzı açık kalmıştı. Kumru bağırmaya başladı “Suzan alışverişe gidiyoruz!” Suzan Hanım mırıldandı “Birlikte mi?”

Yöneticiler iyi eğlenceler diledikten sonra müzik başladı, ikisi senkronize adımlarla kapıdan çıktılar. Salondaki herkes dans ediyordu. Kumru, Suzan’ı çekiştiriyordu “Hadi oynayalım” Suzan Hanım el ele iki kadın savrulmaktansa Battal’ın çevresinde dönerek dans etmeye razı geldi. Gecenin sonunda Ahmet ve Mithat kardeşlerin sandalyelerini itip çekerek onları da zorla oynatırlarken buldular kendilerini. Suzan Hanım pis pis gülen Battal’a baktı. Battal işaret parmağıyla onu çağırıyordu. Suzan bu davetkar hareketten hiç hoşlanmadı. Tüm neşesi bir anda gitti. Kumru hala pistte dans ediyordu. Herkes kendine göre birilerini bulmuştu. Suzan Hanım yatmaya gidiyorum diyerek oradan uzaklaştı.

Alt kattaki küçük kapı yerinde yoktu. Işıklar kararmıştı herhalde. O tarafa yaklaştı, kapının üzerindeki siyah perdeyi gördü. Aklını oynatmadığı için çok memnun olmuştu. Dışarıda biraz yürüdü, partideki müzik sesi uzaktan daha güzel geliyordu. Odasına girdiğinde komodinin üzerindeki hediye çekini gördü, ellerini havaya kaldırdı “Yaşasın!” bir koşu banyoya gitti. Küveti suyla doldurdu. İçine oturdu, su sıcacıktı.







ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.