Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-5 Salı

 

SALI

Rosa kapıyı tıklattı. İçeriden ses gelmeyince daha sert vurdu. Suzan Hanım koşarak kapıyı açtı “Günaydın Rosa!” Rosa, Suzan Hanımın hasta olduğunu hatırlayınca elleriyle yüzünü kapadı “Özür dilerim, uyandırdım mı, nasıl oldunuz, iyi misiniz?” Suzan Hanım kızın paniklemesine güldü “Daha iyiyim, teşekkürler” dedi. Rosa “Harika, bugün çiftlik günü, bir saate traktör kalkıyor eğer gitmek isterseniz…” Suzan Hanım vücudunu kontrol etti, kendini iyi hissediyordu “Giyinip hemen geliyorum” dedi. Rosa “Peki adınızı listeye ekliyorum, kahvaltı çiftlikte olacak sakın bir şey yemeyin, bu arada çok güzel görünüyorsunuz” dedi ve hızla görev yerine döndü. Suzan Hanım banyoya gitti, yüzü kâğıt gibiydi, kırışıklıkları hastalık şişliğinden mi yoksa kullandığı gece kreminden mi kaybolmuştu anlam veremedi. Yeni halini çok beğendi. Kulakları ağır işitiyordu, yüksek ateş sonrası biraz uğultu kalmıştı, yakında geçecekti. Kahverengi pantolonunu, krem rengi kazağını giydi, başına takacağı kahverengi yemenisini önce boynuna doladı. Kapının yanındaki boy aynasına baktı, tam bir çiftlik kızıydı, bez çantasına bir şişe suyunu ve haplarını koydu. Çıkmadan aynaya tekrar baktı, dün pek bir şey yiyememişti, ilaçlar sayesinde tüm ödemini atmış görünüyordu. Suzan Hanım sanki beş yaş gençleşmişti. Nazar boncuklu anahtarını cebine koydu.

Traktör dedikleri koltukları olan yanları açık bir mini trendi. Üzerinde inek, at ve tavuk resimleri vardı. Hatta araç hareket ettiğinde korna yerine eşek anırması gibi bir ses çıkıyordu. Bunu duyan Huzurevi sakinleri gülümseyerek çiftliğe gidenlere el sallıyorlardı. Araçta hiç tanıdık göremedi Suzan. Tanıdıkları, yani arkadaşları Kumru, Battal, Ahmet ve Mithat idi. Son iki yere Mücella ve Liza bindi. Suzan’a selam verdiler. Mücella at mı binecekti, uzun çizme giymiş, togunu elinde taşıyordu. Liza ise krem rengi elbisesiyle Amerikan banliyö kadınlarını andırıyordu. Suzan özenli giyindiği için kendiyle gurur duydu. Bugün yeni arkadaş edinebilirdi. Çiftlik kampüse çok uzak değildi, dağa yakındı. Yaklaşık on dakika sonra oraya varmışlardı. Kocaman ahşap masanın üzerinde kırmızı, beyaz kareli bir örtü vardı. Suzan Hanım acıktığı için traktör park etmeden kahvaltıda ne var ne yok seçmişti.

Masanın etrafındaki misafirler çiftlik görevlilerine teşekkür ettiler. Sekiz çeşit peynir, sıcak inek sütü, manda yoğurdu ve kaymağı, petek bal vardı, yeşil zeytine tandırdan çıkan sıcak köy ekmeği eşlik ediyordu. İsteyen gözleme yiyebiliyordu. Suzan kendine küçük tadımlıklar şeklinde bir tabak hazırladı. Edebiyle yiyecekti, Liza kadar ince olabilirdi. Hem o zaman boyu daha uzun görünürdü. Liza, Suzan’ın yanına geldi, Mücella uzaktan onlara kibarca selam verdi, ahıra doğru gittiği belliydi. Liza sadece süt içiyordu. Suzan Hanım karnının guruldadığını sandı, hayır, ses Liza’nın karnından geliyordu. Kadın açtı neden yemiyordu. Suzan “Siz yemiyor musunuz?” diye sordu, dayanamamıştı. Liza “Ekmek yemiyorum, süt şimdilik yeterli biraz sonra tereyağlı köy kurabiyesi fırından çıkıyormuş, hakkımı ona kullanmak istiyorum” dedi. Suzan rahatladı. Çünkü karnı doymamıştı. Boyutu küçük ise beş kurabiye onu keserdi.

Liza haplarını içen Suzan’a sordu “Nedir bunlar?” “Dün çok hastaydım, üşüttüm, doktor ilaç verdi” diye açıkladı Suzan. Liza hiç hoşlanmadı “Çok sakıncalı Suzan Hanım, bakın ben bu yaşıma kadar bir ağrı kesici bile içmedim. Kan sulandırıcı mı gerekli bir avuç kiraz yiyorum, başım mı ağrıyor limonları dilip başıma yerleştiriyorum, hayatımda hiç tehlikeli hareket yapmadım bir yerim kırılır, incinir diye çok korktum. Asla taşikardi olmadım, sağa sola koşuşturmadım, düzenli hafif sporumu yaptım. Heyecandan ve panikten uzak durdum. Kocam karşımda öldü inanır mısınız on dakika ona baktım sonra ambülansı aradım.” Suzan şaşırmıştı, her şeyi kabul edebilirdi maydanoz, limon, karpuz tedavisini ama kocasının ölümünü izleyen insanı kabullenemezdi “Nasıl öldü, kriz falan mı geçirdi?” Liza sakince anlattı “Çok rüzgârlı bir günde deniz kenarında yürümüştük, onu uyarmıştım sıkı giyinmesi gerekiyordu ancak beni dinlemedi. Malum alkol de tüketiyordu. Ben asla içki içmem eşim kırılmasın diye davetlerde sadece kadehe dudağımı değdirirdim, herkes beni içiyor sanırdı ancak lavaboya gidip arada dudaklarımı yıkardım. Sigara dumanı bile içime çekmemişimdir o kadar iyi korudum kendimi. Eşim eve gelince öksürmeye başladı, nefes alamadı sanırım, ona sakin olmasını, masadaki suyu içmesini söyledim ama beni dinlemedi, eliyle hayır işareti yapıyordu. Sonra ses kesildi, kalbimi tuttum, eğer ona bir şey olduğunu görürsem sağlığımı kaybedebilirdim. Gözlerimi kapadım. Açtığımda bu dünyadan göçmüştü, ellerime baktım titremiyordu, yavaş yavaş ayağa kalktım ve telefona ulaştım…” Suzan Hanımın kulakları uğulduyordu, kendi kocasını ölüme terk eden gamsız bir kadın vardı karşısında, adam çok mu kötüydü yoksa kadın mı? Suzan kocasının beyaz atletlerini yıkar, ütüler çekmecesine yerleştirirdi. Yaz gelmeden atletini çıkarmasına izin vermezdi ne de olsa hasta olan kocasına o bakıyordu. Kadın adama son nefesinde su bile vermemişti. Suzan fazla fedakardı demek. Liza’nın kocası ölmüştü, Suzan’ın kocası da gitmişti bir nevi o da ölüydü yanında olmadığı için. Belki hiçbir şey yapmamak daha iyiydi. Liza sıcak kurabiyeleri yiyerek anlatmaya devam ediyordu “Tam seksen yaşımdayım, hiçbir yerim ağrımıyor, iç organlarım yerli yerinde, stres nedir bilmiyorum. Çünkü çocuk doğurmadım. Sizin çocuğunuz var mı?” Suzan utanır gibi bir an yere baktı. Liza anladı “Harika! Eğer bir çocuğunuz olsaydı bugün panik atak, depresyon ya da anksiyete bozukluğu gibi hastalıklarla boğuşuyor olurdunuz hatta demans ve Alzheimer kapınızda sıraya girerdi.” Suzan kurabiyeleri yemeğe başladı, bir evladı olsun çok isterdi.

Suzan bilmeden kocasına kötülük etmiş olabilir miydi? Çamaşır, bulaşık, dikiş derken yaşamı mı kaçırmıştı? Evet, kaçırdığını anlayıp yeniden başlamak için buraya gelmişti. Peki başlayabilmiş miydi? Yoksa Eflatun’un dediği gibi fiziksel yolculuk yerine kendi iç yolculuğunu yapsa taşlar yerine oturur muydu? Buradaki insanlar ne çok şey biliyordu. Liza “Çiçek Bahçesi caddesinde bir villam var kocamı kaybettikten sonra yalnız kalamadım hemen buraya geldim. Şimdi mülkümü satılığa çıkardım bir sonraki durak Fransa!” Suzan gülümsedi her ne kadar anlattıkları içini karartsa da.

Birkaç kişinin çığlığını duydu Suzan, ahır yönüne baktı, Mücella dört nala koşan bir atın üzerinde düşmemek için çabalıyordu. At çok hırçınlaşmıştı. Seyis koşmaya yeltenirken at Mücella’yı sırtından attı. Sert bir ses duyuldu, herkesin kurabiyesinin son yudumu elinde kalmıştı. Liza olaylara arkasını dönerek “Umarım şu an ölmez, travma yaşamak istemiyorum” dedi.

Mücella acile kaldırıldı, kalçası kırılmıştı. Liza ise kaşla göz arasında kampüse geri döndü. Suzan onun gitmesine sevinmişti, ancak Mücella’ya olanlara üzülmüştü. Sonra onu ziyarete gidebilirdi. Liza’nın dediğine göre bu yaştan sonra yatalak kalabilirdi. Suzan pozitif şeylere odaklandı. Elma ağaçlarından elma topladılar. Bazı cesur kadınlar ineklerden süt sağdı. Suzan eğlenmeye başlamıştı. Kimsenin adını öğrenmese de bu azınlık grupla mutlu bir saat geçirebilmiş olması onu tatmin etmişti. Eşek anırıyor sandılar ancak traktör kampüse geri dönecekti. Suzan, Kumru’ya verdiği sözü hatırladı, yüzmeye gideceklerdi.

Arkadaşları; Kumru, Battal, Ahmet ve Mithat havuz başındaydı. Suzan yeni mayosunun etiketini kesmeyi unutmuştu, yan taraftan içeri itti. Yüzme hocası Suzan gelince hemen suya atladı. Battal bağırıyordu “Seni bekliyoruz Suzan Hanım, nerelerdeydin?” Suzan gülümsedi “Çiftliğe gitmiştim” Kumru arkadaşını destekledi “Bana söz vermişti, size gelecek demiştim” Yüzme hocası “Hadi herkes suya” dedi. Ahmet ve Mithat öylece bakıyorlardı, Suzan ve Kumru merdivenden yavaşça havuza girdiler. Battal Bey geri geri gidiyordu. Herkes ona odaklandı. Geri geri giden adam hızlanarak havuza doğru koşmaya başladı. Suzan çok endişelendi bugün ikinci bir kazayı kaldıramayacaktı. Battal koşarak suya balıklama atladı. Kumru “Maşallah!” diye bağırdı. Suzan’ı havuzun dibine bir şey çekiyordu. Battal mayonun etiketini tutmuş koparmaya çalışıyordu. Suzan bağırınca durdu. Yüzme hocası orada olmaktan pek memnun değildir. Yüzme bilip bilmediklerini sordu, herkes olumlu yanıt verince onları uzaktan izleyeceğini söyleyip havuzdan çıktı. Battal Bey kulaç atmaya başladı. Havuzdaki ilk turunu bitirdi. Suzan’ın nefesi kesilmişti. Battal’dan etkilendiğinden değil, bir aylık ömür biçtiği bastonlu adamın enerjisine şaşırdığından. Kumru, Suzan olmadan neler yaptığını anlattı. Alışveriş merkezine gitmişti, koşu bandında tam bir saat yürümüştü, ona çok iyi gelmişti. Atölyede resim dersine katılmış portre yapmak yerine gölge çizimi çalışmışlardı. Bu da onu sıkmıştı, belki kendine başka bir hobi bulması gerekiyordu. Çiftlik nasıldı? Suzan Battal Bey ikinci turunu atarken sabahı nasıl geçirdiğini anlattı. Mücella’ya çok üzüldüler.

Suzan kendini yorgun hissedince havuzdan çıkmaya karar verdi, Kumru da bir tur atarak onun yanına gelecekti. Battal çoktan duşa gitmişti. Suzan da üstünü değiştirmeye kabine girdi. Suzan aynada göğüslerine baktı, mayo baya dikleştirmişti. Mayoyu çıkarıp havluyla kurulanırken Ahmet ve Mithat’ın inleme seslerini duydu. Kilidi açıp baktığında ikisi havuza bakıyorlardı. Kumru ortada yoktu. Suzan havluyu üzerine doladı panikle dışarı çıktı “Kumru!” diye bağırdı. Bir ileri bir geri gitti yüzme hocasını göremedi, Kumru havuzun dibine iniyordu o anda Tezer’in sevgilisi suya atladı ve Kumru’yu çıkardı. Battal da koşarak geldi. Suzan boğazını yokladı, sadece bir kez bağırabilmişti ama sesini duyurmuştu. Yüzme hocası ve birkaç delikanlı gelip Kumru’yu hayata döndürdüler sadece su yutmuştu. Suzan rahatladı. Battal, Ahmet ve Mithat Suzan’ın vücudunu saran havluya bakıyorlardı. Tezer de oradaydı, Kumru’ya geçmiş olsun demek yerine sevgilisinin onu kurtarmasına bozuldu ve orayı terk etti. Adam çok centilmendi Kumru giyinip kendini toplayana kadar başından ayrılmadı. Bugün Suzan kredisini tüketmişti. Bir de ona evhamlı olduğunu söylerlerdi. Kendini azıcık rahat bıraksa neler oluyordu?

Kumru doktor kontrolü için revirde bekliyordu. Bir bakıma gözetim altındaydı. Suzan da onu yalnız bırakmamıştı. Kumru evziniyordu “Ben senin hastalığında hiç ilgilenmedim, şimdi başımda bekliyorsun. Sen olmasan ben ölmüştüm.” Suzan itiraz etti “Öyle düşünme, Ahmet ve Mithat mırıldanınca ters bir şey olduğunu anladım, onlara teşekkür et. Sahi neden su yuttun sen?” Kumru “Bir an elim ayağım kesildi, elektrik verilmiş gibi oldum.” Suzan “Havuzda elektrik kaçağı mı var acaba, dur ben bir soruşturayım.” Suzan odadan çıkacakken Kumru elini tuttu “Ne kadar iyi arkadaşsın Suzan.” Suzan gülümsedi ve yönetim katına çıktı. Kapısında müdür yazısı olan bir oda arıyordu. Koridorun sonunda kocaman bir kapı vardı. Suzan kapıyı çaldı ve içeri girdi. Odada kimse yoktu. Sağ tarafta bir kapı daha vardı, içeriden mırıltılar geliyordu. Suzan kapıyı çaldı ve açtı. Döpiyesli kadınla takım elbiseli adam hararetli bir şekilde çiftlikteki at kazasını konuşuyorlardı. Suzan içeri girince önce bozuldular. Kadın başını dikleştirdi “Buyurun Suzan Hanım bir sorun mu var?” Suzan Hanım bu kadının olayları hemen kökünden halledeceğine inanıyordu. Derdini çok uzatmadan iki cümle özetledi “Kumru Hanım havuzda yüzerken elektrik akımına kapılmış olabilir, acaba havuzu kontrol mü ettirseniz?” Kadın takım elbiseli mevkidaşına ters ters baktı “Müdürümüz o mevzuyu çözmüştü ama merak etmeyin bir daha böyle bir sorunla karşılaşmayacaksınız.” Adam dudaklarını büzerek “Arkadaşınız nasıl oldu?” diye sordu. Suzan bir an durdu “Attan düşen mi, havuzda boğulan mı?” Yöneticiler biraz gerildi, belli etmediler kadın Suzan Hanım’a doğru yürüdü “Biliyorsunuz Mücella Hanım profesyonel bir binici ancak böyle kazalar her yerde yaşanabiliyor, bizi çok üzdü, kendisi şimdi tam teşekküllü bir hastanede ameliyata alındı, dualarımız onunla.” Adam kadının koltuğuna doğru yürüdü “Havuz problemini en kısa sürede çözeceğim” dedi ve oturdu. Yönetici kadını sinir etmişti. Öfkesini kontrol altına alan kadın, Suzan Hanım’ı yavaşça kapıya yönlendirdi “Siz baya uyum sağlamışsınız kampüse, umarım memnunsunuzdur.” Suzan Hanım memnun olduğunu anlatmaya çalışırken kadın onu kibarca postaladı arkasından da adamın kafasına büyük bir şey fırlattı. Bu ses normal bir şeyin yerçekimi ile yere düşmesi olamazdı. Demek adam işini yapmıyordu ki kadın ona böyle davranıyordu.

Suzan, Kumru’nun yanına döndüğünde Tezer’in sevgilisi ona bir çiçek getirmişti. İkisi vedalaştılar. Suzan giden adamın arkasından bakarak Kumru’ya sordu “Neler oluyor?” Kumru’nun yüzünde güller açıyordu, kucağındaki çiçekleri kokladı, kurtarıcısını bulmuştu. Suzan inanamadı, Tezer’in ona adamı yar etmeyeceğini söyledi. Kumru buna değer olduğunu ve kampüse hayata yeniden başlamak için geldiğini savundu. Suzan sonra ona hak verdi. Ancak liseli zorba Tezer ve arkadaşları bunlara dünyayı dar ederlerdi. Kumru korkmadığını, olmamış bir şey için endişe etmemesi gerektiğini öğütledi. Suzan kütüphanedeki Orhan’ı ve filozof Eflatun’u düşündü. Yüzde yüz içine sinmedi hiçbiri. Belki de katılaşmış davranışları olduğu için Suzan onları şekillendiremeyecekti. Kendisini onların eline kendini bırakabilir miydi şekillenmesi için? Battal, hayır, nereden çıktı Battal? Eflatun’un amfideki dersini hatırladı. Kumru’yu bırakamazdı, tüm enerjisini harcamıştı. Odasına gidip dinlenecekti.

Camdan çıt çıt sesler geliyordu. Suzan dolu yağdığını düşünürken büyük bir taşla yatağından zıpladı, su altı canlılarının belgeselini izliyordu. Kumandayla televizyonun sesini kıstı ve terliklerini giyip balkona çıktı. Gözü karanlığa alışana kadar bir şey görmedi sonra adını sayıklayan Eflatun’u gördü. Balkonun altına gelmişti “Suzan derse gelmedin, neden?” diye sordu. Suzan sözlüye kalkmış öğrenci gibi anlatmaya çalışınca adam lafını böldü “Sana şiir okuyacağım kendim yazdım” Suzan etrafına bakındı, “Aşağı geleyim mi?” Eflatun öneriye cevap vermedi “Senin gibi ilah bulunmaz bu dünyada, iki cihan gelse bir araya değerini ölçemez hiçbir fani, ölümsüzlük senin eserin, bak içine ben oradayım.” Suzan donakalmıştı, bir yandan şiiri anlamaya çalışıyor bir yandan da ona serenat eden adama nasıl tepki versem diye düşünüyordu? Eflatun sordu “Nasıl şiir?” Suzan gülümseyip teşekkür etti “Çok beğendim.” Eflatun yürümeye başladı “Kendime yazdım” dedi ve gitti. Suzan kaldı. Gerçekten ikisi birbirini şekillendiremezdi ancak tuhaf bir çekim gücü vardı adamda. İçeri giren Suzan perdeyi çekmeden önce kıyıya yanaşan üç tane bot gördü. Sahilde kapalı bir minibüs bekliyordu. Uzun metal rengi tüpleri araca taşıdılar. Suzan Hanım deniz yoluyla buraya ne gelebilir diye düşündü, yiyecek, ilaç, tıbbı malzeme, kuru gıda, havlu? Hepsi mantıksızdı, tuhaf tüpler insan boyutundan biraz büyüktü. Huzurevi Kampüsü uzaya insan mı taşıyordu? İnanırdı Suzan Hanım, burada her şey üst düzeydi. Uzayda yaşam var mıydı?

Kapı çaldı. Yoksa Eflatun odaya mı gelmişti? Onu içeri alamazdı bir gören olursa diye. İçeri neden alacaktı ki? Gelen nöbetçi resepsiyon görevlisi gençti, ona bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Suzan Hanım bir eksiği olmadığını söyledi. “O halde size iyi geceler” dedi görevli onu uyumaya zorlar gibiydi. Suzan Hanım ışığı kapatıp yatağına uzandı. İnsan yüzlü balıkların yaşamını izlerken uyuyakaldı. Ne tatlı rüyaydı. Derin ve menekşe kokulu.







ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.