SALI
Rosa
kapıyı tıklattı. İçeriden ses gelmeyince daha sert vurdu. Suzan Hanım koşarak
kapıyı açtı “Günaydın Rosa!” Rosa, Suzan Hanımın hasta olduğunu hatırlayınca
elleriyle yüzünü kapadı “Özür dilerim, uyandırdım mı, nasıl oldunuz, iyi
misiniz?” Suzan Hanım kızın paniklemesine güldü “Daha iyiyim, teşekkürler”
dedi. Rosa “Harika, bugün çiftlik günü, bir saate traktör kalkıyor eğer gitmek
isterseniz…” Suzan Hanım vücudunu kontrol etti, kendini iyi hissediyordu
“Giyinip hemen geliyorum” dedi. Rosa “Peki adınızı listeye ekliyorum, kahvaltı
çiftlikte olacak sakın bir şey yemeyin, bu arada çok güzel görünüyorsunuz” dedi
ve hızla görev yerine döndü. Suzan Hanım banyoya gitti, yüzü kâğıt gibiydi,
kırışıklıkları hastalık şişliğinden mi yoksa kullandığı gece kreminden mi
kaybolmuştu anlam veremedi. Yeni halini çok beğendi. Kulakları ağır işitiyordu,
yüksek ateş sonrası biraz uğultu kalmıştı, yakında geçecekti. Kahverengi
pantolonunu, krem rengi kazağını giydi, başına takacağı kahverengi yemenisini
önce boynuna doladı. Kapının yanındaki boy aynasına baktı, tam bir çiftlik
kızıydı, bez çantasına bir şişe suyunu ve haplarını koydu. Çıkmadan aynaya
tekrar baktı, dün pek bir şey yiyememişti, ilaçlar sayesinde tüm ödemini atmış
görünüyordu. Suzan Hanım sanki beş yaş gençleşmişti. Nazar boncuklu anahtarını
cebine koydu.
Traktör
dedikleri koltukları olan yanları açık bir mini trendi. Üzerinde inek, at ve
tavuk resimleri vardı. Hatta araç hareket ettiğinde korna yerine eşek anırması
gibi bir ses çıkıyordu. Bunu duyan Huzurevi sakinleri gülümseyerek çiftliğe
gidenlere el sallıyorlardı. Araçta hiç tanıdık göremedi Suzan. Tanıdıkları, yani
arkadaşları Kumru, Battal, Ahmet ve Mithat idi. Son iki yere Mücella ve Liza
bindi. Suzan’a selam verdiler. Mücella at mı binecekti, uzun çizme giymiş, togunu
elinde taşıyordu. Liza ise krem rengi elbisesiyle Amerikan banliyö kadınlarını
andırıyordu. Suzan özenli giyindiği için kendiyle gurur duydu. Bugün yeni
arkadaş edinebilirdi. Çiftlik kampüse çok uzak değildi, dağa yakındı. Yaklaşık
on dakika sonra oraya varmışlardı. Kocaman ahşap masanın üzerinde kırmızı,
beyaz kareli bir örtü vardı. Suzan Hanım acıktığı için traktör park etmeden
kahvaltıda ne var ne yok seçmişti.
Masanın
etrafındaki misafirler çiftlik görevlilerine teşekkür ettiler. Sekiz çeşit
peynir, sıcak inek sütü, manda yoğurdu ve kaymağı, petek bal vardı, yeşil
zeytine tandırdan çıkan sıcak köy ekmeği eşlik ediyordu. İsteyen gözleme
yiyebiliyordu. Suzan kendine küçük tadımlıklar şeklinde bir tabak hazırladı. Edebiyle
yiyecekti, Liza kadar ince olabilirdi. Hem o zaman boyu daha uzun görünürdü.
Liza, Suzan’ın yanına geldi, Mücella uzaktan onlara kibarca selam verdi, ahıra
doğru gittiği belliydi. Liza sadece süt içiyordu. Suzan Hanım karnının
guruldadığını sandı, hayır, ses Liza’nın karnından geliyordu. Kadın açtı neden
yemiyordu. Suzan “Siz yemiyor musunuz?” diye sordu, dayanamamıştı. Liza “Ekmek
yemiyorum, süt şimdilik yeterli biraz sonra tereyağlı köy kurabiyesi fırından
çıkıyormuş, hakkımı ona kullanmak istiyorum” dedi. Suzan rahatladı. Çünkü karnı
doymamıştı. Boyutu küçük ise beş kurabiye onu keserdi.
Liza
haplarını içen Suzan’a sordu “Nedir bunlar?” “Dün çok hastaydım, üşüttüm,
doktor ilaç verdi” diye açıkladı Suzan. Liza hiç hoşlanmadı “Çok sakıncalı
Suzan Hanım, bakın ben bu yaşıma kadar bir ağrı kesici bile içmedim. Kan
sulandırıcı mı gerekli bir avuç kiraz yiyorum, başım mı ağrıyor limonları dilip
başıma yerleştiriyorum, hayatımda hiç tehlikeli hareket yapmadım bir yerim kırılır,
incinir diye çok korktum. Asla taşikardi olmadım, sağa sola koşuşturmadım,
düzenli hafif sporumu yaptım. Heyecandan ve panikten uzak durdum. Kocam
karşımda öldü inanır mısınız on dakika ona baktım sonra ambülansı aradım.”
Suzan şaşırmıştı, her şeyi kabul edebilirdi maydanoz, limon, karpuz tedavisini ama
kocasının ölümünü izleyen insanı kabullenemezdi “Nasıl öldü, kriz falan mı
geçirdi?” Liza sakince anlattı “Çok rüzgârlı bir günde deniz kenarında
yürümüştük, onu uyarmıştım sıkı giyinmesi gerekiyordu ancak beni dinlemedi.
Malum alkol de tüketiyordu. Ben asla içki içmem eşim kırılmasın diye davetlerde
sadece kadehe dudağımı değdirirdim, herkes beni içiyor sanırdı ancak lavaboya
gidip arada dudaklarımı yıkardım. Sigara dumanı bile içime çekmemişimdir o
kadar iyi korudum kendimi. Eşim eve gelince öksürmeye başladı, nefes alamadı
sanırım, ona sakin olmasını, masadaki suyu içmesini söyledim ama beni
dinlemedi, eliyle hayır işareti yapıyordu. Sonra ses kesildi, kalbimi tuttum,
eğer ona bir şey olduğunu görürsem sağlığımı kaybedebilirdim. Gözlerimi
kapadım. Açtığımda bu dünyadan göçmüştü, ellerime baktım titremiyordu, yavaş
yavaş ayağa kalktım ve telefona ulaştım…” Suzan Hanımın kulakları uğulduyordu,
kendi kocasını ölüme terk eden gamsız bir kadın vardı karşısında, adam çok mu
kötüydü yoksa kadın mı? Suzan kocasının beyaz atletlerini yıkar, ütüler
çekmecesine yerleştirirdi. Yaz gelmeden atletini çıkarmasına izin vermezdi ne
de olsa hasta olan kocasına o bakıyordu. Kadın adama son nefesinde su bile
vermemişti. Suzan fazla fedakardı demek. Liza’nın kocası ölmüştü, Suzan’ın
kocası da gitmişti bir nevi o da ölüydü yanında olmadığı için. Belki hiçbir şey
yapmamak daha iyiydi. Liza sıcak kurabiyeleri yiyerek anlatmaya devam ediyordu
“Tam seksen yaşımdayım, hiçbir yerim ağrımıyor, iç organlarım yerli yerinde,
stres nedir bilmiyorum. Çünkü çocuk doğurmadım. Sizin çocuğunuz var mı?” Suzan
utanır gibi bir an yere baktı. Liza anladı “Harika! Eğer bir çocuğunuz olsaydı
bugün panik atak, depresyon ya da anksiyete bozukluğu gibi hastalıklarla
boğuşuyor olurdunuz hatta demans ve Alzheimer kapınızda sıraya girerdi.” Suzan
kurabiyeleri yemeğe başladı, bir evladı olsun çok isterdi.
Suzan
bilmeden kocasına kötülük etmiş olabilir miydi? Çamaşır, bulaşık, dikiş derken
yaşamı mı kaçırmıştı? Evet, kaçırdığını anlayıp yeniden başlamak için buraya
gelmişti. Peki başlayabilmiş miydi? Yoksa Eflatun’un dediği gibi fiziksel
yolculuk yerine kendi iç yolculuğunu yapsa taşlar yerine oturur muydu? Buradaki
insanlar ne çok şey biliyordu. Liza “Çiçek Bahçesi caddesinde bir villam var
kocamı kaybettikten sonra yalnız kalamadım hemen buraya geldim. Şimdi mülkümü
satılığa çıkardım bir sonraki durak Fransa!” Suzan gülümsedi her ne kadar
anlattıkları içini karartsa da.
Birkaç
kişinin çığlığını duydu Suzan, ahır yönüne baktı, Mücella dört nala koşan bir
atın üzerinde düşmemek için çabalıyordu. At çok hırçınlaşmıştı. Seyis koşmaya
yeltenirken at Mücella’yı sırtından attı. Sert bir ses duyuldu, herkesin kurabiyesinin
son yudumu elinde kalmıştı. Liza olaylara arkasını dönerek “Umarım şu an ölmez,
travma yaşamak istemiyorum” dedi.
Mücella
acile kaldırıldı, kalçası kırılmıştı. Liza ise kaşla göz arasında kampüse geri
döndü. Suzan onun gitmesine sevinmişti, ancak Mücella’ya olanlara üzülmüştü.
Sonra onu ziyarete gidebilirdi. Liza’nın dediğine göre bu yaştan sonra yatalak
kalabilirdi. Suzan pozitif şeylere odaklandı. Elma ağaçlarından elma
topladılar. Bazı cesur kadınlar ineklerden süt sağdı. Suzan eğlenmeye
başlamıştı. Kimsenin adını öğrenmese de bu azınlık grupla mutlu bir saat
geçirebilmiş olması onu tatmin etmişti. Eşek anırıyor sandılar ancak traktör
kampüse geri dönecekti. Suzan, Kumru’ya verdiği sözü hatırladı, yüzmeye
gideceklerdi.
Arkadaşları;
Kumru, Battal, Ahmet ve Mithat havuz başındaydı. Suzan yeni mayosunun etiketini
kesmeyi unutmuştu, yan taraftan içeri itti. Yüzme hocası Suzan gelince hemen
suya atladı. Battal bağırıyordu “Seni bekliyoruz Suzan Hanım, nerelerdeydin?”
Suzan gülümsedi “Çiftliğe gitmiştim” Kumru arkadaşını destekledi “Bana söz
vermişti, size gelecek demiştim” Yüzme hocası “Hadi herkes suya” dedi. Ahmet ve
Mithat öylece bakıyorlardı, Suzan ve Kumru merdivenden yavaşça havuza girdiler.
Battal Bey geri geri gidiyordu. Herkes ona odaklandı. Geri geri giden adam
hızlanarak havuza doğru koşmaya başladı. Suzan çok endişelendi bugün ikinci bir
kazayı kaldıramayacaktı. Battal koşarak suya balıklama atladı. Kumru
“Maşallah!” diye bağırdı. Suzan’ı havuzun dibine bir şey çekiyordu. Battal
mayonun etiketini tutmuş koparmaya çalışıyordu. Suzan bağırınca durdu. Yüzme
hocası orada olmaktan pek memnun değildir. Yüzme bilip bilmediklerini sordu,
herkes olumlu yanıt verince onları uzaktan izleyeceğini söyleyip havuzdan
çıktı. Battal Bey kulaç atmaya başladı. Havuzdaki ilk turunu bitirdi. Suzan’ın
nefesi kesilmişti. Battal’dan etkilendiğinden değil, bir aylık ömür biçtiği
bastonlu adamın enerjisine şaşırdığından. Kumru, Suzan olmadan neler yaptığını
anlattı. Alışveriş merkezine gitmişti, koşu bandında tam bir saat yürümüştü,
ona çok iyi gelmişti. Atölyede resim dersine katılmış portre yapmak yerine
gölge çizimi çalışmışlardı. Bu da onu sıkmıştı, belki kendine başka bir hobi
bulması gerekiyordu. Çiftlik nasıldı? Suzan Battal Bey ikinci turunu atarken
sabahı nasıl geçirdiğini anlattı. Mücella’ya çok üzüldüler.
Suzan
kendini yorgun hissedince havuzdan çıkmaya karar verdi, Kumru da bir tur atarak
onun yanına gelecekti. Battal çoktan duşa gitmişti. Suzan da üstünü
değiştirmeye kabine girdi. Suzan aynada göğüslerine baktı, mayo baya
dikleştirmişti. Mayoyu çıkarıp havluyla kurulanırken Ahmet ve Mithat’ın inleme
seslerini duydu. Kilidi açıp baktığında ikisi havuza bakıyorlardı. Kumru ortada
yoktu. Suzan havluyu üzerine doladı panikle dışarı çıktı “Kumru!” diye bağırdı.
Bir ileri bir geri gitti yüzme hocasını göremedi, Kumru havuzun dibine iniyordu
o anda Tezer’in sevgilisi suya atladı ve Kumru’yu çıkardı. Battal da koşarak
geldi. Suzan boğazını yokladı, sadece bir kez bağırabilmişti ama sesini
duyurmuştu. Yüzme hocası ve birkaç delikanlı gelip Kumru’yu hayata döndürdüler
sadece su yutmuştu. Suzan rahatladı. Battal, Ahmet ve Mithat Suzan’ın vücudunu
saran havluya bakıyorlardı. Tezer de oradaydı, Kumru’ya geçmiş olsun demek
yerine sevgilisinin onu kurtarmasına bozuldu ve orayı terk etti. Adam çok
centilmendi Kumru giyinip kendini toplayana kadar başından ayrılmadı. Bugün
Suzan kredisini tüketmişti. Bir de ona evhamlı olduğunu söylerlerdi. Kendini
azıcık rahat bıraksa neler oluyordu?
Kumru
doktor kontrolü için revirde bekliyordu. Bir bakıma gözetim altındaydı. Suzan
da onu yalnız bırakmamıştı. Kumru evziniyordu “Ben senin hastalığında hiç
ilgilenmedim, şimdi başımda bekliyorsun. Sen olmasan ben ölmüştüm.” Suzan
itiraz etti “Öyle düşünme, Ahmet ve Mithat mırıldanınca ters bir şey olduğunu
anladım, onlara teşekkür et. Sahi neden su yuttun sen?” Kumru “Bir an elim
ayağım kesildi, elektrik verilmiş gibi oldum.” Suzan “Havuzda elektrik kaçağı
mı var acaba, dur ben bir soruşturayım.” Suzan odadan çıkacakken Kumru elini
tuttu “Ne kadar iyi arkadaşsın Suzan.” Suzan gülümsedi ve yönetim katına çıktı.
Kapısında müdür yazısı olan bir oda arıyordu. Koridorun sonunda kocaman bir
kapı vardı. Suzan kapıyı çaldı ve içeri girdi. Odada kimse yoktu. Sağ tarafta
bir kapı daha vardı, içeriden mırıltılar geliyordu. Suzan kapıyı çaldı ve açtı.
Döpiyesli kadınla takım elbiseli adam hararetli bir şekilde çiftlikteki at
kazasını konuşuyorlardı. Suzan içeri girince önce bozuldular. Kadın başını
dikleştirdi “Buyurun Suzan Hanım bir sorun mu var?” Suzan Hanım bu kadının
olayları hemen kökünden halledeceğine inanıyordu. Derdini çok uzatmadan iki
cümle özetledi “Kumru Hanım havuzda yüzerken elektrik akımına kapılmış
olabilir, acaba havuzu kontrol mü ettirseniz?” Kadın takım elbiseli mevkidaşına
ters ters baktı “Müdürümüz o mevzuyu çözmüştü ama merak etmeyin bir daha böyle
bir sorunla karşılaşmayacaksınız.” Adam dudaklarını büzerek “Arkadaşınız nasıl
oldu?” diye sordu. Suzan bir an durdu “Attan düşen mi, havuzda boğulan mı?”
Yöneticiler biraz gerildi, belli etmediler kadın Suzan Hanım’a doğru yürüdü
“Biliyorsunuz Mücella Hanım profesyonel bir binici ancak böyle kazalar her
yerde yaşanabiliyor, bizi çok üzdü, kendisi şimdi tam teşekküllü bir hastanede
ameliyata alındı, dualarımız onunla.” Adam kadının koltuğuna doğru yürüdü
“Havuz problemini en kısa sürede çözeceğim” dedi ve oturdu. Yönetici kadını
sinir etmişti. Öfkesini kontrol altına alan kadın, Suzan Hanım’ı yavaşça kapıya
yönlendirdi “Siz baya uyum sağlamışsınız kampüse, umarım memnunsunuzdur.” Suzan
Hanım memnun olduğunu anlatmaya çalışırken kadın onu kibarca postaladı
arkasından da adamın kafasına büyük bir şey fırlattı. Bu ses normal bir şeyin
yerçekimi ile yere düşmesi olamazdı. Demek adam işini yapmıyordu ki kadın ona
böyle davranıyordu.
Suzan,
Kumru’nun yanına döndüğünde Tezer’in sevgilisi ona bir çiçek getirmişti. İkisi
vedalaştılar. Suzan giden adamın arkasından bakarak Kumru’ya sordu “Neler
oluyor?” Kumru’nun yüzünde güller açıyordu, kucağındaki çiçekleri kokladı,
kurtarıcısını bulmuştu. Suzan inanamadı, Tezer’in ona adamı yar etmeyeceğini
söyledi. Kumru buna değer olduğunu ve kampüse hayata yeniden başlamak için
geldiğini savundu. Suzan sonra ona hak verdi. Ancak liseli zorba Tezer ve
arkadaşları bunlara dünyayı dar ederlerdi. Kumru korkmadığını, olmamış bir şey
için endişe etmemesi gerektiğini öğütledi. Suzan kütüphanedeki Orhan’ı ve
filozof Eflatun’u düşündü. Yüzde yüz içine sinmedi hiçbiri. Belki de katılaşmış
davranışları olduğu için Suzan onları şekillendiremeyecekti. Kendisini onların
eline kendini bırakabilir miydi şekillenmesi için? Battal, hayır, nereden çıktı
Battal? Eflatun’un amfideki dersini hatırladı. Kumru’yu bırakamazdı, tüm
enerjisini harcamıştı. Odasına gidip dinlenecekti.
Camdan
çıt çıt sesler geliyordu. Suzan dolu yağdığını düşünürken büyük bir taşla
yatağından zıpladı, su altı canlılarının belgeselini izliyordu. Kumandayla
televizyonun sesini kıstı ve terliklerini giyip balkona çıktı. Gözü karanlığa
alışana kadar bir şey görmedi sonra adını sayıklayan Eflatun’u gördü. Balkonun
altına gelmişti “Suzan derse gelmedin, neden?” diye sordu. Suzan sözlüye
kalkmış öğrenci gibi anlatmaya çalışınca adam lafını böldü “Sana şiir
okuyacağım kendim yazdım” Suzan etrafına bakındı, “Aşağı geleyim mi?” Eflatun
öneriye cevap vermedi “Senin gibi ilah bulunmaz bu dünyada, iki cihan gelse bir
araya değerini ölçemez hiçbir fani, ölümsüzlük senin eserin, bak içine ben
oradayım.” Suzan donakalmıştı, bir yandan şiiri anlamaya çalışıyor bir yandan
da ona serenat eden adama nasıl tepki versem diye düşünüyordu? Eflatun sordu
“Nasıl şiir?” Suzan gülümseyip teşekkür etti “Çok beğendim.” Eflatun yürümeye
başladı “Kendime yazdım” dedi ve gitti. Suzan kaldı. Gerçekten ikisi birbirini
şekillendiremezdi ancak tuhaf bir çekim gücü vardı adamda. İçeri giren Suzan
perdeyi çekmeden önce kıyıya yanaşan üç tane bot gördü. Sahilde kapalı bir
minibüs bekliyordu. Uzun metal rengi tüpleri araca taşıdılar. Suzan Hanım deniz
yoluyla buraya ne gelebilir diye düşündü, yiyecek, ilaç, tıbbı malzeme, kuru
gıda, havlu? Hepsi mantıksızdı, tuhaf tüpler insan boyutundan biraz büyüktü.
Huzurevi Kampüsü uzaya insan mı taşıyordu? İnanırdı Suzan Hanım, burada her şey
üst düzeydi. Uzayda yaşam var mıydı?
Kapı
çaldı. Yoksa Eflatun odaya mı gelmişti? Onu içeri alamazdı bir gören olursa
diye. İçeri neden alacaktı ki? Gelen nöbetçi resepsiyon görevlisi gençti, ona
bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Suzan Hanım bir eksiği olmadığını
söyledi. “O halde size iyi geceler” dedi görevli onu uyumaya zorlar gibiydi.
Suzan Hanım ışığı kapatıp yatağına uzandı. İnsan yüzlü balıkların yaşamını
izlerken uyuyakaldı. Ne tatlı rüyaydı. Derin ve menekşe kokulu.
ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.
Yorumlar