CUMARTESİ
Peri
masalı devam ediyordu. Deliksiz uyku çeken Suzan Hanım, güneşli bir cumartesi
gününü dolu dolu yaşamaya hazırdı. Hemen giyindi, hediye çekini çantasına attı.
Amacı kimselere özellikle de Kumru’ya görünmeden alışverişe gitmekti. Sabah
kahvaltısı yeni başlamıştı. Dün geceki parti herkesi çarpmış olmalıydı, yemekhane
tenhaydı. Suzan Hanım hala acıkmamıştı. Ama ne hikmetse tabağına konan her şeyi
yiyordu. Temiz hava iştahını açmıştı. Koşar adımlarla huzurevi kampüsünün
önündeki servise gitti. Şoför onu görünce kendine çeki düzen verdi, “Günaydın
efendim” dedi. Suzan Hanım “Günaydın, kaçta kalkıyor?” diye sordu. Şoför hemen
aracı çalıştırdı “Nereye gidiyoruz?” Suzan Hanım alışveriş yapacağını
söyleyince adam onu yakındaki bir alışveriş merkezine bıraktı. Suzan Hanım
rahat rahat gezecek, çekini yeni kıyafetler almak için harcayacaktı.
Mağazalar
ışıl ışıldı, önce vitrinleri gezdi. Sonra en beğendiği mağazanın önünde durdu.
Bugüne kadar hep kendi diktiklerini giymişti. Artık hazır giyim alabilecekti.
Hemen hediye çekini çıkarıp o mağazada geçerli olup olmadığını sordu. Satış
görevlisi kızdan olumlu yanıt alınca birlikte araştırmaya koyuldular. Suzan Hanım rengarenk elbiseleri gözüne
kestirdi. Bir tane kot pantolon ve üstüne ince kazak aldı. Sıra ayakkabıya
gelmişti. Beyaz bir spor ayakkabı denedi, ayağına tam oturdu. Spor dersleri
için eşofman takımı almalıydı. Süslü üç kadın spor dersinde ne giyeceklerdi
acaba? Mayo lazımdı, terlik, güneş gözlüğü, çanta. Suzan Hanım paranın hepsini
harcadı. Tarif edilemez bir mutluluk yaşıyordu. Elindeki poşetlerde sanki
hayatı saklıydı. Artık güzel giyinecek güzel yaşayacaktı. Telefonu çaldı.
Arayan üst komşusuydu. Suzan Hanım huzurevine geldiğini kimselere söylememişti.
İşin ucunda yapamayıp dönmek vardı. Kendine yediremezdi. Anlaşmayı da ona göre
yapmıştı. Önce bir senelik para ödemişti. Memnun kaldığı takdirde evi satılığa
çıkaracaktı. Komşusunu ‘uzaktayım, akrabalardayım’ diye geçiştirdi. Bir kahve
içmek için oturdu.
Etrafına
bakındı uzun bir süre. Elinin üstü kaşındı. Sanki sinek ısırmıştı. Kampüste çok
ağaç vardı. Normaldi. Sütlü kahvesini içerken telefonun şarjı bitti. Tamirciye
girdi. “Oğlum bu telefonun şarjı dayanmıyor” diye yakınırken genç “Teyze bu
telefon öldüm ben diyor” diye dalga geçti. Suzan Hanım ne yapacağını sorunca
ona yeni bir telefon alması gerektiğini söyledi. Suzan Hanım düşünürken telefoncunun
bir arkadaşı geldi “Ne haber lan Hacker?” diye ona takıldı. Suzan Hanım yeni
telefonlara baktı. “Ben öbür ay gelip alırım” diyerek tamirciden çıktı. Kapının
önünden Kumru geçiyordu. Hiç sesini çıkarmadı. “Teyze teyze!” diye bağıran
gence önce Kumru baktı. Suzan Hanım yakalanmış gibi kaldı. “Teyze telefonunu
unuttun” demişti hacker genç. Kumru bağırdı “Suzan neler aldın böyle?” Suzan
kaderine katlanarak ona tek tek ne aldığını kafede gösterdi. Kumru da
alışverişe çıkmıştı ancak dediğine göre çok zevkliydi tarzına uygun bir şeyler
bulamamıştı. O da tüm parasını akıllı bir telefona yatırmıştı. Suzan Hanım,
Kumru’nun yeni büyük beyaz telefonuna özendi. Tüm harfleri seçebiliyordu. Kendisi
de aynısından alacaktı. Kumru kampüse geri dönmeyi önerdi. Hem yemek vakti
yaklaşıyordu hem de Suzan’ın elindeki eşyalarla gezemiyorlardı. İkisi servise
bindiler. Yemekhanede öğle yemeği yiyip odalarına çekildiler. Suzan tam
kıyafetleri deneyecekti ki bir uyku bastırdı. Karşı koymadı, çift kişilik
ortopedik yatağına uzandı ve derin derin uyudu.
Dışarıdan
gelen seslerle gözlerini açtı Suzan Hanım, balkona çıktı. Sahilde yürüyüş
yapanlar vardı. Partide herkesten uzak duran gruptu bunlar. Hemen hemen hepsi
gözlüklüydü. Okulun inekleri diye geçirdi içinden. Belki kütüphaneye gidip
güzel bir roman seçebilirdi. Yeni aldığı kot pantolonu denedi ancak içine
giremiyordu. Uyurken kilo mu almıştı? Öğle yemeğinde yine çok kaçırdı diye
kendine kızdı. Akşamdan tezi yok rejime başlayacaktı. Dayanabilirse… Yemekler o
kadar lezzetliydi ki şefler beş yıldızlıydı muhtemelen. Kütüphane etkinlik binasının giriş katındaydı.
İçeride çay ve kahve masası vardı. Suzan Hanım ceketini bir masaya koydu. Roman
bölümünü aradı. Türk yazarları gördü. Sırayla kitaplara baktı. Yaşar Kemal
okumak geldi aklına. Bir Ada Hikayesi dört kitaptan oluşuyordu. Hepsini
okuyabilir miydi? Kalın kitap okumak zor geliyordu. Hele ki dört tane onu biraz
zorlayabilirdi. Uzun boylu zayıf bir adam ona doğru yaklaştı “Kararsız
kaldıysanız ben önerebilirim”. Suzan Hanım liseli kız edasıyla kitap seçimini
gözlüklü beyefendiye bıraktı “Olur!” “Hiç Orhan Pamuk okudunuz mu?” diye sordu
adam. Suzan Hanım olumsuz bir şekilde başını iki yana salladı. “Kara Kitap’ı
önereceğim size, işte burada. Biz okuma kulübü olarak haftaya bunu
tartışacağız. Hepimiz okuduk, notlar aldık. Eğer siz de katılmak isterseniz”
derken Suzan Hanım “Seve seve okurum, not alırım, kulübe katılırım” dedi. Adam bir
kez yutkundu “Bu kadar hevesli olmanız çok güzel. Artık kitap okuyanların
sayısı gittikçe azalıyor. Biz bilgilerimizi taze tutmak ve Alzheimer riskini
azaltmak için bu tür aktiviteler düzenliyoruz. İsmim Orhan, sizinki?” “Benim
adım Suzan” dedi Suzan Hanım adamın gözlerinin içine bakarak. Orhan devam etti
“Aramıza katılacak mısınız?” Suzan Hanım hemen bir adım öne çıktı “Geliyorum
hemen”. Adam eliyle onu durdurdu “Şu an başka bir kitabı konuşacağız”. Sahilde
yürüyüş yapan inek öğrencilerdi bunlar hepsi bahçedeki yuvarlak siyah masaya
oturmuşlar Orhan gelsin de ateşli bir şekilde haftanın kitabını konuşalım diye
bekliyorlardı. Suzan Hanım o an istenmemesine çok bozuldu ama şansını haftaya
kullanacağı için sevinmeye gayret etti. “Peki, iyi sohbetler” dedi. Adam
gülümseyerek yanından uzaklaştı. Elindeki Kara Kitap’a baktı, kalındı “Ben
olsaydım dikkat çeksin diye kapağı simsiyah yapardım” diye kendi kendine
konuştu. Kütüphane görevlisi kıza kayıt yaptırdı. Masaya dönüp çayını
yudumlayarak kitabın arkasını okudu. Birkaç kez daha okudu, kitap onda merak
uyandırmıştı. İlk sayfayı açtı. Okudu bir daha okudu. Kendini veremiyordu. Göz
ucuyla kitap kulübü elemanlarını incelemeye başladı.
Hepsi
siyah giymişlerdi. Acaba kulübün kuralı mıydı? Haftaya aralarına katılırken o
da siyah giyecekti. Unutmamak için not almalıydı. Defteri ve kalemi yoktu.
Hatta Şirin’in dediğine göre üniversitedeki deneme derslerine katılabilirdi.
Yanında yazı yazacağı bir defter olmalıydı. Kütüphane görevlisi kıza sordu. Kız
ona renkli bir defter ve bir kalem verdi “Suzan Hanım’a hoş geldiniz hediyesi”.
Teşekkür etti gülümseyerek Suzan, hemen notlarını yazdı. “Haftaya Cumartesi
saat üçte kitap Kulübü toplantısı var. Kara Kitap’ı oku, not al. Siyah giyin!” Sigara
kokusu geldi burnuna. Kim içiyordu. Bahçedeki entel gruba baktı göremedi.
Görevli kız ortada yoktu. Aniden alarm çalmaya başladı. Ne yapacağını bilemedi.
Hemen kitabını defterini aldı oradan çıktı. Kırmızı yelek giymiş üç genç geldi.
“Kütüphane kapandı” diye bağırdılar. Suzan Hanım kapıda bekledi. Görevli kız
aceleyle masasına geldi çantasını alırken bir tanesi onu kolundan tuttu.
Diğerleri de Suzan Hanım ve entel gurubu oradan uzaklaştırdılar. Kızın gizlice
sigara içtiğini düşündü. Çok tehlikeliydi özellikle de o kadar kitabın
arasında… Baya hızlıydılar, yangın çıkmadan anında müdahale edebilmişlerdi.
Suzan
Hanım’ın heyecandan tuvaleti geldi. Etrafına bakındı. Yönetim binasına daha
yakındı, orada bir de poliklinik olduğunu duymuştu. Önce tertemiz bir tuvalet
buldu, rahatladı. Kumru’nun dediği gibi altına kaçırma sorununu o da
halledebilirdi. Hemen hemşire kıza doktor ile görüşmek istediğini söyledi. Hiç
sıra beklemeden onu içeri aldılar. Doktor Suzan Hanım’ı ayakta karşıladı. “Hoş
geldiniz Suzan Hanım, şikâyetiniz nedir?” diye sordu. Suzan Hanım biraz utana
sıkıla geceleri altına kaçırdığını söyledi. Doktor kibarca izlenecek yolu anlattı
ve ona bir kutu hap verdi. Ayrıca psikolojik olarak sorunu olmasa da bir
terapist ile sohbet etmenin ona iyi geleceğini söyledi. Suzan Hanım ikna
olmuştu. Geçmişte içinde biriktirdiği şeyleri anlatıp onu rahatlatacak birine
ihtiyacı olabilirdi. Hemen onu yan odaya aldılar.
Uzanma
koltuğuna bir güzelce oturdu Suzan Hanım. Kitabını, defterini eline aldı.
Odadan çıkan psikolog kız “Yoksa notları siz mi alacaksınız?” diye espri yaptı.
İkisi kahkaha attılar. “Estağfurullah, doktor bey sizinle biraz konuşmamı
önerdi ben de geldim” diye kendini savundu Suzan Hanım. Psikolog “Ne iyi
etmişsiniz, İsmim Arzu… Bir şeyler içmek ister misiniz?” diye sordu. Suzan
Hanım çok sıvı aldığını söyledi, Arzu, Suzan Hanım’a kampüsü nasıl bulduğunu
sordu. Suzan Hanım “Görkemli bir yermiş, dün geldiğimden beri geziyorum henüz
bitiremedim. Arzu Hanım burası cennet. İyi ki ölmeden gelmişim” dedi. Psikolog
baya güldü “Suzan Hanım belirgin bir sıkıntınız var mı?” Suzan kendini savundu
“Hayır!” Arzu onu konuşturarak açmaya niyetliydi “Tam olarak aklınıza takılan
sorular oluyor mu ya da sizi rahatsız eden küçük detaylar?” Suzan Hanım düşündü
“Geceleri altıma kaçırmaktan korkuyorum bazen uyku için bitkisel sakinleştirici
alıyordum.” Arzu profesyonel bir edayla “Anladım, sizce altına kaçırma
sorununuz çözülünce geceleri deliksiz uyuyabilir misiniz?” Suzan Hanım sözlüye
kalkmış öğrenci gibi bir an dondu kaldı “Dün gece deliksiz uyudum belki böyle
devam eder.” Psikolog “Çok güzel, ilacınızı da almışsınız. Sorunu çözüldü
olarak kabul edelim. Başka?” Suzan Hanım “Biraz evhamlıyım sanırım herkes
kadar, daha doğrusu komşum söylemişti kafamda kuruyormuşum.” Psikolog “Ne gibi
örnek verebilir misiniz?” Suzan Hanım “Mesela biri telefonu açmayınca onu
başına bir şey geldiğini düşünüyorum, trafik kazası mı geçirdi, kalbi mi durdu
gibi.” Psikolog “Peki bu düşündüklerinizden biri olmuş oluyor mu?” Suzan Hanım
kafasını hayır anlamında iki yana salladı. “Bakın Suzan Hanım bazen hepimiz
böyle şeyler düşünürüz ancak sürekli bunları düşünmek yaşam kalitemizi düşürür.
Özellikle yalnız yaşamış belli bir yaşın üstünde çok hastam var. İş birliği
içerisinde bu sorunlarını çözüyoruz.
Size yardım etmek isterim. Eğer siz de isterseniz?” Suzan Hanım gülümsedi
“Peki, varım!” dedi. Çarşamba’ya randevu aldı. Ve kafasında kurmamaya gayret
edeceğini söyledi. Psikolog Arzu karşı komşusunun kızı gibi sıcakkanlıydı bir o
kadar da bilgili görünüyordu. Suzan Hanım’ın güvenini kazanmıştı.
Yönetim
binasından çıkmadan Suzan Hanım son bir kez tuvalete girdi. O içerideyken gelen
iki kadın fısıldıyorlardı. “Baksana yine denetim varmış” dedi biri, diğeri sırrı
açıklıyormuş gibi “Şu alt kattaki şeyleri etkinlik binasına taşıyacaklarmış, benim
onları görmeye artık içim elvermiyor.” “Bak gördüklerini unut yoksa…” Suzan
Hanım istemeden hapşırdı ve ikisi konuşmayı kestiler, tuvalette başka biri
olduğunu anlamışlardı. Suzan Hanım dışarı çıkıp çıkmama konusunda kararsız
kaldı. Sifonu çekti. Diğer kadınlar tuvaletten çıktılar. Suzan Hanım kimseyi
göremedi. Merak duygusunu bastırdı. Ne de olsa beş dakika önce kısa bir terapi
seansından çıkmıştı. Hayatının amacı belliydi artık, ye, iç, gez!
Yatakhaneye
doğru giderken Kumru balkondan ona el sallıyordu. “Suzan akşamki filme gidiyor
muyuz?” Suzan daha kampüsün etkinlik broşürüne bakmadığı için sinema
gösteriminden haberi yoktu. İkisi yemekten sonra buluşmak için sözleştiler. Sinemaya
giderken ne giyilirdi? Rahat bir pantolon ve üzerine kapüşonlu ince kazak.
Tıpkı gençler gibi görünecekti, heyecanlandı. Odasına çıktı, kitabını ve not
defterini masasına koydu. Tam giyinecekti ki içi rahat etmedi kalkıp sıcak
suyla duş aldı. Aynanın önünde yüzüne sürebileceği kremleri gördü. Burada
hizmet sınır tanımıyordu. Suzan yüzünü ve kolları kremledi. Karnı guruldamaya
başlamıştı. Saatine baktı. Yemek saatiydi.
Suzan
Hanım “Kuzum bu sandalyelerin kılıfları neden sürekli değişiyor?” diye merakla Melek’e
sordu. Kız övünerek cevapladı “Değişim zihni dinç tutar, bakın dikkatinizi
çekmiş demek sizi mutlu etti”. Suzan Hanım gülümsedi “Evet, her şey çok güzel...
Masalar pırıl pırıl, yemekler lezzetli ama ben artık fazla yemeyeyim kot
pantolona sığmıyorum.” Melek baya ikna ediciydi “Suzan Hanım, yemek yemezseniz
enerjiniz olmaz, bağışıklığınız zayıflar sonra çabuk hastalanırsınız. Eğer kilo
aldığınızı düşünüyorsanız spora başlayabilirsiniz. Afiyet olsun!” Suzan Hanım
önündeki bir tabak yahniye bakakaldı. Mis gibi duman tabaktan haleler şeklinde
burnuna ulaşmıştı. Dayanamadı hepsini yedi. Üstüne muhallebi geldi. Kocaman
masada yalnız yemek yiyorum diye düşünürken Ahmet ve Mithat kardeşler kapıda
göründü. Suzan Hanım diğer masaya gitmesinler diye onlara el salladı. Şirin ve
Cesur ikisini masaya getirdiler. Asıl amacı gençlerle sohbet etmekti. Yoksa
Ahmet ve Mithat ile sosyal anlamda bir yere varamayacağını çoktan anlamıştı.
Selamlaşıp masaya oturdular. Ardından Battal Bey geldi ve kocaman bir
hapşırmayla yine tüm yemekhanenin odak noktasına oturuverdi. Suzan Hanım eliyle
ona gelme işareti yapıyordu. Battal Bey yandan yandan gülerek bastonunu ona
doğru salladı “Geliyorum kız bekle!” Suzan Hanım kızarmıştı, Şirin ve Cesur
kendini tutamadı. “Ne kadar komik biri değil mi?” diye Cesur, Battal’ı Suzan’a
övmeye başladı. Şirin de onu başıyla onaylıyordu. Suzan Hanım’ın kaşlar çatıldı
“Aman ne komik adam, mikrop saçarak geliyor, hasta mı olalım şimdi?”
Battal
Bey, Suzan’a yaklaştı “Korkma canım, alerjik bu, hasta değilim!” dedi ve yanına
oturdu. Suzan Hanım inadından bir sandalye yana kaydı. Battal Bey ona takılmaya
devam etti “Dün gece etrafımda dönüyordun şimdi el oldun!” Suzan ağzını elleriyle kapadı “Çok ayıp
Battal Bey siz benimle nasıl böyle konuşabiliyorsunuz?” Battal kendini savundu
“Siz benim arkadaşım değil misiniz? Takılıyorum işte!” Suzan Hanım o an arkadaşlık
kavramını düşündü. Genelde arkadaşları ona ne düşündüğünü hemen söyleyemezdi.
Resmi davranırlardı. Sınırı aşan olursa Suzan Hanım onları cezalandırırdı.
Kapıyı onlara açmayarak. Peki Battal’ı nasıl cezalandıracaktı? Onunla
konuşmayarak. Battal yokmuş gibi davranacaktı, görecekti gününü yaşlı densiz.
“Alıştınız
mı?” diye Suzan’a sordu Şirin. Suzan gününün nasıl geçtiğini anlattı. Dün gece
hediye edilen çeki harcadığını söyledi. Suzan Hanım genel olarak huzurevi
kampüsünden memnundu, bu geceki sinema gösterimini merakla bekliyordu. Battal
“Ben de geleceğim tam senin arkana oturacağım” dedi. Suzan ona cevap
vermiyordu. Şirin spor salonuna gitmesi gerektiğini söyledi. Suzan artık
defteri de olduğuna göre plan yapmalıydı. İlk işi etkinlikleri öğrenmek ve kendine
uygun olanları defterine not etmekti. Cesur hemen atıldı “Akıllı telefonunuza
da uygulamayı indirebilirsiniz, etkinlik başlamadan önce mesaj gelir hem daha
kolay”. Suzan akıllı telefonu bozulmak üzere olduğu için hayıflanırken Battal
“Benim bile var, bak son model” diye kendisininkini gösterdi. Suzan Hanım hala
onun olduğu tarafa bakmıyordu. Ahmet Bey yemeğe ara verip gülmeye başladı.
Masadakiler ona baktılar. İlk kez tepki verdiği için hepsini şaşırtmıştı. Suzan
Hanım fısıldadı “Adam yedikçe canlandı!” Battal ona baktı “Duydum seni
muhallebi çocuğu!”
Giriş
kapısından kahkahalar geliyordu. Sokak lambasının altında Tezer ve arkadaşları
vardı. Yanlarında da centilmen kavalyeleri. İnsanlar yaşlandıkça çocuklaşır
derlerdi ama Suzan Hanım inanmazdı. Lise yıllarında gibi oynaşan ekibi görünce
ikna oldu. Kendi de bu kadar gençleşir miydi acaba? En azından otuzlu
yaşlarındaki haline dönse, keşke. Bir oraya bir buraya kelebek misali koşardı.
Ah Suzan, koştun da ne oldu? Bak şimdi sana kim koşuyor? Kendini annene,
babana, kocana, kardeşlerine köle ettin. Her dediklerini yaptın. Şimdi yanında
kim var? Annen, baban göçüp gittiler, kocan kaçtı. Kardeşlerin kapısını kapadı
oturuyor. Ne yaptın ki onlara emek vermekten başka? Şu gülenlerin hiç mi derdi
yok acaba? Of Suzan kurma kafanda! Dur artık! Psikolog Arzu’ya söylerim yoksa
seni! Dön arkanı, yürü!
Sinema
salonu girişinde kâğıt helva dağıtılıyordu. Suzan, çocuklar gibi sevinen
Kumru’yu gördü. Kumru kendine yeni arkadaşlar edinmişti. Hatta onlarla Suzan’ı
tanıştırdı. Birinin ismi Mücella idi, yetmiş yaşındaydı. Diğer sarışın ise
seksen yaşındaydı, adı Liza idi. Suzan da kendini tanıttı. Emekli terzi
olmasıyla övündü. Kadınlar ona özendiler ikisi de hayatında hiç
çalışmamışlardı. Eşleri bürokrat emeklisiydi. Ölünce yalnız kalmamak için
huzurevini tercih etmişlerdi. Liza çok yakında kampüsten ayrılacağını söyledi.
Hepsi şaşırdı. Çünkü orası artık onu tatmin etmiyordu. Belki yurtdışında bir
huzurevine yerleşirdi. Kumru başka dil bilip bilmediğini sordu. Liza Fransızca
biliyordu. Hepsi saygı gösterir gibi başını salladılar. Suzan da Almanca
teşekkür etmesini ve adını söylemesini biliyordu. İstese öğrenirdi. Ama bunu
onlarla paylaşmadı çünkü kadınlar bu tarz muhabbete uygun değildi.
Hepsi
içeri geçtiler. Sinema salonundaki kırmızı kadife perde mis gibi naftalin
kokuyordu. Suzan Hanım annesinin yüklüğündeki yorganları hatırladı. Rengarenk
kalın yorganlar… Onların kılıflarını çıkarır, yıkar, ütüler ve tekrar
geçirirdi. Arada açıp havalandırsa da yazın muhakkak naftalinlerdi. Annesi “Hadi Suzan, çıkar bunları” derdi.
Diğer kardeşleri işimiz var diye evden kaçarlardı. Suzan’a kalırdı bütün işler.
O da alnının akıyla altından kalkardı. Kimse eline sağlık demezdi. Suzan o
zamanlar bunları görevi diye bilirdi… Bu düşünceleri on beş saniyede aklından
geçirdiği için aşama kaydettiğini düşündü ve sevindi. Terapi şimdiden işe
yaramaya başlamıştı.
“Tiyatro
da oluyor mu?” diye sordu Suzan Hanım. Mücella onayladı “Gelmez olur mu, benim
zamanımdaki eski kabareleri bile burada izlemiştim.” Liza “Ben müzikal severim,
geçen sene daha sık geliyordu bu sene bale ve opera ağırlıklı program
yapmışlar”. Kumru sordu “Stand-up gelir mi?” Kadınlar birbirlerine baktılar.
Liza “Talep olsa gelir belki” dedi. Kumru Suzan’ı dürttü “Yarın gidip dilekçe
verelim, komik birilerini getirsinler, azıcık gülmek bizim de hakkımız!” Suzan
gülümsedi. Film başlamak üzereydi. Tezer ve arkadaşları gelmişti. Entel
grubunun hepsi eksiksiz oradaydı. Ahmet ve Mithat’ı göremedi. Battal da
gelmesin diye dua ediyordu. “Singin' in the Rain” filmi başladı. Ne güzel tap
dansı yapıyorlardı. Suzan Hanım ertesi gün dans kursuna gitmeye kesin kararlıydı.
Film sayesinde içinde kelebekler uçuyordu. Omuzunda bir el hissetti. Arkasını
dönerken Battal Bey’in sesini uydu “Oynama kız!” Suzan derin bir nefes aldı.
Omuzundaki eli itti. Battal gülüyordu. Suzan filmin içine tekrar girdi. Bu
gecenin güzelliğini kimse bozamayacaktı.
ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.
Yorumlar