LABORATUVAR
Gece
uzundu, Liza masada yatıyordu. Doktor J bir sağa bir sola yürüyordu. İlacın
etkisini görmek istiyordu ancak kadın cevap vermiyordu. Fono’nun döpiyesli kızı
kapıyı çalmadan içeri girdi. “Doktor Bey biz ne konuşmuştuk? Liza Hanım artık
çalışma dışında.” Can odadan çıkmıştı belli ki kadının erkek kardeşini
çağıracaktı çünkü tek o başa çıkabiliyordu. Doktor sakinliğini korudu, otuz
saniye cevap vermedi. Kadın çok kızmıştı “Burada kafanıza göre insan
öldüremezsiniz, bir anlaşmamız var. Bu insanlardan ben sorumluyum. Liza yarın
Fransa’ya gidecek anlıyor musunuz?” Doktor kafasını salladı “İyi yolculuklar.”
Kadın hızını alamamıştı, hastabakıcıları çağırdı Liza’yı odadan çıkardılar.
Erkek kardeşi koşarak geldi “Ne oldu Doktor, Liza nasıl?” Kadın sinirlendi, ne
olursa olsun doktorun önünde tartışmak istemiyordu “Dışarı gel” diye kardeşini
çağırdı. Doktor bu taht kavgasından sıkılmıştı. Oyunu erkek kardeşten yana
kullanmak istiyordu hem paragöz hem de kafası az çalışıyordu. Böylece ona bir
sürü denek bulabilir, gerisini sorgulamazdı. İlk işi Fono’yu kızına karşı
kışkırtmak olacaktı. Laboratuvarında rahat bir çalışma ortamı istemek Doktor
J’nin en büyük hakkıydı.
Suzan
gece boyu ışık açık oturduğu için teste alınamamıştı. Battal getirildi.
Kolundaki saate bakan Asistan Can baya umutlandı, gündüzleri tazı gibi koşuyor,
bana mısın demiyordu bu eski toprak. Doktor ile Battal’a vitamin takviyesi
yapacaklardı, kan örnekleri umut vericiydi. Büyük ihtimalle Battal bir aydan
önce gençleşecekti. Ancak onu kiminle çiftleştirecekler henüz karar
vermemişlerdi. Eski deneklerden alınan yumurta ve sperm örneği verimsizdi. Bir
süre düşündüler. Battal odadan çıkarılırken Doktor J aklına bir isim geldiğini
söyledi. Can tahmin etti, deneğin babasından izin almaları gerekiyordu.
Eflatun
getirilince Doktor J anlam veremedi “Bu adam neden burada?” Asistan Can “Doktor
Bey beynindeki oluşumları inceleyelim demiştik?” Doktor itiraz etti “Yanılmışım
sıradan bir beyin, bu adam çalışma dışında, bir daha görmek istemiyorum.” Fono
geldi “Ben de görmek istemiyorum, ortada dolanıp insanların aklını karıştırıyor.”
Can, Eflatun’u dışarı çıkarırken Fono seslendi “Yarın göndereceğiz ona göre.”
Eflatun gözlerini bir an açıp kapadı. Can gözüne ışık tutunca göz bebekleri
küçüldü “Hemen odasına götürün” dedi ve bebek havuzu bölümüne gitti.
Abdi’nin
oğlunun çıkardığı sesler yankılanmaktaydı. Can çocuğu kucağına alıp oynamaya
başladı. Bebek, Can’ın parmaklarını kavrayıp dik durmaya çalışıyordu. Hemşire
bir yandan onun salyalarını temizledi. Yere oturan bebek hafifçe sırt üstü
düştü, hemşire onu alacakken Can engel oldu “Dur, becerilerini görmek
istiyorum, gel oğlum hadi bana gel” bebek bağırarak Can’a doğru ellerini uzattı.
Can “Mamasını verebilirsin” dedi. Hemşire ona klasik müzik eşliğinde mama
yedirirken biraz gergindi “Doktor Bey acaba bebeği güneş gören bir odaya mı
taşısak? Kemik gelişimi için önemli” Can düşündü “Doktor Fono ile konuşurum.
Belki denize bakan bir oda ayarlarız, sen arada dışarı çıkarırsın”. Hemşire
kendisininmiş gibi sevdiği bebeğin yerin altında kalmasına gönlü elvermiyordu.
Can kimseyle fazla konuşmuyordu, ağzından çıkan her kelime dönüp dolaşıp ona sorun
olarak gelebilirdi. Bir gün Fono’nun yerine geçeceğine ve işini ondan daha iyi
yapacağına emindi. Bu sebeple bebek en büyük garantisiydi, dünya yıkılabilirdi
ancak bu özel bebeğin kılına zarar gelmemeliydi.
HAFTA İÇİ
Suzan
sinirle Eflatun’un kayığını aramaya deniz kıyısına gitti. Kum adeta içine
çekiyordu, adım atmak güçtü, terliklerini eline aldı. Sabah güneşi terletmişti.
Sıska ama gür bir ağaç topluluğu vardı, ilerledi. Hamak rüzgarla sallanıyordu.
Suzan, Eflatun’un geceleri orada kaldığına emin oldu, hamakta müzede gördüğü
aslanlı kitap duruyordu. Kayık, kuma gömülü mavi tek kişilik bir kanodan
halliceydi. Suzan onu tekmelemeye başladı. Etrafta bulduğu dal parçalarıyla
vuruyor, söyleniyordu “Bununla mı gideceğiz ha? Buna tek kişi sığar. Bencil
adam. Allah cezanı versin!” Suzan kayığı döverken yemyeşil giyinmiş kitap
kulübü üyeleri uzaktan ona baktılar. Suzan mırıldandı “Tipsiz tırtıllar!” Kendini
hamağa attı. Ne kadar rahattı bir sağa bir sola sallandı, kısa bir uykuya daldı,
birkaç tane kara sinek bacaklarını ısırana kadar. İrkilerek uyandı. Günün geri
kalanında rahatlamalıydı. Sakince plan yaptı “Suzan kahvaltını yap, sporuna
git. Sen buraya hayatın tadını çıkarmaya geldin daha ikinci haftada ne yaşıyorsun?”
Başını ellerinin arasına aldı. Eflatun’a gereğinden fazla kızmıştı. Tezer’i de
istemeden rezil etmişti. Onlarla arasını düzeltebilirdi, Suzan sakin ve uyumlu
biriydi.
Yatakhanede
Rosa’ya, Liza’nın akşam odaya gelip gelmediğini sordu. Kız yeni geldiğini
Liza’yı görmediğini söyledi. Suzan, Liza’nın odasına doğru gitti, görevlilerden
biri yeri siliyor, diğeri de dolaptaki kıyafetlerini topluyordu. Suzan odaya
baktı, Liza hiç toplanıp gitmiş gibi görünmüyordu. Onu kahvaltı salonunda bulma
ümidiyle çıktı. Mario çoktan kahveye geçmişti. Suzan’ın sorularına hiç tatmin
edici yanıt vermedi ona göre Liza çoktan Fransa’ya gitmişti, kıyafet alacak
parası vardı, eski eşyalar onun için kötü enerji demekti, yeni bir hayata
çoktan başlamıştı. Suzan manda kaymağının üzerine bal sürdü ve afiyetle yedi.
Mario onu zorla yüzmeye götürecekti. Suzan yeni arkadaşına teslim oldu.
Tuzlu
suyun kaldırma kuvveti Suzan’ın hoşuna gitmişti. Mario “Suzan burayı seviyor
musun?” diye sordu. Suzan “Evden daha çok” diye yanıtladı. Mario “Burada herkes
mutlu mu?” Suzan “Öyle görünüyor, mutlu olmayan da kayığına binip gider!” Mario
“Yemekler nasıl? Kendini farklı hissediyor musun?” Suzan “Yemekler dört dörtlük,
benden daha güzel yapıyorlar, kendimi tutuyorum yoksa yüz kilo olurum.” Mario
“Geldiğin günden beri ne değişti?” Suzan “O kadar çok etkinliğe katıldım ki.
Eğlencelere gittim, dans ettim, film izledim. Komedyen bir genç geldi, yirmi
senedir bu kadar gülmemiştim. Sinirlendiğim zamanlar da oldu, bazı insanlar
hala ergenlikte kalmış … Ben evde yaşamıyormuşum, buraya geldim yaşamaya
başladım. Kendimce uyum sağlıyorum.” Mario “Vücudunda değişiklikler oldu mu?”
Suzan tedirgin olmuştu Mario sapık mıydı? “Hayır olmadı.” Mario “Gençleştiğini
düşünmüyor musun? Battal bastonu attı, Ahmet canlandı diyorsunuz, onun gibi.”
Suzan rahat bir nefes aldı “Onlar dirildi, ilk gün öleceklerini düşünmüştüm. Mesela
yüzümdeki kırışıklıklar gitti, kampüs krem hediye etmişti hep onu kullandım.
Ayrıca düzgün beslenme ve sporla yavaş yavaş gençleşebileceğimiz söylenmişti.”
Mario “Mithat neden ölmüş olabilir?” Suzan “Yaşlılıktan” Mario “O hiç
gençleşmedi mi?” Suzan kafasını iki yana salladı “Adamcağız nasıl geldiyse öyle
gitti” dedi. Mario’nun sorularından sıkılmıştı. Mario “Yeni geldiğim için
soruyorum, sen çok güvenilir birisin, burası nasıl bir yer merak ettim.” Suzan
“Harika bir yer” diye kampüsü savundu. Mario kafasını dağıtmak için ona yüzme
tekniklerini gösterdi. Suzan onu güvenilir bulan adamın kollarına kendini
bıraktı. İlk kez havuzun kenarını tutmadan bir taraftan diğer tarafa yüzmüştü.
Mario onu alkışladı. Suzan, Battal ile yirmi bin adım atmaya hazırdı. Yürüyüş,
iyi kafa dağıtırdı.
Battal’ı
ararken kendini revirde buldu. Aşı günüydü. Ortada kimsecikler yoktu. Aşılanan
odasına çekilmişti. Hemşire açıklama yaptı “Senelerdir geçmeyen salgın
hastalığın yirmi bininci varyantı ortaya çıkmıştı. Yeni geliştirilen aşı
yaşlılara tam koruma sağlayacaktı. Suzan sorgulamadı. Hemşire “Bugün ve yarın
biraz uykunuz gelebilir, iştahınız da açık olacak. Bir sorun olursa lütfen
haber verin” dedi. Suzan kolunu ovarak revirden çıktı. Karnı guruldadı. Tezer
tek başına yemekhaneden çıkıyordu. Suzan “Tezer, bir şey söylemek istiyorum”
dedi. Kadın kaçar gibi uzaklaşıyordu “Dün akşam için özür dilerim…” derken
Tezer yere yığıldı. Revirdeki görevliler koşarak geldiler, onu sedyeye koyup
götürdüler. Suzan panik oldu. Hemşire, Tezer’in aşının etkisiyle bayıldığını
söyleyince rahatladı. Suzan hemen yatağa gitmeliydi. Kapının altında bir
Eflatun mektubu daha buldu. Koluna sancı girmişti. Yatağın üzerine oturdu.
Mektupta “Kaç” yazıyordu. Suzan uyuyakaldı mektup elleri arasından kayıp yere
düştü oradan da rüzgarla yatağın altına…
Ayaklarının
altı buz gibiydi. Suzan ince beyaz geceliğiyle karanlık bir alanda tek
başınaydı. Ortamın serinliği çok iyi gelmişti. Aşılı koluna dokundu, sıcacıktı.
Uzakta gördüğü aydınlığa doğru yürümeye başladı. Kokuyu hatırladı, etkinlik
salonuna çıkarken yanlışlıkla girdiği oda da böyle alkol kokuyordu. Uzun yarı
metal yarı cam tüpleri gördü. Dokundu. Tüplerden fokurdama sesi geliyordu.
Başını kaldırdı. Ve Abdi ona bakıyordu. Suzan “Abdi” dedi ve kendini sabah
yatağında buldu. Aşının yan etkisi onun için yarı gerçek bir kabustu.
Fono,
Doktor J’nin özel bakım odasında yatıyordu, vücudu kırmızı noktalarla
kaplanmıştı “Hani hava bulutlu olacaktı?” diye hesap sordu. Doktor J “Saatlerce
deniz kıyısında gezmişsiniz, güneş ışınları suyun üzerinden ya da kumsaldan da
yansıyabilir, bunu unutmayın!” Fono “Artık şu güneş alerjime çare bulmanın
zamanı gelmedi mi? Günün yarısında buna çalışın lütfen.” Doktor ciddiydi “Yirmi
dört saat çalışıyorum.” Fono kinayeli “Belki siz de biraz deniz kıyısında
yürümelisiniz, kafanız çalışmıyor artık!” Doktor odadan çıkarken aklına bir şey
gelmiş gibi “Bu arada Battal yakında hazır olacak, acilen ona uygun bir eş
bulmalıyız.” Fono “Bulun o zaman.” Doktor derin nefes aldı “Buna en uygun kişi
sizin kanınızdan biri olabilir.” Fono yumurtalık kullanımı için kızının
kastedildiğini anladı. Doktor “Siz mi konuşursunuz yoksa…” Fono “Ben
hallederim” dedi. Doktor kapıdan çıkınca Fono’nun oğluyla karşılaştı “J, durum
nasıl?” diye sordu babası ölünce yerine geçmek isteyen anlayışı kıt veliaht.
Doktor ona fazla yüz vermek istemiyordu ancak böyle tipler gazla çalışırdı “Yarına
düzelir, işleri senin halletmeni istedi.” Ellerini ovuşturan takım elbiseli
yönetici, kız kardeşini denek yapmak için hazırdı.
Asistan
Can baya gergindi. Suzan Hanım’ın sakinleştiricinin etkisinden erken çıkıp
kocasını gördüğünü kimseye duyurmak istemiyordu. Bu yüzden Suzan’ın gece
yaşadıklarını hatırlayıp hatırlamadığını öğrenmeliydi. Psikolog Arzu sabah
kahvaltısından sonra Suzan ile bir seans gerçekleştirdi. Kız profesyonel
çalışmalarıyla Suzan’ı düş gördüğüne ikna etti “Aşı baya etkiliydi.” Suzan
vücudundaki değişimler için tahlil yaptırmayı düşünüyordu. Alışveriş
merkezindeki laboratuvara gitti. Bir sorun çıkarsa kampüstekilerin duyması kötü
olurdu. Kırışıklıklardan sonra selülitlerinin ve varislerinin de kaybolması
onda şüphe uyandırmıştı. Bu durumdan memnundu ancak ileride daha şiddetli bir
şekilde geri dönebilirlerdi. Öğle yemeğini dışarıda yedi, kafasını toplamaya
başlamıştı.
Çiçek
Bahçesi Caddesinin başında duran Suzan, Liza’nın izini arıyordu. Kapı kapı “Liza
Hanım’ın evi pardon villası hangisi?” diye sordu, insanlar ne kadar tuhaftı,
kimi kapıyı açmıyor, kimi de öyle birini tanımadıklarını söylüyordu. Komşuluk
ölmüştü! Sokağın sonundaki villayı gördü, küçük kamyonlara çini vazoları ve
tabloları taşıyan işçileri vardı. Yaklaştı, eski halıları kucaklayıp çıkanlar
bir miktar parayı şapkadan Pamuk’u çıkaran sihirbaza uzattılar. O gülüştü!
Yönetici adam Liza’nın eşyalarını satıyordu. Suzan gidip adama saldıracakken
önünde kocaman bir tır durdu, yolun karşısındaki merdivenlere oturdu, izledi, susadıkça
gazozunu içti. Arada fikir yürüttü, huzurevi Liza’nın mülküne el koymuştu,
borcu mu vardı? Liza önceden ödemişti her şeyi, ayrıca Fransa’ya gidiyordu
ancak eşyalarını toplamamış, arkadaşlarıyla vedalaşmamıştı. Evi alacak Çinliler
neredeydi? Liza pek arkadaş canlısı değildi ama böyle ortadan da kaybolmazdı,
yemek sözü vardı. Suzan’ın evi ne durumdaydı. Yoksa yönetim mala mülke el koyma
hakkına sahip miydi? Suzan, yöneticinin diğerlerinden gizli iş çevirdiğini
düşündü. Adama doğru giderken Mario önüne geçti “Hayrola Suzan, ne işin var
burada?” Suzan şaşırdı “Liza’yı arıyorum” dedi. Adama orada ne yaptığını sorma
hakkını kullanmadı. Mario olayı toparlamaya çalıştı “Liza, gitti.” Suzan
“Bizimle vedalaşmadı. Başına bir şey gelmiş olabilir.” Mario “Evi nereden
biliyorsun?” Suzan “Beni davet etmişti” dedi. Evet, Suzan yalan söylemişti,
adamın tepkisini görmek için. Mario kaşlarını kaldırdı “Ne zaman?” Suzan “Ne
zaman istersem!” Mario çaktırmadan Suzan’ı oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu
“Hadi kampüse dönelim. Biraz yüzeriz.” Suzan “Liza telefon numarası bıraktı
mı?” Mario “Liza’yı az çok tanıdın, eski arkadaşlarıyla pek görüşmez, her şeyin
yenisini sever.” Suzan bir bakıma ikna olmuştu, Liza o kadar kaygısızdı ki bir
hafta sonra onun adını hatırlamazdı, Mücella attan düşünce ziyaretine bile
gitmemişti. Mario açıklama yapıyordu “Benden almamı istediği evraklar vardı,
hallettim, hadi kampüse geçelim.” Suzan “Biraz işim var, alışveriş yapıp
gelirim” dedi. Mario’yu orada bıraktı. Tır hareket etmişti. Suzan hızlandı.
Kırmızı ışıkta duran şoföre el kol hareket yaptı. Adam durdu. Suzan ona ev
sahibine ne olduğunu sordu. Adam önce anlatmak istemese de yeni ölmüş yaşlı bir
kadının eşyalarını aldığını söyledi. Suzan’ın kulakları tıkanmış gibiydi adam
açıkladı, eşyaları oğlundan satın almışlardı, kadın kalp krizi geçirmişti.
Suzan donakaldı. Tır yeşil ışıkla gitti.
Bugün
hangi etkinlik vardı bilmiyordu. Tekne turu, dağ gezisi, çiftlik kahvaltısı,
kitap kulübü, müze gezisi… Suzan, Battal ile yürümeye kararlıydı. Akşam da
Kumru ile yemek yerdi. Eşofmanlarını giyen Suzan, spor salonunun etrafında
turlayan Battal’ı yakaladı. Battal “Suzan on tur yapmaya hazır mısın?” diye
sordu. İçinde biriken enerjisini yürüyerek atacağını düşünen Suzan “On beş tura
sen hazır mısın?” dedi. İkisi senkronize bir şekilde yürümeye başladılar. Suzan,
Battal’a hiç özel hayatıyla ilgili soru sormamıştı. Merak da etmiyordu ancak
ona yakın davranan birkaç kişiden biriydi. Suzan “Battal senin ailen nerede?”
diye sordu. Battal şaşırdı “Ne yapacaksın ailemi? Beni mi isteyeceksin
onlardan?” esprisini yaptı. Suzan bozuntuya vermedi içinden sorduğuna pişman
oldu. Battal “Ben beş kere evlendim hiç boşanmadım.” Suzan şaşkınlıkla “Nasıl
oldu o iş?” dedi. Battal “Hepsi aşkımdan öldü!” dedi. Suzan güldü, Battal ile
başka konu konuşmaya karar verdi “Son zamanlarda vücudunda ne gibi değişimler
oldu?” Battal yavaşladı ve Suzan’a yaklaştı “Hangi değişimleri merak
ediyorsun?” Suzan kızdı “Lütfen Battal Bey, hemen gevşiyorsunuz, dalga
geçmiyorum.” Battal yürümeye devam etti “Ben de inanır mısınız sabahları baya
dinç oluyoruz!” Suzan ağzını açtı “Çok ayıp” dedi. Adamın aklı fikri oradaydı.
Battal güldü “Siz de pek muhafazakârsınız canım. Şunun şurası şaka yapıyoruz.
Konuyu siz açtınız.” Suzan “Sormadım, unutun gitsin.” Battal işe yarar bir
yanıt verdi “Hızla gençleşiyorum, çok mutluyum.”
İkisi
tur atarken müzedeki kazı ekibi spor salonun arkasını kazıyordu, bir sonraki
turda kalabalık çoğalmıştı, insanlar fısır fısır konuşuyorlardı. Suzan
yaklaştı, Battal da arkasından bakıyordu. Hobi olarak kazılan alanda bebek
cesetleri vardı. Suzan çığlık attı. Bazı yaşlılar hemen fotoğraf çektiler.
Diğerleri de kazmaya devam etti. Döpiyesli yönetici hızla yanlarına geliyordu,
itfaiye ekibindeki iki delikanlı da büyük siyah örtüyle kazılan alanı kapatmak
istediler. Suzan ne olduğunu anlamaya çalışırken bir adam “Bakın hayvan iskeleti
de var!” diye bağırdı. Suzan diz çöktü, minicik bedeniyle Pamuk oradaydı. Demek
Rosa onu buraya gömmüştü. Peki diğer bebekler neyin nesiydi? Battal titreyen
Suzan’ı teselli etti, eskiden oranın mezarlık olduğunu söyleyen görevlilere
inandığını söyledi. Suzan’ın içi rahatlamıştı. Hatta kazı ekibine kızdılar,
durduk yere ölüleri rahatsız etmenin alemi yoktu, üstlerine lanet gelebilirdi.
Battal Suzan’ın omuzlarını tuttu ve gözlerine baktı “Suzan hiçbir şeyden
korkma!” Suzan nemlenen gözlerini sildi bir an Pamuk’tan bahsedecekti, Battal
teri soğumadan duş alması gerektiğini söyledi “Görüşürüz!” diyerek el salladı.
Suzan arkasından baktı. Donmuş gibiydi. Battal geri döndü ve ona el salladı.
Suzan’ın dedesi de son ziyaretinde böyle el sallamıştı ona.
Döpiyesli
kadın Suzan’ın yanına geldi. “Gözünüz aydın, tahlil sonuçlarınız temiz çıkmış.”
Suzan şaşırdı tahlili dışarıda yaptırmıştı. Kadın “Merak etmeyin, biz sağlık
takibinizi başarıyla yapıyoruz” dedi, güven verici konuşuyordu. Suzan “Size bir
şey sormak istiyorum” dedi. Yönetici “Burası eski mezarlık biliyorsunuz, gerçi
binalar mezarların üzerine yapılmamış ama…” Suzan “Liza nerede?” dedi. Gözleri
doldu, hızla nefes alıyordu yoksa ağlayacaktı. Kadın yutkundu “Liza Hanım
Fransa’ya gitti. Sizi anlıyorum her gidenin arkasından bunu yaşıyoruz, keşke
sonsuza kadar bizimle kalsaydı.” Suzan “Liza’nın başına bir şey mi geldi?”
Kadın tedirgindi “Neden böyle düşünüyorsunuz?” Suzan cesaretini topladı “Kampüs
Liza’nın evine el koydu, hatta eşyalarını sattı.” Kadın “Dediğim gibi Liza
buradan gitti, artık bizimle bağlantısı yok. Çıkış işlemlerinden sonra bir
şeyden haberimiz olmadı. Siz başkalarının dediğine inanmayın.” Suzan kendini
savundu “Gözlerimle gördüm.” Döpiyesli “Neyi?” Suzan takım elbiseli adamı
Liza’nın villasında tablo satarken gördüğünü söyledi. Kadın bir an yönetim
binasına koşup kardeşinin boğazına sarılmayı düşündü ancak kendini tuttu.
Olanların aslını öğrenip Suzan’ı bilgilendirmeye söz verdi. Suzan böyle şeyleri
kafasına takmamalıydı, psikolog Arzu bugünler için vardı. Başı ağrıyan Suzan,
odasına gidip kendisini banyoya attı.
Kapı
çaldı, gelen Rosa idi. Suzan’ın yanına oturdu bir süre konuşmadılar. Suzan
balkona çıktı. Rosa ile denizi izlediler. Suzan “Pamuk’u gördüm bugün” dedi.
Rosa elini omuzuna koydu “O artık bir melek!”
Suzan “Rosa, Eflatun’u en son ne zaman gördün?” Rosa “Hatırlamıyorum.”
Suzan “Artık kimse balkonumun altına gelmiyor. Rosa güldü “Cesur benden
ayrıldı.” Suzan “Siz çıkıyor muydunuz?” Rosa “Sizin geldiğiniz gün başlamıştık.”
Suzan “Cesur çapkın bir çocuğa benziyor ama kızım.” Rosa’nın gözleri nemlendi
“Öyleymiş, yenilik istiyormuş.” Suzan onu teselli etti “Senin gibi güzel bir
kızı kendi kaybeder. Boş ver. Bir gün o da duvara toslar.” Rosa güldü “Herkes
mutlu olsun istiyorum.” Suzan “Burada mutsuz olmak mümkün mü?” Rosa “Yüzümüz
hep gülecek!” dedi ve işinin başına döndü.
Suzan
dağ gezisine yalnız gitti, kısa saçlı kızla kanyonda mahsur kaldılar, bir saat
sonra kurtarılan yaşlılar dağa çıkmaya tövbe ettiler. Canlarını sokakta
bulmamışlardı. Kampüs onun yerine çekilişle Karayip Adaları Tatili verecekti.
Kazanan kişi istediği bir arkadaşını yanında götürebilirdi. Suzan ve Kumru
süslenip eğlenceye gittiler. Ahmet ve July da oradaydı, dans edip duruyorlardı.
Tezer ve arkadaşları artık onların olduğu yere bakmıyordu. Mario yeni
gelenlerle takılıyordu. Battal kim bilir neler karıştırıyordu. Kumru alışveriş
merkezine gitmeyi önerdi. Suzan para harcayarak mutlu olamayacağını ona
anlatmaya çalıştı. Kumru kendine yeni çıkan kitaplardan alacaktı. Suzan
kütüphaneyi kullanmasını önerdi ancak Kumru’nun eskiye alerjisi vardı. Eski
eşya, eski kitap onun tıkanmasına neden oluyordu. Alerjiye kadeh kaldırdılar. Tatil
çekilişi bilgisayarda yapılıyordu. Herkes gözlerini kapamış dudaklarıyla
kımıldatıyordu, Suzan insanları izledi. Tatile çıkmak isteyenler dua
ediyorlardı. “July” dedi makine. Herkes onu alkışladı. July, Karayip Adalarına
Ahmet ile gidecekti. Çok sevinmişlerdi. Huzurevi kampüsü sakinleri çifti tebrik
edip bir sonraki çekilişte sıra onlara gelsin diye temennilerde bulundular.
Suzan tuvalet için dışarı çıktığında alkol kokusunu aldı. Kafide perdeyle
örtülü kapıya gitti ve içeri girmeye çalıştı. Kapı kilitliydi. Suzan o koridora
sinema salonundaki perdenin arkasında geçiş olduğuna emindi. Altına yapmak
üzereyken klozete oturdu. Çok rahatlamıştı. Uzun süre çişini yaptı. Bu gece
artık bir şey içmeyecekti.
Fono,
odasında kavga eden çocuklarını izliyordu. Kim kazanırsa ona kemik verecek
gibiydi. Kızın sesi oldukça kuvvetli çıkıyordu. Oğlu da sürekli sırıtıyor, laf
ebeliği yapıyordu. Döpiyesli bağırdı “Ben sana ne dedim, Liza gidecek dedim.
Onu sen öldürdün!” Takım elbiseli kendini savunuyordu “Liza seksen yaşındaydı,
her halükârda ölecekti. En azından burada öldü.” Kız “Hırsız gibi evi
soymuşsun, ne biçim insansın sen?” Fono öksürdü. Kız devam etti “Arkamdan iş
çevirme! Sana son kez söylüyorum.” Takım elbiseli babasına baktı “Babacığım
kardeşimle konuşacakların vardı.” Kız babasına doğru yürüdü. Fono ona bebeklik
fotoğraflarını gösterdi “Ne kadar güzel bir çocuktun… Annen için kanını verdin.
Ama o kurtulamadı. Şimdi baban senden bir şey istiyor.” Kız babasına bakıyordu.
Adam ağzındaki baklayı çıkardı. Battal hızla gençleşiyordu yakın zamanda bir
yumurtalık ihtiyacı olacaktı ve Fono’nun geninden gelen biri buna uygundu. Kız
“Asla” dedi. Ne senin ne de o deli doktorun deneği olacağım. Fono “Babanı
kurtarmak istemiyor musun?” Dopiyesli “Buradaki yaşlıları da kurtarmak istiyorum
ancak beceriksiz oğlun izin vermiyor. Ne lazımsa arkana saklanan oğlundan al.”
Döpiyesli yönetici hışımla odadan çıkıp gitmişti. Fono kendi kendine söylendi
“Ne kadar düzgün evlat yetiştirmişim.”
Asistan
Can, Abdi’nin oğluyla oynuyordu. Bebek, Can’ın parmaklarını emmeye başlayınca
Can ve hemşire güldü. Doktor J onları gizlice izliyordu. Can “Baksana dişleri
çıkacak herhalde, kaşınıyor.” Hemşire bebeğin çenesine dokundu “İnanamıyorum
çok tatlı.” Bebek gülüyordu, Can ona el kol hareketleri yapınca küçük kahkahalar
attı. Doktor J “Ne güzel bir aile olmuşsunuz!” dedi. Can bebeği hemşireye
vererek ayağa kalktı “Hocam dişleri çıkıyor.” Doktor J “Dikkat et, ısırmasın!”
dedi. Anlamsız sohbete girmek istemeyen hemşire “Ben altını temizleyeceğim”
dedikten sonra odadan çıktı. “Battal nasıl?” dedi Doktor. Asistan “Hazır olmak
üzere” diye yanıtladı. Bu sefer daha hızlı olmaları gerekiyordu. Doktor
döpiyesli yöneticinin bu iş için gönüllü olduğunu söyledi. Asistan itiraz etmek
istedi çünkü kızın kan değerleri çok düşüktü ve böyle bir çalışma onu kısır
yapabilirdi. Doktor, Can’ı uyardı “Öncesi ve sonrası yok, Fono’nun izni var.
Büyük birleşmeye sayılı günler kalmıştı.
ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.
Yorumlar