Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-12 Laboratuvar

 

LABORATUVAR

Gece uzundu, Liza masada yatıyordu. Doktor J bir sağa bir sola yürüyordu. İlacın etkisini görmek istiyordu ancak kadın cevap vermiyordu. Fono’nun döpiyesli kızı kapıyı çalmadan içeri girdi. “Doktor Bey biz ne konuşmuştuk? Liza Hanım artık çalışma dışında.” Can odadan çıkmıştı belli ki kadının erkek kardeşini çağıracaktı çünkü tek o başa çıkabiliyordu. Doktor sakinliğini korudu, otuz saniye cevap vermedi. Kadın çok kızmıştı “Burada kafanıza göre insan öldüremezsiniz, bir anlaşmamız var. Bu insanlardan ben sorumluyum. Liza yarın Fransa’ya gidecek anlıyor musunuz?” Doktor kafasını salladı “İyi yolculuklar.” Kadın hızını alamamıştı, hastabakıcıları çağırdı Liza’yı odadan çıkardılar. Erkek kardeşi koşarak geldi “Ne oldu Doktor, Liza nasıl?” Kadın sinirlendi, ne olursa olsun doktorun önünde tartışmak istemiyordu “Dışarı gel” diye kardeşini çağırdı. Doktor bu taht kavgasından sıkılmıştı. Oyunu erkek kardeşten yana kullanmak istiyordu hem paragöz hem de kafası az çalışıyordu. Böylece ona bir sürü denek bulabilir, gerisini sorgulamazdı. İlk işi Fono’yu kızına karşı kışkırtmak olacaktı. Laboratuvarında rahat bir çalışma ortamı istemek Doktor J’nin en büyük hakkıydı.

Suzan gece boyu ışık açık oturduğu için teste alınamamıştı. Battal getirildi. Kolundaki saate bakan Asistan Can baya umutlandı, gündüzleri tazı gibi koşuyor, bana mısın demiyordu bu eski toprak. Doktor ile Battal’a vitamin takviyesi yapacaklardı, kan örnekleri umut vericiydi. Büyük ihtimalle Battal bir aydan önce gençleşecekti. Ancak onu kiminle çiftleştirecekler henüz karar vermemişlerdi. Eski deneklerden alınan yumurta ve sperm örneği verimsizdi. Bir süre düşündüler. Battal odadan çıkarılırken Doktor J aklına bir isim geldiğini söyledi. Can tahmin etti, deneğin babasından izin almaları gerekiyordu.

Eflatun getirilince Doktor J anlam veremedi “Bu adam neden burada?” Asistan Can “Doktor Bey beynindeki oluşumları inceleyelim demiştik?” Doktor itiraz etti “Yanılmışım sıradan bir beyin, bu adam çalışma dışında, bir daha görmek istemiyorum.” Fono geldi “Ben de görmek istemiyorum, ortada dolanıp insanların aklını karıştırıyor.” Can, Eflatun’u dışarı çıkarırken Fono seslendi “Yarın göndereceğiz ona göre.” Eflatun gözlerini bir an açıp kapadı. Can gözüne ışık tutunca göz bebekleri küçüldü “Hemen odasına götürün” dedi ve bebek havuzu bölümüne gitti.

Abdi’nin oğlunun çıkardığı sesler yankılanmaktaydı. Can çocuğu kucağına alıp oynamaya başladı. Bebek, Can’ın parmaklarını kavrayıp dik durmaya çalışıyordu. Hemşire bir yandan onun salyalarını temizledi. Yere oturan bebek hafifçe sırt üstü düştü, hemşire onu alacakken Can engel oldu “Dur, becerilerini görmek istiyorum, gel oğlum hadi bana gel” bebek bağırarak Can’a doğru ellerini uzattı. Can “Mamasını verebilirsin” dedi. Hemşire ona klasik müzik eşliğinde mama yedirirken biraz gergindi “Doktor Bey acaba bebeği güneş gören bir odaya mı taşısak? Kemik gelişimi için önemli” Can düşündü “Doktor Fono ile konuşurum. Belki denize bakan bir oda ayarlarız, sen arada dışarı çıkarırsın”. Hemşire kendisininmiş gibi sevdiği bebeğin yerin altında kalmasına gönlü elvermiyordu. Can kimseyle fazla konuşmuyordu, ağzından çıkan her kelime dönüp dolaşıp ona sorun olarak gelebilirdi. Bir gün Fono’nun yerine geçeceğine ve işini ondan daha iyi yapacağına emindi. Bu sebeple bebek en büyük garantisiydi, dünya yıkılabilirdi ancak bu özel bebeğin kılına zarar gelmemeliydi.

HAFTA İÇİ

Suzan sinirle Eflatun’un kayığını aramaya deniz kıyısına gitti. Kum adeta içine çekiyordu, adım atmak güçtü, terliklerini eline aldı. Sabah güneşi terletmişti. Sıska ama gür bir ağaç topluluğu vardı, ilerledi. Hamak rüzgarla sallanıyordu. Suzan, Eflatun’un geceleri orada kaldığına emin oldu, hamakta müzede gördüğü aslanlı kitap duruyordu. Kayık, kuma gömülü mavi tek kişilik bir kanodan halliceydi. Suzan onu tekmelemeye başladı. Etrafta bulduğu dal parçalarıyla vuruyor, söyleniyordu “Bununla mı gideceğiz ha? Buna tek kişi sığar. Bencil adam. Allah cezanı versin!” Suzan kayığı döverken yemyeşil giyinmiş kitap kulübü üyeleri uzaktan ona baktılar. Suzan mırıldandı “Tipsiz tırtıllar!” Kendini hamağa attı. Ne kadar rahattı bir sağa bir sola sallandı, kısa bir uykuya daldı, birkaç tane kara sinek bacaklarını ısırana kadar. İrkilerek uyandı. Günün geri kalanında rahatlamalıydı. Sakince plan yaptı “Suzan kahvaltını yap, sporuna git. Sen buraya hayatın tadını çıkarmaya geldin daha ikinci haftada ne yaşıyorsun?” Başını ellerinin arasına aldı. Eflatun’a gereğinden fazla kızmıştı. Tezer’i de istemeden rezil etmişti. Onlarla arasını düzeltebilirdi, Suzan sakin ve uyumlu biriydi.

Yatakhanede Rosa’ya, Liza’nın akşam odaya gelip gelmediğini sordu. Kız yeni geldiğini Liza’yı görmediğini söyledi. Suzan, Liza’nın odasına doğru gitti, görevlilerden biri yeri siliyor, diğeri de dolaptaki kıyafetlerini topluyordu. Suzan odaya baktı, Liza hiç toplanıp gitmiş gibi görünmüyordu. Onu kahvaltı salonunda bulma ümidiyle çıktı. Mario çoktan kahveye geçmişti. Suzan’ın sorularına hiç tatmin edici yanıt vermedi ona göre Liza çoktan Fransa’ya gitmişti, kıyafet alacak parası vardı, eski eşyalar onun için kötü enerji demekti, yeni bir hayata çoktan başlamıştı. Suzan manda kaymağının üzerine bal sürdü ve afiyetle yedi. Mario onu zorla yüzmeye götürecekti. Suzan yeni arkadaşına teslim oldu.

Tuzlu suyun kaldırma kuvveti Suzan’ın hoşuna gitmişti. Mario “Suzan burayı seviyor musun?” diye sordu. Suzan “Evden daha çok” diye yanıtladı. Mario “Burada herkes mutlu mu?” Suzan “Öyle görünüyor, mutlu olmayan da kayığına binip gider!” Mario “Yemekler nasıl? Kendini farklı hissediyor musun?” Suzan “Yemekler dört dörtlük, benden daha güzel yapıyorlar, kendimi tutuyorum yoksa yüz kilo olurum.” Mario “Geldiğin günden beri ne değişti?” Suzan “O kadar çok etkinliğe katıldım ki. Eğlencelere gittim, dans ettim, film izledim. Komedyen bir genç geldi, yirmi senedir bu kadar gülmemiştim. Sinirlendiğim zamanlar da oldu, bazı insanlar hala ergenlikte kalmış … Ben evde yaşamıyormuşum, buraya geldim yaşamaya başladım. Kendimce uyum sağlıyorum.” Mario “Vücudunda değişiklikler oldu mu?” Suzan tedirgin olmuştu Mario sapık mıydı? “Hayır olmadı.” Mario “Gençleştiğini düşünmüyor musun? Battal bastonu attı, Ahmet canlandı diyorsunuz, onun gibi.” Suzan rahat bir nefes aldı “Onlar dirildi, ilk gün öleceklerini düşünmüştüm. Mesela yüzümdeki kırışıklıklar gitti, kampüs krem hediye etmişti hep onu kullandım. Ayrıca düzgün beslenme ve sporla yavaş yavaş gençleşebileceğimiz söylenmişti.” Mario “Mithat neden ölmüş olabilir?” Suzan “Yaşlılıktan” Mario “O hiç gençleşmedi mi?” Suzan kafasını iki yana salladı “Adamcağız nasıl geldiyse öyle gitti” dedi. Mario’nun sorularından sıkılmıştı. Mario “Yeni geldiğim için soruyorum, sen çok güvenilir birisin, burası nasıl bir yer merak ettim.” Suzan “Harika bir yer” diye kampüsü savundu. Mario kafasını dağıtmak için ona yüzme tekniklerini gösterdi. Suzan onu güvenilir bulan adamın kollarına kendini bıraktı. İlk kez havuzun kenarını tutmadan bir taraftan diğer tarafa yüzmüştü. Mario onu alkışladı. Suzan, Battal ile yirmi bin adım atmaya hazırdı. Yürüyüş, iyi kafa dağıtırdı.

Battal’ı ararken kendini revirde buldu. Aşı günüydü. Ortada kimsecikler yoktu. Aşılanan odasına çekilmişti. Hemşire açıklama yaptı “Senelerdir geçmeyen salgın hastalığın yirmi bininci varyantı ortaya çıkmıştı. Yeni geliştirilen aşı yaşlılara tam koruma sağlayacaktı. Suzan sorgulamadı. Hemşire “Bugün ve yarın biraz uykunuz gelebilir, iştahınız da açık olacak. Bir sorun olursa lütfen haber verin” dedi. Suzan kolunu ovarak revirden çıktı. Karnı guruldadı. Tezer tek başına yemekhaneden çıkıyordu. Suzan “Tezer, bir şey söylemek istiyorum” dedi. Kadın kaçar gibi uzaklaşıyordu “Dün akşam için özür dilerim…” derken Tezer yere yığıldı. Revirdeki görevliler koşarak geldiler, onu sedyeye koyup götürdüler. Suzan panik oldu. Hemşire, Tezer’in aşının etkisiyle bayıldığını söyleyince rahatladı. Suzan hemen yatağa gitmeliydi. Kapının altında bir Eflatun mektubu daha buldu. Koluna sancı girmişti. Yatağın üzerine oturdu. Mektupta “Kaç” yazıyordu. Suzan uyuyakaldı mektup elleri arasından kayıp yere düştü oradan da rüzgarla yatağın altına…

Ayaklarının altı buz gibiydi. Suzan ince beyaz geceliğiyle karanlık bir alanda tek başınaydı. Ortamın serinliği çok iyi gelmişti. Aşılı koluna dokundu, sıcacıktı. Uzakta gördüğü aydınlığa doğru yürümeye başladı. Kokuyu hatırladı, etkinlik salonuna çıkarken yanlışlıkla girdiği oda da böyle alkol kokuyordu. Uzun yarı metal yarı cam tüpleri gördü. Dokundu. Tüplerden fokurdama sesi geliyordu. Başını kaldırdı. Ve Abdi ona bakıyordu. Suzan “Abdi” dedi ve kendini sabah yatağında buldu. Aşının yan etkisi onun için yarı gerçek bir kabustu.

Fono, Doktor J’nin özel bakım odasında yatıyordu, vücudu kırmızı noktalarla kaplanmıştı “Hani hava bulutlu olacaktı?” diye hesap sordu. Doktor J “Saatlerce deniz kıyısında gezmişsiniz, güneş ışınları suyun üzerinden ya da kumsaldan da yansıyabilir, bunu unutmayın!” Fono “Artık şu güneş alerjime çare bulmanın zamanı gelmedi mi? Günün yarısında buna çalışın lütfen.” Doktor ciddiydi “Yirmi dört saat çalışıyorum.” Fono kinayeli “Belki siz de biraz deniz kıyısında yürümelisiniz, kafanız çalışmıyor artık!” Doktor odadan çıkarken aklına bir şey gelmiş gibi “Bu arada Battal yakında hazır olacak, acilen ona uygun bir eş bulmalıyız.” Fono “Bulun o zaman.” Doktor derin nefes aldı “Buna en uygun kişi sizin kanınızdan biri olabilir.” Fono yumurtalık kullanımı için kızının kastedildiğini anladı. Doktor “Siz mi konuşursunuz yoksa…” Fono “Ben hallederim” dedi. Doktor kapıdan çıkınca Fono’nun oğluyla karşılaştı “J, durum nasıl?” diye sordu babası ölünce yerine geçmek isteyen anlayışı kıt veliaht. Doktor ona fazla yüz vermek istemiyordu ancak böyle tipler gazla çalışırdı “Yarına düzelir, işleri senin halletmeni istedi.” Ellerini ovuşturan takım elbiseli yönetici, kız kardeşini denek yapmak için hazırdı.

Asistan Can baya gergindi. Suzan Hanım’ın sakinleştiricinin etkisinden erken çıkıp kocasını gördüğünü kimseye duyurmak istemiyordu. Bu yüzden Suzan’ın gece yaşadıklarını hatırlayıp hatırlamadığını öğrenmeliydi. Psikolog Arzu sabah kahvaltısından sonra Suzan ile bir seans gerçekleştirdi. Kız profesyonel çalışmalarıyla Suzan’ı düş gördüğüne ikna etti “Aşı baya etkiliydi.” Suzan vücudundaki değişimler için tahlil yaptırmayı düşünüyordu. Alışveriş merkezindeki laboratuvara gitti. Bir sorun çıkarsa kampüstekilerin duyması kötü olurdu. Kırışıklıklardan sonra selülitlerinin ve varislerinin de kaybolması onda şüphe uyandırmıştı. Bu durumdan memnundu ancak ileride daha şiddetli bir şekilde geri dönebilirlerdi. Öğle yemeğini dışarıda yedi, kafasını toplamaya başlamıştı.

Çiçek Bahçesi Caddesinin başında duran Suzan, Liza’nın izini arıyordu. Kapı kapı “Liza Hanım’ın evi pardon villası hangisi?” diye sordu, insanlar ne kadar tuhaftı, kimi kapıyı açmıyor, kimi de öyle birini tanımadıklarını söylüyordu. Komşuluk ölmüştü! Sokağın sonundaki villayı gördü, küçük kamyonlara çini vazoları ve tabloları taşıyan işçileri vardı. Yaklaştı, eski halıları kucaklayıp çıkanlar bir miktar parayı şapkadan Pamuk’u çıkaran sihirbaza uzattılar. O gülüştü! Yönetici adam Liza’nın eşyalarını satıyordu. Suzan gidip adama saldıracakken önünde kocaman bir tır durdu, yolun karşısındaki merdivenlere oturdu, izledi, susadıkça gazozunu içti. Arada fikir yürüttü, huzurevi Liza’nın mülküne el koymuştu, borcu mu vardı? Liza önceden ödemişti her şeyi, ayrıca Fransa’ya gidiyordu ancak eşyalarını toplamamış, arkadaşlarıyla vedalaşmamıştı. Evi alacak Çinliler neredeydi? Liza pek arkadaş canlısı değildi ama böyle ortadan da kaybolmazdı, yemek sözü vardı. Suzan’ın evi ne durumdaydı. Yoksa yönetim mala mülke el koyma hakkına sahip miydi? Suzan, yöneticinin diğerlerinden gizli iş çevirdiğini düşündü. Adama doğru giderken Mario önüne geçti “Hayrola Suzan, ne işin var burada?” Suzan şaşırdı “Liza’yı arıyorum” dedi. Adama orada ne yaptığını sorma hakkını kullanmadı. Mario olayı toparlamaya çalıştı “Liza, gitti.” Suzan “Bizimle vedalaşmadı. Başına bir şey gelmiş olabilir.” Mario “Evi nereden biliyorsun?” Suzan “Beni davet etmişti” dedi. Evet, Suzan yalan söylemişti, adamın tepkisini görmek için. Mario kaşlarını kaldırdı “Ne zaman?” Suzan “Ne zaman istersem!” Mario çaktırmadan Suzan’ı oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu “Hadi kampüse dönelim. Biraz yüzeriz.” Suzan “Liza telefon numarası bıraktı mı?” Mario “Liza’yı az çok tanıdın, eski arkadaşlarıyla pek görüşmez, her şeyin yenisini sever.” Suzan bir bakıma ikna olmuştu, Liza o kadar kaygısızdı ki bir hafta sonra onun adını hatırlamazdı, Mücella attan düşünce ziyaretine bile gitmemişti. Mario açıklama yapıyordu “Benden almamı istediği evraklar vardı, hallettim, hadi kampüse geçelim.” Suzan “Biraz işim var, alışveriş yapıp gelirim” dedi. Mario’yu orada bıraktı. Tır hareket etmişti. Suzan hızlandı. Kırmızı ışıkta duran şoföre el kol hareket yaptı. Adam durdu. Suzan ona ev sahibine ne olduğunu sordu. Adam önce anlatmak istemese de yeni ölmüş yaşlı bir kadının eşyalarını aldığını söyledi. Suzan’ın kulakları tıkanmış gibiydi adam açıkladı, eşyaları oğlundan satın almışlardı, kadın kalp krizi geçirmişti. Suzan donakaldı. Tır yeşil ışıkla gitti.

Bugün hangi etkinlik vardı bilmiyordu. Tekne turu, dağ gezisi, çiftlik kahvaltısı, kitap kulübü, müze gezisi… Suzan, Battal ile yürümeye kararlıydı. Akşam da Kumru ile yemek yerdi. Eşofmanlarını giyen Suzan, spor salonunun etrafında turlayan Battal’ı yakaladı. Battal “Suzan on tur yapmaya hazır mısın?” diye sordu. İçinde biriken enerjisini yürüyerek atacağını düşünen Suzan “On beş tura sen hazır mısın?” dedi. İkisi senkronize bir şekilde yürümeye başladılar. Suzan, Battal’a hiç özel hayatıyla ilgili soru sormamıştı. Merak da etmiyordu ancak ona yakın davranan birkaç kişiden biriydi. Suzan “Battal senin ailen nerede?” diye sordu. Battal şaşırdı “Ne yapacaksın ailemi? Beni mi isteyeceksin onlardan?” esprisini yaptı. Suzan bozuntuya vermedi içinden sorduğuna pişman oldu. Battal “Ben beş kere evlendim hiç boşanmadım.” Suzan şaşkınlıkla “Nasıl oldu o iş?” dedi. Battal “Hepsi aşkımdan öldü!” dedi. Suzan güldü, Battal ile başka konu konuşmaya karar verdi “Son zamanlarda vücudunda ne gibi değişimler oldu?” Battal yavaşladı ve Suzan’a yaklaştı “Hangi değişimleri merak ediyorsun?” Suzan kızdı “Lütfen Battal Bey, hemen gevşiyorsunuz, dalga geçmiyorum.” Battal yürümeye devam etti “Ben de inanır mısınız sabahları baya dinç oluyoruz!” Suzan ağzını açtı “Çok ayıp” dedi. Adamın aklı fikri oradaydı. Battal güldü “Siz de pek muhafazakârsınız canım. Şunun şurası şaka yapıyoruz. Konuyu siz açtınız.” Suzan “Sormadım, unutun gitsin.” Battal işe yarar bir yanıt verdi “Hızla gençleşiyorum, çok mutluyum.”

İkisi tur atarken müzedeki kazı ekibi spor salonun arkasını kazıyordu, bir sonraki turda kalabalık çoğalmıştı, insanlar fısır fısır konuşuyorlardı. Suzan yaklaştı, Battal da arkasından bakıyordu. Hobi olarak kazılan alanda bebek cesetleri vardı. Suzan çığlık attı. Bazı yaşlılar hemen fotoğraf çektiler. Diğerleri de kazmaya devam etti. Döpiyesli yönetici hızla yanlarına geliyordu, itfaiye ekibindeki iki delikanlı da büyük siyah örtüyle kazılan alanı kapatmak istediler. Suzan ne olduğunu anlamaya çalışırken bir adam “Bakın hayvan iskeleti de var!” diye bağırdı. Suzan diz çöktü, minicik bedeniyle Pamuk oradaydı. Demek Rosa onu buraya gömmüştü. Peki diğer bebekler neyin nesiydi? Battal titreyen Suzan’ı teselli etti, eskiden oranın mezarlık olduğunu söyleyen görevlilere inandığını söyledi. Suzan’ın içi rahatlamıştı. Hatta kazı ekibine kızdılar, durduk yere ölüleri rahatsız etmenin alemi yoktu, üstlerine lanet gelebilirdi. Battal Suzan’ın omuzlarını tuttu ve gözlerine baktı “Suzan hiçbir şeyden korkma!” Suzan nemlenen gözlerini sildi bir an Pamuk’tan bahsedecekti, Battal teri soğumadan duş alması gerektiğini söyledi “Görüşürüz!” diyerek el salladı. Suzan arkasından baktı. Donmuş gibiydi. Battal geri döndü ve ona el salladı. Suzan’ın dedesi de son ziyaretinde böyle el sallamıştı ona.

Döpiyesli kadın Suzan’ın yanına geldi. “Gözünüz aydın, tahlil sonuçlarınız temiz çıkmış.” Suzan şaşırdı tahlili dışarıda yaptırmıştı. Kadın “Merak etmeyin, biz sağlık takibinizi başarıyla yapıyoruz” dedi, güven verici konuşuyordu. Suzan “Size bir şey sormak istiyorum” dedi. Yönetici “Burası eski mezarlık biliyorsunuz, gerçi binalar mezarların üzerine yapılmamış ama…” Suzan “Liza nerede?” dedi. Gözleri doldu, hızla nefes alıyordu yoksa ağlayacaktı. Kadın yutkundu “Liza Hanım Fransa’ya gitti. Sizi anlıyorum her gidenin arkasından bunu yaşıyoruz, keşke sonsuza kadar bizimle kalsaydı.” Suzan “Liza’nın başına bir şey mi geldi?” Kadın tedirgindi “Neden böyle düşünüyorsunuz?” Suzan cesaretini topladı “Kampüs Liza’nın evine el koydu, hatta eşyalarını sattı.” Kadın “Dediğim gibi Liza buradan gitti, artık bizimle bağlantısı yok. Çıkış işlemlerinden sonra bir şeyden haberimiz olmadı. Siz başkalarının dediğine inanmayın.” Suzan kendini savundu “Gözlerimle gördüm.” Döpiyesli “Neyi?” Suzan takım elbiseli adamı Liza’nın villasında tablo satarken gördüğünü söyledi. Kadın bir an yönetim binasına koşup kardeşinin boğazına sarılmayı düşündü ancak kendini tuttu. Olanların aslını öğrenip Suzan’ı bilgilendirmeye söz verdi. Suzan böyle şeyleri kafasına takmamalıydı, psikolog Arzu bugünler için vardı. Başı ağrıyan Suzan, odasına gidip kendisini banyoya attı.

Kapı çaldı, gelen Rosa idi. Suzan’ın yanına oturdu bir süre konuşmadılar. Suzan balkona çıktı. Rosa ile denizi izlediler. Suzan “Pamuk’u gördüm bugün” dedi. Rosa elini omuzuna koydu “O artık bir melek!”  Suzan “Rosa, Eflatun’u en son ne zaman gördün?” Rosa “Hatırlamıyorum.” Suzan “Artık kimse balkonumun altına gelmiyor. Rosa güldü “Cesur benden ayrıldı.” Suzan “Siz çıkıyor muydunuz?” Rosa “Sizin geldiğiniz gün başlamıştık.” Suzan “Cesur çapkın bir çocuğa benziyor ama kızım.” Rosa’nın gözleri nemlendi “Öyleymiş, yenilik istiyormuş.” Suzan onu teselli etti “Senin gibi güzel bir kızı kendi kaybeder. Boş ver. Bir gün o da duvara toslar.” Rosa güldü “Herkes mutlu olsun istiyorum.” Suzan “Burada mutsuz olmak mümkün mü?” Rosa “Yüzümüz hep gülecek!” dedi ve işinin başına döndü.

Suzan dağ gezisine yalnız gitti, kısa saçlı kızla kanyonda mahsur kaldılar, bir saat sonra kurtarılan yaşlılar dağa çıkmaya tövbe ettiler. Canlarını sokakta bulmamışlardı. Kampüs onun yerine çekilişle Karayip Adaları Tatili verecekti. Kazanan kişi istediği bir arkadaşını yanında götürebilirdi. Suzan ve Kumru süslenip eğlenceye gittiler. Ahmet ve July da oradaydı, dans edip duruyorlardı. Tezer ve arkadaşları artık onların olduğu yere bakmıyordu. Mario yeni gelenlerle takılıyordu. Battal kim bilir neler karıştırıyordu. Kumru alışveriş merkezine gitmeyi önerdi. Suzan para harcayarak mutlu olamayacağını ona anlatmaya çalıştı. Kumru kendine yeni çıkan kitaplardan alacaktı. Suzan kütüphaneyi kullanmasını önerdi ancak Kumru’nun eskiye alerjisi vardı. Eski eşya, eski kitap onun tıkanmasına neden oluyordu. Alerjiye kadeh kaldırdılar. Tatil çekilişi bilgisayarda yapılıyordu. Herkes gözlerini kapamış dudaklarıyla kımıldatıyordu, Suzan insanları izledi. Tatile çıkmak isteyenler dua ediyorlardı. “July” dedi makine. Herkes onu alkışladı. July, Karayip Adalarına Ahmet ile gidecekti. Çok sevinmişlerdi. Huzurevi kampüsü sakinleri çifti tebrik edip bir sonraki çekilişte sıra onlara gelsin diye temennilerde bulundular. Suzan tuvalet için dışarı çıktığında alkol kokusunu aldı. Kafide perdeyle örtülü kapıya gitti ve içeri girmeye çalıştı. Kapı kilitliydi. Suzan o koridora sinema salonundaki perdenin arkasında geçiş olduğuna emindi. Altına yapmak üzereyken klozete oturdu. Çok rahatlamıştı. Uzun süre çişini yaptı. Bu gece artık bir şey içmeyecekti.

Fono, odasında kavga eden çocuklarını izliyordu. Kim kazanırsa ona kemik verecek gibiydi. Kızın sesi oldukça kuvvetli çıkıyordu. Oğlu da sürekli sırıtıyor, laf ebeliği yapıyordu. Döpiyesli bağırdı “Ben sana ne dedim, Liza gidecek dedim. Onu sen öldürdün!” Takım elbiseli kendini savunuyordu “Liza seksen yaşındaydı, her halükârda ölecekti. En azından burada öldü.” Kız “Hırsız gibi evi soymuşsun, ne biçim insansın sen?” Fono öksürdü. Kız devam etti “Arkamdan iş çevirme! Sana son kez söylüyorum.” Takım elbiseli babasına baktı “Babacığım kardeşimle konuşacakların vardı.” Kız babasına doğru yürüdü. Fono ona bebeklik fotoğraflarını gösterdi “Ne kadar güzel bir çocuktun… Annen için kanını verdin. Ama o kurtulamadı. Şimdi baban senden bir şey istiyor.” Kız babasına bakıyordu. Adam ağzındaki baklayı çıkardı. Battal hızla gençleşiyordu yakın zamanda bir yumurtalık ihtiyacı olacaktı ve Fono’nun geninden gelen biri buna uygundu. Kız “Asla” dedi. Ne senin ne de o deli doktorun deneği olacağım. Fono “Babanı kurtarmak istemiyor musun?” Dopiyesli “Buradaki yaşlıları da kurtarmak istiyorum ancak beceriksiz oğlun izin vermiyor. Ne lazımsa arkana saklanan oğlundan al.” Döpiyesli yönetici hışımla odadan çıkıp gitmişti. Fono kendi kendine söylendi “Ne kadar düzgün evlat yetiştirmişim.”

Asistan Can, Abdi’nin oğluyla oynuyordu. Bebek, Can’ın parmaklarını emmeye başlayınca Can ve hemşire güldü. Doktor J onları gizlice izliyordu. Can “Baksana dişleri çıkacak herhalde, kaşınıyor.” Hemşire bebeğin çenesine dokundu “İnanamıyorum çok tatlı.” Bebek gülüyordu, Can ona el kol hareketleri yapınca küçük kahkahalar attı. Doktor J “Ne güzel bir aile olmuşsunuz!” dedi. Can bebeği hemşireye vererek ayağa kalktı “Hocam dişleri çıkıyor.” Doktor J “Dikkat et, ısırmasın!” dedi. Anlamsız sohbete girmek istemeyen hemşire “Ben altını temizleyeceğim” dedikten sonra odadan çıktı. “Battal nasıl?” dedi Doktor. Asistan “Hazır olmak üzere” diye yanıtladı. Bu sefer daha hızlı olmaları gerekiyordu. Doktor döpiyesli yöneticinin bu iş için gönüllü olduğunu söyledi. Asistan itiraz etmek istedi çünkü kızın kan değerleri çok düşüktü ve böyle bir çalışma onu kısır yapabilirdi. Doktor, Can’ı uyardı “Öncesi ve sonrası yok, Fono’nun izni var. Büyük birleşmeye sayılı günler kalmıştı.




ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.