Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-6 Çarşamba

 

ÇARŞAMBA

Günleri yoğun ve dolu dolu yaşamak. Suzan Hanım evde olsaydı; sabah erken kalkar kahvaltısını yapardı. Çarşıya, pazara gider sütünü, yoğurdunu, etini, fasulyesini alırdı, bazen de ekler pasta, ağzı tatlansın diye. Apolitik gazete okurdu, iç açacak haberler yazmayı bilmezlerdi. Mesela Kuzey Avrupa’daki bir ülkede on binlerce kişinin katıldığı bir konser düzenlenmişse, Asya’da bir ay devam eden bisiklet yarışını bir Afrikalı kazanmışsa, Avustralya’da yeni bir kuş türü bulunmuşsa, Amerika’da obezite oranında müthiş düşüş yaşanmışsa, ülkesinde yapılan bir araştırmada herkesin yüzde yüz mutlu olduğu sonucu çıkmışsa çok heyecanlanacaktı. Ancak kim kimi kesip parçalara ayırdı, bir kuruş için hangi çeteler birbirine girdi, azılı soyguncular kimin akrabası çıktı gibi -çok olageldiği için normalleştirilen ancak son derece anormal olan- haberleri okurdu. Başka seçeneği yoktu. Haber yazmak istese mahallesindeki insanların hayat öykülerinden başlardı. Her insan bir haber değeri taşırdı. Neticede gazete de kâğıt parçasıydı. Gün sonunda Suzan mutfakta üstünde domates doğrar ve ıslanmış gazeteyi sıkıştırıp çöpe atardı.

Öğle ve akşam yemeğini yapıp dikişin başına otururdu. Kendini evi temizlememek için zor tutardı. Çünkü işten kaçan insanlar ya yemek yapar ye ev temizlerdi. Son zamanlarda bez çanta dikiyordu. Böylece eve provaya kimse gelmiyordu. Eskiden kadın müşterileri öğleyin gelirdi. Kahve içerler, onlar için dikilen elbise, etek ya da pantolonları denerlerdi. Kocalarından ve çocuklarından dert yanıp, içinde biriktirdikleri nefreti yerde iplik dökülmesin diye serilen beyaz örtünün üzerine kusup giderlerdi. Suzan Hanım sadece dinlerdi. Hiç yorum yapmazdı, ona düşmediği için. Akşama başı ağrırdı. Kocası müşterileri evde görmekten hoşlanmazdı, kıskanıldığını düşünürdü Suzan. Adamın eline paraları sayardı, hiçbir zorunluluğu olmadığı halde. O da makas alıp arkadaşlarıyla içmeye giderdi. Suzan Hanım sevildiğini o kısa anda hissederdi, sağ yanağına dokunulduğunda.

Akşamüstü olunca dikişi bitirip balkona çıkardı. Ayaklarını beyaz plastik sandalyeye uzatır. Cam kenarına konan kargaları süpürge ile kovalardı. Televizyonda sevdiği dizi başlayınca ışığı açmadan üçlü koltuğa uzanırdı. Aslında o koltuk kocası gittikten sonra onu yeni yeri olmuştu. Yoksa evde iki kişi olunca Suzan muhakkak tekli koltukta oturur, ayaklarını aşağı sarkıtırdı. Böylece bilekleri şişerdi. Kapıya yakın olması önemli idi. Saygıdeğer beyi için meyve tabağı, kek, börek ve çay servisi yapması daha kolay olurdu. Tüm sorumluluklarını yerine getirir. Yalnız yattığı yatak odasına giderdi. Kocasına bir kez sormuştu “Yatağa gelmiyor musun?” Mırıldanmıştı uyku arasında “Çok sıcak” belki de “Çok soğuk” demişti. Hangi mevsimdi hatırlamıyordu, adam onunla yatmıyordu.

Bazı günler uzak akrabalarına gitmek çay, kahve içmek isterdi. Niyetlendiğini hisseder gibiydi kocası, erkenden eve gelip yatacağını söylerdi. Suzan kendi kendini kontrol eder, gezmeye gideceğini söylemez görev gibi evde kocasını beklerdi. Deniz kıyısında kısa yürüyüşler yapmayı özlerdi hep. Temiz havada vakit geçirseydi belki bu sağlıklı kararı daha önce almış olurdu. Aslında bunları çarşamba sabahında düşünmedi. O güzel günü rutin geçmişini hatırlayarak harcamayacaktı. Gardırobu açtı, kafasını ne giyeceğiyle yoracaktı.

Uzun bir elbisesi olsaydı, çiçek desenli, yakası açık onu giyerdi. Mavi pantolonu olsaydı üzerine beyaz kısa kollu gömlekle onu giyerdi. Hasır çantasını da koluna takardı. Ama yoktu. Akıllı telefonu idare ediyordu, bu ayki maaşıyla yeni kıyafetler alacaktı. Kumru ona etkinlik broşürünü vermişti. Kahvaltı sonrası müze gezisi vardı. İlaçları içip içmeme konusunda kararsızdı. Liza doğal yolla iyileşebileceğini söylemişti. Oysa doktorun verdiği ilaçlar onu daha sağlıklı hale getirmişti. İçecekti. Kahvaltıya gitti. Masası onu bekliyordu; Battal, Ahmet ve Mithat.

Cesur ve Şirin Ahmet ve Mithat için kahvaltı hazırlıyorlardı. Battal hemen Suzan’a bulaşmaya başladı “Suzan Hanım müze gezisine katılacak mı?” Suzan isteksizce yanıtladı “Evet Battal Bey, peki siz?” Battal kahkaha attı “Tabii geleceğim, sizin boy friendiniz ne kadar tarih biliyor kontrol edeceğim.” Ahmet güldü, Mithat oralı değildi. Suzan bozuldu “Benim kimseyle bir alakam yok. Kumru nerede?” Battal güldü “O zaman size başka birinden çıkma teklifi gelse kabul eder misiniz?” Suzan itiraz etti “Lütfen Battal Bey, dalga geçmeyin.” Ahmet konuşmaya başladı “Battal Bey hep sizden bahsediyor. Herhalde aşık.” Suzan’ın gözleri büyüdü, Ahmet konuşuyor hatta espri yapıyordu “Ahmet Bey, ilk defa sesinizi duydum.” Ahmet övünçle gülümserken Battal hemen onun kolunu tuttu “Kapışalım mı?” Suzan şaşırmıştı, ihtiyar delikanlılar içlerinde ne yaşıyorlardı, gerçi Kumru da böyle bir hoştu dün. Kendisi de Eflatun’un ilgisinden memnundu. Suzan güzel olduğunu hissetti kahvaltısını yaptı ve arkadaşlarıyla müzeye gitmek için servise bindiler.

Müze kapısında rengarenk çiçeklerden çelenkler vardı. Özel bir gündü, Knidos Aslanının yurda getirilişinin birinci yılı kutlanıyordu. Bahçede aslan şeklinde çikolatalar vardı. Ziyaretçiler yakalarına aslan broşu taktılar. Eflatun Bey geldi ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Elinde aslan resimli bir kitap vardı. Battal Suzan’ı dürttü “Geldi seninki.” Suzan temastan pek hoşlanmazdı “Battal Bey, dokunmayın rica ediyorum”. Battal çikolataları çerez gibi ağzına atıyordu. Suzan “Yavaş yiyin boğulacaksınız.” Battal “Suni teneffüs yapar mısın?” diye espri yaptı. Suzan onun yanından uzaklaştı. Geç fark etmişti Battal bastonu atmıştı.

Müzenin görkemli kapısından içeri yürüdüler. Eflatun anlatmaya başladı “Sıcak bir yaz günü deniz kıyısına doğru yürüyordum, karşıma yaklaşık on sekiz metre yüksekliğinde bir mezar anıt çıktı. Gözlerimi bu mermer yapıdan alamazken tepesinde altı ton ağırlığında, 2,89 metre uzunluğunda ve 1,82 metre yüksekliğinde oturan aslanı fark ettim. Bu aslan bildiğimiz canlı aslanlardan daha büyüktü. Milattan önceki sanat tarihi karşısında büyülenmiştim, kuş sesleri denizin dalgalarıyla karışıyordu ve bir taşın üzerine oturup o anın tadını çıkardım. İşte Knidos Aslanı!” Ziyaretçiler köşeyi dönünce aslan heykeliyle karşılaştılar ve kendilerini tutamayıp alkışladılar. Eflatun devam etti “Keşke anlattığım gibi olsaydı, ne yazık ki 1858 senesinde İngiliz arkeolog Charles Bey, Datça’daki Knidos limanının yakınındaki bu Antik Yunan heykelini yere düşmüş halde buldu ve onu gemiyle kaçırıp İngiltere’ye götürdü.”  Eflatun hitabet sanatında gerçekten çok iyiydi bu cümleden sonra herkes yuhalamaya başladı ismini o an duydukları İngiliz’i. Eflatun anlatıyordu “Yetmezmiş gibi Padişah’ın hediyesi olduğunu söylediler. Bu kıymetli heykel British Müzesindeki büyük avluda yıllarca sergilenmişti. Ülkemizden giden ziyaretçilerin yüreği sızlamıştır o heykeli orada sahipsiz görünce. Ama şimdi bu aslan evinde ve hepimiz artık geceleri huzurla uyuyacağız. Darısı topraklarından koparılan diğer eserlerin başına.” Ziyaretçiler uzun süre alkışladıktan sonra aslanla bir fotoğraf çektirmek için sıraya girdiler.

Müze görevlileri tarafından küçük bir grup oluşturuldu. Bu kişiler temsili kazı yapacak, toprak altında buluntu arayacaklardı. Suzan başına güneş geçme riskini göze alamadığı için klimalı müzeyi gezmeye devam etti. Eski medeniyetlerde yaşayan insanların yaptığı taş ve baltalar çok dikkatini çekmişti. Kraliçelerin kullandığı kolyeler ve küpeler de çok kibar duruyordu, hediyelik eşya bölümünden bir çift mavi, bir çift de yeşil küpe aldı. Eflatun’un etrafı kadınlarla doluydu, hepsiyle tek tek sohbet ediyordu. Suzan biraz kıskandı, dönüş vaktinde servise ilk o bindi. Ahmet Bey sürekli konuşuyordu, araca binerken ayağa kalkmaya yeltenince Cesur onu sakinleştirdi. Mithat ise gözleri kapalı halde hareketsiz duruyordu. İkizler arasındaki telepatik bağ günden güne azalıyordu.

Battal Bey müze dönüşü serviste şarkı söylemeye başladı, birkaç kadın da kalkıp dans ederek ona eşlik etti. Battal, Suzan’ı kıskandırmak için çabalıyordu sanki. Suzan hiç oralı olmadı, mutlu olmak için aslan çikolatasını yedi. Yatakhaneye giderken Kumru yolunu kesti ellerinde bir sürü alışveriş poşeti vardı. Suzan “Kumru nerelerdesin? Müzeye gelmedin?” diye sorunca Kumru sesini kıstı ve Suzan’ın kolunu tuttu “Kimseye söyleme alışverişe gittim.” “Çok mu gizli?” diye dalga geçti Suzan. Kumru sesini daha da kıstı “Havuzda elektrik kaçağı varmış, huzurevi sakinleri duymasın dediler, yönetici bana beş bin liralık bir çek verdi, ben de gittim hepsini harcadım.” Suzan şaşırdı “Gerçekten elektrik kaçağı mı varmış, bak sen namussuz adama problemi çözeceğim diyordu, dün kadın onu baya haşladı.” Kumru bir an durdu “Söyleyen sendin değil mi, tahmin etmiştim. Bak sana şal aldım.” Kumru Suzan’a hediyesini verdi. Suzan altta kalmayı sevmezdi hemen ona aldığı küpelerden yeşil olanını verdi. Kumru boynuna atıldı, gözleri dolmuştu, hemen kulaklarına taktı. Suzan “Tam bir kraliçe oldun!” dedi. Kumru kasıldı “Vehbi de öyle diyor.” Suzan baktı “Tezer’inki mi?” Kumru sus işareti yaptı “O iş bitmiş çok zaman önce, bana her şeyi anlattı. Akşam Vehbi ile yemeğe çıkıyoruz.” Suzan panikledi “Ya Tezer görürse?” Kumru sakinleştirdi arkadaşını “Suzan o kadının adını ağzına alma artık. Ne yapabilir ki? Koskoca insanlarız.” İkisi bir süre daha yeni ilişki hakkında konuştular.

Suzan odasına girince balkona yöneldi. Kapıyı açınca bacaklarına bir avuç kum geldi. Aşağıda Eflatun yukarı doğru kum atıyordu. Ters rüzgarla birlikte gözlerine kaçtı, bağırmaya başlayan adamı Suzan aşağı inip sakinleştirdi. İkisi sahilde yürüdüler. Suzan saatine baktı, psikolog randevusu yalan olmuştu. Eflatun içine eski dilden birkaç kelime eklediği yeni şiirini okurken Suzan aralarında ne olabileceğini düşünüyordu. Eflatun ezberlemiş olduğu paragrafları okuyordu sanki, diyaloğa girmiyordu. Suzan iyi bir dinleyici olsa da bazen konuşmak istiyordu, aklına gelenler basit şeyleri. Bu kadar bilgi sahibi adam belki onu yargılayabilirdi, çekindi. Tamam Eflatun görmüş geçirmiş, hayatın anahtarını eline almış biriydi, Suzan Hanım da boş değildi. Kelimelere dökemese bile yaşam tecrübesi vardı. Eflatun “Adaya gidelim!” dedi. Suzan durdu. Eflatun devam etti “Benim adaya gideriz, bak ilerideki ormanlık alanda bir kayık var, kendi ellerimle yaptım, biner yavaş yavaş gideriz, olmaz mı?” Suzan adaya ne sebeple gideceğini kestiremedi “Gezmeye mi gidiyoruz?” Eflatun itiraf etmeye başladı “Kendi kendime yetip yetmediğimi sorgulamaya başladım. Buradaki yaşam sade değil. Ait olduğum yere dönme isteği içimde uyanmaya başladı.” Suzan onun gidecek olmasına üzüldü bir taraftan da onu götürmek istemesine sevindi “Gitmek istiyorsanız gidebilirsiniz ne de olsa özgür bir insansınız.” Eflatun denize baktı “Burada özgürlüğümü kaybetmeye başladım, etraftakiler ne der diye düşünürken buldum kendimi. Sonra anladım, insanlardan uzaklaşınca ben benim, daha güçlü daha hafifim. Sanırım buradaki görevim tamamlandı.” Suzan “Sizin gibi güçlü bir beyefendi nerede olursa olsun özgür ve mutlu olmayı başarır.” Eflatun ilk kez gülümsedi “Benim kimseye öğretecek bir şeyim yokmuş.” Suzan “Belki de öğrenecekleriniz vardır.” Eflatun sessizleşti, durdu ve geri yürümeye başladı. Suzan onu izledi, Eflatun kendiyle konuşarak uzaklaştı.

Suzan delilik ve dahiliğin kardeş olduğuna kanaat getirmişti. Bir deliye âşık olmaya başlamanın verdiği tedirginlikle ayaklarını denize soktu. Su buz gibiydi ve gelen her dalga Suzan’ı kendine çekmekteydi. Suzan adaya gitme fikrini sevmişti. Hayaller kurmak için eflatun rengi bir gün batımı seyredecekti. Kıyıda otururken sırtını tırmalayan beyaz kediyi kucağına aldı “Kızım Pamuk, ne kadar güzelsin, tüylerin bembeyaz.” Suzan kedinin susadığını fark etti. Onu odasına gizlice götürdü, gömleğinin iç cebine koymuştu, kuralları çiğnemek istememişti. Kedi odayı hemen benimsedi, H.K. suyundan içti. Suzan sırf ona yemek getirmek için erkenden yemekhaneye gitti.

Tam masaya oturacakken Tezer önüne geçti, Suzan zoraki selam verdi. Tezer’in arkadaşları masada onu beklemekteydiler “Nasılsınız Suzan Hanım?” Suzan, Kumru’yu uyardığı anları hatırladı. Kumru’nun sesi kulaklarında yankılandı “Ne yapabilir ki?” Suzan “İyiyim siz nasılsınız?” diye sordu cevabı duymak istememesine rağmen. Tezer o kadar abartılı gülümsedi ki diş köklerindeki tartarlar görülebilirdi “Yüzme bilmeyen arkadaşınıza ne oldu?” Suzan, Kumru’yu hiçbir şekilde savunamazdı, işin ucu elektrik kaçağına varmasın diye “Yüzmeyi öğrendi.” Tezer sabırsızdı “Yalnız yüzmesin bir daha arkadaşınız, bu kez kaçarı yok kesin boğulur.” Suzan sinirlendi “Bundan sonra yalnız olmayacağını düşünüyorum.” Tezer’in gözlerinden ateş çıktı, arkadaşları gelip onu Suzan’ın yakınından aldılar. İyi laf soktuğu için sevinirken Suzan, Kumru için tedirgin oldu. Hızlıca yemeğini yiyip kalanını da plastik bardağa koydu, odada Pamuk aç beklemekteydi.






ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.