ÇARŞAMBA
Günleri
yoğun ve dolu dolu yaşamak. Suzan Hanım evde olsaydı; sabah erken kalkar
kahvaltısını yapardı. Çarşıya, pazara gider sütünü, yoğurdunu, etini,
fasulyesini alırdı, bazen de ekler pasta, ağzı tatlansın diye. Apolitik gazete
okurdu, iç açacak haberler yazmayı bilmezlerdi. Mesela Kuzey Avrupa’daki bir
ülkede on binlerce kişinin katıldığı bir konser düzenlenmişse, Asya’da bir ay
devam eden bisiklet yarışını bir Afrikalı kazanmışsa, Avustralya’da yeni bir
kuş türü bulunmuşsa, Amerika’da obezite oranında müthiş düşüş yaşanmışsa,
ülkesinde yapılan bir araştırmada herkesin yüzde yüz mutlu olduğu sonucu çıkmışsa
çok heyecanlanacaktı. Ancak kim kimi kesip parçalara ayırdı, bir kuruş için
hangi çeteler birbirine girdi, azılı soyguncular kimin akrabası çıktı gibi -çok
olageldiği için normalleştirilen ancak son derece anormal olan- haberleri
okurdu. Başka seçeneği yoktu. Haber yazmak istese mahallesindeki insanların
hayat öykülerinden başlardı. Her insan bir haber değeri taşırdı. Neticede
gazete de kâğıt parçasıydı. Gün sonunda Suzan mutfakta üstünde domates doğrar
ve ıslanmış gazeteyi sıkıştırıp çöpe atardı.
Öğle
ve akşam yemeğini yapıp dikişin başına otururdu. Kendini evi temizlememek için
zor tutardı. Çünkü işten kaçan insanlar ya yemek yapar ye ev temizlerdi. Son
zamanlarda bez çanta dikiyordu. Böylece eve provaya kimse gelmiyordu. Eskiden
kadın müşterileri öğleyin gelirdi. Kahve içerler, onlar için dikilen elbise,
etek ya da pantolonları denerlerdi. Kocalarından ve çocuklarından dert yanıp,
içinde biriktirdikleri nefreti yerde iplik dökülmesin diye serilen beyaz
örtünün üzerine kusup giderlerdi. Suzan Hanım sadece dinlerdi. Hiç yorum
yapmazdı, ona düşmediği için. Akşama başı ağrırdı. Kocası müşterileri evde
görmekten hoşlanmazdı, kıskanıldığını düşünürdü Suzan. Adamın eline paraları
sayardı, hiçbir zorunluluğu olmadığı halde. O da makas alıp arkadaşlarıyla içmeye
giderdi. Suzan Hanım sevildiğini o kısa anda hissederdi, sağ yanağına dokunulduğunda.
Akşamüstü
olunca dikişi bitirip balkona çıkardı. Ayaklarını beyaz plastik sandalyeye
uzatır. Cam kenarına konan kargaları süpürge ile kovalardı. Televizyonda sevdiği
dizi başlayınca ışığı açmadan üçlü koltuğa uzanırdı. Aslında o koltuk kocası
gittikten sonra onu yeni yeri olmuştu. Yoksa evde iki kişi olunca Suzan
muhakkak tekli koltukta oturur, ayaklarını aşağı sarkıtırdı. Böylece bilekleri
şişerdi. Kapıya yakın olması önemli idi. Saygıdeğer beyi için meyve tabağı,
kek, börek ve çay servisi yapması daha kolay olurdu. Tüm sorumluluklarını
yerine getirir. Yalnız yattığı yatak odasına giderdi. Kocasına bir kez sormuştu
“Yatağa gelmiyor musun?” Mırıldanmıştı uyku arasında “Çok sıcak” belki de “Çok
soğuk” demişti. Hangi mevsimdi hatırlamıyordu, adam onunla yatmıyordu.
Bazı
günler uzak akrabalarına gitmek çay, kahve içmek isterdi. Niyetlendiğini
hisseder gibiydi kocası, erkenden eve gelip yatacağını söylerdi. Suzan kendi
kendini kontrol eder, gezmeye gideceğini söylemez görev gibi evde kocasını
beklerdi. Deniz kıyısında kısa yürüyüşler yapmayı özlerdi hep. Temiz havada
vakit geçirseydi belki bu sağlıklı kararı daha önce almış olurdu. Aslında
bunları çarşamba sabahında düşünmedi. O güzel günü rutin geçmişini hatırlayarak
harcamayacaktı. Gardırobu açtı, kafasını ne giyeceğiyle yoracaktı.
Uzun
bir elbisesi olsaydı, çiçek desenli, yakası açık onu giyerdi. Mavi pantolonu
olsaydı üzerine beyaz kısa kollu gömlekle onu giyerdi. Hasır çantasını da
koluna takardı. Ama yoktu. Akıllı telefonu idare ediyordu, bu ayki maaşıyla
yeni kıyafetler alacaktı. Kumru ona etkinlik broşürünü vermişti. Kahvaltı
sonrası müze gezisi vardı. İlaçları içip içmeme konusunda kararsızdı. Liza
doğal yolla iyileşebileceğini söylemişti. Oysa doktorun verdiği ilaçlar onu
daha sağlıklı hale getirmişti. İçecekti. Kahvaltıya gitti. Masası onu
bekliyordu; Battal, Ahmet ve Mithat.
Cesur
ve Şirin Ahmet ve Mithat için kahvaltı hazırlıyorlardı. Battal hemen Suzan’a
bulaşmaya başladı “Suzan Hanım müze gezisine katılacak mı?” Suzan isteksizce
yanıtladı “Evet Battal Bey, peki siz?” Battal kahkaha attı “Tabii geleceğim,
sizin boy friendiniz ne kadar tarih biliyor kontrol edeceğim.” Ahmet güldü,
Mithat oralı değildi. Suzan bozuldu “Benim kimseyle bir alakam yok. Kumru
nerede?” Battal güldü “O zaman size başka birinden çıkma teklifi gelse kabul
eder misiniz?” Suzan itiraz etti “Lütfen Battal Bey, dalga geçmeyin.” Ahmet
konuşmaya başladı “Battal Bey hep sizden bahsediyor. Herhalde aşık.” Suzan’ın
gözleri büyüdü, Ahmet konuşuyor hatta espri yapıyordu “Ahmet Bey, ilk defa
sesinizi duydum.” Ahmet övünçle gülümserken Battal hemen onun kolunu tuttu
“Kapışalım mı?” Suzan şaşırmıştı, ihtiyar delikanlılar içlerinde ne
yaşıyorlardı, gerçi Kumru da böyle bir hoştu dün. Kendisi de Eflatun’un
ilgisinden memnundu. Suzan güzel olduğunu hissetti kahvaltısını yaptı ve
arkadaşlarıyla müzeye gitmek için servise bindiler.
Müze
kapısında rengarenk çiçeklerden çelenkler vardı. Özel bir gündü, Knidos
Aslanının yurda getirilişinin birinci yılı kutlanıyordu. Bahçede aslan şeklinde
çikolatalar vardı. Ziyaretçiler yakalarına aslan broşu taktılar. Eflatun Bey
geldi ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Elinde aslan resimli bir kitap vardı.
Battal Suzan’ı dürttü “Geldi seninki.” Suzan temastan pek hoşlanmazdı “Battal
Bey, dokunmayın rica ediyorum”. Battal çikolataları çerez gibi ağzına atıyordu.
Suzan “Yavaş yiyin boğulacaksınız.” Battal “Suni teneffüs yapar mısın?” diye
espri yaptı. Suzan onun yanından uzaklaştı. Geç fark etmişti Battal bastonu
atmıştı.
Müzenin
görkemli kapısından içeri yürüdüler. Eflatun anlatmaya başladı “Sıcak bir yaz
günü deniz kıyısına doğru yürüyordum, karşıma yaklaşık on sekiz metre
yüksekliğinde bir mezar anıt çıktı. Gözlerimi bu mermer yapıdan alamazken
tepesinde altı ton ağırlığında, 2,89 metre uzunluğunda ve 1,82 metre
yüksekliğinde oturan aslanı fark ettim. Bu aslan bildiğimiz canlı aslanlardan
daha büyüktü. Milattan önceki sanat tarihi karşısında büyülenmiştim, kuş
sesleri denizin dalgalarıyla karışıyordu ve bir taşın üzerine oturup o anın
tadını çıkardım. İşte Knidos Aslanı!” Ziyaretçiler köşeyi dönünce aslan
heykeliyle karşılaştılar ve kendilerini tutamayıp alkışladılar. Eflatun devam
etti “Keşke anlattığım gibi olsaydı, ne yazık ki 1858 senesinde İngiliz
arkeolog Charles Bey, Datça’daki Knidos limanının yakınındaki bu Antik Yunan
heykelini yere düşmüş halde buldu ve onu gemiyle kaçırıp İngiltere’ye
götürdü.” Eflatun hitabet sanatında
gerçekten çok iyiydi bu cümleden sonra herkes yuhalamaya başladı ismini o an
duydukları İngiliz’i. Eflatun anlatıyordu “Yetmezmiş gibi Padişah’ın hediyesi
olduğunu söylediler. Bu kıymetli heykel British Müzesindeki büyük avluda
yıllarca sergilenmişti. Ülkemizden giden ziyaretçilerin yüreği sızlamıştır o
heykeli orada sahipsiz görünce. Ama şimdi bu aslan evinde ve hepimiz artık
geceleri huzurla uyuyacağız. Darısı topraklarından koparılan diğer eserlerin
başına.” Ziyaretçiler uzun süre alkışladıktan sonra aslanla bir fotoğraf
çektirmek için sıraya girdiler.
Müze
görevlileri tarafından küçük bir grup oluşturuldu. Bu kişiler temsili kazı
yapacak, toprak altında buluntu arayacaklardı. Suzan başına güneş geçme riskini
göze alamadığı için klimalı müzeyi gezmeye devam etti. Eski medeniyetlerde
yaşayan insanların yaptığı taş ve baltalar çok dikkatini çekmişti. Kraliçelerin
kullandığı kolyeler ve küpeler de çok kibar duruyordu, hediyelik eşya
bölümünden bir çift mavi, bir çift de yeşil küpe aldı. Eflatun’un etrafı
kadınlarla doluydu, hepsiyle tek tek sohbet ediyordu. Suzan biraz kıskandı,
dönüş vaktinde servise ilk o bindi. Ahmet Bey sürekli konuşuyordu, araca
binerken ayağa kalkmaya yeltenince Cesur onu sakinleştirdi. Mithat ise gözleri
kapalı halde hareketsiz duruyordu. İkizler arasındaki telepatik bağ günden güne
azalıyordu.
Battal
Bey müze dönüşü serviste şarkı söylemeye başladı, birkaç kadın da kalkıp dans
ederek ona eşlik etti. Battal, Suzan’ı kıskandırmak için çabalıyordu sanki.
Suzan hiç oralı olmadı, mutlu olmak için aslan çikolatasını yedi. Yatakhaneye
giderken Kumru yolunu kesti ellerinde bir sürü alışveriş poşeti vardı. Suzan
“Kumru nerelerdesin? Müzeye gelmedin?” diye sorunca Kumru sesini kıstı ve
Suzan’ın kolunu tuttu “Kimseye söyleme alışverişe gittim.” “Çok mu gizli?” diye
dalga geçti Suzan. Kumru sesini daha da kıstı “Havuzda elektrik kaçağı varmış,
huzurevi sakinleri duymasın dediler, yönetici bana beş bin liralık bir çek
verdi, ben de gittim hepsini harcadım.” Suzan şaşırdı “Gerçekten elektrik
kaçağı mı varmış, bak sen namussuz adama problemi çözeceğim diyordu, dün kadın
onu baya haşladı.” Kumru bir an durdu “Söyleyen sendin değil mi, tahmin
etmiştim. Bak sana şal aldım.” Kumru Suzan’a hediyesini verdi. Suzan altta
kalmayı sevmezdi hemen ona aldığı küpelerden yeşil olanını verdi. Kumru boynuna
atıldı, gözleri dolmuştu, hemen kulaklarına taktı. Suzan “Tam bir kraliçe
oldun!” dedi. Kumru kasıldı “Vehbi de öyle diyor.” Suzan baktı “Tezer’inki mi?”
Kumru sus işareti yaptı “O iş bitmiş çok zaman önce, bana her şeyi anlattı.
Akşam Vehbi ile yemeğe çıkıyoruz.” Suzan panikledi “Ya Tezer görürse?” Kumru
sakinleştirdi arkadaşını “Suzan o kadının adını ağzına alma artık. Ne yapabilir
ki? Koskoca insanlarız.” İkisi bir süre daha yeni ilişki hakkında konuştular.
Suzan
odasına girince balkona yöneldi. Kapıyı açınca bacaklarına bir avuç kum geldi.
Aşağıda Eflatun yukarı doğru kum atıyordu. Ters rüzgarla birlikte gözlerine
kaçtı, bağırmaya başlayan adamı Suzan aşağı inip sakinleştirdi. İkisi sahilde
yürüdüler. Suzan saatine baktı, psikolog randevusu yalan olmuştu. Eflatun içine
eski dilden birkaç kelime eklediği yeni şiirini okurken Suzan aralarında ne
olabileceğini düşünüyordu. Eflatun ezberlemiş olduğu paragrafları okuyordu
sanki, diyaloğa girmiyordu. Suzan iyi bir dinleyici olsa da bazen konuşmak
istiyordu, aklına gelenler basit şeyleri. Bu kadar bilgi sahibi adam belki onu
yargılayabilirdi, çekindi. Tamam Eflatun görmüş geçirmiş, hayatın anahtarını
eline almış biriydi, Suzan Hanım da boş değildi. Kelimelere dökemese bile yaşam
tecrübesi vardı. Eflatun “Adaya gidelim!” dedi. Suzan durdu. Eflatun devam etti
“Benim adaya gideriz, bak ilerideki ormanlık alanda bir kayık var, kendi
ellerimle yaptım, biner yavaş yavaş gideriz, olmaz mı?” Suzan adaya ne sebeple
gideceğini kestiremedi “Gezmeye mi gidiyoruz?” Eflatun itiraf etmeye başladı “Kendi
kendime yetip yetmediğimi sorgulamaya başladım. Buradaki yaşam sade değil. Ait
olduğum yere dönme isteği içimde uyanmaya başladı.” Suzan onun gidecek olmasına
üzüldü bir taraftan da onu götürmek istemesine sevindi “Gitmek istiyorsanız
gidebilirsiniz ne de olsa özgür bir insansınız.” Eflatun denize baktı “Burada
özgürlüğümü kaybetmeye başladım, etraftakiler ne der diye düşünürken buldum
kendimi. Sonra anladım, insanlardan uzaklaşınca ben benim, daha güçlü daha
hafifim. Sanırım buradaki görevim tamamlandı.” Suzan “Sizin gibi güçlü bir
beyefendi nerede olursa olsun özgür ve mutlu olmayı başarır.” Eflatun ilk kez
gülümsedi “Benim kimseye öğretecek bir şeyim yokmuş.” Suzan “Belki de
öğrenecekleriniz vardır.” Eflatun sessizleşti, durdu ve geri yürümeye başladı.
Suzan onu izledi, Eflatun kendiyle konuşarak uzaklaştı.
Suzan
delilik ve dahiliğin kardeş olduğuna kanaat getirmişti. Bir deliye âşık olmaya
başlamanın verdiği tedirginlikle ayaklarını denize soktu. Su buz gibiydi ve
gelen her dalga Suzan’ı kendine çekmekteydi. Suzan adaya gitme fikrini
sevmişti. Hayaller kurmak için eflatun rengi bir gün batımı seyredecekti. Kıyıda
otururken sırtını tırmalayan beyaz kediyi kucağına aldı “Kızım Pamuk, ne kadar
güzelsin, tüylerin bembeyaz.” Suzan kedinin susadığını fark etti. Onu odasına gizlice
götürdü, gömleğinin iç cebine koymuştu, kuralları çiğnemek istememişti. Kedi
odayı hemen benimsedi, H.K. suyundan içti. Suzan sırf ona yemek getirmek için
erkenden yemekhaneye gitti.
Tam
masaya oturacakken Tezer önüne geçti, Suzan zoraki selam verdi. Tezer’in
arkadaşları masada onu beklemekteydiler “Nasılsınız Suzan Hanım?” Suzan,
Kumru’yu uyardığı anları hatırladı. Kumru’nun sesi kulaklarında yankılandı “Ne
yapabilir ki?” Suzan “İyiyim siz nasılsınız?” diye sordu cevabı duymak
istememesine rağmen. Tezer o kadar abartılı gülümsedi ki diş köklerindeki tartarlar
görülebilirdi “Yüzme bilmeyen arkadaşınıza ne oldu?” Suzan, Kumru’yu hiçbir
şekilde savunamazdı, işin ucu elektrik kaçağına varmasın diye “Yüzmeyi
öğrendi.” Tezer sabırsızdı “Yalnız yüzmesin bir daha arkadaşınız, bu kez kaçarı
yok kesin boğulur.” Suzan sinirlendi “Bundan sonra yalnız olmayacağını
düşünüyorum.” Tezer’in gözlerinden ateş çıktı, arkadaşları gelip onu Suzan’ın
yakınından aldılar. İyi laf soktuğu için sevinirken Suzan, Kumru için tedirgin
oldu. Hızlıca yemeğini yiyip kalanını da plastik bardağa koydu, odada Pamuk aç
beklemekteydi.
ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.
Yorumlar