DAHA
ÖNCE
Abdi
askerden döndükten sonra önce bir berberde sonra bir çiçekçide sonra da
meyve-sebze halinde çalışmıştı. Hayata geliş amacını henüz çözemediği için
babası ne derse onu yapıyordu, gönülsüzce. Bu sebeple her işte başarısız
oluyordu. Berberde gür saçlı bir adamın kafasını sıfıra vurmuş, çiçekçide ise
zararlı haşerelerden temizlemediği buketleri müşterilerin evine göndermişti.
Suzan ile sözlendiğinde halde getir götür işi yapıyordu. Suzan’ın ailesi “Evin
bereketli olur” diyerek onu Abdi’ye vermişlerdi. Suzan’a sorulmamıştı. Tam otuz
beş sene evlenmekle ilgili bir adım atmadığı için onun artık seçme şansı yoktu.
İkisi birkaç kez buluşmuştu. Suzan Abdi’nin uzun boylu ve zayıf olmasını
beğenmişti, kendi ailesinde erkekler kısa boylu ve şişmandı. Suzan en azından
çocuklarının uzun olma ihtimalini sevmişti. Kardeşleri “Nihayet bir koca
buldun” bakışlarıyla onu baş göz etmişlerdi. Abdi, Suzan’ın dikiş dikerek evi
geçindirmesine aklı yatmıştı, sıcak yemek, temiz çamaşır ve sınırsız televizyon
keyfi. Asıl ana-baba dırdırından kaçan Abdi idi.
Aileler
üzerlerinden bir yük kalkmış gibi yeni evlileri ne aradılar ne sordular. Suzan
geri dönmek istese baba ocağının kapısının kapalı olduğunu anlamıştı. Abdi de askerlikten
daha rahat olduğu için Suzan ile oturduğu evi seviyordu. Yıllarca yatak
odasında derin uyku çeken adam elli yaşından sonra salona taşınmıştı. Üçlü
koltukta yemek yiyor, uyuyor, nefes alıyordu. Suzan tam yirmi beş sene asıl kim
olduğunu bilmediği bir adamla yaşadı. İkisi birbirini sevmedi nefret de etmedi.
Bir bakımı aileleriyle artık yaşayamayan iki kişi aynı eve çıkmıştı. Bu ev
arkadaşları bir çocuk yapmayı asla konuşmadı. Suzan gece gündüz dikiş dikerek
iyi bir birikim yaptı. Ara sıra kocasına harçlık veriyordu. Sabah çıkıp akşam gelen
adam “İşim vardı” diyordu. Oysa evlendikten sonra hiç çalışmamıştı. Etraftakiler
bunu sorgulamıyordu.
Suzan
içini kimselere dökemedi. Gerçi konuşsa ne diyecekti? Kocam benimle
ilgilenmiyor dese biri çıkıp sen de onunla ilgilenmiyorsun diyebilirdi. Haklıydı.
Abdi kendi yolunu çizmişti. Ancak Suzan derinde yaşayamadığı şeyleri emekli
olunca yaşarım diye ertelemişti. Abdi kolay para peşindeydi, gazetede gördüğü
“Ücretli denek aranıyor!” ilanına ilk başvuran kişi olmuştu. Bir süre herkesten
gizli huzurevine gidip gelmişti. Eline geçen parayı eve varmadan yiyordu.
Dışarıda en güzel ızgaraları masasına sipariş ediyor, kahvede arkadaşlarına
çay-kahve ısmarlıyor, amcasının oğluna ya da kızına büyüklük olsun diye para
veriyordu. Hayatında hiç hastalık geçirmemesi ve ağır işte çalışmaması Doktor J
için bulunmaz nimetti. Abdi günden güne gençleşiyordu. Son geldiği noktada Fono
ve Doktor J ortak karar aldılar, onu eve gönderemezlerdi. Altmış yaşında olması
gereken adam kırk yaşında gösteriyordu. Abdi sakinleştiricilerle deneye devam
etti. Tam otuz yaşına döndüğünde bir sürü bebeği olmuştu, Suzan’dan değil
siyahi güzel bir kadından. Abdi’nin kuvvetli bağışıklığı üzerinde yapılan her
deneye dayanmasını sağlamıştı. Gün gelir Doktor J bu depodan onu çıkarırsa adamın
yaşayacağına emindi.
Suzan
kocasını aramaya kalkmadı. Salonun boşalmasına sevinmişti. Üstelik harçlığı da
cebine kalmıştı. Tek kişilik yemek ve kısık sesli televizyon en sevdiğiydi.
Abdi bir kere oturup “Nasılsın?” dememişti. Suzan da Abdi’nin nasıl ve nerede
olduğunu merak etmiyordu. Son zamanlarda eve geç gelen yabancı, muhtemelen
kendine daha konforlu bir yer bulmuştu. Suzan, Abdi’nin gelmeyeceğine emin
olduktan sonra komşularına ayrıldığını söyledi. Kimse üzülmedi. Suzan bazı
geceler duyduğu sesleri Abdi’nin dönmüş olabileceğine bağlasa da eve kargadan
başka kimse gelmiyordu. Abdi’nin hak ettiği yerde olduğuna inanmıştı. Suzan
kafasını dinlemek için bez çanta dikip satmaya karar verdi. Daha çok para
getiriyordu. Günde yüz çanta dikiyor ve bir pantolon dikerek kazanmadığı parayı
kazanıyordu. Kocasının eşyalarını atmak için dolabı karıştırırken Huzurevi
Kampüsünün tanıtım broşürünü görmüştü. Biraz araştırma yapınca parasını ve
altınlarını buraya yatırabileceğine kendini ikna etmişti. Suzan yeni bir hayat
istiyordu.
HAFTA BAŞI
Suzan
ve Kumru kendilerini Ahmad’ın Güzellik Salonunda buldular. Saç tasarımcısı
Ahmad Kumru’nun saçlarını savurmasını istedi, ona göre bir kadının saçı uzun
olmalıydı, kısa saç erkeğe yakışırdı. Kumru ince ve cansız saç yapısından
şikâyet ederken adam onu bu dertten kurtaracağına dair yemin etti. Sıra Suzan’a
gelmişti. Saçı yüzünden yaşlı gösteriyordu, hemen saç diplerini kumrala uçlarını
da sarıya boyattırdı. Ahmad bu işi biliyor diye aralarında konuştular. Bundan
sonra her hafta bakım ve föne geleceklerdi. Manikürcü kız hemen yanlarına
oturdu. Suzan dikiş dikmekten ellerine hiç bakım yapamamıştı. Oje sürmeyeli
yıllar olmuştu. Kız ona kırmızı ojeyi layık gördü. Kumru ise beyazı tercih
etmişti.
Öğle
yemeği için kampüse döndüklerinde herkes tekne turu için hazırlık yapıyordu. Melek
tura gideceklerin yanlarına sandviç veriyordu. Battal spor kıyafetleriyle
yanlarına geldi. Suzan “Hayrola Battal Bey, olimpiyatlara mı katılacaksınız?”
diye sordu. Battal kolundaki akıllı saati gösterdi “Her gün on beş bin adıma
çıktım, siz oturun yerinizde!” diye dalga geçince Kumru bozuldu “Ben de spora
adıyorum kendimi.” Battal güldü “Ne oldu aldatılan kadınlar acısını saçlarından
çıkarırmış ama güzel olmuşsunuz.” Suzan itiraz etti “Ben aldatılmadım.” Kumru
“Ben de.” Battal güldü “Kimisi kötü çocuk sever!” Ahmet ve July kapıdan girince
Suzan eliyle ağzını kapadı, Ahmet tekerlekli sandalyesizdi. Battal “Ya bakın
işte adam hayatının aşkını buldu nasıl dirildi?” İkisi masaya geldiler. Tekne turu yerine
alışverişe gideceklerdi. Suzan içinden dua etti Eflatun ve Tezer ekibini bir
daha görmemek için. Mario gelince Suzan onu masaya çağırdı, tekne turu kafasına
yatmıştı. Suzan üzerini değiştirmek için odasına uğradığında kapının altından
atılmış bir mektup buldu. Eflatun ona bir sayfa yazı yazmıştı. Suzan okumadan
defterinin arasına koydu. Kafada bitirmek böyle bir şeydi.
Kumru
ile ikisi tekne turunda çalan müzikle baya eğlendiler. Mario ise diğer
insanlarla tanışmakla meşguldü. Kumru ona pek ısınamamıştı, Battal samimiydi,
Ahmet doğal, Mithat artık topraktı ancak Mario kim çekerse oraya gidecek
gibiydi. Suzan üstü kapalı Vehbi’nin samimiyetsizliğini hatırlattı. Kumru da
eski aşkını savundu, Tezer onu etkisi altına almıştı, Vehbi kadın ortadan
kaybolursa ancak ona geri dönerdi, Kumru bulduğu erkeğe yapışan biri değildi.
Suzan, Eflatun’a baştan beri anlam veremediğini ancak onu adaya çağırınca
içinde bazı hislerin uyandığını Kumru’ya itiraf etti. Kumru ona sarıldı,
üzülmemesini en kısa sürede atlatacaklarını garanti etti. Tekne dalgadan
sallanmaya başlayınca huzurevi sakinleri denize düşüp boğulmaktan korktular.
Mario ve kaptan onları sakinleştirdi, hepsi sandviçlerini yiyip, kampüse geri
döndüler.
Suzan
akşam Liza’nın veda yemeği için hazırlandı. Battal’ın ve Mario’nun spor aşkını
kıskanmıştı, yarın mayosunu giyip yüzmeye gidecekti. Henüz hava kararmamıştı,
meydanda müzede kazı yapan ekibi gördü, aralarında tartışıyorlardı. Temsili
kazı başkanı tavır alarak yanlarından uzaklaştı. Ekip nereyi kazacağına karar
vermemişti. Suzan Hanım kendi kendine mırıldandı “Kitap kulübü ayrı bir dünya,
bunlar daha ayrı.” “Suzan Hanım” diye bir ses duydu, psikolog Arzu ona el
sallıyordu. İkisi selamlaştılar. Suzan biraz utanmıştı ne de olsa deli Eflatun
uğruna kızla olan randevusuna gitmemişti. Arzu onu rahatlattı “Ne zaman
kendinizi hazır hissederseniz!” Suzan düşündü neye hazır hissedecekti? Buraya
geldiğinden beri gayet iyiydi, geçmişi oturup anlatmak çok gereksizdi. Suzan
“İhtiyacım var mı, emin değilim.” Arzu “Terapiye mi?” Suzan başıyla onayladı.
Arzu son derece sakin bir ses tonuyla “Suzan Hanım ısrar etmiyorum, ben her
zaman buradayım. Kafanızda çözemediğiniz sorular olursa lütfen kendinizi
zorlamayın., gelin birlikte savaşalım” dedi. Suzan kızın arkasından bakakaldı.
En azından bir gün kahve içmeye ona uğrayabilirdi. Arzu’nun alınmasını
istemezdi.
Herkes
masada Liza’yı bekliyordu. Battal yemeklerin soğumasına isyan edince yemeğe
başladılar. Mario, Liza’nın uçak biletini erkene almış olabileceğini söyledi.
Suzan, Liza’nın pazartesi akşamı için söz verdiğini ve salı günü gideceğini
savundu. Kumru durduk yere hüzünlendi alıştıkları bir kişi daha aralarından
ayrılmıştı. July akşamki gösteriyi çok övdü. Yirmili yaşlarında bir çocuk
sahneye çıkacak ve etrafındakilerin komik öykülerini anlatacaktı. Ekip etkinlik
salonunda yerini aldı. Bu sefer altı kişilik masalar oluşturulmuştu, çerez ve meşrubat
sınırsızdı! Battal yemeğe devam etti. Suzan onun ertesi gün yirmi bin adım
yürümesi gerektiğini ima edince adam tüm tabağı ağzına tıktı. Böylece Ahmet ve
July gösteriden önce gülme krizine girmişlerdi. Sahneye sarışın, enerjik bir
çocuk çıktı. Sürekli alkış istiyordu, anlatmaya başladı “Benim yengenim yengesi
var… Herkesin vardır… Kendisi bir araba kadar şişman, getirsek bu sahneye zor
sığar… Onu hareket ettirmek için vinç lazım. Hadi gülün! Bir gün yengeyi
tutukladılar. Ne olduğunu anlamadık, mevzu neydi? Annemler perişan, yengem
perişan arkadaşları dizlerini dövüyor. Polis açıkladı; yenge, bizim tombiş
yenge evinde üç kişiyi öldürmüş. Nasıl ya? Siz de şaşırdınız değil mi? Masum
kadın, kanatsız melek neden böyle bir şey yapsın? Olay kısa sürede çözüldü,
yenge içeride bir gece bile yatmadı. Şimdi olanları anlatıyorum; gündüz vakti,
komşuya gitmeye karar vermiş yengemiz, giyinmiş, tam kapıdan çıkacakken aklına
evi ilaçlamak gelmiş. Geceleri sinekten uyuyamadığı için iki kutu sinek ilacını
eve sıkmış. Komşuya varmış, kekler, börekler, lahmacunlar yenmiş, üzerine daha
da ağırlık çökmüş ‘Hadi ben kalkayım’ demiş. Komşu bırakmamış içi yanar diye yarım
litre de gazoz içirmiş. Yenge olmuş yüz yirmi kilo. Eve vardığında kapı
açıkmış, şüphelenmiş koridora adım atınca yerde yatan üç azılı adamı görmüş.
Biri tam kıpırdarken yenge üzerine düşmüş adam oracıkta can vermiş. Kadın
canhıraş bağırmaya başlamış. Gelenler ne görsün? Yenge üç adamın üzerinde
yatıyor. Tabii durumu anlamıyorlar, açık kapıdan sinek ilacı kokusu çıkmış bir
de adamlar mübarek zehri içlerine çekmişler. Evet komik! Yenge çok ağladı
pişman oldu gerçi mahalleli hırsızlara yeni çözüm buldu. Herkes evden çıkmadan
ilaçlama yapıyor. Sizin var mı böyle anınız?”
Battal
ve Ahmet aralıksız güldüler, bazen July da onlara katıldı. Kumru el kaldırınca
çocuk onu sahneye davet etti “İşte hoş bir hanım bizi güldürecek, isminiz
neydi?” Kumru özgüvenle cevapladı “İsmim Kumru.” Herkes alkışladı o esnada
Tezer ve ekibi gelip yan masaya kuruldular. Erkekleri piyasada yoktu. Kumru
komik anısını anlatıyordu “Henüz yirmi yaşındayken akrabamıza bir kutu taze
fasulye götürmüştüm. Kadın onları alıp balkona koydu. Balkonda da çeşit çeşit
çiçekler vardı. Çok güzellerdi.” Kumru utanmıştı, stand-up yapan çocuk onu
cesaretlendirdi “Evet Kumru, bombayı bekliyoruz.” Kumru devam etti “Ertesi
sabah beni ağlayarak aradı tüm çiçekler kuru dal kalmıştı. Yaprakları yere
düşmüştü. Gözlerimle görmek için eve gittim. Kadın ağlıyordu balkona çıktım.
Ona getirdiğim kutunun içinde üç tane tırtıl gördüm. Meğer onlar çiçekleri
yemiş.” Herkes gülmüştü, Tezer inlemeye benzer bir ses çıkardı. Suzan o tarafa
bakmıyordu, elinde gazlı içecek kutusunu sinirden sallıyordu. Çocuk “Kumru
harika bir anı! Kadının çiçeklerini mahvetmişsin” Kumru “Tırtılları görmesin
diye balkondan aşağı attım. Meğer orada kocaman bir çiçek bahçesi varmış.”
Herkes Kumru’yu alkışladı “Bu kadar sakarlık çok yakışıyor sana” diye övdü
çocuk onu. Kumru gülerek yerine oturdu. Tezer insanların gülmeleriyle dalga
geçiyordu. Suzan elindeki içeceği açtı bir bomba gibi patlayan gazlı meşrubat
Tezer’in suratına yapıştı. Bu sefer herkes içten gülüyordu. Kumru ve Suzan’ın
gözleri büyümüştü. Tezer saçlarından akan gazozdan iğrendi ve çığlıklar atarak
mekânı terk etti. Arkadaşları da arkasında gittiler, gülüyorlardı. Gösteri
yapan çocuk “Bu masada çok malzeme var” diyerek onları övdü. Herkesin neşesi
yerindeydi.
Gösteride
saatlerce güldüler, hatta geriye kalanlar birbirlerine anılarını anlatıp
eğlendiler. Kumru, Suzan’a teşekkür etti, ortamda onunla dalga geçen kadına
haddini bildirmişti. Suzan itiraz etti elindeki şeyin patlayacağı aklına
gelmemişti. Battal acısını filozoftan çıkarması gerektiğini söyleyince Suzan
mektubu hatırladı. Odaya vardığında kapının altından bir tane daha mektup
atılmıştı. Önce ilkini okuyacaktı. Mektup “Suzan” diye başlamıyordu “Sevgili”
diye başlıyordu. Suzan anlam veremedi bu mektubu Tezer’e de yazmış olabilirdi.
Özgürlükten ve ahlakın öneminden bahseden adam son cümlesinde nefsine hâkim
olamadığını itiraf etmişti. Suzan’dan özür dilemiyordu aksine onu rahatlatıp yanlış
bir tarafa yönlendirmediği için harika bir arkadaş olabileceğini savunuyordu.
Suzan dudaklarını ısırdı demek onu hala arkadaş görüyordu, neydi o adalara
gitme teklifi acaba? O kadar okumuş bilgili bir insan olarak değerlendirdiği
adam karşısına çıkıp gerçekleri söylememiş arkasından basit bir kadınla dudak
dudağa yakalanmıştı. Olabilirdi, Suzan kimsenin yularını çekmek zorunda değildi,
kimseye söz vermemişti ancak gözü başkalarına kayıyorsa etrafında gezmekten
vazgeçseydi o zaman… Suzan diğer mektuba geçti, tek cümle vardı “Tezer’e eziyet
etme lütfen, o masum.” Suzan “A şuna bak terbiyesiz, ne eziyet edeceğim hoppa
kadına? Ah Eflatun karşıma çıkma benim sinirimi bozdun akşam akşam. Sersem adam
senelerce kendimi eğittim diyor bir öpücüğe tav oldu. Aç filozof!” Suzan bir
umut balkondan baktı. Eğer Eflatun aşağıdaysa adamın üzerine atlayıp sinirini
çıkacaktı. Kimsecikler yoktu.
ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.
Yorumlar