Ana içeriğe atla

Huzurevi Kampüsü-8 Cuma

 

CUMA

Pamuk sürekli su içiyordu. Suzan erkenden ona taze süt getirmişti. Kapı çaldı, kediyi aceleyle banyoya kapattı. Rosa, Suzan’a dağ gezisine katılıp katılmayacağını sordu. Suzan amatörlerin de yürüyebileceği bir parkur olduğunu öğrenince hazırlanmaya başladı. Telefonlarda güzel görünmek için yapılan filtreler sanki banyodaki aynaya entegre edilmişti. Yüzü bebek gibiydi. Vücuduna baktı, selülitlerini göremedi. Bir haftada sağlıklı beslenip spor yaparak zoru başarmıştı. Suzan kendini oldukça dinç hissediyordu. Saçları için bir kuaföre gidecekti, acaba sarıya boyatsa nasıl olurdu? Koyu kumral çok sıradandı. Belki yeni moda uçlarını sarı yapardı. Bunu da defterine yazmalıydı.

Giuseppe Tartini’nin E Minor keman konçertosu dağ yolunda ilerlerken aracın içinde yankılanıyordu. Hiç tatmadığı huzurun neşesiydi bu. Yıllarca dinlediği kalitesiz müzik onu nasıl da bayat ekmeğe çevirmişti. Vücuduyla birlikte ruhu da yenileniyordu. Battal Bey yanına oturmadı, en öndeki tekli koltuğa oturdu amacı dağ yolunu seyretmekti. Ahmet Bey ağırlaşan kardeşi Mithat’ın başındaydı. Kumru ve Vehbi son anda geldikleri için diğer küçük araçtaydı. Müzedeki kazı ekibi de onlarla gelmişti. Suzan araçtakileri yoklama yapar gibi kontrol ediyordu. Mücella hala hastanedeydi, Liza ise evin daha doğrusu villasının satışıyla uğraşıyordu. Tezer ve arkadaşları kendilerini muhtemelen spor salonundaki aletlere atmışlar, hırsla bisiklete biniyorlardı, bir yandan da intikam planı yapıyorlardı. Vehbi’nin diğer arkadaşları da ona sırt çevirmişti Kumru’yu seçmesinden dolayı. Şirin ve Cesur yeni gelenlerle ilgileniyorlardı, çocukların ilk günkü neşesi ve samimiyeti yoktu. Muhtemelen yönetici adam onlara eziyet ediyordu. Kitap kulübündeki elemanlar pek ortada görünmüyorlardı. Gün boyu kütüphane bahçesinde kitap okuduklarından diğer etkinlikleri pas geçiyorlardı.

Güzergâh belirlenmişti, uzun saçlı hippi çocuk A grubunu, kısa saçlı yogacı kız da B grubunu gezdirecekti. Suzan A grubuna katıldı, kısa yoldu. Battal B grubunu seçti, nedense bugün Suzan’a naz yapıyordu. Kumru ve Vehbi de Suzan ile birlikte yürüyeceklerdi. Hippi çocuk grubun öncüsü olduğunu, bir saat hafif tempoda yürüyeceklerini sonra sandviçlerini yiyip kalan yolu da yarım saatte tamamlayacaklarını söyledi. B grubu ile buluşup birlikte göl manzarasını izleyecekler sonra da servis araçlarına binip kampüse döneceklerdi. Suzan kendi diktiği koyu yeşil sırt çantasına iki şişe su almıştı, dağda susuzluktan ölmek istemezdi. Dönüşte alışveriş merkezinden Pamuk’a mama alacaktı. Kediciğe yemek yetmiyordu.

Hippi çocuk onlara bir dağ şarkısı söylemeye başladı. Sözleri çok anlamsızdı, Eskimo dilinde gibiydi. Ancak sesi yankılanıyor, ortama mistik bir hava katıyordu. Bir süre sonra itiraf etti, kelimeleri tersten uzatarak okuyordu. Bunu herkes yapabilirdi, artık sırrını öğrenen huzurevi sakinleri söyleyeceklerini bir süre tersten ifade etmeye çalıştılar, Vehbi Kumru’ya “Seni seviyorum” demek yerine “İnes Muroyives” dedi. Suzan ve Kumru adama baya güldüler. Vehbi daha fazla dikkat çekmek istiyor gibiydi, yol kenarında kurumuş yaprak yığınına düştü. Neredeyse kahverengi gazeller adamı yutuyordu. Kumru bağıra çağıra onu oradan çıkardı. Suzan ikisinin birbirine uygun olduğuna kanaat getirdi. Battal orada olsaydı bu durum hakkında birkaç espri yapabilirdi. Suzan Kumru’nun telefonuyla onların fotoğraflarını çekti. Ağaçlardaki büyük mantarlar, yuvalarından kafalarını dışarı uzatan yavru sincaplar, daha önce görmedikleri fosfor renginde çiçeklerle orman bambaşka bir dünyayı insana gösteriyordu. Bir saat çok hızlı geçmişti, mola verip karınlarını doyurdular. Son yol biraz yokuş aşağıydı. Kimisi kaymaya niyetlense de öncü onları uyardı “Lütfen benim sorumluğumdayken bir yerinizi sakatlamayın.” Yaşlılar bozulmuştu, çocuk gibi azarlandıklarını hissettiler. Neyse ki göle varmışlardı, kampüse dönecekler bir sonraki dağ gezisinde kısa saçlı kızı tercih edeceklerdi. Çünkü o grubun uzaktan şarkı söyleyip dans ederek geldiklerini görmüşlerdi.

Battal Bey en önde kızla kendilerince uydurdukları vahşi doğa dansını yapıyorlar, elleri havada bir ileri bir geri gidip “Oho oho” diye hayvan sesi çıkarıyorlardı. Hippi çocuğa kızgın bir şekilde baktı A grubu. Yaşlıları asla memnun edemeyeceğini anlayan öncü kaçar gibi araca gitti. Battal Suzan’ı elinden tutup dansa zorlamamıştı. Suzan ilgi boşluğu yaşıyordu.

Servis huzurevine vardığında meydanda bir kalabalık görüldü. Kapı açılınca Cesur aracın içine girip açıklama yaptı, Mithat Bey hayatını kaybetmişti, onun cenaze töreni vardı. Kumru ağlamaya başladı, Vehbi ona mendil uzatıyordu. Suzan kötü olmuştu. Battal ise araçtan atlayıp meydana koşar gibi gitmişti. Arkadaşlarını kaybetmişlerdi. Hiç konuşamadıkları arkadaşları artık yoktu.

Suzan çeşmede elini yüzünü yıkadı, ağlayamıyordu. Yönetici adama kızgındı. Eğer Mithat hastaneye kaldırılsaydı iyileşebilirdi. Ahmet bir köşede July ile taziyeleri kabul ediyordu. Suzan ona başsağlığı Ahmet’e de uzun ömür diledi. Kısa bir konuşma yapılacaktı. Döpiyesli müdire geldi “Mithat Bey buraya geldiğinde zaten çok hastaydı, bu süreçte elimizden geleni yaptık, ne yazık ki bugün onu sonsuzluğa uğurluyoruz, mekânı cennet olsun” dedi ve yönetim binasına doğru gitti. Kapıda müdür ona pis pis sırıtıyordu. Suzan bu gülüşü tanıdı, dün gece şapkadan Pamuk’u çıkaran sihirbazın gülüşüydü. Acaba psikolog Arzu’ya mı gitmesi gerekiyordu.

Meydandaki sandalyelerde bir süre sessizce oturdular. Cenaze çoktan mezarlığa gitmişti. Cesur yeni gelenlere etrafı tanıtıyordu. Akşama hoş geldin partisi vardı. Kim eğlenebilecekti ki? Bol aktiviteli kampüs keyfi bazen zorunluluğa dönüşüyordu. Suzan ruh gibiydi. Odasına doğru gidiyordu. Sahilde yalnız gezinen Eflatun’u gördü. Eflatun ona el salladı. Suzan yanına gitti. Eflatun “Suzan bak bugün deniz çok dalgalı, bize bir şeyi ifade ediyor değil mi? Aramızdan ayrılan biri için hırçınlaşıyor. Belki de onun ruhu bize bir şey anlatmaya çalışıyor. Bu dünyada yarım kalmış işleri olabilir. Onu son gördüğümde bana gitmemi söyledi.” Suzan şaşırdı “Mithat Bey konuşamıyordu ki?” Eflatun Suzan’ın gözlerine baktı “Git dediğini gözlerinden okudum” Suzan “Giden kendisi oldu.” Eflatun “Belki ruhu burada hala bizimle!” Suzan “Mithat Bey artık özgür” deyince Eflatun gerildi “Haklısın belki de mutlak özgürlük ölümledir. Karar verdin mi?” Suzan “Neye?” Eflatun ciddileşti “Adaya gelecek misin?” Suzan derin nefes aldı “Siz Suzan’la mı adaya gitmek istiyorsunuz yoksa herhangi biriyle mi?” Eflatun sesini çıkarmadı. Suzan “Beni tanımıyorsunuz, tanımak için çaba sarf etmiyorsunuz. Birbirimize uygun muyuz?” Eflatun Suzan’a sarıldı. Suzan donakaldı. Yıllar sonra bir adam ona sarılıyordu, içinde hiç sevgi kırıntısı görmediği filozof adam. Sormaya çekindi, daha önce birini sevmiş miydi? Hiç âşık olmuş ya da aşk acısı çekmiş miydi? Şu an ne hissediyordu? Eflatun “Kendimi yıllar sonra toprakaltından çıkarılmış bir erkek heykeli gibi hissediyorum. Kafam dolu ama vücudum katı. Zihnimde bir sürü soru mükemmel cevabı bekliyor.” Suzan cesaretini topladı ve onun elini tuttu “Eflatun kendini rahat bırak!” Eflatun denize baktı, Suzan’ın elini öptü “Deneyeceğim!” dedi ve kayığına doğru yürür. Suzan adamın git-gel yaşamasını sorguladı ilaç mı alıyordu yoksa adadaki yalnızlık mı onu bu hale getirmişti. İyi hoştu ama her şeyin fazlası zarardı. Böyle giderse Eflatun Diyojen olacaktı. Suzan ona yardım etmeye karar verdi. Bir dahaki karşılaşmada ona adaya gitme fikrine sıcak baktığını söyleyecekti. Kocasına ettiği yardımın binde biri bile balkonun altına gelip ona şiir okuyan adama değerdi.

Odaya girdiğinde Pamuk yerde yatıyordu, açlıktan büzülmüştü, ona mama almayı unuttuğunu hatırladı, yanındaki ton balıklı sandviçten verdi. Suzan’a mesafeli davranıyordu, yalnız bırakıldığı için küsmüş olabilirdi. Bolca su içip banyoya gitti. Suzan onu veterinere götürmeyi düşündü dışarı nasıl çıkaracaktı, çıkarınca nasıl içeri sokacaktı? Yemekten sonra biraz hareketlenmesi rahatlama yarattı. Küvetine uzanıp uyudu. Suzan da balkona çıkıp oturdu. Uzun bir süre denizi izledi. Hiçbir şey düşünmemeye gayret etti, zihnini boşaltmak ona iyi gelecekti. Güneş altında uyuyakaldı. Arada uyanıyor denizin dalga sesleriyle tekrar uykuya dalıyordu. Banyoya gittiğinde yüzü bir elma kadar kırmızıydı. Hemen duşa girdi. Yüzüne ve kollarına rahatlatıcı kremler sürdü. Akşam yemeği için hazırdı.

Yemekte ölüm sessizliği hakimdi, Tezer ve arkadaşları gelene kadar. O kadar anlamsız gülüp eğleniyorlardı ki Suzan içlerindeki mutsuzluğu bastırmak için rol yaptıklarına kanaat getirdi. Ahmet ve July yemeğe gelmemişlerdi, Battal da ortalarda yoktu. Liza hızla salona girdi. Suzan’ı görünce yanına geldi, ikisi selamlaştıktan sonra anlatmaya başladı. İki gündür villasında kalıyordu. Bir alıcı çıkmış fiyatı düşürmeye çalışmıştı ancak Liza sabretmeyi biliyordu. Bütün gün gelenlere evi gezdirmişti. En sonunda Çinli bir çift evi almaya karar vermişlerdi. Suzan Liza’yı tebrik etti. Evrak işleri pazartesiye kalmıştı. Liza birkaç gün daha huzurevinde kalacak, evi satıp hemen Fransa’da anlaştığı bir huzurevine gidecekti. Salı gününe ayarladığı uçak bileti rezervasyonunu gösterdi. Oraları o kadar özlemişti ki kokusu burnunda tütüyordu. Gözleri nemlenmişti ne de olsa genç kızlığı orada geçmişti. Eski lise arkadaşlarının hepsinin ölmüş olmasına çok üzülüyordu. Ancak yeni arkadaşlar edineceğine emindi. Suzan kendini Fransa’da değil Eflatun’un adasında düşünürken buldu. Liza’ya anlatmak istedi ancak kelimeler boğazına geri gitti. Belki onu anlayamazdı “Bu kadar erken nereye gidiyorsun kuzum? Kampüsün tadını çıkar sonra git” derdi. Kendisi uzun zamandır oradaydı, sıkıldığı için gidiyordu. “Değişiklik iyidir” dedi Liza “Zihni dinç tutar!” Suzan sandalyelerin örtüsüne baktı, mavi kadifeydiler bu akşam. Liza, Mithat Bey’in artık ışıklı bir kentte olduğuna kanaat getirip meseleyi kapadı. Suzan’ı zorla hoş geldin partisine götürdü.

Eski dostu Mario Bey ile karşılaştı Liza. Kampüse yeni katılmıştı. Mario yetmiş yaşında olduğunu söylemişti ancak altmış gösteriyordu. Kas yaptığını, yüzme olimpiyatlarına katılmayı kafasına koyduğunu anlattı. Suzan adamın rahat ve sempatik tavrından çok etkilenmişti. O lavaboya gidince Liza, Suzan’a Mario ile bir ilişki deneyebileceğini ima etti. Suzan utandı. Adama o gözle bakınca çok yakışıklı olduğunu fark etti. Liza döküldü, Fransa’da yatılı okulda okurken Roman adlı bir gence aşıktı ve onun kaldığı huzurevine gidecekti. Mario, Roman’ın sağlığını sordu. Liza kendisi gibi dinç olmasını umduğunu ama yatalak çıksa bile onunla vakit geçirip boğazında kalan aşkı yaşayacağını itiraf etti. Suzan, Liza’yı sevmeye başlamıştı. Dürüsttü her şeyden öte düşündüğünü söylüyor ve insanları sınıflara ayırmıyordu. Son aşamada hasta-sağlam ayrımını bile kafasından atmak üzereydi. Mücella’ya ne olduğuyla ilgilenmiyordu oysa Suzan buradaki tüm arkadaşlarının sağlık takiplerini yapıyordu, üzerine düşmese bile. Belki o bir kurtarıcıydı Liza da sefa sürücü.

Mario, Suzan’a bir bardak portakal suyu getirdi. Suzan bu hareketini çok centilmence buldu. İkisi bir süre sohbet ettiler. Liza erkenden yatmaya gitti, yüzündeki kırışıklıklar artsın istemiyordu. Pazartesi akşamki veda yemeği için onlardan söz aldı. Mario ile uzun süre konuştular. Mario onu dinledi. Suzan anlattı, bazen boş konuşup konuşmadığını sorguladı. Mario devam etmesi için onu telkin etti. Kampüste tanıştığı en normal adamdı. Suzan Pamuk için birkaç yiyecek attı çantasına. Mario ile bir sonraki görüşmeleri yüzme havuzunda olacaktı. Suzan elektrik kaçağını düşündü, Allah’tan Mario açık havuzda yüzüyordu. Üstelik tuzlu su havuzuydu. Suzan onu izlemeye gelecekti. Söz verdi.

Odasına giren Suzan bir gariplik sezdi. Ayışığı yatağına vuruyordu. Balkon kapısını açtı, deniz durgundu. Banyoya gitti ve bir çığlık attı. Pamuk küvetin içinde cansız bir halde yatıyordu. Embriyo haline gelmişti. Suzan inanamadı bütün tüyleri dökülmüş olmasa başka bir kedi olduğunu düşünecekti. Arkasını döndüğünde Rosa’yı gördü. Kızın gözleri büyümüştü. Hemen banyo kapısını kapadı. Elleri titriyordu, panik içinde kediyi kâğıt havluya sardı. Suzan’ı klozetin üzerine oturttu. Suzan yas yasa ağlıyordu. Gözyaşları kollarından süzülmüştü. Rosa bir yandan ona mendil veriyor diğer yandan da kedinin tüylerini küvetten ilaçla temizliyordu. Pamuk gitmişti. Rosa onu sakinleştirmeye çalıştı. Kedi embriyosunu aldı kapıdan çıkmadan uyardı. Bu yaşadığı ikisi arasında kalacaktı. Dışarıdan canlı hayvan getirmek yasaktı, eğer duyulursa Rosa işten atılabilirdi. Suzan Rosa’yı çok seviyordu onun işsiz kalmasını istemezdi. Rosa söz vermesini istedi, Suzan kendini toplayacağını sırrı ölene kadar saklayacağını söyledi. Rosa onun için küveti hazırladı, Suzan böylece rahatlayacaktı. Pamuk için gerekeni yapıp geri geleceğini söyledi. Ona kurabiye ve süt getirecekti. Suzan sütü içtikten sonra bebekler gibi uyuyacaktı.












ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.