15 Ekim 2018 Pazartesi

Capharnaüm


"Karamel" ve "Peki Şimdi Nereye?" isimli uzun metraj filmleriyle tanınan Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki'nin son filmi ""Kefernahum" içimize işliyor. Dokunaklı senaryosu, gerçekçi çekimleriyle film izleyiciyi o atmosfere alıp yerleştiriyor. Zain, 12 yaşlarında bir çocuktur. Yaşını bilemez çünkü kimliği bile çıkmamıştır. Bir sürü kardeşiyle yaşar, gece gündüz onlara bakabilmek için çalışır. Anne ve babası sorumsuzca çocuk doğurmaya ve onları sokaklarda süründürmeye devam ederler. Zain kız kardeşi yanında çalıştığı bakkal ile evlendirilince tepki olarak evden kaçar. 
Zain nenesine gidecekken otobüste gördüğü garip kostümlü adamın peşinden gider ve kendini bir lunaparkta bulur. Ne de olsa çocuktur. Biraz yaramazlık yaparken vakit geçer, ona yemek veren başka bir göçmen kadınla yolları kesişir. Bebeği olan kadın konteynerde yaşar. Zaim karın tokluğuna çocuğa bakar. Bir gün kadının ortadan kaybolmasıyla Zaim günlerce süren hayat mücadelesine başlar. Bir kendinin bir de kadının küçük bebeğinin hayatı söz konusudur. 
Zain bir süre sonra eve dönünce zorla evlendirilen kız kardeşinin hamile kalınca öldüğünü öğrenir. Gözü hiçbir şeyi görmez ve onun kocasını bıçaklar. Küçücük ellerine kelepçe takılır. Hapiste zaman geçiren Zaim'in diğer çocuklardan tek farkı karakteridir. Ses getirecek bir ilke imza atar. Ailesine dava açar. Onu dünyaya getirdikleri için dava edilen ailesi kendini savunur "Bize böyle öğretildi".
Nadine Labaki, 12 yaşında bir çocuğun neler yapabileceğini, isterse dünyayı bile değiştirebileceğini gösteriyor. Bu durumda iş büyüklere ve yasalara kalıyor. Film mendille izlemek şart! İyi seyirler.



UZUN BİR GÜNDEN GECEYE YOLCULUK- LONG DAY‘S JOURNEY INTO NIGHT- DI QIU ZUI HOU DE YE WAN


"Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk" filmi 130 dakika. İlginç olan ise filmin tek planlı son sahnesinin üç boyutlu olması. Gözlüğü ne zaman takacağız diye düşünürken yönetmen filmin başında uyarıyor; "Lütfen kahramanımız gözlük takınca siz de takın". Bir bakıma heyecanla gözlüğü takmayı bekliyorsunuz. Ne olacak diye...
Filmin senaristi ve yönetmeni olan Gan Bi mekan olarak Kaili'yi seçmiş. Yıllar önce ayrıldığı kentine unutamadığı bir kadını aramaya gelen Luo Hongwu'yu anlatıyor. Hayal ile gerçeğin birbirine geçtiği, masalsı anlatımın bazen rüyaya dönüştüğü film film. "O kadını bulmak ne kadar önemli?", "Gerçekten ona aşık mıydı?", "Kadını tanıyacak mı?". Bu tür sorular aklımızda uçuşurken kahraman bir bakıma karşısına çıkanı yaşıyor. Yavaş yavaş, acele etmeden, karşısına çıkan her kadına "o kadın" olması için bir şans veriyor.
İyi seyirler.))

Woman at War- Kona fer í stríð


Filmekimi'nde gitmek istediğim filmlere yer bulamayınca şansımı başka filmlerde denemek istedim. İyi de yapmışım, neticede herkes Gaspar Noe hayranı olduğu için! bize yer kalmadı. Kapıda 50 dakika bekleyip eli boş dönmek de insanı üzerdi. Hemen İzlanda filmi buldum. "Woman at War". En sevdiğim sahne, kalın kazaklı İzlandalıları dağlarda görmek. Tabii filmden alınan sahne önemli. Ne izleyeceğimin araştırmasını yapmak yerine direkt izlemeyi tercih ediyorum. Bazen adı bazen de bir fotoğraf onu seçmem için yeterli oluyor. Benedikt Erlingsson, Olafur Egilsson ile birlikte senaryosunu yazmış ve filmi tek başına yönetmiş. 
Halla, 50 yaşlarında bir aktivisttir. Aynı zamanda koro şefi olarak da çalışır. Ok atmasını bilir, sağlam bir vücut direnci vardır. Kendini bu konuda geliştirir. Çünkü elektrik tellerini koparıp kesmek bir kadın için zordur.) Halla, çevreyi ve ülkesini kirleten fabrika ile tek başına mücadele eder. Bazen ona destek olan insanlar çıksa da halkı kendi tarafına çekmek zordur. Siyasetçiler ve iş adamları fabrikanın ülke geleceği olduğunu vurgulayınca işler değişir. "Dağ Kadını" halk kahramanı olmaya çalışırken birden halk düşmanı olarak görülmeye başlar. Bu da siyasetçilerin kirli oyunlarından biridir. Doğanın sanayileşme uğruna mahvolmasını istemeyen Halla, büyük eylemine hazırlanmaya başlar. Ancak bu sırada yaklaşık 4 sene önce evlatlık almak için başvurduğu kurumdan yanıt gelir. Annesiz babasız olan küçük kız Ukrayna'da onu beklemektedir.
Halla yine de eyleminden vazgeçmez. Bu kez arkasında uzak kuzeni ve yogacı kardeşi Asa vardır. Halla'nın yolculuğu başka bir boyuta taşınsa da umut hep vardır.





1 Temmuz 2018 Pazar

The Bookshop


Penolope Fitzgerald'ın romanından uyarlanan filmi Katalan yönetmen Isabel Coixet yazıp çekmiş.) Bir kadının öyküsünü en güzel bir kadın anlatır neticede...
Florence kocasını 2. Dünya Savaşında kaybetmiştir. Kasabada dul olarak nitelendirilen kadınlardan biridir. Evinde oturmak yerine uslu durmaz. Yaptığı tek şey de izbe bir mekanı kitabevine çevirmesidir. Bu kararından şehrin zenginleri olsun, esnafına kadar herkes rahatsız olur. Zaman zaman işbirliği yaparak onu caydırmaya çalışırlar.  Kendi avukatı bile başkasına çalışır. Alt tarafı düzgün bir şekilde insanların aydınlanması için kitap satacaktır. Geri düşünceler ve kıskançlıklar peşini bırakmaz.
Florence bu süreçte sakin ve saygılıdır. Kocaman evinde yalnız yaşayan kasabanın yalnız adamını bile evden çıkarır. Ona kitap gönderip fikir alış-verişi yaparak yeniden yaşadığını hissettirir. Herkese bir şeyler öğreten kadın, yanına aldığı küçük kıza da okuma sevdasını bir kitaplık bile olsa aşılar. Sadece sevgi ile altından kalkmaya çalıştığı girişimi üst düzey bağlantıların gücüyle yerle bir olur. Buna dayanamayan kadın kasabayı terkeder. Geride küle dönen kitabevi bırakarak...
Unutmayalım ki kitap aydınlık getirir, karanlıklar ancak okumayla aşılır. Bilinçli bir okumayla tabii ki! İyi seyirler.)

Unsane


Steven Soderbergh film çekmiş hem de IPhone ile! Koşun dostlar koşun!
Uzun zamandır güzel bir gerilim filmi izlemediyseniz Unsane tam hedefte!
Saplantılı derecede kendisine takmış olan adamdan kurtulmak için şehir değiştiren Sawyer, nereye baksa o adamı görmeye devam eder. Üstelik işinde yükselmek üzeredir. Patronundan şüphelenip kademe atlamayı bile öteler. Tek korkusu eskisi gibi stalklanmaktır.
Bir noktada yardım almak için hastaneye gider. Çünkü en son flörtü ile kötü bir tecrübe yaşamıştır. Bir takım tetkikler yapılır ve Sawyer geçici bir süre hastanede misafir edilecektir. Önceleri o kadar sert tepki vermese de bir takım garip olayların döndüğünü anlar. 
Hastanede hasta kılığındaki gazeteci Nate ile arkadaş olur. Onun sözünü dinler hastane yönetimi sigortadan para almak için 1 hafta orada tutulacaktır ve sakin kalmalıdır. Yoksa dışarı çıkamaz. Sawyer annesine haber vermek zorunda kalır çünkü saplantısı hemşire kılığında hastaneye sızmıştır. Kimse Sawyer'a inanmaz. İş başa düşmüştür. Sawyer hayata tutunmak için mücadele etmek zorundadır.
İyi, heyecanlı seyirler.)

L'amant d'un jour


Jeanne bir gün ağlayarak babasının evine döner. Nişanlısı ile ayrılmıştır. Babası onu içeri alır ve salonda kalabileceğini söyler. Çünkü artık yalnız değildir, sevgilisi vardır. İşin ilginç yanı ise sevgilisi kızı ile yaşıt Ariane'dir. İkisi önceleri mesafeliyken Jeanne aşk krizlerini Ariane sayesinde atlatır. Reddedilmeyi hazmedemeyen kız intihara bile kalkışır. Her daim yanında babasının genç sevgilisi vardır.  Ona destek olur yaşama tekrar tutunmasını sağlar. 
Bu arada Jeanne Ariane'yi bir playboy dergisinde görür ancak babasına söylemez. Ortaya dökmeden onun iyiliğine karşılık vermiştir.
Her şey yoluna girerken Ariane uslu durmaz. Yaptığı küçük kaçamaklar bir gün hem üniversitede hocası hem de sevgilisi olan Gilles tarafından yakalanır. İpler kopar. Jeanne yardım edemeyecek pozisyondadır.
Jeanne eski sevgilisiyle barışır ve babasıyla kutlama yapar. İkisi de normal hayata geri dönerler. Aşk-seks -tutku-terk edilme acısı yaşanmış bir şekilde.
"Lover For A Day"i izleyince Woody Allen filmleri gelse de aklıma daha ciddi ve sade bir bakış açısından anlatılıyor. İyi seyirler.))

Sicilian Ghost Story



Fabio Grassadonia ve Antonio Piazza'nın birlikte yazıp yönettiği "Sicilian Ghost Story" gerçek bir olaydan alınmış. Sicilya'daki mafya olaylarında babasının polisle işbirliği yapmasını hayatıyla ödeyen Giuseppe'nin başına gelenleri anlatıyor. Daha doğrusu ona aşık olan sınıf arkadaşı Luna'nın hissettikleri filme yön veriyor. 
Asil ve gizemli duruşuyla Luna'yı kendine aşık eden genç çocuk onunla vakit geçirmekten hoşlanır. Ta ki kaçırılana kadar. Nerede olduğu merak konusudur. Ancak ne polis ne okuldakiler ne da ailesi bir hamle yapar. Sadece Luna sevdiğini arar ve onu unutturmaz. Maalesef Giuseppe bir bodrum katında hapsedilmiştir ve salıverilmeyi bekler. Onun da yapacak bir şeyi yoktur. Babası ve dedesi bile onu kurtarmaya gelmediği için istenmediğini düşünür. Tek sığındığı Luna'nın ona yazdığı aşk mektubudur. Ona güç veren tek şey sürekli okuduğu kağıttadır.
Luna ise sevgilisinin yok olmasına katlanamaz derin bir bunalıma girer. Annesi ile yaşadığı sorunlar su üstüne çıkar. Gördüğü rüyalardaki mekanlara gidip Giuseppe'yi arar. Bazen ona ulaşır bazen de ulaşamaz. Şiirsel bir dil yakalayan film karanlık bir atmosfere sahip. Oldukça derin işlenen konusu İtalya'nın güzide adası Sicilya'da böyle bir şey yaşanmamalı dedirtiyor izleyiciye.
Umarım ki Giuseppe'ler mafya uğruna ölmez. İyi seyirler.))

Ahlat Ağacı


Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi "Ahlat Ağacı" bol diyaloglu.))
Cannes Festivaline zar zor alınan ve 15 dakika alkışla geri dönen film izlenmeyi hak ediyor. 
"Uzak" en favori filmimdir. Sinematografik açıdan farklı olup yeni bir çığır açtığı, tüm genç yönetmenlerin NBC tarzı film yapmaya zorladığı için...
Çanlı Sinan, üniversiteyi Çanakkale'de okumuş mezun olunca evine dönmüştür. Atanamayan Öğretmenlerin derdini yaşamaya başlar. Önce kitabını bastırmaya çalışır. Sponsor, destek arar, tecrübeli yazarlarla konuşur-tartışır. KPSS'ye girer. Bu süreçte babasının at yarışı tutkusu ve bu uğurda yaşadıkları sinirini bozar. Yine de bir hamle yapmaz. Kaderine boğun eğer. Annesinin içinin geçmişliğinin babasından kaynaklandığını düşünür. Hatta kitabı çıkınca ona ithaf eder. Her ne kadar annesi yerine kitabı babası okumuş olsa da... Bir bakıma Sinan kendi çukurunda çabalar. Askere gider, gelir tekrar başa döner. Babası borçları ödemiş köydeki baba ocağına dönmüştür. Annesi de kız kardeşiyle Çan'daki yaşamlarına devam etmektedir. Neyse ki anladığı tek şey babasının değersiz olmadığıdır. 
Bağımlı babaların, iş arayan gençlerin, hayallerin peşinde koşan yazarların, açık görüşlü imamların, cingöz köylü kızların sesi olan NBC sizi anlıyorum diyor. Ülke gerçeklerinin değişen ve değişmeyen değerlerini Ahlat Ağacı filminde işliyor. 
Kendimce doğal oynayan-gerçekçi 'es'lerle konuşan oyuncuları görmek isterdim. Buna en iyi örnek de hem senarist olan muhafazakar imamdır:)
Kimisini dizilerde kimisini komedi gösterilerinde gördüğümüz oyuncuların performansını eski bağımsız yönetmenin filminde görmek isteyenlere iyi seyirler.))

The Third Murder


"Benim Babam, Benim Oğlum", "Küçük Kız Kardeşim" ve "Kimse Farketmiyor" filmlerini beğenerek izlediğim yönetmen Hirokazu Koreeda bu kez bir suç-cinayet filmine imza atıyor. 
Misumi, bir akşam dere yatağına götürdüğü patronunu öldürür ve sonra onu yakar. Suçunu kabul eder, her şeyi itiraf eder. Dava kapanmadan genç avukat Shigemori devreye girer. İdam cezasını müebbete çevirmek gibi bir derdi vardır. Hapishaneye giderek Misumi'yi konuşmaya zorlar. Her seferinde farklı şeyler söylemesi diğer avukatları rahatsız etse de Shigemori işin peşine düşer. Patronun kızıyla cinayet mahallinde karşılaşır. Bunun gibi ipuçları genç kızın babasının katilini daha yakından tanıdığı göstermektedir. Avukat gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışır. Patronun karısının cinayet zanlısına rüşvet karşılığı fabrikada yolsuzluk yaptırdığını, kızın babası tarafından küçüklüğünden beri tecavüze uğradığını ve annesinin buna ses çıkarmadığını anlar. 
Bu zorlu dava devam ederken avukat kendi kızıyla olan ilişkisinde de sıkıntılar çeker. Babasının ilgisini çekmek için küçük hırsızlıklar yapan kız biraz inat olsa da amacı onun eve geri dönmesidir.
Misumi de kızının olduğunu ve cinayetten sonra onu reddettiğini söyler. Tek derdi kızına kötülük yapan adamı ortadan kaldırmaktır.
Japon kültüründe yalan söylemenin pek yeri olmadığı için dava katil zanlısının dediklerinden yola çıkılarak yol alıyor. Deliller ve maktulün ailesinin yaptıkları geri plana itiliyor. En azından filmde böyle işleniyor. Bol ödüllü filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler.)

Isle of Dogs


"Isle of Dogs" Wes Anderson'ın yazıp yönettiği son filmi. Benim gibi stop-motion animasyon sevenler için hazine:)) İngiltere'deki stüdyoda çekilen filmin sergisine denk gelmiştim. Ve vizyona girdiği ay tüm sinema dergilerinde Köpekler Adasından bahsediliyordu. Animasyon ekibi, Japonca çevirmenler, seslendirmenlerin ne kadar özenle çalıştığı yönetmen Anderson'ın röportajında anlatılıyordu. Bu arada filmdeki Japonca diyalogların alt yazısı yok. Tercih meselesi tabii.
Megasaki belediye başkanı Koboyashi kendi iktidarını kurmuştur. Tedbiri elden bırakmamak için köpeklerin hastalıklı olduğunu halka söyler. Köpek sahipleri ne yapacaklarını bilmezler. Bilim adamı Watanabe çaresini bulmak için çabalarken başkan tüm köpekleri terkedilmiş adaya gönderir. Buna evlatlık Atari'nin köpeği de dahildir. Küçük Atari hastayken ona destek olan köpek şimdi belirsiz bir yerdedir. Atari kendini toplar ve küçük uçağıyla adaya gider. Onu almaya gelen destek ekibi köpeklerle alt eder.
Adadaki köpekler bir parça yemek atığı için savaşır durumdadır. Kirden siyaha dönen beyaz köpekler, terkedilmiş süs köpekleri ve ısıran sokak köpekleri adada uyumlu bir şekilde yaşamaya çalışırlarken küçük Atari çıkagelir. Bu da onların hayatını değiştirecek olayın başlangıcıdır.
Eski köpeğini arayan Atari adanın tehlikeli kısmına geçer. Bu sırada başkan seçime hazırlık yaparken köpekleri nezleden kurtaracak formülü bulan bilim adamını ortadan kaldırırlar. Değişim programıyla Amerika'dan gelen lise öğrencisi Atari'ye aşık olmuş ve köpekleri kurtarmak için çevresindekileri organize etmeye başlamıştır. Kötüler büyürken iyiler de savaşmaya hazır hale gelir. 
Atari köpek dostlarıyla badireler atlatır ve eski dostuna kavuşur. Amaç hep birlikte şehre dönüp başkanın ambargosunu kaldırmaktır.
Güzel ve duygusal bir film izlemek isteyenlere iyi seyirler.)) Köpeği olanlar mutlaka izlemeli!

15 Mayıs 2018 Salı

Nuummioq



Bir Grönland filmi izleyeyim diyen olursa "Nuummioq" şiddetle önerilir.)
Torben Bech ve Otto Rosing'in yönetmenliğini yaptığı film 1 saat 35 dakika. Sade bir dille anlatılan film, Lars'ın hayatına odaklanıyor. Kuzeni ve şişman arkadaşıyla takılan, gerektiğinde dağdan koyun avlayan, kızlarla düzgün ilişki kuramayan Lars aniden kötü bir hastalıkla tanışır. Fazla zamanı kalmamıştır. Ne yapacağını bilemez zaten pek bir şey yapmamaktadır. Ona kalan geçmiş sırlarını öğrenmektir. Ailesinin başına gelenler onu nasıl etkilemiştir?
Lars yavaş yavaş hayatının değerli olduğunu anlar. Son zamanlarda edindiği kız arkadaşı da hep yanında olma sözü verir. Onu seven kuzeni ve ailesi de destekçisidirler. Tek yol Danimarka'ya gidip tedavi olmaktır. 

Marti, dupã Crãciun


"Tuesday After Christmas" filminde Paul'ün orta yaş bunalımına tanık oluyoruz. Bir kadının gözünden ancak bu kadar yumuşatılabilir:)) Bükreş'te karısı ve kızıyla yaşayan Paul, aynı zamanda başka bir kadınla birliktedir. İki hayat yaşamak ona zor gelmeye başlar. Hangi tarafa ait olduğu konusunda film boyunca pek renk vermez. Ailesiyle olan zamanda normal bir baba, sevgilisiyle olan zamanda tam bir 'boy friend' karakterine bürünür. 
Noel yaklaşırken karısı aile kutlaması ve kızının Noel babadan hediye alma şeklini en ince ayrıntısına kadar düşünür. Paul'ün aklı aniden annesinin yanına giden sevgilisindedir. Bir yalan uydurup onu görmeye gider. Sevgilisinin annesi de bu ilişkiden pek hazzetmemektedir. Oysa aşıklar kimseyi takmazlar, sessiz ve sakin direnirler.
Paul sıradan bir günde karısına her şeyi itiraf eder. Ne olduğunu anlamayan kadın aklı selim kalmaya çalışır. Tabii elinden geldiğince... İkisi anlaşırlar yeni yıldan sonra artık değişik bir hayatları olacaktır.
Aile ilişkilerini sorgulayan, doğal ve güzel bir film. İyi seyirler.)

10 Mayıs 2018 Perşembe

The Whiskey Bandit


Nimrod Antal'ın yazıp yönettiği "The Whiskey Bandit" Macaristan yapımı macera filmi. Aslında Attila Ambrus'un hayat hikayesini konu alıyor. Romanya'dan genç yaşta kaçıp Budapeşte'ye gelen bir buz hokeyi oyuncusunun hayallerinin nasıl şekil değiştirdiğini anlatıyor. Biraz mecburen sonra da lüksten...
Attila aile sevgisinden uzak büyümüştür kleptomani hastalığı vardır. Ona bakan nenesi de ölünce yetiştirme yurduna verilir. Küçüklüğünden beri buzda kayarak sporcu yeteneğini geliştirmiştir. Romanya'daki Ceauşescu baskısından bir trenin altında kaçarak Macaristan'a sığınır. Bir spor salonunda kalmaya ve buz hokeyi oynamaya başlar. O sırada kendine yeni arkadaşlar edinir, hatta bir kıza da aşık olur. Önündeki en büyük engel vatandaşlık konusudur.
Bakanlıkta çalışan birine para öder ancak bu kimlik kartı için yeterli değildir. Attila ne yapacağını bilemez ve gözünü karartıp banka soyar. Ödemeyi yapınca  kimliğine kavuşur. Bu soygun gözüne yeterli görünmez. Hem sevgilisinin ailesi zengin damat adayı istemektedir hem de Attila bu başarıya bağımlı hale gelir.
Üst üste defalarca banka soyar ve hiç yakalanmaz. Banka soymadan önce sürekli viski içmeye başlar. Halk gözünde kahraman olsa da polis peşindedir. Attila asıl hatayı bir arkadaşını yanına ortak alarak yapar. Sayısız banka soyup parayı dünyayı gezerek yerken ortağı onu ele verir. Sınırda yakalanan adam polis göz altısından bile kaçmayı başarır. 
Şimdi Romanya'da hapiste öğrendiği çömlekçilikle para kazanan Attila'nın ilginç öyküsü çok güzel işlenmiş. İyi seyirler:))

You Were Never Really Here



Jonathan Ames'in kitabından uyarlanan 'Hiçbir Zaman Burada Değildin'in yönetmeni Lynne Ramsay. Neonlu tabelalar, derin müzikleriyle filmin atmosferi izleyicinin aklına kazınıyor. Joaquin Phoenix'in oyunculuğundan öte büründüğü karakter gerçekten etkileyici görünüyor. Küçük kızın masumluğu ve bakışındaki yardım çığlığı filmi sessiz ama anlamlı hale getiriyor.
Uzun savaşlardan sonra çocukluk psikolojisinin de altından kalkmaya çalışan Joe acımasızlığıyla bilinir. İşleri kökünden halleden adama son gelen iş senatör adayının kaçırılan kızını bulmaktır. Küçük kızların satıldığı yerde gördüğü sübyancıları acımadan öldürerek izleyiciye katarsis yaşatan Joe, çoktan kahraman olmuştur. 
Kızı bulan adam görevini yerine getirmek üzereyken kendini bir komplonun içinde bulur. İşi ona veren adam ve kızın babası artık ölüdür! Silahlar bu kez ona döner. Joe, yalnız yaşayan annesini de bu uğurda kaybedince işin peşini bırakmaz. Oysa küçük kız da ondan cesareti alıp çoktan kendini korumaya almıştır. 
Özellikle kahvaltı yaptıkları mekandaki son sahne çok etkileyici. Umut ve umutsuzluğu iyi anlatıyor. Kızın dediği gibi "Bugün güzel bir gün". İyi seyirler.)

Happy End


"Mutlu Son" Michael Haneke'nin yazıp yönettiği son filmi. "Aşk" filminden sonra uzun bir ara veren yönetmen bu kez Fransız zenginleri ve arka plandaki göçmenleri konu alıyor. Diğer filmleri yanında daha naif kalan Mutlu Son izlenmeye değer. 
Laurent Ailesi inşaatlarından gelir elde eden üst tabaka bir ailedir. Büyükbaba Georges yaşı geldiği için bir an önce ölmek ister. Anne ise evin ablasıdır, şirketteki işleri o yürütür ve işi ilerletmek için Amerikalı bir avukatla yakınlık kurar. Thomas da ikinci evliliğini yapmış ve bir çocuğu olmuştur. Ancak ilk karısının ölüm döşeğinde olmasıyla kızını da yanına almak zorunda kalır. Önceleri her şey mükemmel gibi görünse de küçük kız Eve'in gözünden herkesin gerçek yüzü bir bir açığa çıkar.  Haneke bu durumu kızın saflığıyla vermesi inanılmaz başarılı.
Filmin inşaattaki toprak kaymasıyla başlaması, Anne Laurent'in işçilerin suçlamalarını bastıracak yöntemler bulması güçlü-zengin, fakir-zayıf çatışmasını bize anlatıyor. Finale doğru aile yemeğine çağrılan göçmenlerin oradan çıkarılması beklenirken masa kurulup onlara ziyafet çekilmesi ise neticede kabullenilmesi gereken bir sorunu önümüze getiriyor. Karakterlerin zayıflıkları da filmin temel noktalarından. İzlenmesi en güzel Haneke filmi olabilir:)) İyi seyirler.

Las herederas


Marcelo Martinessi'nin yazıp yönettiği film Paraguaylı zenginleri konu alıyor. Daha doğrusu ailesinin zenginliğini yavaş yavaş satıp yiyen orta yaş kuşağını...
Chela ve Chiquita yaklaşık 30 senedir birlikte yaşamaktadırlar. Chela ara sıra resim yapar, Chiquita kadar girişken ve güçlü bir yapıya sahip değildir. Sürekli üzerine titrenmesi ve bir dediğinin iki edilmemesi onu naif ve kırılgan yapmıştır. Chiquita borçlarından dolayı kısa bir süreliğine hapse girer. Chela önceleri buna üzülse de zamanla yeni arkadaşlar edinir ve kendini bulmaya başlar.
Zengin komşusunu arkadaşlarıyla buluşmaya eski model arabayla götüren Chela orada gördüğü genç ve güzel bir kızı beğenir. Kızın annesinin hastalığı için ona yardım etmeye karar verir. Bu arada Chela zengin komşuların özel şoförlüğünü yaparak biraz para kazanmaya başlamıştır. Çünkü evdeki eşyaları satarak bir yere varamamışlardır.
Yıllar sonra Chiquita'nın himayesinden çıkan kadın yeni heyecanı bulmuştur. Tamam mı devam mı sorusu aklına yerleşirken sevgilisi hapisten çıkagelir. İlk olarak arabayı satmaya karar verir. Oysa Chela'nın yeni hayatı o eski model araba sayesinde başlamıştır ve bunu kaybetmeye hiç niyeti yoktur.

Cocote


"Cocote" bir Dominik Cumhuriyeti yapımı film. Yönetmenin ismi baya uzun; Nelson Carlo de Los Santos Arias. Azizlerin Nelson'u gibilerinden:)) İKSV festivalinden ülkesine ödülle dönen filmin yönetmeni deneysel sinemadan geliyor. Yani izlenenlerin bir şeyle bağlantısı olmak zorunda değil gibi görünse de kendisi kurmacayla-deneyseli çok iyi bir biçimde birleştirmiş.
Santa Domingo'da zengin bir evde bahçıvan olarak çalışan Alberto babasının  ölüm haberiyle köyüne geri döner.  Aslında babası çoktan gömülmüştür. Ailesinin tek istediği polis tarafından katledilen babasının intikamının alınmasıdır. Ancak Alberto dini ve yaşam biçimi gereği bunu reddeder. Özellikle kız kardeşinin yakarışlarını sineye çekmeye çalışır. Ne yapacağını bilmez bir halde (dini ritüel olan) ölünün arkasından yas sürecine katılır. İntikam alıp almaması ona değil daha çok aileye bağlı bir hale gelmiştir.

Petit Paysan-Bloody Milk



Pierre, 35 yaşında bir çiftçidir. Tek bildiği inek bakmaktır. Gününü onlarla geçirir hatta geceleri bile onları telsizinden dinler. Çünkü hayatta en önem verdiği şey ineklerdir. Her şey yolunda giderken Avrupa'da salgın olan bir hastalık Pierre'in aklına takılır. Sürekli sosyal medyadan hastalık yüzünden inekleri telef olan çiftçilerin yakarışlarını izler. Uzun süre hayvanlarına emek veren çiftçiler zor durumdadır çünkü devlet destek ödemesini geciktirmektedir. Pierre 'ya benim de başıma gelirse?' diye tedirginlikle inekleri yoklar. 
Ancak bir gün bir tanesi hastalanır. Pierre ne yapacağını bilemez. Onu fırıncının kızıyla baş göz etmeye çalışan annesi, veteriner kardeşi ve eğlenceli arkadaşlarını atlatarak ineği yok eder. Polise gider tek çözüm ineği yediğini söylemesidir. Veteriner kardeşi bir şeylerden şüphelense de Pierre hayvanlarını kaybetmeye hazır değildir.
Yeni doğum yapan ineği de hastalanınca Pierre kendini kaybeder. Ne yazık ki işleri yoluna koymak kardeşinin ikna yeteneğine kalmıştır. Basit, sıradan bir adamın işini ne kadar önem verdiğine dair bir film. "İnatçılar" ismindeki Kuzey filmini bana hatırlattı. Filmin yönetmeni; Hubert Charuel, senaryoyu Claude Le Pape ile birlikte yazmış. İyi seyirler:))

14 Nisan 2018 Cumartesi

Ümmü Gülsüm'ün Peşinde-Looking for Oum Kulthum


Kadın bir yönetmen olan Mitra (kadın yönetmen ayrımı çok saçma!).
Mitra, İranlı bir yönetmendir. Bulduğu yapım desteği ile Mısırlı şarkıcı Ümmü Gülsüm'ün filmini çekmeye karar verir. Sesiyle herkesi büyüleyen, etkileyici şarkılar söyleyen; Oum Kulthum'un yaşam öyküsünü filme almak bu kadar kolay olmayacaktır.
Mitra'nın Arapça bilmemesi, başka bir ülkeden gelmesi, Ümmü Gülsüm gibi bir halk kahramanını yeterince tanımaması ve kadın olması önündeki birkaç zorluktan biridir.
Mısır halkı için ayrı bir yere sahip olan muhteşem sesli kadın Ümmü Gülsüm, Mitra için yol gösterici olacaktır. Önce onu oynayacak bir oyuncu aranır ve ideal bir ses olan Ghada bulunur. Ghada ilk oyunculuk tecrübesi olduğu için yönetmeninden destek ve arkadaşlık bekler. Ancak bu yakınlık çok sınırlıdır. Ghada sesini çıkarmadan yoluna devam eder. Mitra, Fas'ta ve Avrupa'da gerçekleşen çekimler için sıkı çalışır. O sırada yaklaşık 7 senedir görmediği oğlu ona nefret dolu mesajlar atmaktadır. Mitra dayanamaz ve filmden uzaklaşır. 
Mitra güçlü olup filmi bitirmek için mücadele ederken oğlunun ortadan kaybolması onu yıkar. Filmde bambaşka bir sona karar verir. Yapımcılar ve ekip buna karşı çıkarlar. Neticede Ümmü Gülsüm izleyiciye zayıf gösterilmemelidir. Mitra itiraz eder film sayesinde bir yolculuğa çıkmıştır artık aynı kişi değildir. Ümmü Gülsüm'ü her ne kadar tanımasa da onun hayatını ve kararlarını değiştirmiştir. 
Shoja Azari ve Shirin Neshat'ın yönettiği film, belgesel içinden ayrı bir kurmaca hayat yaratılmasını anlatıyor. 

Düğün Davetiyesi-Wajib



Abu Shadi orta yaşlı bir öğretmendir. Son zamanlarda çok mutludur çünkü kızı evlenmek üzeredir ve İtalya'dan gelen oğlu Shadi ile düğün davetiyelerini dağıtmaya başlamıştır. Baba, oğul hem akraba ziyareti yapıp davetiye verirler hem de ilişkilerini gözden geçirirler. Abu Shadi kızını ve oğlunu tek başına büyütmüştür. Karısı Amerika'ya başka bir adam için gitmiştir. Bu yüzden ona kızgındır. Shadi ise annesine karşı tavır almaz çünkü ona göre istediğini yapan cesur bir kadındır. Oysa babası oğluna kırılır. Giden mi daha değerlidir yoksa kalıp savaşan mı?
Shadi eski kafalı Filistinli çevresinden sıkılmıştır. Sokaktaki çöpler, insanların gelenekselciliği ve ülkedeki gergin durumlar... Her ne kadar böyle düşünse de bakkal komşusunun dediği gibi orası evidir. Komşusu hemen bira ikram eder, yoldan geçen seyyar satıcı da börek hediye eder. "Bizim insanımız böyledir" mesajını alan Shadi babasıyla barış yapmaya karar verir. Tabii yaşananlardan sonra.
Babasının kız arkadaşını kabul etmemesi, Filistin'e geri taşınması için baskı yapması, herkese tıp okuduğunu söylemesi Shadi için sinir bozucu olmuştur. Kendi kararlarına saygı duyulmasını ister. Bakalım bu durumdan nasıl sıyrılacaktır?
Yönetmen Annemarie Jacir'in son filmi bizim de yaşadığımız aile ilişkilerini güzel bir bakış açısıyla anlatıyor. İstanbul Film Festivalinde fırsat bulup gittiğim ve salondan mutlu çıktığım ilk filmdi.

11 Nisan 2018 Çarşamba

Changing Perspectives Film Festival- HYBRID SENSATIONS

Melez Algılar Kategorisi filmleri;

“Saklı” / “Arcane” 1 dakikalık Peru yapımı, yönetmeni ise Malena Martínez Cabrera. Filmin cümlesi ise; Viyanadaki avlumda, sadece Afgan komşularımın perdeleri ritme uygun salınmak üzere özgür bırakılmış.
“Bad Vibes” / “Negatif Enerji” filminin yönetmeni Adam Gebert. Çek yapımı film iç sıkıntısı çeken bir adamın olta almaya gittiğinde şiddetin kıyısından dönmesini anlatıyor.
Amerika yapımı “Basketbol” bir kadının basketbol kurallarını ve terimlerini öğrenme sürecini konu alıyor. En önemlisi basket atmak. Yönetmen Anthony Schubert’ın filmi 4 dakika. Ve komik.
Gerçek sanılan yaratıkları animasyon haline getiren yönetmen Lorène Yavo yaratıcı bir filme imza atıyor. “Lanetlerini Sırala” / “Count Your Curses” isimli film 8 dakika sürüyor. Ev cinleri sürekli yenilen iki kişi yeni cin bulmaya karar verirler. Çünkü evdeki ruhlara ihtiyaçları vardır.
Isaac Ruiz Gastélum Meksika yapımı filmi “Hisssizlik” / “Dispassion” duvardan akan su ile banyo yapan bir kadını bize gösteriyor. Ve deniz-gök birleşimi…
“Yılan Balığı, Gelincik ve Akbaba” / “The Eel, The Weasel And The Vulture” Suki isimli bir yönetmenin 5 dakikalık filmi. Doğanın dengesi ve beslenme zinciri üstüne kurulmuş kısa bir animasyon.
Yönetmen; Mohammad Poustindouz, İran sineması, yine anlamlı bir film, “Gri Şemsiye” / “Gray Umbrella”. 8 dakikalık bu filmde Bay Maleki’nin şemsiyeli bir adamın hayatına girmesiyle yaşadığı değişimi anlatıyor.
Serkan Bozkurt’un yönettiği dans filmi 3 dakika sürüyor ve göç olgusunu ele alıyor. Filmin adı; “Hopeless Hopecase”.
“İmparatorluğun Son Günü” / “The Last Day Of The Emprie” filminin yönetmenleri; Anna Rubi, Julia Halasz. “İnsanları Seyreden Güvercin” filmi aklıma gelse de Macaristan yapımı…
Gökçe Erenmemişoğlu’nun “Araf” / “Limbo” isimli filmi 2 dakika. Hem vurucu hem de anlamlı. Günümüz ilişkilerini ve modern dünyayı ele alıyor.
“Mr. Monday” in yönetmenleri; Jason McCullough, Sean Murphy, Joe Uebie, Marcus Pigman. 4 sanatçının 48 saatte yağlı boya, kara kalem, kil, pastel, marker, sulu boya ve dijital yazılım kullanarak yaptıkları filmde bir sabah şiddetli bir istekle uyanan Mr. Monday’in hikayesi anlatılıyor.
Antti Polojärvi’nin filmi “Doğal Felaketler” / “Natural Disasters” Youtube kanalını kapatanların son videolarındaki konuşmaları bize aktarıyor. Baltık denizinin kıyılarına da kısa bir bakış atıyoruz. İki konu da güzelce birbirine bağlanıyor.
“Bilgi Hükümdarlığı” / “The Realm Of Deepest Knowing” Güney Kore yapımı. Yönetmeni ise Seunghee Kim. Filmin cümlesi; Biri yüzeyin altını kazıyor, bir diğeri mücadele sırasında kalbinin derinliklerine iniyor. Karanlığı aydınlatıyor. Bir olma hissiyle birbirlerini tamamlıyorlar.
Liudmila Komrakova’nın “Gecenin Tadı” / “Taste Of Night” filmi 8 dakika. Yakışıklı bir adamın baloda istediği kızla dans etmesini anlatıyor. Sonu her ne kadar acı olsa da…
“Aramızda Salata Var” / “There Is Salad Standing Between Us” ironik bir film. Alice von Gwinner hem yazıp hem yönetmiş. Duvardaki eski portreler ve uzun bir masada yemek yiyen çift. Belki bir değişim çiftin de arasının düzelmesine vesile olur.
“Üç Küçük Kötü” filminin yönetmeni Vappu Tuomisto. Annelik kavramını domuzların bakış açısından seyirciye anlatıyor. Ne de olsa annelik başka!
“İnilti” / “Ululation” filminin cümlesi ise Dijitalleşme geleceğimizi nasıl tanımlayacak? Şimdiden dışsal algımızı etkiliyor peki ya içimiz? Ben hâlâ ben miyim yoksa bağlı bir şey miyim?

Changing Perspectives Film Festival-RIDICULE


Gülünç Bölüm: Hayat bazen ciddi şekilde gülünç olabiliyor.

Rusya yapımı “Şapka” / “The Cap” 4 dakikalık bir kurmaca. Eşiyle alışverişe çıkan adam dinlenmek için oturunca dilenci olduğu düşünülür ve şapkasına para atılır. Dilenme yerinin asıl sahibi gelince de roller değişir. Julian Pavlov yönetmenin ilk filmi.
“Günah Çıkartma” / “Confession” adlı film 10 dakikalık bir Bulgaristan yapımı. Dağda yaşayan bir çoban ıssız kiliseye günah çıkarmaya gider. Önce aziz sonra günahkâr sanılır. Acaba neden? Oysa sadece insandır.
Daniel Popat “Hostel” isimli filminde Berlin’e gelen iki Rus’un bir hostel odasında karşılaşmasını anlatıyor. Bu karşılaşma gerçek mi yoksa kurgu mu?
“Rüyalarda Buluşalım” / “I Want To See You In My Dreams” filmi 19 dakika, yönetmeni de Mark Limanskiy. Uyurgezer kız hayatının aşkıyla bir gece yarısı tanışır. Ancak onun kim olduğunu bulamaz çünkü adam da uyurgezerdir. Medyuma başvururlar. Yeteneklerini kullanmak yerine tahminde bulunan kadın birçok kişinin ortak noktası olur.
“Model” / “Modellastry” 6 dakikalık Estonya yapımı. Model olmak isteyen kadının öyküsünü Risto Kütt filmin yönetmeni olarak bize anlatıyor.
“Pamçka” 12 dakikalık Alman yapımı. İki kız kardeşin annelerine para bulması için yardım etmesini konu alıyor. Yönetmen ise Elda Sorra.
“Masha’yı Kurtarmak” / “Rescue Masha” 20 dakikalık bir yapım. Alina Mustafina filmin yönetmeni. Siyasi sıkıntılar yaşayan bir dönemde Türkiye’deki yeğenini kurtarmaya gelen bir kadının öyküsü. Türkiye ve Rusya ilişkilerinin komik bir şekilde anlatıldığı bir film.
Hossein Molayemi 11 dakikalık “Koş Rostam Koş” / “Run Rostam Run” adlı filminde İran’ın ulusal kahramanı Rostam’ın oğluna yaptıklarını telafi etmek için gelecekteki Tahran’a gitmesini komik bir dille anlatıyor.




Changing Perspectives Film Festival-Umbrella



Kısa film festivalinde “Şemsiye” bölümünde gösterilen filmler hakkında;
“Hastabakıcı” / “Abigail” 17 dakikalık Soner Sert filmi. İlginç bir konusu var. Rusya’dan gelip Türkiye’de bakıcılık yapan Anna garip bir şekilde iş aramaktadır. Kimseye söyleyemediği bir durumla karşı karşıyadır. O geçici olarak çözüm bulmuştur. Buna mecburdur.
Nambiya filmi olan “Güneşli Bir Gün Daha” / “Another Sunny Day” 4 dakika ve etkileyici. Güneşli bir ülkede güneşe çıkmanın tehlikeli olduğunu düşündüren bir film.
Amerika yapımı “Herkes Panda Sever” / “Everyone A Panda” kontrol altına alınamayan silahlanmaya karşı iyi bir örnek. İşitme ve konuşma engelli çiftin evine gelen iki soyguncunun beklenemeyen bir durumla karşılaşmasını anlatıyor.
16 dakikalık Hindistan yapımı “Göz Testi” / “Eye Test” annesi ile gittiği göz doktorunda göz bandı takması gerektiğini öğrenir. Geçmişe yolculuk yapan Nivedita aslında farklı bir acı içerisindedir. Filmin yönetmeni; Sudha Padmaja Francis.
“Maniera Greca” isimli 13 dakikalık Yunan filmi’nin yönetmeni; Kirineos Papadimatos. Bir gece kulübünün son saatlerini anlatıyor. Birbirinden farklı müşteriler ve sınırsız eğlencenin anlatıldığı bu film diyalogsuz.
Teymour Ghaderi, “Dut” / “Mulberry” isimli filminde bohçacı bir adamın oğlu ile gittiği kasaba anlatılıyor. Susayan çocuk zemzem suyunu içiyor çünkü kefen ve zemzem götürdükleri kadın 2 gün önce ölmüş. Yürek burkan bu film 12 dakika.
İçimize işleyen İran sinemasından, genç yönetmen Mehdi Heydari’nin 14 dakikalık filmi “Şeker” / “Shokolat” son olarak Şemsiye bölümünde karşımıza çıkıyor. Aradığı ilgiyi bir teyzede gören küçük çocuğun masumane oyunlarını anlatıyor. Boğazınızda bir yumru ile salondan sizi çıkartıyor.

Changing Perspectives Film Festival-Wild




Geçen sene izlediğim ve çok beğendiğim “Uluslararası Farklı Perspektifler Kısa Film Festivali” bu sene de Salt Galata’da başladı. Salı günü koşarak gittim ve filmleri izlemeye başladım. Salon biraz soğuk olsa da meslektaşlarımın yeni işlerini görmek benim içimi ısıttı. (Şiirsel Cümle)
Makedonya yapımı “48” dünyanın sonunun geldiğini öğrenen bir papazın kendini dışarı atmasını anlatıyor. Bugüne kadar yapmadığı yasak şeyleri yapan papaz başka bir yönüyle karşılaşıyor. Yönetmen Vladimir Mitrevski’nin beşinci filmi.
“Ateş Kuşu” / “Firebird” Bulgaristan yapımı bir animasyon. Modern dansı animasyonda görmek fena değil. Hareketli bir yapım, 7 dakika sürüyor.
“Fifo” filmi Belçika yapımı ve 12 dakika. Süpermarkette çalışanların atılması gereken yiyecekleri fakirlere vermesini yasaklayan bir sistemi eleştiriyor. İşinden olmamak isteyen görevli bakalım müdürün dediğini dinleyecek mi?
4 dakikalık animasyon filmi olan “Tilkiler” / “Foxes” birbirini sevmeyen iki tilkinin diğer küçük tilkiye yardım etmesini konu alıyor. İşin sonunda güzel üzümler var.
Mehmet Kanadlı’nın 7 dakikalık kurmaca filmi “Yeşil Bölge” / “Green Zone”, gelecekte doğaya sınırlı bir şekilde çıkan insanları konu alıyor. Oradan fidan ve tohum çalmak yasak olsa da biraz toprak almanın kimseye zararı olmaz. Peki yeşile hasret insanlar için bu yeterli mi?
“Mevsim İşaretleri” / “Signs Of The Season” filmi Deneysel Belgesel türünde. Cava takvimini günümüzdeki Endonezya yaşamıyla kıyaslıyor.
9 dakikalık Animasyon filmi “Volkan Adası” / “Volcano Island” diyalogsuz. Okyanus adalarındaki vahşi yaşamı ve dişi kaplanın diğer hayvanlarla olan ilişkisini anlatıyor.
“Su Hayattır” / “Water Is Life” filmi ABD yapımı ve 4 dakika. Standing Rock Sioux Halkı’nın verdiği yaşam mücadelesi ve demiryolu yapımı için öldürülen hayvanları anlatıyor.
“Honey Weees” / “What Weee Are” 8 dakikalık İtalyan yapımı bir film. Arı yoksa yaşam da yok.
Volkan Budak’ın 9 dakikalık deneysel belgeseli “Yaban”/ “Wild” bizi, Kızılırmak Deltasındaki mandaların yaşamlarına götürüyor.
Arnavutluk filmi olan “Susuz”/ “Without Water” Tiran’daki su sıkıntısına odaklanıyor. Binaların üstündeki su depolarına su dolduran iki çocuk ve onların hayallerine kısa bir bakış atıyor.

13 Mart 2018 Salı

Yat nim mou ming-Mad World


Bipolar bozukluğu olan Tung akıl hastanesinden yeni çıkmıştır. Babası onu alır ve Hong Kong'daki küçük evlerine getirir. Tung yıllar önce onları bırakıp giden babasını affetmemiştir. Adam ise Amerika'da olan diğer oğluyla ve karısıyla ilgilenmemenin vicdan azabını hafifletmek için Tung'a bakacaktır. Onun psikolojisi için kitaplar okur, doktorlara danışır ve terapi gruplarına katılır. Tek amacı oğlunun iyileşmesidir.
Tung, eski nişanlısını geri kazanmak ve bir işe girmek için çabalar. İnsan kaynakları genelde bipolar bozukluğu duyunca geri adım atar. Eski nişanlı da kendini kiliseye adamıştır. Çünkü tam evlenecekken kızı borç batağında bırakıp hastaneye yatmıştır. Bu durum da onun elinde değildir.
Eskiden zengin olan annesi fakir olan babasıyla evlenince mutsuz olmuştur. Yaşlı kadına Tung bakar. Nişanlısı onu bakımevine yatırmayı önerince de Tung onu döver. Annesinin aksi tavırları Tung'u zamanla çileden çıkarır. Babası yüzünden duyduğu hakaretler ve oğul olarak ona yetmemesi psikolojisini bozar ve annesini öldürmekle suçlanır. 
Bozuk aile ilişkisinin zamanla Tung'u nasıl hasta ettiği adım adım ortaya çıkar. Babasının evi terketme sebebi de annesinin onu görmek istememesidir. Tung tüm gerçekleri anlasa da hazmedip hayata tekrar baştan başlaması zor olacaktır. 

Downsizing


"Schmidt Hakkında", "Sideways", "Senden Bana Kalan" ve "Nebraska" filmlerinden tanıdığımız yönetmen Alexander Payne'nin son filmi "Downsizing"in konusu çok dikkat çekici. Dünyaya sığmayan insanoğlu için alternatif bir yol olan küçülme işlemi üzerinde duruluyor. Bir adam küçülürse ne olur? Artıları-eksileri nelerdir?
Hava, su, enerji kaynakları ve besinler zamanla azalacak ve dünyaya sığmayacağız. Çöpümüzün bile azalması mucize olacak. Downsizing buna çözüm buluyor. Norveç'te bilim adamları tarafından formülü yaratılan buluş, İstanbul'da bir kongrede açıklanıyor ve zamanla kendilerini küçülten insanların sayısı artıyor. Özellikle de Amerika'da.
Paul, fizyoterapist olarak çalışırken karısının istediği daha büyük eve geçecek parayı bulmakta zorlanıyor. Ne yapacağını düşünürken bir çiftin küçülünce daha mutlu olduğunu duyunca bu fikir aklına yatıyor. Karısıyla evlerini kapatıp büyülü dünyaya yola çıkıyorlar. Paul küçülme işlemi için hazırlanırken eşi diğer tarafta saçlarının ve kaşlarının kesilmesine dayanamıyor onu bırakıp gidiyor. En acıklısı ise Paul bunu küçüldükten sonra öğreniyor yani dönüşü yok.
Diğer dünyaya adapte olmaya çalışsa da normal hayatından daha kötü bir yaşam şekli ile karşılaşıyor. Call centerda çalışan, küçük bir evde yaşayan, yalnız bir adama dönüyor. Üst komşusu Dusan'ın bitmek bilmeyen partileri onu rahatsız edince kendini farklı bir görevin içinde buluyor. Dusan'ın hizmetçisi Ngoc Lan'ın eski aktivist olduğunu hatırlıyor ve ona yardım etmeye karar veriyor. 
Paul'un kendini ve mutluluğu arayışının öyküsü asıl küçülme işleminden 1 sene sonra başlıyor. 



Tanrım çok seviyorum: Christoph Waltz. İzlemeye doyamadığım oyunculardandır.))
Downsizing izlemek isteyenlere iyi seyirler.)


Three Billboards Outside Ebbing, Missouri



Aylar önce tecavüz edildikten sonra yakılarak öldürülen kızın katili hala bulunamamıştır. Annesi Mildred, Ebbing çıkışından eve gelirken 80'li yıllardan beri kullanılamayan 3 billboard görür. Aklına hemen bir fikir gelir. Hem ilgi çekmek hem de polis şefini çalışmaya teşvik etmek için oraya ilan verir. Ertesi gün herkes ona cephe almıştır. Çünkü cinayeti araştıran polis Willoughby kanserden ölmek üzeredir, sayılı günü kalmış, kasabalı tarafından sevilen bir adama bunu yapmak Mildred'ın başını belaya sokar.
Mildred pes etmez. İlanı veren reklamcı çocukla uğraşırlar, oğluyla dalga geçerler ve aniden intihar eden Willoughby'ın üzüntüsünü ondan çıkarırlar. Dixon kötü polis tablosu çizer. Sarhoş, gizli gay ve fevridir. Mildred için tehlike oluşturur ta ki yeni gelen şef onu işten atana kadar. İş arkadaşı ölünce de Dixon kendini toplamaya başlar. Mildred ile işbirliği yapmaya yaklaşır.
Bir yandan eski polis olan eski kocasının atarıyla uğraşan Mildred, kendini destekleyen cüce ama büyük gönüllü adamla da arkadaş olmayı ihmal etmez. 
Frances McDormand "Olive Kitteridge" adlı ödüllü mini diziden tanıyordum. Gerçekten iyi oynuyor zaten Oscar'ı da aldı. Diğer oyuncular da rollerinin hakkını veriyor. Geleceğin yıldızı olarak görmek istediğim iki yetenekten biri; Darrell Britt-Gibson, diğeri ise Amanda Warren.
İyi seyirler:))

7 Mart 2018 Çarşamba

Black Mirror-4


Black Mirror izlemeyi unutmuştum. Oysa kendimi film izlerken daha iyi hissediyordum. İngilizlerin drama işini iyi bildiğini ben de biliyordum. O yüzden Black Mirror'ın bende ayrı bir yeri vardı. Hemen ilk bölüm olan "USS Callister" ile başladım. Aklımda "San Junipero" gibi bir harika bölümle karşılaşır mıyım?" sorusu vardır. Gerçi cevabı da belliydi, maalesef olmadı...
İki girişimcinin kurduğu bir teknoloji şirketi... Biri işin beyni diğeri de satışçısı. Şirket ünlü olduğu için iki ortak da birbirinden nefret ediyor. Kod yazıcısı olan kendince bir çözüm buluyor. Gerçek dünyada tam bir asosyal olan Robert, (Fargo'dan hatırlayacağımız sevgili kasabımız:) işte odasında sessizce çalışıyor. Eve gelince de koltuğuna kurulup en sevdiği Star Trek serisinin oyunu ile kendi dünyasına geçiyor. Asıl mevzu bunu gerçek hayatta DNA'larını alıp oyunun içine hapsettiği iş arkadaşları ile yapıyor. Yani sinir olduğu, takıntı yaptığı kişileri sonsuza kadar kendi dünyasında işkenceye maruz bırakıyor. O kadar sorunlu bir yapıda ki bunu oyunda yarattığı karakterlere cinsel organ vermemesinden görebiliyoruz. 
Yeni işe başlayan kız, Robert'a olan hayranlığını gizleyemiyor ve kendini o da Star Trek oyununda buluyor. Sonsuza kadar acı çekmek yerine 'oradan nasıl kurtuluruz'a odaklanıyor ve kolları sıvıyor. Gerçek dünyadaki kendine mesaj göndererek, güncelleme tarihinde kara deliğe savrulmak ve Robert'ın elindeki DNA'ları almak için harekete geçiyor. 



"Arkangel" ebeveynlerin izlemesi gereken bir bölüm olarak karşımıza çıkıyor. Çocuğunu babasız büyüten bir anne olan Marie bir gün parkta Sara'yı kaybedince çok üzülür. Onu bulduğunda ise yeni kararlar almıştır. Kızını her daim izleyebileceği bir teknolojiyi kullanmak ister. Elinde IPad'i ile Sara'nın nerede olduğunu ve ne gördüğünü bilir. İstediği zaman şiddeti engelleme butonuna da sahiptir. Sara korktuğu köpeği ve şiddet haberlerini göremez. Marie ise onu bu şekilde koruduğunu düşünür. Ne yazık ki Sara zamanla okulda garip kız olarak bilinir ve genç kız olduğunda herkesin de deneyebileceği şeyleri yaptığında annesinin çöpe attığı Arkangel tekrar çalışır. Bu kez Sara hayatına müdahale ettirmemeye kararlıdır. 


Boston Dynamics robotlarını kıskandıracak bir özelliğe sahip olan "Metalhead" bölümü siyah-beyaz çekilmiş. Aslında oyuncak arayan bir grubun öyküsü. Küçük metal köpeklerin eline geçmiş bir dünyada masum bir çocuğu sevindirmek için yola çıkan 3 arkadaşın başına gelenler işleniyor. 


Görsel Netflix Türkiye'nin Black Mirror için hazırladığı Esra Erol'lu tanıtımı. Evlendirme programı denilince akla gelen isim bu kez buluşturduğu çiftlerin birbirlerine uygun olup olmadığını izleyiciye soruyor. Bir aplikasyonla da sonuca varıyor.
"Hang the DJ" yine ayrı bir dünyayı anlatıyor. Aplikasyon çiftleri buluşturup süre veriyor. Örneğin 12 saat boyunca birlikte zaman geçirecekler ve sonunda uygun çifti bulacaklar. Bu uygun eşleşme de aplikasyon sayesinde oluyor. Kötü tecrübelerden de kişiliğini ve ilişki tercihini oluşturuyor. Ne de olsa insandan üst bir zekaya sahip!
Frank ve Amy ilk eşleştiklerinde birbirlerinde hoşlanıyorlar ve seks yapmıyorlar. Sonra karşılarına başkaları çıkıyor, hem de uzun süreli. Bir bakıma zaman kaybı olan ama gelecek ilişkinin değerinin bilinmesini sağlayan deneyimler yaşıyorlar. Sonraki eşleşmelerinde süreye bakmama kararı alıyorlar. Ancak Frank bunu bozuyor. Bu sebeple 5 senelik süre verilen ilişki an be an düşüyor. Amy gerçeği anlayınca çok sinirleniyor. Frank ise pişmanlıktan ne yapacağını bilmiyor. İki aşık oradan kaçmaya çalışıyorlar. Tinder benzeri uygulamayla günümüz dünyasında barda yerlerini almış oluyorlar.))


"Black Museum" bölümü insan beyninin sırlarını çözen teknolojinin nelere yol açabileceğini anlatıyor. Özellikle de ırkçılık mevzusuna değiniliyor. Rolo, karşısındakinin ne hissettiğini sağlayan bir aleti bir doktorun ellerine teslim ediyor. Ve bu da onun sonu oluyor. Zamanla acıya bağımlı olan adam bir evsizin yüzünü oyarken yakalanıyor ve aklını yitiriyor. Komadaki anneyi çocuğuna ve eşine kavuşturmak için kocasının zihnine yerleştiriyor. Bunun da sonucu sonsuza kadar bir ayıcığın içinde hapsedilmesi oluyor. 
Son olarak Black Museum'a gelen Nish bunları dinlerken babası ile karşılaşıyor. Masum olduğu halde idam edilen adamın görüntüsü ve son anları müzedeki bir bölüme hapsedilmiştir. Gelen ziyaretçiler onu elektrikle tekrar tekrar idam etmektedir. Nish babasının bu acıdan kurtulması için harekete geçiyor. Planladığı seyahatten Rolo'yu tarihten silmekle dönüyor.





Counterpart


Whiplash adlı filmden tanıdığımız J.K. Simmons, Counterpart adlı dizide başrolde. Bir değil hem de iki... Kendisini ve yıllar önce ikiye ayrılan dünyadaki diğer kendisini oynuyor. Böyle yazınca biraz akıl karıştırıcı olsa da. İki ayrı dünyada varolan aynı insanların öyküsü. 
Bir gün işlenen cinayetten sonra olay yerine giden polisler şüpheliyi bulamazlar. Banyoda olayın şokuyla ağlayan bir fahişe vardır. Ona yardım etmek isterken kendi canlarından da olurlar. Çünkü o fahişe olayın asıl suçlusudur. Arkasına bile bakmadan öteki dünyaya iltica eder. Bulunduğu dünyadan biraz daha binaya sahip olan aynı yerdir burası ve onun baş düşmanı polis peşine takılmıştır. Diğer dünyada kendi görevlerini yerine getirmesi yasaktır. Belli saatler arasında izin alıp diğer tarafta acımasız katil Baldwin'i arar. Çünkü karısının peşine düşecektir. Diğer dünyadaki kendisinin komada olan karısı.
Howard diğer dünyayla bağlantı kurduğunu bilmediği bir şirkette ajanlık yapar. Memur gibi sıradan bir hayatı vardır. Belli görevleri yerine getirir, şifreli mesajları alır, verir. Bir kez emir dışı bir harekette bulunur. Karşısındaki adamın lekelenmiş kravatını gösterir ve bu yüzden uyarılır. Howard çok sinirlenir çünkü senelerini verdiği şirkette terfi bile alamamıştır. Aylar önce karısı karşıdan karşıya geçerken bir aracın çarpması sonucu komaya girmiştir. Bu sorunlarla uğraşırken diğer dünyadan gelen kendisinin aynısı! Howard ile karşılaşır ve karısı Emily'nin öldürüleceğini öğrenir.
Howard istemese de ekibe yardım eder, karısının hayatı onun için önemlidir. Bu esnada başka bir insana dönüşüp dönüşmeyeceği merak konusudur. Çünkü iki Howard da birbirinin tam zıddıdır. 
Bana izledikten sonra Güney ve Kuzey Kore'yi anımsatan dizi biraz iç karartıcı atmosfere sahip olsa da izlenebilir. İyi seyirler.))

5 Mart 2018 Pazartesi

La Casa de Papel

"La Casa De Papel" dizisinin adını uzun süredir duyuyordum. İzleyen herkes mutlaka izlenmesi gerektiğini söylüyor bitirenler ise boşluğa düştüğünden dolayı üzüntü duyuyordu. Merakla ilk bölümü açtım ve bu da beni son bölüme kadar nefessiz götürdü. İspanyol sinemasının ayrı bir yeri vardı, İspanya maddi krize girince azalan filmlerin yerine yavaş yavaş diziler geliyor sanki... Umarım filmlerden da mahrum kalmayız:)
Profesör lakaplı kişi Madrid darphanesinde para basmaya karar verir. Ancak bunun için alanında uzman sağlam bir ekibe ihtiyacı vardır. Tokyo, Rio, Denver, Moskova, Nairobi, Oslo, Helsinki ve Berlin bu ekipteki kişilerin kod adları olur. Güzel bir planla darphaneye girdikten sonra içlerinde büyük elçi kızı olan Alison ve liseli gençleri de rehin alır. Amaçları kimseden para çalmak ve kimseyi öldürmek değildir. Maksimum 10 gün orada kalıp kendilerine para basacaklardır.
Profesör de kurduğu düzeneğiyle onlara dışarıdan destek verir. Polis darphane yakınına tezgahını açar ve dedektif Raquel önderliğinde soyguncularla görüşmeler başlar. Profesör Raquel ile tesadüfen tanışıp polise engel olmaya çalışırken kalbine engel olamaz ve ona aşık olur. Bu arada içeride zaman geçtikçe birçok aşk filizlenir.
Tokyo ve Rio'nun soygundan önce beraber profesörün Toledo'daki evinde yaşadıkları dönem, çok ateşli geçmiştir. Ayrılacaklar gözüyle bakılan çift sürekli ilişkilerini pekiştirir. Darphane müdürü ezik ama kurnaz Arturo da yardımcısının ondan hamile kalmasını sindirememiştir. Karısı ve metresi Monica arasında kalan adam, oradan kurtulmak için herkesi sırayla gaza getirir ve başlarını derde sokar. Hatta Monica'yı da ateşe atar bir süre öldüğünü düşünür. Bu hamlesi ona iyi gelir çünkü Denver ile aşk yaşamaya başlar.
Zaman geçtikçe oradan çıkmak isteyen rehineler, baskıdan sıkılan soyguncular ve tehlikeli aşklar heyecan yaratır. İyi kurgusuyla bizi kendine hayran bırakan dizi de bitiverir. Gerçekten izleyici boşluğa düşer.)) İyi seyirler.

11 Şubat 2018 Pazar

Phantom Thread


Paul Thomas Anderson'ın yazıp yönettiği Phantom Thread 1950'lerde Londra'da geçiyor. Başrollerinde Daniel Day-Lewis, Vicky Krieps ve Lesley Manville var. 
Woodcock bekar bir modacıdır. Zengin ve elit kadınlara güzel tasarım elbiseler diker. Arada ilham perilerini evinde misafir eder. Ancak hepsinin bir sınırı vardır. Eğer Woodcock'u rahatsız edecek bir şey yaparlarsa hemen ablası tarafından evden gönderilirler. Bir gün kafasını dinlemek için kırsala giden adam Alma ile tanışır. Biraz sakar ve kaba olan Alma ona aşık olur. İlk gece üzerine elbiseler deneyip ideal ölçülerde olduğunu öğrenir. Ona göre Woodcock ideal değildir ancak o aşkı için çaba göstermeye kararlıdır.
Yaratıcı olan Woodcock korunmak için etrafına duvarlar örmüştür. Kimseye kalbini açmaz kimseyle yakınlaşmaz. Arada hep mesafe tutması Alma'nın hoşuna gitmez ve onun zayıf olduğu anı kollar. Hastayken yardıma muhtaç bir bebek gibi olan adamı arada küçük hamlelerle hasta yapar ki ondan kopamasın. Bir bakıma erkeği dize getirme taktikleri izler. Bakalım ikisi evlilik yolunda ne kadar ilerleyeceklerdir?

9 Şubat 2018 Cuma

Altered Carbon


Richard K. Morgan'ın romanından uyarlanan dizi 10 bölüm olarak hayatımıza girdi. Yeni ne izleriz? diye düşünmüyordum ancak Blade Runner'dan sonra aynı çizgideki bilimkurgu beni çok sardı. Heyecanlı, mantıklı ve içinde aradığım her öğeyi barındırıyor. Görüntüler bir o kadar büyüleyici.
Takeshi Kovacs bir başkasının bedeninde yıllar sonra hayata geri döndürülmüştür. Elçi olan Kovacs, zengin bir adamın intiharını araştırılmak üzere tutulur. Karşılığında yüklü bir para ve özgürlüğünü alacaktır. Kovacs kaldığı yapay zeka otelinde kendine yeni arkadaşlar edinir, peşine düştüğü kişilerin yaşadığı travmaları atlatmalarına yardım eder. Kısaca iyi insan kalbi taşıyanlarla yolu kesişir, dedektif Ortega gibi. 
Ortega'nın sevgilisi bir olayı araştırırken üzerine iftira atılınca ortadan kaldırılır. İşin iç yüzünü ortaya çıkarmaya çalışan kız sevgilisinin bedenindeki Kovacs ile karşılaşır ve ister istemez ona aşık olur. İkisi de kader birliği yaparlar. Güç birliği ise zamanla gelir. Kaba tabiriyle kötülere karşı savaşan iyiler her zaman kazanacaktır. Çünkü umut vardır.
Kuzgun otel favorim, Kovacs'ìn pembe çantası ve Poe... Harika detaylarla dolu Değiştirilmiş Karbon.
Sürükleyici bir dizi izlemek isteyenlere iyi seyirler:))

24 Ocak 2018 Çarşamba

Summer 1993-Estiu 1993- Verano 1993


Frida annesinin ölümünden sonra dayısı ve yengesiyle yaşamaya başlar. Annesinin vasiyetini yerine getiren aile, Frida'nın alışma sürecinin zorlu geçeceğinin farkındadır. Şehirden kırsala taşınan Frida küçük kuzeni ile oyunlar oynayarak vakit geçirir. Sık sık annesini hatırlar ve normal hayata adapte olmakta zorlanır. Yeni arkadaşlar edinse de onlarla oynayamaz çünkü annesinin tehlikeli hastalığının ona geçmiş olma riski vardır. 
Küçük kız geceleri Meryem Ana heykeline annesi için hediyeler koyar, onun geri geleceğini düşünmese de telefonla eski evlerini arar. Dedesi ve anneannesinden ayrılmak istemez, zamanı geri getirmek için umutla bekler. Her çocuğun yaptığı küçük yaramazlıkları, hataları yapar. Aile kimi zaman hoş görse de kimi zaman ona izin vermez. Aslında kendi çocuklarından da ayırt etmemeye çalışırlar. 
Anne ve babasız kalan Frida burnumuzun direğini sızlatsa da duygu sömürüsüyle izleyiciyi göz yaşlarına boğmuyor. Gayet doğal, samimi bir film izlemek isteyenlere iyi seyirler:)

16 Ocak 2018 Salı

The Florida Project


2015 senesinde izlediğimiz "Tangerine"nin yönetmeni Sean Baker idi. Film IPhone ile çekildiği için çok hakkında konuşturmuştu. Yönetmenin son filmi "The Florida Project" de baya ses getirdi. Çocuklara odaklanan film, Florida çevresinde bir motelde kalan anne kızın öyküsü. Daha doğrusu  küçük Moonee ve arkadaşlarının bir yazını anlatıyor. Okul olmadığı için evde takılan çocuklara bakan Halley bazı zamanlar para kazanmak için istemediği işler yapmaktadır. Aradığı tam zamanlı bir iş olsa da asi tavrı yüzünden çevrede pek hoş karşılanmaz. 
Kızı Moonee de onun gibidir, tek artısı sevimli olmasıdır. Arkadaşlarıyla bir sağa bir sola koşar oynar, dondurma yer parası yetmediğinde başkalarından ister, bazen de boyundan büyük yaramazlıklar yapar. Bu sebeple arkadaşının birini kaybetse de diğeriyle yeni maceralara yelken açmaya hazırdır. Hiçbir şey olmasa da elindekiyle mutlu olmayı öğrenmektedir.
Motel yöneticisi Bobby, onları elinden geldiğince korur, tabi Halley kirayı ödemek zorundadır. Bobby etrafta koşan çocukları hem uyarır hem de onlara göz kulak olur. Florida'da sıcak bir yaz ve şehrin dışında yaşayan diğer hayatları gözler önüne seren bu filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler:))

Blade Runner 2049


Keskin nişancı olan K, Los Angeles polisi olarak çalışır. Ona verilen görevi gözünü kırpmadan birilerini öldürmektir. Bir gün gittiği çiftlikte normale yakın bir yaşam görür, serada solucan besleyen, ocakta yemek yapan bir adamı öldürmesi gerekmektedir. Çünkü onun gördükleri 2049'da kurulan dünyayı tehlikeye atabilir. Yani insanın doğumunu gören adam robotların geleceği için pek sağlıklı olmamaktadır. Ölürken hiç mucizeye tanık olmadığını söyler. K da bu duruma içlenir ancak görev önce gelmektedir. 
Çiftçinin bahçesindeki ölmüş ağacın altında bir sandık bulunur ve içinden bir kadına ait olan kemikler çıkar. Kadının doğum yapmış olduğunu anlayan K çocuğu aramaya koyulur. Onu da yok edip dünyayı sonsuz huzura kavuşturacaktır. Arama sürecinde farklı durumlarla karşılaşan polis bakalım sonuca varabilecek midir?
Görsel açıdan kaliteli, konu açısından ideal bir drama-bilim kurgu, iyi seyirler:))

15 Ocak 2018 Pazartesi

On Body and Soul


Maria bir kesimhaneye kontrolör olarak atanır. Orada orta yaşlı, kısmen engelli olan Endre ile tanışır. Endre kızı çok beğense de ona yaklaşamaz, zaten Maria da son derece asosyaldir. İkisinin ortak bir yönü vardır. Hiç bilmeseler de rüyalarda geyik olarak buluşmaktadırlar. Bir gün kesimhanede çiftleşme ilacı çalınınca psikolog tarama yapar. Bunun sonucu ortaya çıkan rüya mevzusu ilginç bir hal alır. İkisi her gece gördükleri rüyaları birbirlerine anlatırlar. 
Zamanla birbirine yaklaşırlar. Birlikte uyumayı bile denerler... Maria yavaş yavaş sevmeyi, dokunmayı öğrenir. Endre ise yeniden bir ilişkiye başlamayı. Hiç aşık olmayan kız, aşk şarkıları dinlemeye başlar. Tam harekete geçeceği sırada Endre geri adım atar. Onun durumuna anlam verememiştir. Çok üzülen kız hayatına son vermeyi düşünür ta ki telefonu çalana kadar.
Ildiko Enyedi'nin hem yazıp hem yönettiği film Macaristan yapımı, üstelik Oscar'ın yabancı film dalında adayı. İyi seyirler:)

14 Ocak 2018 Pazar

The Disaster Artist


Greg gittiği tiyatro kursunda kendine has üslubu olan Tommy ile tanışır. Cesurca doğaçlama yapan Tommy Greg'i etkilemeye başarmıştır. Onun sınır tanımayan hali sayesinde Greg, özgüven kazanmaya başlar. Bu pek Tommy'nin umurunda değildir, yeni arkadaşı Greg'in tek hayali olan oyunculuğu gerçekleştirmek üzere ona öneride bulunur. Hollywood'a gidip şanslarını orada deneyeceklerdir. Greg henüz 18 yaşındadır, kendinden büyük biriyle oraya gitmekten çekinir. Tommy onu ikna eder, orada evi vardır amaçlarına ulaşmak için hemen harekete geçmeleri gerekmektedir.
Evin en güzel yerini Greg'e verir, ajanslara vermek için fotoğraf çektirirler. Yakışıklılığı sayesinde Greg hemen bir ajansa kaydolur, hiç iş gelmez. Canı sıkılmaya başlarken karşısına güzel bir kız çıkar. Yavaştan kendi hayatını kuran genç adam bir bakıma sponsoru olan Tommy'nin canını sıkar. İkisi tekrar yakın olmak için kendi filmlerini çekmeye soyunurlar. Tommy senaryo yazmayı öğrenir ve "The Room" isimli projesini çekmek için kamera satın alır, ekip kurar. Ne de olsa kaynağı bilinmeyen bolca parası vardır. İşin en meşakkatli kısmı başlar. Set kurulur ve "Kayıt" denir. Film çekimine başlanır ancak en büyük sorun Tommy'nin yeteneksiz olması ve sette canı istediği gibi davranmasıdır. Greg günden güne bunalmaya başlar. Hatta onun için dizide bir rolü bile geri çevirir. 
Her şeye rağmen arkadaş olmaya söz veren ikisi bakalım ilk filmlerinin geri dönüşlerini nasıl karşılayacaklardır?
Film "The Disaster Artist" kitabından uyarlamış gerçek bir öyküye dayanıyor. James Franco'nun hem başrolde olup hem yönettiği filmde kardeşi Dave Franco da oynuyor. Şimdiden birçok ödül alan filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler:)


11 Ocak 2018 Perşembe

The Shape of Water


Su kıyısında bulunan dilsiz bir kız yine suya geri döner... Önce aşkı yaşayacaktır.
Elisa çalıştığı yerde farklı bir yaratıkla karşılaşır. Suda ve karada yaşayan fiziği insana benzese de çok uzaklardaki yerlilerin 'tanrı' olarak çağırdığı bu şey yaratıktır. Elisa ona yumurtalar getirerek, işaret dilini öğretmeye çalışır. Güvenlik görevlisi Richard bu konuda çok acımasızdır, onun deneylerde kullanılmasını hatta parçalara ayrılmasını ister. Her ne kadar 60'lı yılların iyi Amerikan aile babası gibi görünse de asıl onun içinde bir yaratık yaşamaktadır. 
Elisa yakın arkadaşı reklamcı Giles de işten atılmış ancak geri kabul edilmek için uğraşmaktadır. Siyahi iş arkadaşı Zelda da Elisa'ya sorun çıkarmaması için uyarılarda bulunmaktadır. Kalbi aşkla çarpan genç kadın, yaratığın öldürülecek olmasını kabul edemez. Çünkü onunla bir bağ kurmuştur. İş başa düşer, korksa da onu kaçırmaya karar verir. İşin içine etrafındakileri de sokar. Hatta kaçırma harekatına aslen Rus ajanı olan doktor Hoffstetler de girmiştir. Bakalım iki ayrı dünyaların insanı bir yerde sonsuza kadar mutlu yaşayabilecekler midir?
Filmin müzikleri ayrı bir güzel ve mekanlar çok masalsı. Guillermo del Toro gibi usta bir yönetmenin elinden büyüleyici bir film çıkmış. Kendisi fantastik filmlere devam edecek ve biz de beğenerek izleyeceğiz demek:))


Una Mujer Fantástica



Marina geçimini sağlamak için gündüzleri garsonluk akşamları da şarkıcılık yapmaktadır. Sevgilisi Orlando ile birlikte yemek yer ve dans eder, eve geldiklerinde birlikte olurlar. Ancak gece adam fenalaşır. Marina onu apar topar hastaneye götürür. Ne yazık ki Orlando kalp krizi geçirmiş ve kurtarılamamıştır. Marina şoka girer, adamın eşyaları eline tutuşturulunca hastaneden çıkar. 
Polis peşindedir, her şeyi tek tek sorar. Orlando'nun kardeşi gelip olayı kapamaya çalışır. Çünkü Marina bir transtır ve Orlando'nun öldüğü zaman onunla birlikte olduğunun duyulması hiç iyi olmayacaktır.
Marina olayın acısını yaşamak ve sevgilisinin yasını tutmak ister. Orlando'nun ailesi ve toplumun trans bireye olan bakış açısı buna izin vermeyecektir. Orlando'nun oğlu onun babasıyla birlikte yaşadığı evden çıkmasını ister, köpeğini alır ve cenazeye gelmemesi için hırpalar. Marina pes etmez. Hem yargıya hem de etrafına karşı aşkına olan saygısını göstermek ister. Bir yandan da kadın olmanın verdiği hisleri olabildiğince yaşar.
Sebastian Lelio'nun hem yazıp hem yönettiği film görülmeye değer. Hele ki yönetmenin önceki filmi "Gloria" izlenip beğenildiyse:))

10 Ocak 2018 Çarşamba

A Ghost Story


Yeni taşındıkları evde bir takım sesler duyan çift o evden taşınmaya karar verir. Aslında adam halinden memnundur, evdeki piyanoda yeni besteler yapmakta ve kendini bir bakıma oraya ait hissetmektedir. Ancak kadın yeni ev arayışındadır adam onu kıramaz başka bir ev için ikna olur. Ne yazık ki bir kazada hayatını kaybeder. 
İşte o adamın hayalet olarak geri geldiğini düşündüğümüz bir film başlar. Gittikçe derinleşen ve izleyiciye zaman kavramını sorgulatan duygusal bir çalışma "A Ghost Story". Hayaletin 'o eve ait olması'. Kiracılar değişir ancak hayalet birilerini bekler, kimi beklediğini de hatırlamaz. Zamanda yolculuk eden ruhların büyüsü biraz da yürek burkar. David Lowery'nin hem yazıp hem yönettiği filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler. Geçen yılın en iyileri arasında bulunan bu filmde akademi ödüllü Casey Affleck ve Rooney Mara oynuyor.

9 Ocak 2018 Salı

Powidoki-Andrzej Wajda



Polonyalı ressam Wladyslaw Strzeminski 20. yüzyılın en önemli avangard temsilcilerindendir. Bir okulda öğretmenlik yaparken Polonya'da etkisini gösteren komünist rejim ile sorun yaşamaya başlar. Kendi istediği resimleri yapmak yerine rejimi destekleyen eserler vermesi için zorlanır. Strzeminski duruşundan ve sanata olan bakış açısından asla vazgeçmez. 
Ölmek üzere olan eski karısı ve küçük kızı ile zorlu bir yaşamları olduğu bellidir. Ancak ressam hem öğrencilerine hem de gelecek kuşaklara mirasını bırakmak ister. Bunun içinse düşüncelerini yazıya geçirmeye karar verir. "The Theory of Vision" böylece ortaya çıkacaktır. 
Okuldan ve meslek odasından atılan Strzeminski artık boya bile alamayacak duruma gelmiştir.  Açtıkları sergiler basılır, müzelerden eserleri toplatılır vs. Sanatını yapamamak onu daha çok üzer. Her ne kadar öğrencileri ona yardım etmeye çalışsa da baskı rejimi bir kolu, bir bacağı olmayan ressamı tümden hayattan silmeye çok heveslidir.
Sanat hayatın temelidir. Sanatçılar da el üstünde tutulması gereken insanlardır, yerlerde sürünmeye layık değillerdir. Usta yönetmen Andrzej Wajda'nın son filmi "Powidoki" görülmeye değer. İyi seyirler.

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...