"Bir Varmış Bir Yokmuş" ile başlayan masallardan biri... Yalnız birazcık karanlık bir masal. Mutlu sonla bitmeyen, klişeleşmiş aksiyonları barındırmayan bir film. Ortaçağ Napolisi atmosferinde geçiyor. Kralı eğlendirmeye çalışan soytarılar, geleceği haber veren büyücüler, dünyevi hırslar...
Kraliçe çok mutsuzdur. Çünkü bir türlü hamile kalamaz. Kocası ise elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır. Çirkin bir büyücü ona deniz canavarının kalbini yediğinde hamile kalacağını söyler. Ancak bir kişi kazanırken bir kişiyi kaybedecektir. Bunu göze alabilecek midir? Karısını çok seven kral zırhlılarını giyinir ve denizin dibine dalar. Orada canavarı öldürür. Canavar da onu öldürür. Askerler canavarın kalbini çıkarırken oraya gelen kraliçe, kocasının yüzüne bile bakmaz. Tek istediği kalptir. Canavarın kalbi...
Kalbi pişiren bakire hizmetçi ile kraliçe aynı zamanda hamile kalırlar ve 1 gün sonra doğum yaparlar. İki çocuk da birbirinin aynısıdır. Yani canavarın ikiz çocuklarıdır. İkisi yakın arkadaş olurlar ve kraliçenin şerri onları rahat bırakmaz.
Diğer bir öyküde, bir kralın kızıyla olan ilişkisi anlatılıyor. Korkak kral bir pireyi bile incitemez...
Kızı ise babasını koşulsuz sever ve hatta ona şarkılar yazıp besteler. Ancak bu sevgi babanın umurunda değildir. Eline konan pireyle yakından ilgilenir ve odasında onu büyütür. Günden güne büyüyen pire bir gece aniden rahatsızlanır ve ölür. Bir yandan da kızı evlenme yaşının geldiğini savunur ve beyaz atlı prensini bulmak istemektedir. Kriterleri; cesur, güçlü ve yakışıklı olmasıdır. Babası da "Eminim bir gün öyle birini bulacaksın" der. Ölen tek dostu pirenin derisini yüzdürür ve onun neye ait olduğunu bulan kişiyle kızını evlendirmeye karar verir. Karşısına dev, vahşi bir adam çıkar. Deriyi koklayınca onun pireye ait olduğunu anlar ve kızı sırtladığı gibi mağarasına götürür. Prensesin evleneceği kişide aradığı özellikler ve babasının tutumu günümüzde yaşananlarla çok benzerlik gösteriyor. Özellikle kızın devin kafasını kestikten sonra evine dönüp babasının tacını devralması, modern yaşamda kadının erkeksileşmesi üzerine güzel bir eleştiri.
Komik bir öykü de çapkın kraldan... İstediği her kadınla birlikte olan kral, bir gün sarayından bakarken fakir bir sokakta şarkı söyleyen bir genç kız sesi duyuyor ve büyüleniyor. Kapısına dayanıp ona iltifatlar ediyor. Ancak içeride güneşe çıkmayan iki yaşlı kız kardeş yaşıyor. Sadece sesleri genç kalmış vücutları ve beyinleri eskimiş iki kardeş kraldan kurtulmak için onu oyalamaya başlıyorlar. Bir hafta sonra parmağını gösteren kız ikinci buluşma için kralın yatak odasına gidiyor. Diğer kardeşi ise sarkmış vücudunu, göğüslerini yapıştırıyor. Amaç kralı kandırmak. Sabah uyanan adam yaşlı kadınla yattığını görünce midesi bulanıyor ve onu camdan aşağı attırıyor. Şanslı kadın ağaç dallarına takılıyor ve bir cadının mucizesiyle bir anda güzel bir genç kız oluyor. Ava çıkan kral da onu görünce baştan çıkıp evlenmeye karar veriyor. Sonu pek iyi bitmese de diğer kardeşi gibi gençleşmek isteyen kadın derisini yüzdürerek bu işten en çok zararlı çıkan oluyor.
Matteo Garrone, masalları günümüze adapte ediyor. Bizim istediğimiz gibi değil, kendi istediği gibi... Bazen kahkahalarımı tutamadığım film, insanı 125' boyunca hiç sıkmıyor ve o dünyaya inandırıyor.
İyi seyirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder