ARTEMİS
Artemis kocaman bir sanat kitabındaki fotoğrafa bakıyordu. Bu
fotoğraf Sistin Şapelindeki “Ademin Yaratılış” freskiydi. Etrafında melekler
olan yaşlı sakallı bir adam elini Adem’e uzatmıştı. Artemis fotoğrafın üstünde
elini gezdirirken kalın bir erkek sesi işitti. “Tanrı’ya dokunamazsın!” Artemis
gülümsedi, onun yanına bastonuyla gelen adam ülkenin ünlü sanat tarihçisi Musa idi.
Musa tipi itibariyle kiliselerde resmedilen Tanrı’ya benziyordu, etrafındaki melekler
eksikti. Artemis “Siz ona benziyorsunuz” derken cümlesi yarım kaldı. Musa “O’na
kimse benzeyemez” dedi.
Musa gayet disiplinli bir hocaydı. İlerlemiş yaşına rağmen
hala üniversitede ders veriyor ve evinde öğrencilerle sohbetler düzenliyordu. “Geçmişi
bilmeden gelecekte kendine yer edinemezsin” cümlesini sık sık kullanıyordu.
Biraz Artemis ile konuştular. Musa el yazmalarını bilgisayara geçirecek stajyerini
bulmuştu. Artemis de eski kitap kokan bu profesörün evinde zaman geçireceği
için çok mutluydu. Yaklaşık sekiz dakika süren bu tanışma ikisinin de hayatını
değiştirecekti.
LİSSA
Gençliğinin baharında olan Afrikalı Lissa kendini İstanbul’un
Zeytinburnu semtinde bulduğundan beri tam beş sene geçmişti. Her doğum gününü
ucuz bir marketten aldığı tek kişilik dondurulmuş pasta ile kutlardı. Ta ki Akuji
ile tanışana kadar. Aynı atölyede tekstil işinde çalışırken birbirlerine aşık
olmuşlardı. Akuji Türkiye’ye yeni gelmişti. Tek amacı Avrupa’ya gitmekti. Lissa
ise İstanbul’u çok seviyordu ancak Akuji’den ayrılmak da onu korkutuyordu. Akuji
tüm gün kağıt atık topluyor akşamları da atölyede sabaha kadar çalışıyordu.
Kalacak yeri yoktu. Lissa onu üç kadınla birlikte yaşadığı bodrum katına hiç
davet edemedi. İkisi genellikle İstiklal Caddesinde buluşurlardı, çünkü orada
kendilerini dünyadaymış gibi hissederlerdi. Lissa sık sık kiliseye gider dua
ederdi, Akuji ise onu kapıda beklerdi. Ona göre Tanrı yoktu, olsaydı ikisi de bu
durumda olmazdı. Lissa ikisi için iki tane mum dikti, arkasını dönmeden biri
suya düşmüştü. Lissa geri döndü, mumu tekrar yaktı ve duasını edip kiliseden
çıktı.
Akuji ile Tünel’e doğru yürüdüler, vedalaşma zamanı gelmişti.
Akuji diğer elindeki küçük keki çıkardı ve Lissa’nın doğum gününü kutladı.
Lissa şaşırmıştı doğum gününe daha üç gün vardı. Akuji ertesi gün şehir dışına
çıkacağını ve doğum gününde onunla olmayacağını açıkladı. Lissa çok mutluydu
ikisi fotoğraf çekildiler, ellerinde küçük bir kekle. Akuji önünde bir an diz çökecek
gibi oldu. Sonra elleri titredi, “Sen ve ben” dedi “Artık hep birlikte
kutlayacağız”. Utancından koşarak metroya girdi. Lissa şaşırmıştı. Bu bir evlilik
teklifiydi.
EFİL
Orta yaşlarına yaklaşan Efil ülkenin en ünlü Küratörüydü. Sanatçı
olmak isteyenler ve sanat okuyanlar eserlerini Efil’in görmesi için ellerinden
geleni yaparlar. Zengin bir aileden geldiği için para ve pulda gözü yoktur. Sanat
camiasındaki şöhreti onu tatmin etmekteydi. Amacı ise Türkiye sanatına yön
vermekti. Tam sekiz senedir ülkenin en büyük holdinginin son veliahdının sanat
koleksiyonunun sorumlusuydu. Şehir yaşamı onu cezbediyordu. Sık sık Avrupa seyahatleri
yapıp yeni sanatçılar keşfetme zevki paha biçilemezdi. Ülkenin en önemli beş heykeltıraşı,
üç ressamı ve sekiz performans sanatçısı Efil sayesinde isim yapmıştı.
Efil’in inanılmaz bir görsel hafızası vardı. Gördüğü sanat
eserini ve sanatçıyı asla unutmazdı. Mesela her ne kadar sanat eserini beğense
de sanatçıya ısınamadığında o kişiyi piyasadan silebilirdi. Efil hem yetenekli
hem de tehlikeliydi. Bu yüzden kendini patronuna adamıştı. Çünkü onun hayali
artık ikisinin ortak hayali olmuştu. Sanatta yeni bir akım yaratma fikri Efil
için ulaşabileceği en üst noktaydı. Ve bu hazzın peşinde her şeyi yapmaya yemin
etmişti.
PERTEV
Elli yaşlarındaki Pertev bekar ve çocuksuz olduğu, sırtında
holdingin de yükünü taşımadığı için otuz beş yaşlarında gösteriyordu. Üç erkek
kardeşi vardı. En büyüğü şirketin başındayken yelkenlisinde kalp krizi geçirip
hayatını kaybetmişti. Ortancası şirket yönetimindeydi ve günden güne kontrolünde
olan markaları dibe sürüklüyordu. Babası onun için “Bu çocuğun her dediğinin
tersi olur!” derdi. Bu sebeple abisi şirketi yönetiyor gibi görünürdü ancak
arkasında seçilmiş beş kişiden oluşan beyin takımı vardı. Pertev’in kafası
rahattı. Abisi hayattaydı ve her yanlış hamlesinde onu zapt eden ekibi vardı. Ayrıca
babası hala “Şirketin başına sen geçeceksin!” dememişti. Pertev’in ulvi bir
amacı vardı; “Sanatın Tanrısı olmak”.
Pertev tüm eğitimini İngiltere’nin en iyi okullarında
tamamladı. Her türlü imkana sahipti. Sanat okumak istese de babası buna izin
vermedi. Neticede sanat okuyan biri şirket yöneticisi olarak ciddiye alınmazdı.
O da Ekonomi-İş-Yönetim kelimelerden oluşan bir bölümden mezun oldu. Annesi onunla
gurur duyuyordu. Babasıyla sadece mezuniyette bir araya gelmişlerdi. Çünkü Pertev’in
babasının Avrupa’da gözlerden uzak ayrı bir yaşantısı vardı. Herkes de buna
saygı duyardı. Pertev’in kendinde en beğenmediği özelliği anında cevap
verememesiydi. Bir anda tutulup kalıyordu. Bu da bir psikologla yaptığı seansta
ortaya çıkacaktı.
Pertev’in özel koleksiyonu beş senede bir kendi müzelerinde
halka açılırdı. İlk zamanlar eski İstanbul resimlerinden olan sergi gün
geçtikçe özelleşmişti. Bunda Efil’in de etkisi vardı. Efil dünyadaki en farklı
ressamların resimlerini Pertev’e getirirdi. Özellikle son zamanlarda performans
sanatı ilgisini çekiyordu. Dede yadigarı köşkünde performans geceleri düzenleyip
İstanbul’un seçkinlerinin gözünü boyuyordu. “İşte sanat budur!” diyordu Pertev
elinde şampanya kadehiyle. Herkes Efil’i alkışlıyordu “Siz madendeki elmasları
buluyorsunuz!” İkisi de bu durumdan memnundu. Çünkü haz alıyorlardı.
Daha çok haz alınacak bir şey daha vardı: BDSM
Efil kendi günübirlik ilişkilerinde düşük dozda Sadomazoşizm fanteziler
yaşıyordu. Pertev’in yalnızlığı ve özel hayatının kapalılığı onda soru işareti uyandırmıştı.
Efil direkt olmasa da dolaylı yoldan bulduğu LGBT sanatçıların eserlerini ona
sunmuştu. Pertev’in ilgisini çekince Gay-Lezbiyen fantezilerinin çizildiği karakalem çalışmalarla başlamış sonrasında bu işi sanatçıların videolarını
satın almaya kadar vardırmıştı. Pertev memnundu aklına bir fikir gelmişti. Efil’e
sordu “Biz bu performansları düzenleyebilir miyiz?” Efil cevap verdi “Neden olmasın?”
Önce ayak yıkama ve öpme seremonisiyle başladılar. Papa
misali… Pertev bunu beyaz bir kıyafet giyerek yaptı, yüzünde ise maske vardı
tanınmak istemiyordu. Efil bile onun Pertev olduğuna emin olamamıştı çünkü çok karanlıktı.
Köşkün bodrum katında gizli bir odada yaşandı performans. Efil sanat okuyan beş
genç kız bulmuştu. Pertev onlara yüklü miktarda para vermesini söyledi çünkü gizli
kalacaktı her şey. Pertev özel uçağıyla hemen şehri terk etti. Yaptığı şeyden
pişman mı olmuştu yoksa zevk mi almıştı tam anlayamadı. Efil ise performansı
kayda alamadığı için ‘canlı sanat’ın kaybolduğuna üzülmüştü. Pertev’e bir
öneride daha bulunmayı yakın zamanda göze alamazdı. Onun mutlu etmek için ne
yapabilirdi, düşünmeliydi, çalışmalıydı.
Musa Pertev’in babasının eski bir dostuydu. Gençliğinde
tuttuğu günlüklerde okul yıllarından ve Pertev’in babasının yaşamından kısa
kısa notları vardı. Pertev yıllar önce ona “Benim hayatımı yazar mısınız?” diye
sormuştu. Musa da kırmamak için “Babandan başlamam lazım” demişti. Pertev’in
haberi yoktu ancak Musa onun tüm sanat koleksiyonun listesine sahipti. Hatta
babasını Pertev’de iyi tanıyordu. Musa’nın asıl korktuğu nokta Pertev’in ülke
sanatına yön verme ihtimaliydi. Çünkü para ve şöhret sanatçıların eserlerini
etkileyebilirdi. Bu sebeple eski dostuyla bir görüşme ayarladı. Onu uyaracaktı.
Pertev ise içindeki potansiyelin çoktan farkına varmıştı. Bir
sonraki performans ölümle sonuçlansa ne hissederdi? Merak etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder