Ana içeriğe atla

Suffragette


Maud, çamaşırcı olan annesinin yanında mesleği öğrenmiştir ve yıllardır aynı yerde çalışmaktadır. Annesini erken yaşta kaybetmiştir, evli ve bir çocuk annesidir. Bir gün iş arkadaşı Violet'in kadın hakları savunucusu olduğunu farkeder. Ona destek olmak istese de önceleri çekinir. Çünkü kaybetmek istemediği bir işi ve bozmak istemediği bir yuvası vardır.
Violet'in belediye meclisi önünde konuşacağı gün dayak yemiş olması yüzünden iş oraya dinleyici olarak gelen Maud'a düşer. Etkileyici bir konuşma yaptığı kabul edilse de istekleri reddedilir. Ve polisten şiddet görerek gözaltına alınırlar. Maud, artık polis tarafından da mimlenmiş biridir.  Hatta peşinde bir dedektif bile vardır. Erkeklerin kadınlara yaptıklarını görüp bir de ünlü direnişçi Pankhurst'u dinleyince içindeki gücü keşfeder. Günden güne kendini kadınların oy hakkı için savaşmaya adar. Önce ailesi ona sırt çevirir sonra iş yerinden kovulur. Hatta kocası çocuğunu evlatlık bile verir.
Maud, evsiz ve işsiz olarak kilisede yaşamaya başlar. Eczacı Edith'in zaman zaman desteğini alır. Birlikte kuvvet doğar diyerek kadınlar daha güçlü savaşmaya karar verirler. Şehrin çeşitli yerlerinde posta kutularını patlatmak, belediye başkanının evini bombalamak gibi şiddetli eylemlere girişirler. Polis yine gözlerini korkutmaya çalışır. Daha can alıcı bir eylem için harekete geçerler. Kralın at yarışı yapacağı bir gün oraya giderler, amaç tüm dünyaya seslerini duyurmak için kameralar önünde harekete geçmektir. 
Güçlü bir konuya sahip olan film ne yazık ki izleyiciye ne anlatmak istediğine karar veremiyor.
Maud'un hayatı mı, kadın direnişlerinin başarılı olması mı yoksa Emily'nin ölümü mü? Bu noktada temasından biraz sapmış gibi görünüyor. Örneğin Maud'u takip eden dedektif Arthur ile olan ilişkisinden bir sonuç çıkmıyor. Onun dayak yemesini ses çıkarmadan izleyen adam ne acımasız oluyor ne de onu destekliyor. Gözetim altında tutsa da ona karşı sert olamıyor. Bir noktada Maud'a göz yumması gerekirken pasif bir şekilde onun peşinde dolanıyor.
Belki bu misyonlar Emily'e yüklenseydi en azından filmin sonunda duygularımıza da hitap edilmiş olabilirdi. Ya da önder olan Pankhurst biraz daha filmin içine girseydi akışı değiştirebilirdi.
İzlemek isteyenler için iyi seyirler:))

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...