28 Ekim 2015 Çarşamba

Before We Go-Chris Evans


Hafif bir romantik komedi izlemek isteyenler için Before We Go iyi bir seçim gibi duruyor. Nick, New York'taki Grand Central Terminal'inde müzik yaparak vakit öldürmektedir. İstasyonun kapanmak üzere olmasına aldırış etmez. Tam o esnada Brooke koşarak perona gider ve tren çoktan hareket etmiştir. Boston'a giden son trendir ve Brooke'un başka parası yoktur. Nick ona yardımcı olmak ister. Brooke ise ilk etapta bir yabancıya güvenemez ve gerçek adını söylemez. Bir barda otururken Prada marka çantası çalınmıştır. Tüm kredi kartları ve parasını kaybetmiştir. Eve giden son treni de kaçırdığı için ne yapacağını bilememektedir. 
Nick ise ona çantasını bulma sözü verir. İkisi bara giderler ve çantayı çalan hırsızların yerini öğrenirler. Nick bir kahraman edasıyla hırsızlardan çantayı almaya çalışır ancak Brooke polis çağırmıştır ve Nick adamlardan bir yumruk yer. New York sokaklarında geceye devam ederler. Brooke evli olduğunu itiraf eder ve kocası sabah eve gelmeden evine gitmek zorundadır. Nick ise onu eve göndermek için bir süre şansını denese de başarılı olamaz.
Zaman ilerledikçe ikili birbirine yakınlaşır. Brooke kocasına bir mektup bırakıp onu terk ettiğini sonra da pişman olup geri dönmek istediğini söyler. Nick ise 6 senedir görmediği eski sevgilisini o gece göreceğini anlatır. Yardım etme sırası bu kez Brooke'tadır. Nick'in sevgilisi gibi davranacak ve eski sevgilisini tekrar kazanmaya çalışacaktır. Yine evdeki hesap çarşıya uymaz ve Nick vazgeçilemez biri olmadığını anlar. Tıpkı aldatılan Brooke gibi.
Aşktan darbe yiyenleri birleştiren New York'ta, ikili aslında karşılaşmalarının tesadüf değil de kaderin bir oyunu olabileceğini düşünmeye başlar. Belki bir daha görüşmeliyiz diye birbirlerine şans verirler. Önce sonuçlandıracakları mevzular vardır...

25 Ekim 2015 Pazar

Ben, Earl ve Ölen Kız-Alfonso Gomez-Rejon


Lise son sınıfa giden Greg, sosyal bir çocuk gibi görünse de aslında asosyaldir. Okuldaki farklı tiplerle iyi anlaşıyor gibidir, her grupla bir hukuku vardır ancak kendisi bir arkadaş grubuna ait değildir. Çocukluk arkadaşı Earl onunla öğretmeninin odasında oturup sürekli bir şeyler izler. Greg'in babası sıkı bir Avrupa Sineması hayranıdır. Greg babasının film koleksiyonunu yalayıp yuttuğu için Earl ile kendi kendilerine filmler çekmeye çalışırlar. Bu komik ama ilginç filmlerin sayısı az da değildir. Annesine göre ise bu sosyalleşme şekli yeterli değildir. Kalbini birilerine açmalı hem sevmeli hem de kaybetmeyi öğrenmelidir. 
Sınıf arkadaşı Rachel kanser olur. Ve Greg'in annesi oğlunu Rachel ile arkadaşlık kurması için zorlar. Greg önceleri buna karşı çıksa da günden güne Rachel ile yakınlaşır. Birlikte sıkça vakit geçirirler. Earl de onlara katılır. Aslında Greg'in yavaştan hoşlandığı okulun güzel kızlarından biri onun Rachel için film çekmesi gerektiğini aklına sokar. Greg ise yeni tanıştığı biri için ne çekeceğini bilmemektedir. Bu süreçte bir takım gelgitler yaşar. Derslerini de ihmal etmeye başlamıştır.
Üç arkadaşın hiç aklından çıkmayacak an birlikte merdivenlerde dondurma yedikleri gündür.
Earl, Greg'e tepki gösterir. Çünkü dibine kadar yaşayamamaktadır. Her ne kadar ikisi kavga etse de okulda çıkan bir arbede de Earl onu korur. Elini taşın altına sokma sırası Greg'e gelmiştir. Okulun güzel kızıyla baloya gitmek üzere limuzin ile yola çıkar. Ancak aklı hastanede yatan Rachel'dedir. Ona çektiği filmi izlettirir ve unutulmayacak bir an yaşar. Aniden fenalaşan kız komaya girdikten sonra bir daha uyanamaz... 
Greg ise 6 aylık sürede en yakın arkadaşı olan Rachel'e olan yoğun duygularını anlamlandırmaya çalışır. Cenaze günü Rachel'in odasında gözyaşlarıyla arkadaşını hatırlar. Odasının duvarlarına dokunur ve onun kitaplarını inceler. Yokluk hissi içine işlemeye başlar. Greg artık ergenliği bitirmiş ve büyümüştür. Rachel'in sözünü dinler ve kabul edilmek için üniversiteye tekrar yazı yazar.
17 yaşından 18'e geçiş Greg için hem keskin hem de hızlı olur. Ne mutlu ona ki hayatında bir daha karşılaşamayacağı güzel bir arkadaşlığı yaşamıştır. Hem de hasta olan Rachel'e mutluluğu yaşatmıştır. Jesse Andrews'ın romanından sinemaya aktarılan, Ben, Earl ve Ölen Kız'ı izlemek isteyenlere; İyi Seyirler!


17 Ekim 2015 Cumartesi

Annemle Geçen Yaz-Anna Muylaert


2015 Sundance Jüri Oyunculuk Özel Ödülü
2015 Berlin Panorama İzleyici Ödülü
2015 Valletta En İyi Yönetmen 

"Annemle Geçen Yaz" Filmekimi'nin en iyi filmlerinden... 
Val, Sao Paulo'daki bir zenginin evinde hizmetçilik yapmaktadır. Yaklaşık 10 senedir çalıştığı evin hanımından daha yakındır evin çocuğuna. Ve kendi kızını geride üvey anneye bırakarak gelmiştir. O yüzden pek sesli söyleyemez kızının varlığını ve onu özlediğini. Fabinho'nun saçını okşar, uyuşturucu kullanmasını ailesinden gizler ve tüm evlat sevgisini ona verir. Özellikle onun bademli çikolatalı dondurmasını kızına bile yedirmez. Ailenin güveni Val'a karşı sonsuzdur çünkü tüm evin düzeni yıllardır ondan sorulur. İşini bir kere bile aksatmamıştır. O yüzden kredisi yüksektir. 
Üniversiteye hazırlanmak için gelen Jessica'yı uzun süredir görmemiştir. Havalimanında karşılaştığında ağlamamak için kendini zor tutar. Kızı ise daha soğuktur. Kendisini bırakan annesini affetmeye pek niyetli değildir. Yolda Jessica 'patronların evine' gitmek istemediğini söylese de pek seçme şansı yoktur. Val iş yerinde binbir ricayla ona adasında bir yatak hazırlamıştır. Ancak Jessica orada kalmak istemez. Misafir odasına yerleşir. Evin sahibi Carlos'un zaafından yararlanarak hizmetçi kızı muamelesi görmez. O artık evin misafiridir.
Salonda evin beyi ile yemek yeme, annesine iş buyurma, evin oğluyla havuzda yüzme ve  kurallarını ihlal etme davranışları Val'ı çileden çıkarır. Aslında Jessica zengin ve fakir ayırımı o evde kırmaktadır. Rahat davranışları ile paranın önemsiz olduğunu gösterir. Aile onun mimarlık okuma isteğini çok zengince bulup aşağılarken o evin oğlundan yüksek puan alıp hepsine gereken cevabı verir.
Jessica annesine kızıp evi terketse de annesinin onun ve hiç görmediği torunu için işten ayrılması taşların yerine oturduğunu gösteriyor. Uzak bir mahallede, küçük de olsa insanın kendi evi gibisi yok! Özellikle hanımı Barbara'ya aldığı kahve fincanı setini yanında getirmesi de takdire şayan. 

Detaylar
Val'ın hal ve hareketleri tam bir evhamlı, disiplinli hizmetçi portesi çiziyor. Oldukça başarılı:))
Jessica'nın zenginlere ve düzene karşı çıkan hali örnek oluyor.
Fabinho'nun üniversiteyi kazanamayınca dil kursu için yurtdışına gönderilerek bir kez daha evden uzaklaştırılması. 
Barbara'ya alınan fincan takımı ve siyah-beyaz uyumsuzluğu son sahnede bize doğruyu gösteriyor.
Carlos'un mutfakta dizlerinin üzerine çöküp Jessica'ya evlilik teklifi etmesi ve kız şaşırınca şaka yaptığını söylemesi oldukça komik.
Val'ın kızının girdiği havuza gece vakti girmesi ve orada kızıyla telefonda konuşması en önemli detaylardan birkaçı.
İyi seyirler.))


Mia Madre-Nanni Moretti


2015 Cannes Kiliseler Birliği Ödülü
2015 David di Donatello En İyi Kadın Oyuncu-En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü

Yazar ve yönetmen Nanni Moretti yine harikalar yaratmış... Yarı-otobiyografik filmi "Mia Madre" hem düşündürüyor hem de güldürüyor. Hastaneye yatırılan annesinin iyileşmesini bekleyen Margherita, günden güne durumunun ciddileştiği gerçeğiyle başa çıkmaya çalışır. Aynı zamanda yönetmendir ve işçilerin direnişi hakkında bir film çekmektedir. Annesinin hastalığı set zamanına denk gelince gündüz sahneleri çeker akşam da hastanede annesini bekler. Kafasını toplayabilmek için sevgilisinden bile ayrılmıştır. 
Kızı tatilden dönünce anneannesiyle Latince çalışmak için sabırsızlanır. Ne yazık ki anneannenin gücü buna yetmemektedir. Bu zayıflık ve acizlik ise Margherita'yı çileden çıkarır. Annesine zaman zaman kızar. Eski günlerde annesine karşı ne kadar sert olduğunu fark eder. Bu yüzleşme onun şimdiki ilişkilerini sorgulamasına yardım eder.
Özellikle abisinin hastalığa karşı metin oluşunu kaldıramaz. Kendini yıpratmaya devam eder. Annesinin ölmekte olduğunu kabul edemez. Biraz hayatı yumuşatmak da film için yurt dışından gelen başrol oyuncusuna kalır. Berry bunu bilerek yapmasa da Margherita sette çileden çıkar. Çünkü Berry repliklerini ezberleyemez ve sürekli sette ona vakit kaybettirir. İkisi bir gün şiddetli bir şekilde kavga ederler. Berry'nin ise bilinmeyen bir durumu vardır. Margherita kimsenin mükemmel olmadığını kabul etmeye başlar. Ve olacaklara kendini hazırlamaya çalışır.
Nanni Moretti kalbe dokunur filmler yapmakta usta. "Sevgili Günlüğüm" ve "Oğul Odası" da yönetmenin en iyi filmlerinden. Hayatın acısını, tatlısını bir arada doğru bir ölçüyle harmanlayan Nanni Moretti'nin ellerine sağlık:))
Özellikle setteki yönetmeni anlattığı bölümler izleyiciyi kahkahaya boğuyor. "Yönetmen her zaman haklıdır" sloganını ise bağıra bağıra söylüyor.


Güneş Tepedeyken-Dalibor Matanic


2015 Cannes Juri Ödülü-Belirli Bir Bakış
2015 Pula En İyi Film-En İyi Yönetmen-En İyi Yardımcı Kadın ve Erkek Oyuncu

"Güneş Tepedeyken" Balkanlarda 3 ayrı dönemde geçen aşkları anlatan bir film. Etnik sorunlar yüzünden yıllarca düşman olan aynı halkın insanları... Ve yanlış taraftakine aşık olmak...
1991 yılında Sırplar ve Hırvatların yaşadığı iki ayrı köy. Nehir kenarında buluşan sevgililer şehre gitme ve birlikte yaşama planları yaparlar.  Bandoda borazan çalan çocuk mücadelesini müziğiyle vermeye çalışır. Kızgın abi ise kendini zorunlu askerliğin kurbanı gibi görse de kız kardeşine sahip çıkmak zorundadır. Evden kaçan kızı geri getirmek nelere mal olacaktır?
Yıl, 2001 savaş sonrası evlerine dönmeye karar veren bir anne ve kızı. Ellerinde çantalarıyla henüz kimsenin dönmediği köylerine varırlar. Odaların yaşanacak hali kalmamıştır. Anne tek başına evi düzeltmeye çalışır. Oğlunu şehit veren kadın evine Hırvat bir tamirci çağırır. Kızı ise onu düşman olarak görür ve tavır yapar. Oysa farkında olmadan ona aşık olmuştur. 
2011 yılında şehirde üniversitede okuyan çocuk, sahil partisi için doğduğu köye gelir. Arkadaşlarıyla çıktığı yolculuğa yalnız devam eder. Çünkü uzun zamandır uğramadığı baba evinde şaşkınlıkla karşılanır. Tam partiye gidecekken fikrini değiştirir. Eski sevgilisinin evine gider. Orada istenmez çünkü odada uyuyan çocuğunu yıllar önce bırakıp gitmiştir. Kendini partiye atıp olayı unutmak istese de başaramaz. Geçmiş her zaman arkasından gelecektir.
Hırvatistan'ın Oscar adayı filmi izlemek isteyenlere iyi seyirler.

16 Ekim 2015 Cuma

İnatçılar-Grimur Hakonarson


2015 Cannes Belirli Bir Bakış Ödülü
2015 Transilvanya İzleyici Ödülü
2015 Palic En İyi Film Ödülü

İki kardeş tam 40 yıldır birbirine küstür. Yanyana evlerde yaşamalarına rağmen birbirleriyle konuşmazlar ve iletişimlerini köpeğin ağzına verdikleri kağıtlar sayesinde sağlarlar. "İnatçılar" ismi buradan gelmektedir. Gummi ve Kiddi ödüllü koyunlar yetiştirir. İzlanda'nın geniş arazilerinde otlanan besili koyunlar ve koçlar onlara yarışmalarda sürekli derece getirir.
Düzenlenen son yarışta Gummi'nin koyunu ikinci olur. Ve bunu sindiremez. Çünkü Kiddi'nin koyunu birinci gelmiştir. Onu kontrol eder ve bulaşıcı bir hastalığa yakalandığını görevlilere söyler. Koyunu muayene edilen Kiddi ise sinirden kudurur ve kardeşinin evine gidip onu tüfekle tehdit eder. Hala aralarında diyalog yoktur. 
Veteriner Kiddi'nin koyununda hastalık belirtisi bulur ve tüm vadideki koyunların itlaf edilmesine karar verilir. Tüm köy ne yapacağını bilemez. Çünkü uzun zamandır bu hastalık yoktur ve eğer koyunlar itlaf edilirse gelecek 2 sene boyunca nasıl geçineceklerini bilmemektedirler. Kiddi koyunlarının yanına kimseyi yanaştırmaz. Gummi ise eline aldığı bir silahla koyunlarını öldürür. Bir yandan da ahırları temizler ve otları yok eder.
Kiddi, kendini alkole verir ve yolda donmaktan birkaç kez kardeşi sayesinde kurtulur. Gummi'nin bodrumda sakladığı bir sırrı vardır. Ödüllü koçu ve hamile kalmış koyunları.)) Hiç sesini çıkarmadan onlara bakmaya devam eder. Ta ki bir görevli farkedene kadar...
İtlaf ekibi yola çıkınca Gummi kardeşinden yardım ister. İkisi de türün tek örneği olan koyunları kurtarmak için yola çıkarlar. Önde koyunlar arkada küçük arazi araçları kar fırtınasının içine girerler. Bir süre sonra koyunlar gözden kaybolur ve Kiddi donmak üzeredir. İki kardeş kardan yapılan bir sığınakta birbirine sarılarak beklemeye başlarlar. 40 yıllık küslük orada bitmiştir ancak yaşam savaşı ne kadar devam eder o meçhuldür. 
İzlanda'nın Oscar adayı olan film Kuzeyli bir mizah anlayışına sahip. Güzel bir kapanış sahnesiyle biten "İnatçılar" filmini izlemek isteyenlere; İyi seyirler!





15 Ekim 2015 Perşembe

Bloomberg HT 'deki hatalar


Adnan Dalgakıran işsiz gençlere öğüt veriyor. Bu tiple doğruyu da söylese kimse inanmaz...
KJ'yi yazan da eğitim bile yazamamış.
Ve anlatıyorlar, gençler üniversite okuyunca iş beğenmiyorlarmış. Eğitim bile yazamıyorlar, alamadiklari için. Orada ahkam kesiyorlar.

Ixcanul Volcano-Jayro Bustamante


Ülke sineması farklı tattadır... Hiç bilmediğiniz bir ülkede çekilen filmi izlersiniz. Görüntüler sayesinde çevreyi, konu sayesinde bakış açılarını ve oyuncular sayesinde yerel halkı tanırsınız. Sadece 90 dakikada bir ülke hakkında bir sürü şey öğrenebilirsiniz. Çok izleyen böylece çok bilen olur. İleride bir gün o ülkenin insanıyla karşılaşınca konuşacak malzemeniz olur. Bu da iletişim kurmanızı kolaylaştırır.
Mayalarla ne zaman karşılaşabiliriz? Belki de Guatemala'ya gidince. Orada bile onları görmek çok kolay olmayabilir çünkü Mayalar dağlarda çalışıyor ve yaşıyorlar. Tıpkı Maria'nın ailesi gibi. 
Kaqchikel Mayaları'ndan olan Maria, 17 yaşındadır ve kahve bitkisi üretiminde çalışmaktadır. Filmin açılışındaki sahnede annesi onu giydirir, süsler, çiftliğin kahyası onu istemeye gelecektir. Ailenin amacı kızlarının biraz da olsa rahata kavuşmasıdır. Kahyanın ailesi eli kolu dolu gelir. Sofra kurulur ve yemeğe başlarlar. Maria ve kahya masanın başında otururlar. Maria'nın ailesi onun özelliklerini anlatır. Aynı şeyi damat adayının ailesi de yapar. İyi kötü tüm sırlar masaya dökülür. Gecenin sonunda Maria biraz da olsa rahatlayabilmiştir. Ancak aklını kurcalayan başka bir şey vardır. Yanardağın arkası...
Tarlada işçi olarak çalışan bir çocuğun Amerika'ya gideceğini duyunca Maria ona yaklaşmaya karar verir. Onunla kaçma fikri aklına yatar. Ancak çocuğun tek şartı yola çıkmadan önce onunla birlikte olmasıdır. Maria ne cesurdur ne korkak. Çocukla birlikte olur. Ve bundan pişmanlık da duymaz. Yarı yolda bırakılır. İşçi onsuz kaçmıştır. Yine de yıkılmaz Maria. Karnındaki canlıyı hisseder ve ona sahip çıkar. 
Annesi gece gündüz çocuğu düşürmesi için Maria'yı zorlar. Yanardağa adaklar adar. Oysa çocuk hayata tutunmuştur ve Maria da onu doğurmaya karar verir. Kahyanın ise onları işten çıkarması an meselesidir.
Tarlaları yılan basmıştır ve o sene mısır bile ekemeyeceklerdir. Maria ailesi işsiz kalmasın diye yılanları kovacağını düşünür ve yalınayak tarlaya girer. Oradaki inanışa göre hamile kadınlar tarlada yürürse tüm yılanlar orayı terk edecektir. Ne yazık ki Maria'yı yılan sokar ve hastaneye kaldırılır. Hemşirenin dediğine göre bebeği doğduktan sonra ölmüştür, kendi de iyileşecektir.
Aile cenazeyi de alıp köye döner. Bir törenle bebek gömülür. Maria ise kısa bir süre sonra çocuğunun mezarını açar. Onun öldüğüne inanmamaktadır. Ve haklıdır da, tabut boştur. 
Maria'nın annesi kendini suçladığı için bebeğin peşine düşer. İspanyolca bilmedikleri için kahya hastanede ve karakolda söylenenleri onlara yalan yanlış tercüme eder. Çünkü adam Maria'nın çocuğunu istememektedir. Maria'nın bebeğini bulmak için mücadele edecek gücü de yoktur.
Aktif bir yanardağın eteğinde çekilen filmi izlerken yanardağın içten patlamaları duyuluyor. Maya Dili'nde konuşulanları dinlemek de ayrı bir deneyim. Ayrıca film gerçek bir karakterin yaşadıklarına dayanıyor. 2015 Berlin Gümüş Ayı ödülü- 2015 Guadalajara En İyi Latin Amerika Filmi, En İyi Yönetmen ödülünü alan Ixcanul'u izleyeceklere; İyi seyirler dilerim:)


Kaderimin Yazıldığı Gün ve Breaking Bad


                                                                 Amcalar ve Ziller

Bayan Amerika-Noah Baumbach


Tracy, New York'ta Edebiyat Bölümü'nde okumaya başlamıştır. Daha üniversite yaşamını keşfedememiştir. Bir yandan öykü yazmaya çalışırken diğer yandan da arabası olan sınıf arkadaşı ile sevgili olmak üzeredir. Tam çocukla işi resmiyete dökecekken onu el ele başka bir kızla görür ve ne yapacağını bilemez. Biraz içine kapanık olduğu için kendini oyalamaya çalışır. Bir gün annesi onu arar ve NYC'de evleneceği adamın kızının olduğunu söyler. Tracy ise önce oralı olmaz. Çünkü kız 30 yaşlarındadır, ne kadar eğlenceli olabilir ki?
Yalnızlıktan bunalan Tracy üvey kardeşi olmak üzere olan Brooke'a sesli mesaj bırakır ve kız anında onu arar. İkisi gecelere akarlar. Brooke onu en güzel gece klüplerine ve barlara götürür. Orada şarkı söyler, dans eder ve arkadaşlar edinir. Brooke'un popüler olması ve herkes tarafından ilgi çekmesi Tracy'i büyüler. Tüm gece eğlenirler. 
Tracy bir yandan Brooke'u araştırır. Twitter'da bir sürü takipçisi vardır ve aynı zamanda yaşam koçudur. "Hepsini bir arada nasıl yapıyor? Nasıl bu kadar mutlu olabiliyor?" Diye Tracy üvey kardeşini sorgulamaya başlar. Çünkü Brooke son derece pozitif ve canlıdır. Ayrıca erkek arkadaşıyla restoran açacaktır. Tracy, Brooke'a özenmeye başlar ve kendini artık daha özgüvenli hisseder. O değişimle birlikte Brooke'un öyküsünü yazmaya karar verir. Tek amacı okulun edebiyat kulübüne kabul edilmektir. 
Brooke'un sevgilisi onu terkeder. Çünkü barda bir çocukla öpüştüğü fotoğrafını sosyal medyada görmüştür. Brooke işleri halletmeye çalışırken restoran hayali suya düşer ve çökmüş bir halde falcıya gitmeye karar verir. Tracy de onun peşindedir. Falcının geçmişle yüzleşme öğüdü onları etkiler. Eski sevgilisinin evine gitmeye ve restoran için maddi destek istemeye karar verir. Brooke, Tracy, Tracy'nin bir türlü sevgili olamadığı çocuk ve onun kız arkadaşı 4 kişi garip bir araba yolculuğu sonrası güzel bir villaya varırlar. Brooke sevgilisini elinden alan kız ile yüzleşir. Brooke'un verdiği akıllar ve taktikler sayesinde kız evlenmiştir. Aslında onun sevgilisini elinden almıştır. Bu sebeple ona restoran için borç vermek zorundadırlar. Ve içinden çıkılamaz bir duruma düşerler.
Tracy ise Brooke'u anlattığı "Bayan Amerika" adlı öyküsüyle edebiyat kulübüne kabul edilmiştir. Ayrıca ikisinin anne ve babası evlenmekten vazgeçmişlerdir. Asıl olay Brooke kendisi hakkında yazılan öyküyü okuyunca patlar, Tracy ile kavga ederler. Brooke maddi desteği de reddeder ve kabuğuna çekilir.
Daha önce Frances-Ha adlı filminde senaryosunu birlikte yazar Noah Baumbach ve Greta Gerwig komik ve naif bir film ortaya çıkarmışlar. New York'ta kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan 30 yaşlarında bir kızın nasıl "Ben iyiyim" imajını yarattığını ve aslında içinde fırtınalar koptuğunu hayatına giren biriyle anlatmışlar. Komik dialogları ile tekrar izlenebilecek bir film ortaya çıkarmışlar. 
Festivalde izlediğim bu film belki Başka Sinema ile tekrar izleyiciyle buluşur.
İyi seyirler:)


8 Ekim 2015 Perşembe

Arjantin-Carlos Saura


Carlos Saura, müziğin ve dansın filmi çeken bir yönetmendir. İspanya, Portekiz, Arjantin'in ulusal danslarını ayrı ayrı filmlerde işlemiştir. Ülke insanlarını köylüden kentliye kadar iyi tanımış ve özünün unutulmaması gerektiğini izleyiciye filmlerinde kullandığı şarkılarla anlatmıştır. En eski halk şarkıları, en eski halk danslarıyla Carlos Saura kamerasında bir kez daha ölümsüzleştirilir. Büyüklerin anlattığı masallar ve efsaneler tekrar hatırlanır. Günümüzdeki müzikler ve danslar da unutulmaz. İçli bir aşk şarkısı sahnede modern dans ile birleşir. Ve ortaya ayrı bölümlerden oluşan ancak bütününde bir anlam ifade eden film çıkar.
Arjantin filminde; toprakların ilk sahiplerinin yanık sesleriyle söylediği türküler, siyasi baskılara boyun eğmek istemeyen halkın feryadı, Tanrı'yı arayan bir çocuğun şaşkınlığı, kapitalizme karşı koymaya çalışan gençlerin mücadelesi, aşık bir adamın methiyeleri ve köylülerin eğlenceli karnavalları var. Bunun yanında sahnede yalınayak dans eden balerinleri, piyanoda farklı ses çıkararak yeni bir şey yaratmaya çalışan piyanisti de görebiliriz. 
Arjantin'in ünlü müzisyenlerinin anısını adanmış iki bölüm de var. Bir tanesinde küçük çocuklar ekranda gördükleri şarkıcıya sıralarda ritm tutarak eşlik ediyor. Bu da Arjantin'de müziğin gelecek kuşaklar için de önemli olduğunun altını çiziyor. 
"Fadolar" benim favori filmim olsa da "Arjantin"i izlerken yer yer çok duygulandım. Kimi zaman yerimden kalkıp dans etmek de istesem de bende özel bir etki bıraktı. Farklı bir izleyici kitlesinin olduğu belliydi. Film bittikten sonra tüm salon alkışladı ve jenerik bitene kadar çoğu izleyici yerinden kalkmadı. Konuşmalardan anladığım kadarıyla filme gelenler yönetmenin önceki filmlerini de severek izlemişler. Ne mutlu ki İspanya-İberya-Arjantin kültürünü filmleriyle ölümsüz kılmaya çalışan bir yönetmen var. Carlos Saura, gerçekten sinema dünyasında ayrı bir yere sahip.
Eğer ilginizi çekerse; iyi seyirler.)




7 Ekim 2015 Çarşamba

Festivalin En Eğlencelisi: Lolo-Julie Delpy


45 yaşlarındaki Ariane ve Violette Fransa'nın güneyinde tatil yapmaktadırlar. İkisi de sevgilisizlikten yakınmaktadır. Sahilde balık tutan adamları gördüklerinde onları tavlamaya karar verirler. İçlerinden hijyen takıntısı olan evhamlı Violette, köylü ve çirkin bulduğu adamın önce yüzüne bakmasa da mangalın başında onunla sohbet edince bir anda aşık oluverir. Adamın sandalet ve çorap giymesini aldırmaz. Zaten kendisi de hizmetçilerin giydiği bir elbise giymiştir. Violette'in asıl amacı uzun zamandır kimseyle yakınlaşmamıştır. Ve bu tatili günü birlik bir ilişkiyle değerlendirecektir.
Beklenen sonuç olmaz... Yolculuk günü gelir. Violette köylü sevgilisi Jean-René'den ayrılmak istememektedir. İkisi Paris'te de buluşurlar ve görüşmeye devam ederler. Bu ilişki günden güne saha da sağlamlaşır.  Ancak Jean-René'nün hesaba katmadığı en büyük şey Lolo'dur. Violette'in biricik oğlu Lolo annesini ölümcül derecede kıskanmaktadır. Ve onun mutlu olmasını ve kendinden uzaklaşmasını kaldıramaz. Bu yüzden Jean-René'nün azılı düşmanı oluverir. Adamcağıza yapmadığını bırakmaz. Çift her kavga ettiğinde barışsa da son damla ikisini zorlayacaktır.
Kulie Delpy'nin filmi hem yazmış hem yönetmiş hem de başrol oyuncusu oluvermiş! Çok da iyi etmiş. Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Fransız sinemasının harika kadınının çektiği "Lolo" acilen izlenmesi gereken bir film.
İyi seyirler:)))

5 Ekim 2015 Pazartesi

Marslı-Ridley Scott


Andy Weir'in Marslı adlı romanı sonunda beyazperdede! Bir nefeste okuduğum romanın filminin Amerika ile aynı zamanda ülkemde de vizyona girmesi beni çok mutlu etti. Cumartesi günü kendimi sinemada buldum. Bir an gişedeki kalabalığı görünce yer bulamayacağım diye korksam da güzel bir koltuk buldum. 3D olanını tercih ettiğim için gözlüklerimle filmin başlamasını heyecanla bekledim. 
Mars gezegenine giden astronotlar ani fırtına sonucunda gemiye dönmek zorundadır. Ancak hızla uçup gelen bir anten Mark Watney'e sapanır ve rüzgarla savrulmasını sağlar. Ekip arkadaşları onu kısa bir süre arasalar da bulamazlar ve kaptanın emriyle gemiye dönerler. Mark'ın elbisesi delinmiş ve oksijen seviyesi düşmüştür. Yani dışarıda kalsa bile ölecektir. Ekip kendini güvenceye almak için Mars'tan ayrılır. Mark ise bir süre sonra uyanır. Kimseyi göremez, elbisedeki sinyali farkeder ve araca gidip göbeğindeki anteni çıkarır. Bundan sonra ne yapacağını bilmemektedir. Nasıl Nasa ile iletişim kuracak? Ona yetecek kadar yiyecek var mı? Oradan nasıl kurtulabilir?
Mark bir biolog olduğu için önce Mars'ta yiyecek yetiştirip yetiştiremeyeceğini düşünür ve dolapta bulduğu patatesleri kaldıkları araçta bir bölüme dikmeye başlar. Mucizevi bir şekilde su da elde edip patatesleriyle daha ne kadar besleneceğini hesaplar. Ve Nasa ile bağlantıya geçer. Onun öldüğünü düşünen ekip arkadaşları ise gerçeği öğrendiklerinde onu almak için geri dönmeye karar verirler. Mars'ta geçen süreyi, Mark'ın hayata tutunmaya çalışmasını gülümseyerek izledim. Kitaptan farklı bir nokta yoktu. Tabi uzun uzun orada yaşananları da anlatıp sinema izleyicisi sıkılamazdı. Film tam yerinde izlenebilir bir uzay filmi olmuş. Başrolüne Matt Damon çok yakışmış. Diğer oyuncular ise Sean Bean, Cate Mara, Jessica Chastain, Jeff Daniels olan filmin yönetmeni ise Ridley Scott. 
İyi seyirler:))



The Tale Of Tales-Matteo Garrone


"Bir Varmış Bir Yokmuş" ile başlayan masallardan biri... Yalnız birazcık karanlık bir masal. Mutlu sonla bitmeyen, klişeleşmiş aksiyonları barındırmayan bir film. Ortaçağ Napolisi atmosferinde geçiyor. Kralı eğlendirmeye çalışan soytarılar, geleceği haber veren büyücüler, dünyevi hırslar... 
Kraliçe çok mutsuzdur. Çünkü bir türlü hamile kalamaz. Kocası ise elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır. Çirkin bir büyücü ona deniz canavarının kalbini yediğinde hamile kalacağını söyler. Ancak bir kişi kazanırken bir kişiyi kaybedecektir. Bunu göze alabilecek midir? Karısını çok seven kral zırhlılarını giyinir ve denizin dibine dalar. Orada canavarı öldürür. Canavar da onu öldürür. Askerler canavarın kalbini çıkarırken oraya gelen kraliçe, kocasının yüzüne bile bakmaz. Tek istediği kalptir. Canavarın kalbi...
Kalbi pişiren bakire hizmetçi ile kraliçe aynı zamanda hamile kalırlar ve 1 gün sonra doğum yaparlar. İki çocuk da birbirinin aynısıdır. Yani canavarın ikiz çocuklarıdır. İkisi yakın arkadaş olurlar ve kraliçenin şerri onları rahat bırakmaz.
Diğer bir öyküde, bir kralın kızıyla olan ilişkisi anlatılıyor. Korkak kral bir pireyi bile incitemez...
Kızı ise babasını koşulsuz sever ve hatta ona şarkılar yazıp besteler. Ancak bu sevgi babanın umurunda değildir. Eline konan pireyle yakından ilgilenir ve odasında onu büyütür. Günden güne büyüyen pire bir gece aniden rahatsızlanır ve ölür. Bir yandan da kızı evlenme yaşının geldiğini savunur ve beyaz atlı prensini bulmak istemektedir. Kriterleri; cesur, güçlü ve yakışıklı olmasıdır. Babası da "Eminim bir gün öyle birini bulacaksın" der. Ölen tek dostu pirenin derisini yüzdürür ve onun neye ait olduğunu bulan kişiyle kızını evlendirmeye karar verir. Karşısına dev, vahşi bir adam çıkar. Deriyi koklayınca onun pireye ait olduğunu anlar ve kızı sırtladığı gibi mağarasına götürür. Prensesin evleneceği kişide aradığı özellikler ve babasının tutumu günümüzde yaşananlarla çok benzerlik gösteriyor. Özellikle kızın devin kafasını kestikten sonra evine dönüp babasının tacını devralması, modern yaşamda kadının erkeksileşmesi üzerine güzel bir eleştiri.
Komik bir öykü de çapkın kraldan... İstediği her kadınla birlikte olan kral, bir gün sarayından bakarken fakir bir sokakta şarkı söyleyen bir genç kız sesi duyuyor ve büyüleniyor. Kapısına dayanıp ona iltifatlar ediyor. Ancak içeride güneşe çıkmayan iki yaşlı kız kardeş yaşıyor. Sadece sesleri genç kalmış vücutları ve beyinleri eskimiş iki kardeş kraldan kurtulmak için onu oyalamaya başlıyorlar. Bir hafta sonra parmağını gösteren kız ikinci buluşma için kralın yatak odasına gidiyor. Diğer kardeşi ise sarkmış vücudunu, göğüslerini yapıştırıyor. Amaç kralı kandırmak. Sabah uyanan adam yaşlı kadınla yattığını görünce midesi bulanıyor ve onu camdan aşağı attırıyor. Şanslı kadın ağaç dallarına takılıyor ve bir cadının mucizesiyle bir anda güzel bir genç kız oluyor. Ava çıkan kral da onu görünce baştan çıkıp evlenmeye karar veriyor. Sonu pek iyi bitmese de diğer kardeşi gibi gençleşmek isteyen kadın derisini yüzdürerek bu işten en çok zararlı çıkan oluyor.
Matteo Garrone, masalları günümüze adapte ediyor. Bizim istediğimiz gibi değil, kendi istediği gibi... Bazen kahkahalarımı tutamadığım film, insanı 125' boyunca hiç sıkmıyor ve o dünyaya inandırıyor.
İyi seyirler.









Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...