10 Nisan 2024 Çarşamba

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-4

 

Ada 


 God of Art- 

4

ARTEMİS

30’lu yıllarda henüz İstanbul betona boğulmamıştı. Pertev’in dedesi geleceği gördüğü ya da geleceği ona göre şekillendirebileceğini anladığı için İstanbul’da inşaat malzemeleri satan bir şirket kurmuştu. Cumhuriyet’in ilk seneleri olduğu için devlet desteği de arkalarındaydı. Yurt dışından malzeme getirmek çok pahalıya mal oluyordu. Kendileri üretime geçmek için bir çözüm bulmaları gerekiyordu. Anadolu’nun en uygun yerinde mermer ocağını kuruverdiler. Yer oyuldu, dağlar oyuldu, etrafındaki ağaçlar önce beyazladı sonra kurudu ve kesildi, köylüler nefes alamaz oldu, bazısı doğdukları yeri terk etti. Oralara yağmur yağmaz oldu, dede mermer çıkarma uğruna toprakları kuruttu. Ama çok vefakâr bir insandı. Köylüleri bir bir yanına aldı onlara iş verdi. Kıraç toprakları iş açısından cazibe merkezi haline getirmeyi başarmıştı. Köyün akıllı çocukları okutulmak ve şirkette çalıştırılmak üzere birer birer İstanbul’a getiriliyordu. Dede, babasının doğduğu köye böylece borcunu ödüyordu. Hem kendi köylüsüne güvenmeyecek kime güvenecekti. Köyün becerikli kızları da bazen köşke hizmetçi olarak alınırdı. Anne ve babası Fatma kızı dedenin köşküne göndermek için ellerinden geleni yaptılar. Çünkü dede yanına aldığı kişiler için ailelere bir miktar ödeme yapıyordu. Ancak aracı adam Fatma’nın şehre gitmesini pek hayırlı bulmamıştı. Çünkü Fatma çok güzeldi. Aracı adam ikna edildi, yüzdesi direkt babasının kefen parasından verilmişti. Fatma kendini İstanbul’da köşkte buldu. Aracı adamın artık umurunda değildi, çamaşırcı kadın Fatma’yı arka bahçede günlerce, aylarca tuttu. Biliyordu Fatma’yı görseler âşık olacaklardı. Bir bahar sabahı Fatma beyin ve hanımının odasına girdi. Çarşafları çıkardı. Yeni ütülenmiş temiz nevresimleri geçirdi. Kucağında kirli çarşaflarla odadan çıkarken dede de içeri giriyordu. Dede Fatma’nın gözlerinde kaldı. Bugüne kadar yaşamadığı sevinci içinde hissetmişti. Parmaklarının ucundaki sinirler ısındı. Dede “Sen kimsin?” dedi. Fatma korktu “Çamaşırcıyım” dedi. Dede “Adın ne?” dedi. Fatma “Fatma” dedi. Dede tekrarladı “Fatma”.

Dede kahvaltı sonrası Seyis Efe ile at binmeye gidecekti. Deri çizmeleri, kırbacı, ata binişi, yuları çekişi hepsini çalışanların ortasında yaptı, bugün bir başkaydı, Fatma görsün istiyordu. Onu, varlığını, erkekliğini. Fatma görsün. Eve gelişini, bahçede yürüyüşünü, kahve içişini, uyuyuşunu… Dede değişti, Fatma’yı okutmaya karar verdi, yanına birkaç çamaşırcı kızı da okula yazdırdı. Seyis Efe ile bazen arkadaşlık sohbetlerine girerlerdi. Atlar üzerine, iş üzerine ve aşk üzerine. Seyis Efe bekardı. Dede Fatma’yı ona uygun gördü. Ama dile getirmedi. Fatma ile ahırda karşılaştı, Fatma ne olduğunu anlamadı ancak dede dünyayı içine almış gibi hissetti. Kendini kaybetmişti. Fatma sesini çıkaramadı. Günler geçti, dede dünyaya kavuşmaya devam etti. Fatma’ya büyük sözler verildi. Fatma Seyis Efe ile evlendi. Seyis Efe Fatma’yı ona layık gören hem patronu hem arkadaşı olan adamın elini öptü. Köşkteki en mutlu kişi Seyis Efe idi. Dedenin sağ kolu olduğu şimdi tüm ülkeye duyurulmuştu. Evin beyi kendi eliyle onu dünyanın en güzel kızıyla evlendirmiş ve onlara gelecek vadetmişti.

Seyis Efe dede ile çıktığı bir domuz avında yanlışlıkla vuruldu. Etrafı kalabalıktı ama kurşun ona isabet etmişti. Fatma Efe’nin ölümüyle yıkıldı, oğlu Musa daha beş yaşında yetim kalmıştı. Dede onları ziyarete geldi sık sık Fatma’ya söz verdi, Musa okuyacak büyük adam olacaktı, onu kendi yeni doğmuş oğlundan ayırt etmeyecekti. Evin hanımı Fatma’nın köye dönmesi ya da başka bir yere gitmesi için elinden geleni yaptı ama olmadı, dede gözünün önünden ayıramazdı. Fatma ona yemekler yapacaktı, eli lezzetliydi. Ev işi kadının saçlarına aklar düşürmeye başlamıştı, bir de yaşadıkları. Musa altısında yatılı okula verildi. Fatma okuldan ağlayarak köşke geldi, yalnızdı, onu kimse teselli etmedi. Sanki herkesin sırtından yük kalkmıştı. Fatma sesini çıkarmadıkça ezildi, konuşamadı. Oğlu yazları yanındaydı ancak yaşı büyüyünce yaz okulu, yurt dışındaki kamplar derken Musa Fransa’ya gitti ve annesinin kalbi dayanamadı. Oğluna hasret olarak yağmurlu bir günde gömüldü. Dede cenazeye gitmedi, kalbi dayanamazdı. Ona bir şey olursa şirket yok olurdu.

Musa’nın okurken para sıkıntısı olmadı. Fransa’dan arada dedeyi arardı, her türlü ihtiyacı karşılayan oydu neticede. Dede arkasındaydı. Babası Seyis Efe kadar yakışıklı ve kahraman olmasa da Musa’nın gözünde ikinci babası o sayılırdı. Annesi ise dönemin vefakâr, çilekeş, köylü ama güzel kadınıydı. “Hiç doğmasaydım” demedi asla çünkü zekiydi, başaracağını biliyordu. Ülkesine döndü ve kapılar ona açıldı. Musa annesinin yanında çalıştığı aileden hiç kopmadı. Dedenin oğlu onu her ne kadar kıskandıysa da torunları onu sevmişti. Pertev hariç. Sanat muhabbetini Musa ile yapmak Pertev’i sinir ediyordu. Hala dilbilgisi hatalarıyla Fransızca konuşan bu adam bazen unuttuğu şeyleri kafasında sallıyordu. Pertev, Musa’nın yaşlılığına vermiyordu, ona yaşattığı travmaya bağlıyordu nefretini.

Musa’nın mezarına ilk toprağı ortanca abi attı. Sonra babası. Sonra sanat camiası. Artemis bir köşede ağlıyordu, içi içini yiyordu ona göre son telefon konuşmasından sonra sinirle kalp krizi geçirip ölmüştü. Kendini suçluyordu. Mezarlık çeşmesine doğru koştu ve kusmaya çalıştı. Midesi boştu. Çeşmeden su içerken Efil gelip elini yüzünü yıkamasına yardım etti. Artemis az daha ona sarılıp ağlayacaktı ama Musa’nın ölümünde onun da parmağı vardı. Artemis “Bana kızgın öldü” dedi. Efil mendiliyle kızın alnını sildi “Neden?” diye sordu “Biyografi mevzusundan size söylediğimi öğrenmiş” derken Efil onu sarstı “Saçmalama, seninle ne alakası var, bana kendi söylemişti zaten, yayınevi vazgeçmiştir ondan sana sarmıştır, kaç yaşında adam, yalnız ne de olsa kafa… Neyse bunları burada konuşmayalım”. Artemis az daha bağıracaktı “Onu ben öldürdüm.” Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, akrabası sandılar ona başsağlığı dilediler. Efil de bozmadı. Artemis rahatlamıştı, bayılırsa ya da aşırı bir şey yaparsa Efil sıcacık eliyle onu tutardı. Cenaze sonrası sadık öğrencileriyle Musa’nın evine gittiler. Efil “Şu işe bak, doğruymuş insanlar doğum günlerine yakın zamanda ölürlermiş”. Artemis’i banyoya götürdü. Maya evde eşyalarını toplamış bekliyordu. Pertev’in babası da gelmişti. Efil onun yanına gitmeye çekiniyordu, Pertev ortada yoktu. Maya’nın kalan maaşını ve iş bulana kadar geçineceği parayı babanın asistanı halletti. Artemis “Kitap ne olacak?” dedi. Efil ona yaklaştı “Bak Pertev Bey’in babası Musa’nın çok yakınıdır beraber büyümüşler, bırak gerisini onlar halletsin” dedi. Efil dünyanın en büyük jestini yaptı, asistandan Artemis için yüklüce para aldı. Artemis az daha ona sarılacaktı. Sonra tekrar ağlamaya başladı. Efil Maya ile vedalaştı, nem kokan kütüphanenin kokusunu son kez içine çekti ve Efil’in çağırdığı taksiye binerek eve gitti. Baş ucuna paraları koydu, nereden baksa altı aylık ev kirası ve giderleriydi. Musa bir kuruş bile vermemişti. Ne kadar iyi insanlardı. Şimdi ne yapacaktı? Gidip mahalle kahvecisinde ya da ev tekstili satan bir mağazada çalışmaya başlayacaktı. 

 

LİSSA

Lissa yaşadığı bodrum katın penceresinden bakıyordu. Tek gördüğü sokakta yürüyen insanların ayaklarıydı. Bir süre sonra bir araba gelip camın önüne park etti. Lissa camı kapadı, egzoz kokusu odaya girmişti.  Ağlamaya başladı, ev arkadaşı geldi. “Hadi ağlayıp durma, bu adam gider başka adam gelir” dedi. Lissa “Akuji öyle bir adam değil” dedi. Kadın güldü “Biz ne adamlar gördük ama adam değildi, sen de kendini çok kaptırma onun başka amaçları vardır”. Lissa hiçbir şey demedi ellerini açıp sessizce dua etmeye başladı. Ev arkadaşı güldü “Kiliseye neden gitmiyorsun?” Lissa sert çıktı “İstediğim şekilde dua ederim ben özgürüm.” Lissa İstanbul’a ilk geldiği senelerde kiliselerdeki ücretsiz İngilizce kursuna gitmişti. Bu yüzden kiliseye gidip dua etmek de onun rutini olmuştu, Allah tekti ona göre, dua da duaydı, ha Müslüman olmuşsun ha Hristiyan önemli olan iyi kalpli olmaktı.

Akuji’ye attığı mesaj gitmemişti. Ya polis onu yakalamış çoktan sınır dışı etmişti ya da telefonun şarjı bitmişti. Şarjı biten Akuji şehrin dışındaki çiftliğe doğru yürüyordu, aksayarak. Gidecek bir yeri yoktu hem orayı polis de basmazdı, cebindeki sahte çalışma iznini bir kez güvenliğe yutturmuştu, kocaman köşkte onu bulamazlardı. Bir şekilde en az bir hafta orada kalmaya niyetliydi. Telefonunu şarja takınca da Lissa’ya haber verecekti. Hava kararmak üzereydi.

Köşkte yapılacak işler vardı. Müştemilat etrafında birkaç yer kazılacaktı. Akuji gece çalışmayı kabul etti. Elinde kürekle bahçeye çıktığı an önünde bir küçük insan kafası buldu, ürktü. Ne yapacağını şaşırdı, ayağıyla itti, bir tane daha vardı. İlerideki kutuyu buldu kafalara bakarken ona tutulan ışık gözüne girdi. Ne yapacağını şaşırdı, genç bir adam ona yaklaştı “Ne yapıyorsun ne bunlar yoksa sen?” Akuji adamı tanıdı dün gece onu kovalayan polisti koşmaya başladı. Adam bağıramıyordu Akuji’nin peşinden koşuyordu. Polis fısıldıyordu “Dur kaçma!” Akuji duvarlara doğru gitti, üstünden atlayamazdı ayağı onu zorluyordu. Polis “Koşma dur” diyordu ama tek başına fısıltıyla peşindeydi. Akuji’nin ayağı takıldı ve düştü polis de üstüne düştü ağzını kapadı “Akuji sakın bağırma!” Akuji adını bilen ve onu buraya kadar takip edip yakalayan polisi öldürmek istediyse de başaramadı aklına Lissa geldi. Sınır dışı edilebilirdi ancak Lissa’nın katil sevgilisi olamazdı. Genç ve tecrübesiz polis onu zorla sakinleştirdi, boğuşma kısa sürdü. Ve polis onunla iş birliği yapmazsa ülkesine geri gönderileceğini söyledi. Akuji rahatladı.

İkisi duvar dibinde oturmuşlardı, yanlarındaki kutuda Amazon kafaları vardı. Polis “Bunları sen mi getirdin, doğru söyle?” diye sordu. Akuji “Yemin olsun benim alakam yok, bahçeyi kazarken ayağıma çarptılar.” Polis “Neden kazıyorsun bahçeyi?” Akuji “Abi kaz diyorlar, kazıyorum sonra başka yeri kazıyorum, iş veriyorlar. Hapse götürme beni ne olursun ne istersen yaparım.” Polis Akuji ile anlayacağı dilden konuştu, oraya o da çalışmaya gelmişti, kendince bir tarihi eser kaçakçılığının peşine düşmüştü. Görevi gizliydi. Akuji orada olanları ona anlatacak polis de kaçak çalışmasına göz yumacaktı. Akuji ile plan yaptılar. Akuji ağlamaya başladı. Polis onu sakinleştirdi “Lissa’yı tekrar görmek istiyorsa dediklerine uyacaktı”. Akuji korktu Türk polisi her şeyden haberdardı.  Polis köşkteki sanat eserlerini sordu, geleni gideni. Akuji içeri hiç girmediğini ve gelen giden olduğunda arka bahçedeki müştemilatta durduklarını herkes gitmeden ortaya çıkmadıklarını anlattı. Polis ona köşke girip sanat eserlerinin fotoğraflarını çekmesini, mümkünse gelen gidenin de fotoğraflarını çekmesini istedi. Akuji daha fazla ağlamaya başladı, yapamayacağını düşündü. Polis bir an durdu “Akuji adam ol ağlama, sakın kaçmaya da kalkma, bizim gözümüz her yerde!” dedi ve yanından uzaklaştı. Akuji polisin talimatına göre Amazon kafalarını kutusuyla belli bir ağacın altına gömdü. Günü gelince bir delil olacaktı. Sıra Lissa’ya iyi olduğunu bildirmekteydi.

Lissa gecenin bir yarısı gelen mesajla uyandı. Akuji iyi olduğunu, çalıştığı köşkte olduğunu onu ortalık sakinleşince gelip bulacağını yazmıştı. Bir de konum göndermişti. Seni seviyorum Lissa yazıp kalp göndermişti. Lissa rahat bir nefes aldı işte Akuji diğer adamlara benzemiyordu. Akıllıydı da bugüne kadar ekmeğini taştan çıkarmıştı, polisle işi olmamıştı, ona kötü bir söz söylememişti. Gece rahatça uyudu.

Akuji’nin gecesi uzundu. Kazdığı yerlerden birtakım kemikler çıkmıştı. Bekçi onların plastik olduğunu sanat manat çalışmaları için bir süre toprağa gömülü bekletildiğini söyledi. Akuji polis kadar akıllıydı küçük bir kemiği cebine attı. Artık işi delil toplamaktı. Mola verildiğinde müştemilattan köşkün camındaki iki adamın fotoğrafını çekti. Birbirilerine sarılan iki adamı gördü videoya kaydetmişti. Uzaktan siluet olarak görülüyordu. Polis cep telefonunu verse hemen ona gönderirdi. Ama demek polis gerektiği zaman onu bulacaktı. Sinirleri bozulmuştu, dengesini yitirmişti. Bir şişe suyu kana kana içti. Köşke birkaç araba geldi. Akuji plakaları telefonuna yazdı. İnen kişileri tam görememişti. Bahçıvan kendisi gibi çalışan birkaç kişiyi müştemilata gönderdi. Akuji telefonunu şarja takmıştı. Uyuyamadı. Bir süre sonra güvenlik geldi ve onu kolundan tutup dışarı çıkardı. Akuji korkuyordu ağlamak üzereydi, polisler onu almaya mı gelmişti? Akuji köşke götürülüyordu, öleceğini düşündü. Telefonunun sesini kıstı ve kamerasını açıp yeleğinin cebine sıkıştırdı. Kocaman merdivenlerden hızlıca çıktılar. Güvenlik kapıdan içeri girmeden onu uyardı, burada gördüklerini kimseye anlatmayacaktı yoksa sahte çalışma belgesini polise verirdi. Akuji neye uğradığını şaşırdı, kayıt dışı olduğunu herkes biliyordu. Güvenlik bir odaya getirdi Akuji’yi, Musa elinde bastonuyla koltukta kalakalmıştı. Akuji’ye onun uyuşturucu aldığını hemen evine götürülmesi gerektiğini yoksa patronların başına iş açılacağını söyledi. Akuji durmuş Musa’ya bakıyordu bir an bahçeye adamı gömeceğini sandı. Güvenlik tane tane tekrar anlattı, arabayla eve götürüp bırakacaklarını sonra da bin dolar vereceklerini söyledi. Akuji onayladı “Müştemilatta kalmak istiyorum bu hafta” dedi. Güvenlik “Gidecek yerin mi yok?” Akuji “Evet, merak etmeyin sorun olmaz” dedi. İkisi Musa’yı şehirdeki evine getirip bıraktılar.

Lissa sabah işe neşeyle gitti, patron onu bir köşeye çekti “Sen kaçaklarla mı takılıyorsun?” diye sordu. Lissa sesini çıkarmadı. Patron “Evlenmen lazım, bizim köyden iri kıyım bir usta gelecek, yakışıklı adamdır ha, çalışma izninin bitmesini istemiyorsan ona evet de.” Lissa şaşırmıştı. Patron “Bunlar yine kazan mı kaldıracak?” Lissa ses çıkarmadı. Patron “Grev mrev mi yapacaklar, bak bir daha ayaklanma olursa önceden haber vermezsen kapının önüne koyarım seni” dedi. Lissa “Ben kimseden duymadım, çalışıyorum sadece” dedi. Patron Lissa’yı kaybetmek istemiyordu çünkü güçlü kız üç kadının yapacağı işi yapıyor ona yarı fiyatına mal oluyordu. Köyden gelecek adam da beş kişiye bedel çalışsa patron dört kişiyi istifaya zorlayacaktı. Hem Lissa da vatandaşlığa geçecek böylece göçmen polisi sık sık atölyeyi ziyaret etmeyecekti. Lissa sesini çıkarmadan çalışmaya başladı. Diğer kadınlar ona ispiyoncuymuş gibi bakıyordu. Lissa tanımadığı biriyle asla evlenmezdi, işte bu sebeple ülkesini terk etmişti. O Akuji’yi bekleyecekti. En kısa sürede sevgilisine kavuşmak için dua etti.

 

EFİL

Efil elinde dosyalarla Pertev’in ofisinde aniden ortaya çıkan sergi için toplantı yapıyordu. Çok işi vardı, aklında olan eserleri hemen müzeye getirmeliydi. Pertev onun için bir haftalık iş dedi. Efil itiraz etti müzenin programı belliydi. Pertev ısrar etti en üst katta bir aylığına özel koleksiyon sergilenebilirdi. Efil bir yandan da heyecanlanmıştı. Zaten elinde bir sürü sanatçı listesi vardı. Onlara ulaşıp eserleri alsa müzeye ulaşmaları en fazla beş gün sürerdi. Pertev onu bu düşüncesi için tebrik etti. Efil’in Pompei performansını çok beğendiğini ancak vicdan azabı yüzünden buna karşılık başka bir performans düzenlemesi gerektiğini söyledi. Efil hem müzeye koleksiyon kuracak hem köşke gelen seçkin misafirler için sınırları olan bir performans düşünecek hem de yumurtalıklarını donduracaktı. Pertev gülümsedi onu rahatlattı sergi konusunda isterse bir asistandan destek alabilirdi. Efil itiraz etti her şeyi kendi yapmak istiyordu, Pertev’in sağ kolu değil miydi? Pertev elindeki belleği ona verdi. Efil içindekilere baktı, birkaç video izledi. Efil bu tarz bir şeyler bulması gerektiğini anlamıştı. Pertev itiraz etti “Efil koleksiyonum hazır, sen birkaç yeni sanatçı bulsan yeter.” Efil “Koleksiyonu birlikte seçiyorduk?” Pertev özel uçağıyla gittiği ülkelerden bulduğu eserleri alıp getirmişti. Efil bu işlerin böyle yürümediğini söyleyemedi bile. Pertev deposundaki eserleri bir gecede müzeye getirecekti, duvar yazıları bile hazırdı. Onun adı yine küratör olarak geçecekti, dert edeceği tek şey köşkteki insancıl performanstı.

Efil odadan çıktı, eli ayağı buz kesmişti. Bu eserleri ondan habersiz alıp getirmişti. Tek başına bunu yapıyorsa Efil’e ne gerek vardı? Efil’in adını mı kullanmak istiyordu. Yoksa ondan kurtulmak mı istiyordu? Amacı neydi? Sergi yazıları hazır derken, kime yazdırmıştı. Bu arkasından iş çevirmek demekti. Ama nasıl itiraz edecekti. Geri dönüp yüzleşse miydi yoksa gidip performans için çalışsa mıydı? Etrafında keşke ondan akıllı biri olsaydı, fikre ihtiyacı vardı.

PERTEV

Performans akşamı Sanat Tarihçisi, Gazeteci Musa için özel olarak düzenlenen bir etkinlikti. Pertev İtalya’da özel diktirdiği lacivert takım elbisesini giydi, gri çerçeveli gözlüğünü taktı. Bu akşam babası ve abisi de orada olacaktı, ülkenin bazı zenginleri, basın ve sanat camiası Pertev’in biricik sanat gösterisini izleyecek ve günlerce onun sanat zevkini konuşacaktı. Bu etkinlikler abisinin yaptıklarından daha çok fayda sağlıyordu ailenin imajına. Konuşulmak iyiydi, güzeldi. Dede köşkü saat sekiz gibi dolup taşmıştı. Babası ve abisi gururla gelip Pertev’i tebrik ettiler. İçkiler, atıştırmalıklar kusursuzdu. Gazeteciler gelen herkesin fotoğrafını çekmek için yarışıyordu. Sanat camiası zenginlerle sohbet edebilmek için yanlarına gitse de bu süre pek uzun sürmüyordu. Çünkü zenginlerin dili farklıydı.

Pertev’in abisi onun oda orkestrasını etkinliğe çağırdığı için ayrıca gururluydu. Uzaktan melodilere başını sallıyor ve şampanyasını içiyordu. Babası ise köşkün sağına soluna bakıp babasını onurlandıracak bir gösteri olmasını umuyordu. Performans sanatı öğrencisi beş genç kız salonun ortasına geldiler. Işıklar kısıldı, dans gösterisine başladılar. Bu normal bir dans gösterisinden öte kedi ve köpek figürleriyle karıştırılmış bir danstı. Baba utanmaya başlamıştı. Abi ne zaman biter gibilerinden saatine bakıyordu. Performans sanatçıları izleyicilerin yanına gidip sevilmek için ellerini ve başlarını uzattılar. Önce tedirgin olan izleyici sonra onlara sevgi göstermeye başladı. Dansçılar evcil hayvan gibi seviliyordu. O sırada bir sürü köpek salona getirildi. Efil elinde mikrofonla bir konuşma yaptı. Terk edilen hayvanların barınaktan sahiplenilmesi gerektiğini söyledi. Herkesin kalbi yumuşamıştı. Zenginler aileye ayıp olmasın diye hemen karpuz seçer gibi köpekleri seçip yanlarına aldılar. Sanat camiası bunu ayakta alkışlıyordu hem sanat hem sosyal sorumluluk projesi yapmak buydu. Gazeteciler köpek sahiplenen sosyetik isimleri hemen fotoğraflıyordu. Babası Pertev’in sırtını sıvazladı, abisi de elini sıktı. Bir anda performans sanatçısı kızlar ulumaya başladılar. Bu programda yoktu Efil onlara baktı. Kızlar oraya eylem yapmaya gelmişti “Hayvanlar eve kapatılamaz!” diye çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Onların parayla satın alındığını sonra sokağa bırakıldığını, hayvanların özgür olması, eve tıkılmaması gerektiğini insanlara anlatmaya çalıştılar. Herkesin eline güzelce yazılmış bir bildiri tutuşturdular. Pertev Efil’e baktı. Performans planı bu değildi.

 







 ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Hiç yorum yok:

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...