God of Art-
4
ARTEMİS
30’lu yıllarda henüz İstanbul betona boğulmamıştı. Pertev’in
dedesi geleceği gördüğü ya da geleceği ona göre şekillendirebileceğini anladığı
için İstanbul’da inşaat malzemeleri satan bir şirket kurmuştu. Cumhuriyet’in
ilk seneleri olduğu için devlet desteği de arkalarındaydı. Yurt dışından malzeme
getirmek çok pahalıya mal oluyordu. Kendileri üretime geçmek için bir çözüm
bulmaları gerekiyordu. Anadolu’nun en uygun yerinde mermer ocağını
kuruverdiler. Yer oyuldu, dağlar oyuldu, etrafındaki ağaçlar önce beyazladı
sonra kurudu ve kesildi, köylüler nefes alamaz oldu, bazısı doğdukları yeri
terk etti. Oralara yağmur yağmaz oldu, dede mermer çıkarma uğruna toprakları
kuruttu. Ama çok vefakâr bir insandı. Köylüleri bir bir yanına aldı onlara iş
verdi. Kıraç toprakları iş açısından cazibe merkezi haline getirmeyi
başarmıştı. Köyün akıllı çocukları okutulmak ve şirkette çalıştırılmak üzere
birer birer İstanbul’a getiriliyordu. Dede, babasının doğduğu köye böylece
borcunu ödüyordu. Hem kendi köylüsüne güvenmeyecek kime güvenecekti. Köyün becerikli
kızları da bazen köşke hizmetçi olarak alınırdı. Anne ve babası Fatma kızı
dedenin köşküne göndermek için ellerinden geleni yaptılar. Çünkü dede yanına
aldığı kişiler için ailelere bir miktar ödeme yapıyordu. Ancak aracı adam Fatma’nın
şehre gitmesini pek hayırlı bulmamıştı. Çünkü Fatma çok güzeldi. Aracı adam
ikna edildi, yüzdesi direkt babasının kefen parasından verilmişti. Fatma
kendini İstanbul’da köşkte buldu. Aracı adamın artık umurunda değildi,
çamaşırcı kadın Fatma’yı arka bahçede günlerce, aylarca tuttu. Biliyordu
Fatma’yı görseler âşık olacaklardı. Bir bahar sabahı Fatma beyin ve hanımının
odasına girdi. Çarşafları çıkardı. Yeni ütülenmiş temiz nevresimleri geçirdi.
Kucağında kirli çarşaflarla odadan çıkarken dede de içeri giriyordu. Dede
Fatma’nın gözlerinde kaldı. Bugüne kadar yaşamadığı sevinci içinde hissetmişti.
Parmaklarının ucundaki sinirler ısındı. Dede “Sen kimsin?” dedi. Fatma korktu
“Çamaşırcıyım” dedi. Dede “Adın ne?” dedi. Fatma “Fatma” dedi. Dede tekrarladı
“Fatma”.
Dede kahvaltı sonrası Seyis Efe ile at binmeye gidecekti.
Deri çizmeleri, kırbacı, ata binişi, yuları çekişi hepsini çalışanların
ortasında yaptı, bugün bir başkaydı, Fatma görsün istiyordu. Onu, varlığını,
erkekliğini. Fatma görsün. Eve gelişini, bahçede yürüyüşünü, kahve içişini,
uyuyuşunu… Dede değişti, Fatma’yı okutmaya karar verdi, yanına birkaç çamaşırcı
kızı da okula yazdırdı. Seyis Efe ile bazen arkadaşlık sohbetlerine girerlerdi.
Atlar üzerine, iş üzerine ve aşk üzerine. Seyis Efe bekardı. Dede Fatma’yı ona
uygun gördü. Ama dile getirmedi. Fatma ile ahırda karşılaştı, Fatma ne olduğunu
anlamadı ancak dede dünyayı içine almış gibi hissetti. Kendini kaybetmişti.
Fatma sesini çıkaramadı. Günler geçti, dede dünyaya kavuşmaya devam etti. Fatma’ya
büyük sözler verildi. Fatma Seyis Efe ile evlendi. Seyis Efe Fatma’yı ona layık
gören hem patronu hem arkadaşı olan adamın elini öptü. Köşkteki en mutlu kişi
Seyis Efe idi. Dedenin sağ kolu olduğu şimdi tüm ülkeye duyurulmuştu. Evin beyi
kendi eliyle onu dünyanın en güzel kızıyla evlendirmiş ve onlara gelecek
vadetmişti.
Seyis Efe dede ile çıktığı bir domuz avında yanlışlıkla
vuruldu. Etrafı kalabalıktı ama kurşun ona isabet etmişti. Fatma Efe’nin
ölümüyle yıkıldı, oğlu Musa daha beş yaşında yetim kalmıştı. Dede onları
ziyarete geldi sık sık Fatma’ya söz verdi, Musa okuyacak büyük adam olacaktı,
onu kendi yeni doğmuş oğlundan ayırt etmeyecekti. Evin hanımı Fatma’nın köye
dönmesi ya da başka bir yere gitmesi için elinden geleni yaptı ama olmadı, dede
gözünün önünden ayıramazdı. Fatma ona yemekler yapacaktı, eli lezzetliydi. Ev
işi kadının saçlarına aklar düşürmeye başlamıştı, bir de yaşadıkları. Musa
altısında yatılı okula verildi. Fatma okuldan ağlayarak köşke geldi, yalnızdı,
onu kimse teselli etmedi. Sanki herkesin sırtından yük kalkmıştı. Fatma sesini
çıkarmadıkça ezildi, konuşamadı. Oğlu yazları yanındaydı ancak yaşı büyüyünce
yaz okulu, yurt dışındaki kamplar derken Musa Fransa’ya gitti ve annesinin
kalbi dayanamadı. Oğluna hasret olarak yağmurlu bir günde gömüldü. Dede
cenazeye gitmedi, kalbi dayanamazdı. Ona bir şey olursa şirket yok olurdu.
Musa’nın okurken para sıkıntısı olmadı. Fransa’dan arada
dedeyi arardı, her türlü ihtiyacı karşılayan oydu neticede. Dede arkasındaydı.
Babası Seyis Efe kadar yakışıklı ve kahraman olmasa da Musa’nın gözünde ikinci
babası o sayılırdı. Annesi ise dönemin vefakâr, çilekeş, köylü ama güzel
kadınıydı. “Hiç doğmasaydım” demedi asla çünkü zekiydi, başaracağını biliyordu.
Ülkesine döndü ve kapılar ona açıldı. Musa annesinin yanında çalıştığı aileden
hiç kopmadı. Dedenin oğlu onu her ne kadar kıskandıysa da torunları onu
sevmişti. Pertev hariç. Sanat muhabbetini Musa ile yapmak Pertev’i sinir
ediyordu. Hala dilbilgisi hatalarıyla Fransızca konuşan bu adam bazen unuttuğu şeyleri
kafasında sallıyordu. Pertev, Musa’nın yaşlılığına vermiyordu, ona yaşattığı
travmaya bağlıyordu nefretini.
Musa’nın mezarına ilk toprağı ortanca abi attı. Sonra babası.
Sonra sanat camiası. Artemis bir köşede ağlıyordu, içi içini yiyordu ona göre
son telefon konuşmasından sonra sinirle kalp krizi geçirip ölmüştü. Kendini
suçluyordu. Mezarlık çeşmesine doğru koştu ve kusmaya çalıştı. Midesi boştu.
Çeşmeden su içerken Efil gelip elini yüzünü yıkamasına yardım etti. Artemis az
daha ona sarılıp ağlayacaktı ama Musa’nın ölümünde onun da parmağı vardı.
Artemis “Bana kızgın öldü” dedi. Efil mendiliyle kızın alnını sildi “Neden?”
diye sordu “Biyografi mevzusundan size söylediğimi öğrenmiş” derken Efil onu
sarstı “Saçmalama, seninle ne alakası var, bana kendi söylemişti zaten,
yayınevi vazgeçmiştir ondan sana sarmıştır, kaç yaşında adam, yalnız ne de olsa
kafa… Neyse bunları burada konuşmayalım”. Artemis az daha bağıracaktı “Onu ben
öldürdüm.” Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, akrabası sandılar ona başsağlığı
dilediler. Efil de bozmadı. Artemis rahatlamıştı, bayılırsa ya da aşırı bir şey
yaparsa Efil sıcacık eliyle onu tutardı. Cenaze sonrası sadık öğrencileriyle
Musa’nın evine gittiler. Efil “Şu işe bak, doğruymuş insanlar doğum günlerine
yakın zamanda ölürlermiş”. Artemis’i banyoya götürdü. Maya evde eşyalarını
toplamış bekliyordu. Pertev’in babası da gelmişti. Efil onun yanına gitmeye
çekiniyordu, Pertev ortada yoktu. Maya’nın kalan maaşını ve iş bulana kadar
geçineceği parayı babanın asistanı halletti. Artemis “Kitap ne olacak?” dedi. Efil
ona yaklaştı “Bak Pertev Bey’in babası Musa’nın çok yakınıdır beraber
büyümüşler, bırak gerisini onlar halletsin” dedi. Efil dünyanın en büyük
jestini yaptı, asistandan Artemis için yüklüce para aldı. Artemis az daha ona
sarılacaktı. Sonra tekrar ağlamaya başladı. Efil Maya ile vedalaştı, nem kokan
kütüphanenin kokusunu son kez içine çekti ve Efil’in çağırdığı taksiye binerek
eve gitti. Baş ucuna paraları koydu, nereden baksa altı aylık ev kirası ve
giderleriydi. Musa bir kuruş bile vermemişti. Ne kadar iyi insanlardı. Şimdi ne
yapacaktı? Gidip mahalle kahvecisinde ya da ev tekstili satan bir mağazada
çalışmaya başlayacaktı.
LİSSA
Lissa yaşadığı bodrum katın penceresinden bakıyordu. Tek gördüğü
sokakta yürüyen insanların ayaklarıydı. Bir süre sonra bir araba gelip camın
önüne park etti. Lissa camı kapadı, egzoz kokusu odaya girmişti. Ağlamaya başladı, ev arkadaşı geldi. “Hadi
ağlayıp durma, bu adam gider başka adam gelir” dedi. Lissa “Akuji öyle bir adam
değil” dedi. Kadın güldü “Biz ne adamlar gördük ama adam değildi, sen de
kendini çok kaptırma onun başka amaçları vardır”. Lissa hiçbir şey demedi ellerini
açıp sessizce dua etmeye başladı. Ev arkadaşı güldü “Kiliseye neden
gitmiyorsun?” Lissa sert çıktı “İstediğim şekilde dua ederim ben özgürüm.” Lissa
İstanbul’a ilk geldiği senelerde kiliselerdeki ücretsiz İngilizce kursuna
gitmişti. Bu yüzden kiliseye gidip dua etmek de onun rutini olmuştu, Allah tekti
ona göre, dua da duaydı, ha Müslüman olmuşsun ha Hristiyan önemli olan iyi
kalpli olmaktı.
Akuji’ye attığı mesaj gitmemişti. Ya polis onu yakalamış
çoktan sınır dışı etmişti ya da telefonun şarjı bitmişti. Şarjı biten Akuji
şehrin dışındaki çiftliğe doğru yürüyordu, aksayarak. Gidecek bir yeri yoktu
hem orayı polis de basmazdı, cebindeki sahte çalışma iznini bir kez güvenliğe yutturmuştu,
kocaman köşkte onu bulamazlardı. Bir şekilde en az bir hafta orada kalmaya
niyetliydi. Telefonunu şarja takınca da Lissa’ya haber verecekti. Hava kararmak
üzereydi.
Köşkte yapılacak işler vardı. Müştemilat etrafında birkaç yer
kazılacaktı. Akuji gece çalışmayı kabul etti. Elinde kürekle bahçeye çıktığı an
önünde bir küçük insan kafası buldu, ürktü. Ne yapacağını şaşırdı, ayağıyla
itti, bir tane daha vardı. İlerideki kutuyu buldu kafalara bakarken ona tutulan
ışık gözüne girdi. Ne yapacağını şaşırdı, genç bir adam ona yaklaştı “Ne yapıyorsun
ne bunlar yoksa sen?” Akuji adamı tanıdı dün gece onu kovalayan polisti koşmaya
başladı. Adam bağıramıyordu Akuji’nin peşinden koşuyordu. Polis fısıldıyordu “Dur
kaçma!” Akuji duvarlara doğru gitti, üstünden atlayamazdı ayağı onu zorluyordu.
Polis “Koşma dur” diyordu ama tek başına fısıltıyla peşindeydi. Akuji’nin ayağı
takıldı ve düştü polis de üstüne düştü ağzını kapadı “Akuji sakın bağırma!” Akuji
adını bilen ve onu buraya kadar takip edip yakalayan polisi öldürmek istediyse
de başaramadı aklına Lissa geldi. Sınır dışı edilebilirdi ancak Lissa’nın katil
sevgilisi olamazdı. Genç ve tecrübesiz polis onu zorla sakinleştirdi, boğuşma
kısa sürdü. Ve polis onunla iş birliği yapmazsa ülkesine geri gönderileceğini
söyledi. Akuji rahatladı.
İkisi duvar dibinde oturmuşlardı, yanlarındaki kutuda Amazon
kafaları vardı. Polis “Bunları sen mi getirdin, doğru söyle?” diye sordu. Akuji
“Yemin olsun benim alakam yok, bahçeyi kazarken ayağıma çarptılar.” Polis “Neden
kazıyorsun bahçeyi?” Akuji “Abi kaz diyorlar, kazıyorum sonra başka yeri
kazıyorum, iş veriyorlar. Hapse götürme beni ne olursun ne istersen yaparım.”
Polis Akuji ile anlayacağı dilden konuştu, oraya o da çalışmaya gelmişti,
kendince bir tarihi eser kaçakçılığının peşine düşmüştü. Görevi gizliydi. Akuji
orada olanları ona anlatacak polis de kaçak çalışmasına göz yumacaktı. Akuji
ile plan yaptılar. Akuji ağlamaya başladı. Polis onu sakinleştirdi “Lissa’yı tekrar
görmek istiyorsa dediklerine uyacaktı”. Akuji korktu Türk polisi her şeyden
haberdardı. Polis köşkteki sanat
eserlerini sordu, geleni gideni. Akuji içeri hiç girmediğini ve gelen giden
olduğunda arka bahçedeki müştemilatta durduklarını herkes gitmeden ortaya çıkmadıklarını
anlattı. Polis ona köşke girip sanat eserlerinin fotoğraflarını çekmesini, mümkünse
gelen gidenin de fotoğraflarını çekmesini istedi. Akuji daha fazla ağlamaya
başladı, yapamayacağını düşündü. Polis bir an durdu “Akuji adam ol ağlama,
sakın kaçmaya da kalkma, bizim gözümüz her yerde!” dedi ve yanından uzaklaştı.
Akuji polisin talimatına göre Amazon kafalarını kutusuyla belli bir ağacın
altına gömdü. Günü gelince bir delil olacaktı. Sıra Lissa’ya iyi olduğunu bildirmekteydi.
Lissa gecenin bir yarısı gelen mesajla uyandı. Akuji iyi
olduğunu, çalıştığı köşkte olduğunu onu ortalık sakinleşince gelip bulacağını
yazmıştı. Bir de konum göndermişti. Seni seviyorum Lissa yazıp kalp göndermişti.
Lissa rahat bir nefes aldı işte Akuji diğer adamlara benzemiyordu. Akıllıydı da
bugüne kadar ekmeğini taştan çıkarmıştı, polisle işi olmamıştı, ona kötü bir
söz söylememişti. Gece rahatça uyudu.
Akuji’nin gecesi uzundu. Kazdığı yerlerden birtakım kemikler
çıkmıştı. Bekçi onların plastik olduğunu sanat manat çalışmaları için bir süre
toprağa gömülü bekletildiğini söyledi. Akuji polis kadar akıllıydı küçük bir
kemiği cebine attı. Artık işi delil toplamaktı. Mola verildiğinde müştemilattan
köşkün camındaki iki adamın fotoğrafını çekti. Birbirilerine sarılan iki adamı
gördü videoya kaydetmişti. Uzaktan siluet olarak görülüyordu. Polis cep telefonunu
verse hemen ona gönderirdi. Ama demek polis gerektiği zaman onu bulacaktı. Sinirleri
bozulmuştu, dengesini yitirmişti. Bir şişe suyu kana kana içti. Köşke birkaç
araba geldi. Akuji plakaları telefonuna yazdı. İnen kişileri tam görememişti. Bahçıvan
kendisi gibi çalışan birkaç kişiyi müştemilata gönderdi. Akuji telefonunu şarja
takmıştı. Uyuyamadı. Bir süre sonra güvenlik geldi ve onu kolundan tutup dışarı
çıkardı. Akuji korkuyordu ağlamak üzereydi, polisler onu almaya mı gelmişti? Akuji
köşke götürülüyordu, öleceğini düşündü. Telefonunun sesini kıstı ve kamerasını
açıp yeleğinin cebine sıkıştırdı. Kocaman merdivenlerden hızlıca çıktılar. Güvenlik
kapıdan içeri girmeden onu uyardı, burada gördüklerini kimseye anlatmayacaktı
yoksa sahte çalışma belgesini polise verirdi. Akuji neye uğradığını şaşırdı,
kayıt dışı olduğunu herkes biliyordu. Güvenlik bir odaya getirdi Akuji’yi, Musa
elinde bastonuyla koltukta kalakalmıştı. Akuji’ye onun uyuşturucu aldığını
hemen evine götürülmesi gerektiğini yoksa patronların başına iş açılacağını
söyledi. Akuji durmuş Musa’ya bakıyordu bir an bahçeye adamı gömeceğini sandı. Güvenlik
tane tane tekrar anlattı, arabayla eve götürüp bırakacaklarını sonra da bin
dolar vereceklerini söyledi. Akuji onayladı “Müştemilatta kalmak istiyorum bu hafta”
dedi. Güvenlik “Gidecek yerin mi yok?” Akuji “Evet, merak etmeyin sorun olmaz”
dedi. İkisi Musa’yı şehirdeki evine getirip bıraktılar.
Lissa sabah işe neşeyle gitti, patron onu bir köşeye çekti “Sen
kaçaklarla mı takılıyorsun?” diye sordu. Lissa sesini çıkarmadı. Patron “Evlenmen
lazım, bizim köyden iri kıyım bir usta gelecek, yakışıklı adamdır ha, çalışma
izninin bitmesini istemiyorsan ona evet de.” Lissa şaşırmıştı. Patron “Bunlar
yine kazan mı kaldıracak?” Lissa ses çıkarmadı. Patron “Grev mrev mi yapacaklar,
bak bir daha ayaklanma olursa önceden haber vermezsen kapının önüne koyarım
seni” dedi. Lissa “Ben kimseden duymadım, çalışıyorum sadece” dedi. Patron Lissa’yı
kaybetmek istemiyordu çünkü güçlü kız üç kadının yapacağı işi yapıyor ona yarı
fiyatına mal oluyordu. Köyden gelecek adam da beş kişiye bedel çalışsa patron
dört kişiyi istifaya zorlayacaktı. Hem Lissa da vatandaşlığa geçecek böylece göçmen
polisi sık sık atölyeyi ziyaret etmeyecekti. Lissa sesini çıkarmadan çalışmaya başladı.
Diğer kadınlar ona ispiyoncuymuş gibi bakıyordu. Lissa tanımadığı biriyle asla
evlenmezdi, işte bu sebeple ülkesini terk etmişti. O Akuji’yi bekleyecekti. En kısa
sürede sevgilisine kavuşmak için dua etti.
EFİL
Efil elinde dosyalarla Pertev’in ofisinde aniden ortaya çıkan
sergi için toplantı yapıyordu. Çok işi vardı, aklında olan eserleri hemen
müzeye getirmeliydi. Pertev onun için bir haftalık iş dedi. Efil itiraz etti
müzenin programı belliydi. Pertev ısrar etti en üst katta bir aylığına özel
koleksiyon sergilenebilirdi. Efil bir yandan da heyecanlanmıştı. Zaten elinde
bir sürü sanatçı listesi vardı. Onlara ulaşıp eserleri alsa müzeye ulaşmaları
en fazla beş gün sürerdi. Pertev onu bu düşüncesi için tebrik etti. Efil’in Pompei
performansını çok beğendiğini ancak vicdan azabı yüzünden buna karşılık başka
bir performans düzenlemesi gerektiğini söyledi. Efil hem müzeye koleksiyon
kuracak hem köşke gelen seçkin misafirler için sınırları olan bir performans
düşünecek hem de yumurtalıklarını donduracaktı. Pertev gülümsedi onu rahatlattı
sergi konusunda isterse bir asistandan destek alabilirdi. Efil itiraz etti her
şeyi kendi yapmak istiyordu, Pertev’in sağ kolu değil miydi? Pertev elindeki belleği
ona verdi. Efil içindekilere baktı, birkaç video izledi. Efil bu tarz bir
şeyler bulması gerektiğini anlamıştı. Pertev itiraz etti “Efil koleksiyonum
hazır, sen birkaç yeni sanatçı bulsan yeter.” Efil “Koleksiyonu birlikte seçiyorduk?”
Pertev özel uçağıyla gittiği ülkelerden bulduğu eserleri alıp getirmişti. Efil bu
işlerin böyle yürümediğini söyleyemedi bile. Pertev deposundaki eserleri bir
gecede müzeye getirecekti, duvar yazıları bile hazırdı. Onun adı yine küratör
olarak geçecekti, dert edeceği tek şey köşkteki insancıl performanstı.
Efil odadan çıktı, eli ayağı buz kesmişti. Bu eserleri ondan
habersiz alıp getirmişti. Tek başına bunu yapıyorsa Efil’e ne gerek vardı? Efil’in
adını mı kullanmak istiyordu. Yoksa ondan kurtulmak mı istiyordu? Amacı neydi? Sergi
yazıları hazır derken, kime yazdırmıştı. Bu arkasından iş çevirmek demekti. Ama
nasıl itiraz edecekti. Geri dönüp yüzleşse miydi yoksa gidip performans için
çalışsa mıydı? Etrafında keşke ondan akıllı biri olsaydı, fikre ihtiyacı vardı.
PERTEV
Performans akşamı Sanat Tarihçisi, Gazeteci Musa için özel
olarak düzenlenen bir etkinlikti. Pertev İtalya’da özel diktirdiği lacivert
takım elbisesini giydi, gri çerçeveli gözlüğünü taktı. Bu akşam babası ve abisi
de orada olacaktı, ülkenin bazı zenginleri, basın ve sanat camiası Pertev’in
biricik sanat gösterisini izleyecek ve günlerce onun sanat zevkini konuşacaktı.
Bu etkinlikler abisinin yaptıklarından daha çok fayda sağlıyordu ailenin
imajına. Konuşulmak iyiydi, güzeldi. Dede köşkü saat sekiz gibi dolup taşmıştı.
Babası ve abisi gururla gelip Pertev’i tebrik ettiler. İçkiler, atıştırmalıklar
kusursuzdu. Gazeteciler gelen herkesin fotoğrafını çekmek için yarışıyordu. Sanat
camiası zenginlerle sohbet edebilmek için yanlarına gitse de bu süre pek uzun
sürmüyordu. Çünkü zenginlerin dili farklıydı.
Pertev’in abisi onun oda orkestrasını etkinliğe çağırdığı için
ayrıca gururluydu. Uzaktan melodilere başını sallıyor ve şampanyasını içiyordu.
Babası ise köşkün sağına soluna bakıp babasını onurlandıracak bir gösteri
olmasını umuyordu. Performans sanatı öğrencisi beş genç kız salonun ortasına
geldiler. Işıklar kısıldı, dans gösterisine başladılar. Bu normal bir dans
gösterisinden öte kedi ve köpek figürleriyle karıştırılmış bir danstı. Baba utanmaya
başlamıştı. Abi ne zaman biter gibilerinden saatine bakıyordu. Performans sanatçıları
izleyicilerin yanına gidip sevilmek için ellerini ve başlarını uzattılar. Önce tedirgin
olan izleyici sonra onlara sevgi göstermeye başladı. Dansçılar evcil hayvan
gibi seviliyordu. O sırada bir sürü köpek salona getirildi. Efil elinde
mikrofonla bir konuşma yaptı. Terk edilen hayvanların barınaktan sahiplenilmesi
gerektiğini söyledi. Herkesin kalbi yumuşamıştı. Zenginler aileye ayıp olmasın
diye hemen karpuz seçer gibi köpekleri seçip yanlarına aldılar. Sanat camiası
bunu ayakta alkışlıyordu hem sanat hem sosyal sorumluluk projesi yapmak buydu. Gazeteciler
köpek sahiplenen sosyetik isimleri hemen fotoğraflıyordu. Babası Pertev’in
sırtını sıvazladı, abisi de elini sıktı. Bir anda performans sanatçısı kızlar
ulumaya başladılar. Bu programda yoktu Efil onlara baktı. Kızlar oraya eylem
yapmaya gelmişti “Hayvanlar eve kapatılamaz!” diye çığlık çığlığa
bağırıyorlardı. Onların parayla satın alındığını sonra sokağa bırakıldığını,
hayvanların özgür olması, eve tıkılmaması gerektiğini insanlara anlatmaya
çalıştılar. Herkesin eline güzelce yazılmış bir bildiri tutuşturdular. Pertev Efil’e
baktı. Performans planı bu değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder