6 Nisan 2024 Cumartesi

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-3

 



          God of Art- Sanat Tanrısı

ARTEMİS

Artemis Musa ile tam bir saattir sohbet ediyordu. Musa ilkokuldan lise son sınıfa kadar ülkenin en seçkin okullarında yatılı okuduğunu anlatıyordu. Annesi bir hizmetçiydi, babası ise bahçıvandı. Ancak erken yaşta yetim kalmıştı. Başarılı öğrencilerin okutulduğu okullar Musa’yı birtakım testlere sokmuş zekasına hayran kalmışlardı. Annesi oğlunun en iyi eğitim alması için ondan uzak kalmayı göze almış henüz küçücük çocuğu elinde bir çanta ile Fransızca eğitim verilen okula teslim etmişti. Musa büyüyünce Frankofon olacaktı. Bu da ona tüm kapıları açacaktı. Artemis büyülenmiş gibi dinliyordu. Çekindiği için pek soru soramıyordu. Musa üniversite için Paris’te sanat tarihi eğitimi almış üstüne de doktora yapmıştı. Ancak o yurtdışında kalmak yerine ülkesine gelip gençlere sanatı sevdirmeyi kendine ilke edinmişti. Hemen bir gazetede küçük yazılarla kariyerine başlamıştı. Ardından üniversitede hocalık ve gelişen medya ile popülerlik onun kucağına düşmüştü. Annesini rahmetle andı. Onun sayesinde bu kadar büyümüştü. Keşke sağ olsaydı da bu kocaman evde bir köşede onunla oturabilseydi. Ne yazık ki ev işi onu erken yaşta kalp hastası yapmış ve yanlış tedaviler yüzünden hayata erken veda etmişti.

Artemis “Ben de anneme ve babama çok şey borçluyum” dedi. Musa “Kaç sayfa yazı kaldı?” diye sorunca kız kekeledi. Sanırım baya var. Musa Maya’ya seslendi tek öğününü yemek için. Artemis de ayağa kalktı, gideceği yeri biliyordu. Birkaç saat sonra Musa’nın sanat tarihi öğrencileri geldi. İçlerinden biri mutfağa gelip gizlice pastayı dolaba koydu. Bugün Musa’nın doğum günüydü. Demek Musa ondan bugün lütfedip onunla biraz yakınlık kurmuştu. Maya öğrencilere içecek götürüp getirirken kapı çaldı. Artemis inisiyatif aldı ve kapıyı açtı. Önce kırmızı rugan çizmeleri gördü, siyah elbiseli orta yaşlı bir kadın ona “Selam, parti başladı mı?” diye sordu. Artemis sesi kısık cevap verdi “Henüz ders işliyorlar”. Efil onun elini tuttu “İsmim Efil ya seninki?” Artemis sıcacık ele dokununca ürpermişti “Ben Artemis” dedi. “Ha Musa’nın Arte’si sen misin?” Artemis şaşırmıştı. Musa normalde onun yüzüne bile bakmıyordu kime, nasıl bahsediyordu ki kendinden…

Efil Artemis’e parfümünü sordu. Artemis afalladı o esnada salonun kapısını açtı. Artemis geride kalmıştı. Efil elini tuttu ve onu içeri çekti “Nice mutlu yıllara Mösyö!” tüm öğrenciler alkışladı. Efil’i görünce herkes ayağa kalktı ve saygı gösterdiler. Maya içeriden pastayı getirdi. Artemis öğrencilerin bulunduğu odaya Efil sayesinde girmişti. Ne kadar etkileyici ve sıcak bir kadındı. Ona özendi. Kırmızı çizmeleri parlıyordu. Musa ayakta bastonunu aradı Artemis hemen ona bastonunu getirdi. Efil “Buna ihtiyaç var mı şimdi?” Musa kahkaha attı. Bir eliyle Artemis’e dayandı “Arte gördün mü, bir sene daha devirdik!”

Öğrencilerden biri Fransızca müzik açtı, diğeri fotoğraflar çekmeye başladı. Efil ise şampanya patlattı. Artemis eve geldiği günden beri ilk kez rahatlamış ve öz güveni yerine gelmişti. Sanki başrol onun oluyordu. Tuvalete gittiği bir sırada Efil’i internetten aradı ve meşhur küratör olduğunu öğrendi. İçeride herkes ona bir şeyler göstermeye çalışıyordu. Efil kırmızı rujunu tazelemek için tuvalete geldi. Artemis tam çıkacakken “Dur, rujuma baksana” dedi. Efil ruju sürdü dudaklarını birleştirdi Artemis’e yaklaştı “Nasıl, taşmış mı?” Artemis gözlerine odaklandı, “Harika görünüyor” dedi. Efil “Teşekkür ederim” dedikten sonra ona birkaç soru sordu. Artemis Musa’nın notlarını bilgisayara aktardığını söyledi. Efil “Ha evet şu koleksiyon kitabı da var değil mi?” diye sordu. Artemis Efil’in rujunu taştığını gördü. Efil sorusuna cevap istiyordu. “Biraz daha hızlı çalışmam lazım sanırım” dedi Artemis. Efil “Ne kadar kaldı stajının bitmesine?” “Artemis “Bir ay, her gün çalışırsam bitiririm diye düşünüyorum, bir sürü notlar var, sonra anıları da kitap olarak yayımlanacakmış teklif gelmiş”. Efil donakaldı “Anıları mı, Pertev Bey’in ailesinin sanat koleksiyonu kapsayan bir şey yazıyor sanıyordum”. Efil Musa’nın sırlarını açığa çıkardığının farkında değildi. “Koleksiyon kısmını on güne bitiririm ama notlar uzun sürebilir”. Efil istediğini almıştı. Acil telefon geldiğini müzenin sanat galerisinde işlerin karıştığını söyleyerek oradan ayrıldı. Artemis ise mutfaktaki bilgisayarının başına geçti. Musa’nın tüm notlarını kendi belleğine kaydetti. Silinirse baştan yazmak zor olabilirdi. Laptopta bulduğu “Sanat Dersleri, Söyleşiler ve Eski Röportajlar” dosyalarını da kaydetti. Madem hiç derse çağırmamıştı Artemis evde kendi kendine bunları çalışıp yeni bilgiler öğrenebilirdi, hakkıydı. Musa’nın doğum gününü tekrar kutladı. Yanaklarından öptü onu duayen sanat tarihçisi “Sen de iyi ki varsın Arte” dedi.

Artemis tam yatmak üzereydi telefonu çaldı arayan Musa idi. Ona bir şey olduğunu düşündü, panikle telefonu açtı. Musa sinirden gürlüyordu “Kızım senin işin gücün yok mu millete benim ne yazdığımı anlatıyorsun, Allah kahretsin, her şeyi mahvettin”. Artemis’in eli ayağı titremeye başlamıştı. Sesi çıkamadı. Musa sordu “Anılarımı yazdığımı herkese nasıl yayarsın?” Artemis “Ben koleksiyonu yazıyorum, anılar için…” Musa bağırdı “Gözüm görmesin seni, evime yılan sokmuşum resmen!” Telefon suratına kapanmıştı. Rahatladı Artemis daha fazla azar yemediği için. Sabaha kadar uyuyamadı, ağrı kesici aldı, ağladı. Kimseye durumu anlatamayacaktı çünkü salaklık etmişti. Hiç kimseyle konuşmasa mutfakta otursa daha iyiydi. Anılarını yazdığı duyulsa ne olacaktı ki? Nasıl olsa yayınlanacaktı bunda Artemis’in suçu neydi? Sürprizi kaçırmak mı? Madem hayatının bilinmesini istemiyordu evine kimseyi almayacaktı? Gecenin bir vakti arayıp gencecik kıza bağıracak kadar kalpsizdi. Ondan yalnızdı işte, ondan mutsuzdu, başkasını da mutsuz etmekte üstüne yoktu. Suçu buysa staja gittiğinde alıp karşısına konuşsaydı Artemis’e baştan söyleseydi, gizli gizli yazacaksın her şeyi diye… Demesi mi gerekirdi? Artemis tuvalete koştu. Musa’nın doğum günü pastası hızla dışarı çıktı. Rahatlamıştı. Musa referansı yalan olmuştu.

 

LİSSA

Beyaz kot pantolonun üstüne kırmızı bir ceket giymişti Lissa. Poposunun büyük olup olmadığına bir mağazanın camından baktı. Kırmızı ona yakışmıştı. Bu cümleyi Akuji de ona söyleseydi keşke. Saçını düzeltirken Akuji’yi gördü. Uzun zamandır görmüyormuş gibi Akuji ona sarıldı, kokusunu içine çekti. Tanıdıktı. İkisi Taksim’deki Etiyopya restoranına gittiler. Onları en çok heyecanlandıran kısım da dans gösterisinin olmasıydı. Akuji ona sordu “Kızlarla birlikte dans edecek misin?” Lissa dudaklarını hayır anlamında büzdü. Akuji elini tuttu merdivenleri böylece daha kolay çıktılar.

İkisi yemek yiyip bütün gece sohbet ettiler. Lissa beyaz pantolonuna yemek yağı damlatmıştı. Tuvalette şişen göbeğine baktı. Ne yapabilirdi ki, vücudu kıvrımlıydı. En azından tatlıyı yemeyebilirdi. Etiyopya kahvesiyle geceyi sonlandırdı. Akuji “Parayı düşünme, istediğin tatlıyı ye” dedi kibarca. Lissa yemiş kadar olmuştu, bu cömert adam onu gerçekten seviyordu. Karşılık beklemeden ona küçük jestler yapıyor, maddi durumu elverdiğince onu dışarı çıkarıp sosyal hayattan koparmıyordu. Oysa diğer erkekler hemen evlenip kadını hem işte evde çalıştırmaya bakıyordu. Akuji hep “Biz” diye konuşuyordu. Bencil değildi. Yeni işini anlattı. İstanbul çıkışında eski bir köşkte bahçe temizliğinde çalışıyordu. Lissa o iş için neden onu tercih ettiklerini sordu, zenginlerin kendi bahçıvanları ve işçileri olurdu diye anlattı. Akuji’nin ülkesinde benzer işler yaptığını duyan arkadaşı onu iş için önermişti. Hem Akuji ağzı sıkı ve güvenilirdi. Köşkte bahçedeki bitkiler, ağaçlar ve peyzaj sürekli değişiyordu. Orası çok farklı bir yerdi. Lissa pek anlam veremedi. Farklı derken? Akuji köşke geceleri bir sürü kadının ve adamın siyah minibüslerle gelip bir saat içinde geri gittiklerini söyledi. Lissa gözlerini tavana dikti, böyle şeylerden nefret ederdi. Akuji elini tuttu ona merak etmemesi gerektiğini onun işinin köşk dışında olduğunu söyledi. İçeri girmesi yasaktı, belirli saatlerde bahçede çalışıyor sonra müştemilatta yemek yiyip uyuyordu.

Lissa kendisine yeni bir iş bakmasını söyledi. Akuji “Bebeğim, sokaklarda kâğıt toplamaktan ellerim ne hala geldi, en azından ağaç budayıp toprakla uğraşmak beni daha saygın gösterir. Hem belki patronlar bana çalışma izni de alır, ikimiz orada yeni hayat kurarız” dedi. Lissa ‘bebeğim, yeni hayat’ kısmına bayılmıştı. Gülümsedi. O sırada çıplak ayaklı kızlar Etiyopya dansı yapmaya başladı. Akuji onu cesaretlendirdi Lissa zorla oturduğu yerden dans etmeye başladı. Terlemişti. Akuji onu öptü, Lissa tekrar tuvalete gitti, sevgilisine ter kokmak istemiyordu. “Polis, herkes kimlikleri hazırlasın!” diye bir tiz erkek sesi duydu Lissa. Akuji ne yapacaktı? Olamaz kaçaktı, yakalanamazdı. Koşarak tuvaletten çıktı, Akuji masada yoktu. Polis onu götürdü mü diye arar gibi bakınmaya başladı. Siyah saçlı kara gözlü bir polis “Kimliğini ver” dedi. Lissa kimliğini çıkardı. Çalışma iznini sordu, cüzdanından onu da gösterdi. Polis umursamazca “Gidebilirsin” dedi. Lissa masaya doğru yürüdü, Akuji kaçmayı başarabilmişti, eğer halıların altına saklanmadıysa… Masaya bir miktar para bırakmıştı. Lissa onunla hesabı ödedi. Hızla dışarı çıktı, gecesi zehir olmuştu, lanetler okudu. Birkaç sokak gezdi. Akuji’yi bulamadı. Aramaya cesaret edemedi, bir yere saklandıysa telefonu çalar polis de onu enselerdi. Lissa daha fazla Taksim sokaklarında gezemezdi. Evine döndü.

Akuji Tarlabaşı’nın ara sokaklarında polis arkasında bir süre kovalamaca yaşamış ancak kendini bir belediye tesisine atınca kurtulmuştu. Bekçi uyuyordu. Akuji ona yakın bir yerde iki saat yere çömelerek bekledi, nefes almayı unutmuştu. Polis arabaları sokaklardan çekilmişti. Lissa’yı arayamazdı, en iyisi sabaha doğru iyi olduğunu bildiren bir mesaj atmaktı. Ayağa kalkınca sağ ayak bileğini kaçarken burktuğunu anladı. Ceketinin tersini giydi, şapkasını taktı, çöpün kenarında bulduğu birkaç kartonu eline alıp aksayarak Taksim sınırları dışına çıkmaya karar verdi.

EFİL

Hastanede kadın doğum doktorunun kapısında sırasını bekliyordu Efil. Görevli “Elif Hanım sizi içeri alalım” dedi. Baya sinirlendi ama sakince “İsmim Efil” dedi. İlla özür dilettirecekti. Kız kusura bakmamasını adının çok güzel olduğunu söyledi, anlamı neydi? Neden o ismi almıştı? “Babam hep oğlu olsun istemiş ona cennetin kapılarından birinin adını verecekmiş ancak ben doğmuşum” “Sonra?” diye devamını bekledi “İşte Efil ismi buradan geliyor, rüzgâr esmesi anlamında da kullanılıyor” Kız ağzını kocaman açtı “Ha Efil Efil esti deriz ya, anladım. Harika bir isimmiş” diye cümlesini bitirip onu kadın doğum doktoruna teslim etti. Arkadaşlarının yanına gidip bu olayı yaşadığından daha farklı şekilde anlatacaktı. Çünkü insanlar duyduklarını bir başkasına anlatırken ilgi çekmesi için öykü üzerinde oynama yaparlardı. Efil ise odada “Lütfen yumurtalıklarınızı donduralım” diyen kadın doğum doktoruna bağırmak üzereydi. Efil evlenmeyeceğini, çocuk sahibi olmak istemediğini söyledi. Doktor ısrar etti son zamanlardı, yumurtalıkları dondurup önündeki beş sene çocuk isteyip istemediğini düşünebilirdi. Ayrıca hayat karşısına ne çıkarırdı bilemezdi. Ona düşünmesi için bir hafta verdi. Doktor Efil’in geri gelip yumurtalık dondurmayı kabul edeceğini biliyordu, onun yalnızlığını ve çaresizliğini görmüştü. Bazı doktorlar hastalarının neyi olduğunu kapıdan içeri girince anlardı. Efil’in sevgiye ihtiyacı vardı.

Efil dışarı çıktı. Hastane önünde kısa geceliğinin üstüne mont giymiş bir kadın sigara içiyordu. Lohusa olduğu belliydi. Efil ona baktı, kadın hayattaki tüm ilgisini şimdiden daha dün doğurduğu bebeğine vermiş gibiydi, onu görmedi bile. Sigarayı kocası yanına gelince sinirle söndürdü ve içeri girdi. Efil anne olsa böyle olmazdı ki? Peki nasıl olurdu? Kızı olursa kendisinin küçük bir kopyası olurdu, onunla baş edemezdi, erkek olsaydı? Evet erkek olabilirdi, ergenlikleri zordu ama yalnız bir anne için erkek evlat daha kolay olabilirdi. Yalnızlık? Belki kendine göre bir eş bulurdu. Manhattan hayali yalan mı olurdu yoksa oradaki hayat mı daha kolay olurdu? Gereksiz bir şekilde sağlık sistemini ve çocuğun sorumluluklarını düşündü. Telefon geldi. Tam açacakken kapıda bir adam ona kocaman bir çikolata uzattı “Oğlum oldu”. Efil gülümsedi “Tebrikler”.

Pertev’e gidip tsantsaları göstermeliydi. Hala ne tepki vereceğini bilmiyordu. Ona sesli mesaj gönderdi. Romeo ve Juliet öyküsünü anlattı. Bir aydır sürpriz üzerine çalışıyordu, hemen olduğu yere gidip ona küçük kafaları sunup aferin kazanmalıydı. Pertev köşke çağırdı Efil’i. Efil heyecanla arabasına atlayıp köşke doğru yola çıktı. Yolda makas atan arabalar onu geriyordu. Bu yüzden belli bir hızla orta şeritten gidiyor, hız yapanlardan uzaklaşıyordu. Sesli olarak Pertev’e anlatacağı öyküyü arabada bir de kendine anlattı. Önce başka performanslardan bahsedip tsantsalara ilgiyi sonra çekecekti. Böylece Pertev’in gözünde “Ne bulursa bana getiriyor” olmayacaktı, peki bir sonraki performans neydi?

Genç performans sanatçılarının birkaç parlak fikri vardı ancak yeterince cesur değillerdi. Efil düşündü, hayır düşünemedi araba kullanırken verimli olamıyordu. Bir kafe aradı bulamadı, köy kahvesi gibi bir yer vardı. Oturup aklını toplamaya çalıştı. Çay söyledi, kahvedeki adamlar ona garip bir şekilde bakıyordu. Kahvenin önüne gelen bir köpek yatan diğer köpeğin üstüne çıkıp çiftleşmeye başladı. Adamlar hemen ayıpladı, içlerinden biri kalkıp onları kovaladı. Köpekler daha uzağa gidip çiftleşmeye devam ettiler. Ne garipti. İnsan sevişirken köpekler onları ayırmıyordu ki. İçlerinden biri “Taş olursunuz” dedi. Diğerleri sessizce güldüler. Efil içi doldurulmuş hayvanları düşündü, sevişen insan performansı ilgi çekmiyordu, daha farklı boyut lazımdı. Sevişen eşcinseller de sahte duruyordu. Efil gerçekçi hissin peşindeydi. Evet hayvanlar sevişiyordu ve o anı ölümsüzleştirmek lazımdı. Peki nasıl? Kan, gözyaşı, vücut sıvıları ve acı. O anı dondurmak lazımdı. Yumurtalık dondurmak gibi. Efil efil esen rüzgârdan karnı üşümüştü. Hemen araca bindi ve Pertev’in dede köşküne gitti.

Tam köşke girecekken New York’ta sanatla uğraşan bir arkadaşı onu aradı. Efil isterse bir müzede boş bir pozisyon vardı. Efil başka bir işi aklından tamamen çıkarmıştı. Hemen kapıyı kapamadı. Onu sonra arayacağını ve iş hakkında detaylı konuşacağını söyledi. Efil rüzgarla savrulmuyordu, adımlarını emin atıyordu. Ellerini sıktı ve Pertev’in huzuruna çıktı. Kucağındaki kutuda Amazon kafaları vardı. Önce performans planlarını anlattı, detay vermeden sürprizliydi, Pertev heyecanlanmıştı. Aslında bazı kişilerin performansı görmesini istediğini söyledi. Efil bunun için başka bir performans ayarlayacağına söz verdi, insanları ürkütmek dedikodulara yol açardı. Pertev gülümsedi “Sen itibar mevzusunu düşünme!” dedi. “Tamam” dedi Efil “Performansın adı Pompei”.

Pertev öyküyü dinlemedi bile Pompei performansı karnında kelebek uçurmuştu. Efil heyecanla kutuyu açtı, eldivenleri giydi ve ona kafaları gösterdi. Pertev’in aklı başka yerdeydi. Gülümser gibi ona baktı, “Sahte değiller mi?” Efil sahte olmadıklarını gümrükten güvenilir bir kaynaktan aldığını söyledi. Pertev’e bir telefon geldi. Efil’e “Yarın akşam on” dedi, küratörümüz odadan çıkması ve işleri organize etmesi gerektiğini anladı. Arabasına doğru gitti. Köşkün güvenliği ve çalıştığı ekibe direktifler verdi. Adamlar ihtiyaçları not aldı. Hava kararmak üzereydi. Efil yola çıkarken köşkün kapısından giren birkaç siyahiyi gördü. Adamlar güvenliği tanıyordu. Pertev ondan gizli performans falan mı yapıyordu? Telefon çaldı. Arayan Pertev’di. Efil arabayı durdurdu. Pertev “Balkondayım, buraya bak, senin kafalar sahte” dedi. İki tsantsayı kutusuyla bahçeye fırlattı. Efil kalakaldı. Geri dönüp onları alsa mıydı “Ama hayır, onlar gerçek” derken Pertev sertçe “Git Pompei üzerine çalış” dedi. Efil geri dönemedi. Ağlamak üzereydi. Sanki üstünden silindir geçmişti.

 

PERTEV

Babası ve Pertev şirkette ortanca abinin odasında oturmuş kahve içiyorlardı, boğaza karşı. Pertev abisinin yeni kuracağı filarmoni orkestrası için Viyana’ya gitmesine anlam veremediğini söyledi babasına. Beyin takımına bir de sanat danışmanı alabilirdi. O şirketin koltuğunda tüm gün oturur, sanat danışmanı onun için ülke ülke gezip maestro arayabilirdi. Babası sitem etti “Senin cevval Efil gibi mi?” Pertev gülümsedi, “O da benim sağ kolum, tabi ilişkimiz çok profesyonel, çizgiyi aşmıyoruz”. Babası ciddileşti “Ne biçim ima bu”. Pertev “Yaşlanınca göl kıyısında emekli hayatımı yaşayacağım kişi değil demek istiyorum”. Babası ayağa kalktı “Sen hakkında konuşulanları duysan… Nasıl sularda yüzüyorsun sen? Dedikodular kulağıma geldi, göl kıyısındaki evimde otururken. Beni utandırmaya hakkın yok!”. “Merak etmeyin babacım devir değişti, herkes utanma duygusunu yitirdi, sınırlar kalktı, yeni bir akım başlatıyorum belki burada, sanatı özgürleştiriyorum ülkemde”. Babası sinirlendi “İşte tam da bundan korkuyorlar, senin gücün ve paran yüzünden etrafına topladığın şarlatanlar sanata yön verirse diye… Tabi sonunda bu sanat olarak kalırsa? Performans denen saçma şeylerle dedenin ruhunu sızlatıyormuşsun köşkte”.

Pertev sakindi “Seçkin sanat tarihçileri mi uyardı seni? Musa gibi?” Babasının gözleri büyümüştü. Musa ile olan görüşmesinden nasıl haberdar olmuştu ki? Pertev devam etti “Büyük abim de Musa’ya hayrandı, hoş sohbet adamdı da neden bizim ailemizin içindeydi bu kadar?” Babası kızardı “Öyle gerekti, babam yetim çocuklara yardım etmeyi severdi, Musa da onlardan biriydi, babamda ayrı bir yeri vardı, biz de kopamadık işte”. Pertev sakinliğini koruyordu, “Bizim ailemizin sanat koleksiyonunun kitabını yazıyormuş, özellikle benimkilerin. Gerçi biraz eski kafalı ama... İlk senin yurtdışında ünlü bir ressama yaptırdığın tablonla başladı bu merak sonra bana geçti demek. Hep üstüne koymak istedim, senin sanat zevkine katkıda bulunmak istedim babacığım, seni de anlıyorum ama günümüze ayak uyduramıyorsan hiç karışma bu işlere derim. Bana bırak”. Baba çok sinirlenmişti “Müzeyi kapatırım” dedi. Pertev gülümsedi “Abime söyle bakalım ne diyecek?” Baba “Şirketin başına sen geç madem, bu kadar ahkam kesiyorsun” dedi. Pertev hala rahattı “Sıramı bekliyorum. Önce şu müze kapatılmadan güzel bir sergi açayım, baba seninle konuşmak bazen zihnimi açıyor. Her ne kadar geçmişten bana bir travma bıraksan da bugün ben Pertev isem senin sayende”. Babası donakaldı “Travmaları kişi kendi yaratırmış” dedi, odadan çıkmaya yeltendi “Abini derhal buraya getirt!”. Pertev “Sizin şu bayıldığınız Musa bizim ailenin kitabını yazıyormuş” dedi. İkisi de tek cümle dahi etmedi.

Pertev yeni sergisinin eserlerini kafasında tamamlamıştı bile, çok ses getirecekti. Ancak halk anlar mıydı? Böyle bir soru hiç aklına gelmedi, mesaj gerekli sanatseverlere ulaşsa yeterliydi. Sağ kolu düşünürdü onun yerine, o haz almaya bakmalıydı. Hemen abisini getirmeye Viyana’ya gitti, domuz şnitzeli de başka yerde yiyemezdi. Abi kardeş basit konulardan konuştular. Pertev Viyana’da birkaç müze gezdi ve kafasında ne kadar ileri gideceğini hesapladı. Bu sergi Viyana için bile fazlaydı. Abisi, orkestranın yeni maestrosu ve Pertev özel uçakla İstanbul’a geri döndüler. Aceleci abi ertesi gün bir prova ayarladı. Pertev de oradaydı, kafasında uçuşan melodiler onu başka dünyaya götürüyordu. Babası ona teşekkür etti abisinin arkasını topladığı ve Musa’nın kitap olayını ona söylediği için. Pertev babasını bir cümlesiyle fethetti “Kitabın çaresine ben bakarım”.

Pertev ve onun gibi zengin aile çocuklarına önce denge kurmak öğretilirdi. Kiminle nerede ne zaman ne konuşulur ve nasıl davranılır? Hayatları satranç gibiydi. Bir sonraki hamle için kendini hazırlamaktan öte etrafındakileri hazırlamak önemliydi, herkes için farklı hamleler. Pertev her zaman insanların aklına gelmeyeni onlara yaşatmak istemişti. Sıradan, banal bakış açılarını sevmezdi. Bazen sanat okumadığına memnun olurdu, yoksa bu kadar azimli olamazdı. Pertev güçlüydü ve günden güne dünyayı ellerinde hissediyordu.

Pompei performansı başlamak üzereydi. Efil Pertev’in yüzünü görmemişti. Camdan fırlatılan kafalar dünden beri sinirini bozmuştu. Performansı da kötü giderse Pertev onu vücuduna yapışık da olsa ‘sağ kolum’ dediği kısmı kesip atabilirdi. Efil sakinleştirici aldı. Pertev de izleyicilerin içeceklerine hafif dozda bir şeyler karıştırılmasını söylemişti. Hatta gerekirse sonrasında verilen içecekle yaşananlar unutturulabilirdi de.

Pertev ve misafirleri gizli odaya gelmişlerdi. Efil risk almak istemedi, dilerlerse belli bir zaman diliminde odadan çıkabilirlerdi. Pertev itiraz etti, hepsi sonuna kadar kalmaya ve bu performanstan kimseye bahsetmemeye yemin etmişlerdi. Efil nokta kadar olan kamerasına baktı. Bu kamera kaydını başka bir ülkede başka bir bilgisayara gönderiyordu New York’taki arkadaşıyla böyle bir ilişkisi vardı. Tek kez yapılan performansı kaybedemezdi. Efil bu akşam tarih yazacaktı. Pertev’in misafiri de gerçekten sanat tarihi üzerine yazan Musa’ydı. Musa oraya çağrılmaktan dolayı onur duymuştu, bir yandan da çekiniyordu çünkü Pertev’in babası kitap mevzusunu duyunca onu arayıp ağza alınmayacak laflar etmişti. Pertev Musa’yı sakinleştirdi, babası yerine özür diledi. O bir iş adamıydı, sanat görüşü sınırlıydı. Musa’nın keyfi yerine geldi, rahatlamıştı. İçkisini yudumladı, daha da rahatladı. Pertev “Musa Amca size ayrıca teşekkür etmek isterim, siz o resmi bana göstermeseydiniz ben asla travmamla yüzleşemezdim.” Musa sesini çıkarmadı. Seneler önce Pertev’in babasına inat olsun diye yaptığı hamle Pertev’in hayatını değiştirmişti. Şimdi de ülke sanatını değiştiriyordu. Musa pişmanlık duyarken daha da gevşedi.

Performans başlamak üzereydi. Efil anons etti. Orada görülen orada kalacaktı. Altıgen formda bir odaya iki köpek geldi. Kapılar kapatıldı, ışıklar loştu. Köpekler birbirinin kulağını ısırmaya başladı. Yavaş yavaş birbirlerine yaklaştılar, önceden verilen ilacın da etkisiyle çiftleşmeye başladılar. Pertev heyecanlıydı, Musa eliyle bastonuna sıkıca sarıldı. Efil gerilmemişti çünkü bu sahneyi daha dün yaşamıştı. Asıl sonrasında olanlar etkileyiciydi. İki köpek çiftleşirken ortadaki küçük camdan bölmeye girdiler. Loş ışıkta nereye gittikleri belli değildi. İki köpek de aralıklarla uluyordu. Üstteki terlemişti hızlanırken bir anda etrafları üstten gelen cam tavanla kapandı. Her tarafı kapalı bölmeye sıvı nitrojen basıldı. Hayvanların son uluması duyuldu ve o anda donakaldılar. “Pompei orgazmı ölümsüzleşti” dedi Pertev Musa’ya dönerek. Efil köy meydanındaki köpeklerin dondurulmuş halini görünce kaskatı kaldı. Musa kalbini tuttu ve oracıkta gözlerinin feri söndü. Ertesi gün çalışma odasında ölü bulunmuş olacaktı ve herkes üzülecekti “Daha yazacak, öğretecek çok şeyi vardı” diye.

 

 

 





 ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

 

Hiç yorum yok:

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...