2 Nisan 2024 Salı

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü - 2

 


                                                God of Art- Sanat Tanrısı

2

ARTEMİS

Musa’nın kütüphanesinde Artemis çok mutluydu. Hocasının el yazması notlarını bilgisayara aktarıyor verdiği molalarda da sanat kitaplarından bazı bölümlere göz gezdiriyordu. Musa masasına yaklaşık on kitap kalınlığında kâğıt bırakmıştı. Artemis bunları yazarken bazen gözü kararıyordu. Karnı acıkınca evin Gürcü hizmetçisi Maya ona kendi Gürcistan yemeklerinden pişiriyordu. Ancak Artemis tek tabakla doymuyordu. Musa’nın direktifine göre evde tek öğün, tek çeşit, tek tencere yemek pişecekti. Maya bile acıkınca odasına marketten aldığı atıştırmalıkları yiyordu. Artemis de yanında kocaman sandviçler getirmeye başladı. Maya’nın lezzetli yemeğinden bir saat önce onu yiyordu. Sonra mutfakta ikisi yemekte sohbet ediyor üzerine kahve içiyorlardı. Maya yarım yamalak Türkçesiyle memleketindeki kızını ve torununu anlatıyordu. Bu konuşma hiç uzamıyordu. Artemis Maya ile saatlerce sohbet etmek istese de Maya Musa’nın ona kızacağından korkup hemen bulaşıkları makineye dizmek için masayı terk ediyordu. Artemis Musa’nın hayatını merak etmiyordu, nasıl bu kadar başarılı olduğunu merak ediyordu.

Öğrencileri gelince Musa Artemis’i küçük odaya gönderiyor işine devam etmesini söylüyordu. Oysa Artemis onun için ücretsiz çalışıyordu birkaç kere sanat dersine girse ne olurdu? Bazen kapı aralığında konuşulanları dinliyordu. Ancak Maya arada gelip onu kontrol ediyordu. Neticede o da emir kuluydu.

Artemis sık sık hapşırık krizlerine girmeye başladı. Kütüphane baya tozluydu. Bazen eline aldığı sahaftan alınmış kitapların içinde kitap biti görüyordu. Önceleri korksa da sonra krem rengi noktaya benzeyen böcekleri eliyle öldürmeye başladı. Ancak bitecek gibi değillerdi. Bir gün Musa’ya kütüphaneyi ilaçlatmayı önerdi. Musa kaşlarını çattı “Kaç paraya yapıyorlarmış ki?” Artemis ilaç firmasından fiyat aldı. Üst üste üç kere ilaçlamaya geleceklerdi, kitap bitini bitirmek öyle kolay iş değildi. Artemis Musa’nın karşısına geçti, ilaçlama fiyatını söyledi, sonra Maya ile birlikte kütüphaneyi temizleyip renklerine ve şekillerine göre dizmeyi önerdi, bu Musa’ya iyi gelecekti. Musa bir anda ona kalem fırlattı “Sana ne kızım, git işine bak”. Artemis’in dizlerinin bağı çözüldü, odadan Musa çıktı önce bastonunu yere vura vura.

Arkadaşıyla barda buluşan Artemis ağlamak üzereydi. Arkadaşı onu teselli etti. Çok önemli adamların egoları kendinden büyük olurdu, neticede kaç yaşında adamdı, yalnızdı, belki de narsistti, kişilik bozukluğu vardı. Onun görevi zaten gidip el yazmalarını bilgisayara geçirmekti, kendini Ayşecik sanıp ölmek üzere olan bir çınara güneş ve mutluluk getiremezdi. Artemis stajı bırakmayı düşündü. Annesi telefonda ona kızdı “Sen en ufak şeyde pes edersen hayatta hiçbir zaman başarılı olamazsın”. Herkes Musa’nın tarafındaydı. Gerçekten Artemis bu davranışı hak ediyor muydu?

Ertesi gün Musa onu yanına çağırdı, Artemis özür dileyecek sanmıştı. “Arte bugün önemli bir misafirim gelecek sen mutfakta çalış erken de çıkabilirsin” dedi. Artemis kendi kendine yemin etmişti Musa’ya güler yüz göstermeyecekti, ancak ona “Arte” diye seslenmesi de aralarında bağ kurmaya başladıklarına işaretti. Artemis üzerine düşen görevi yapacaktı yoksa etrafındakiler onun güçsüz olduğunu düşünürdü, yaşlı bir adamla da çok fazla inatlaşamazdı. Sabırla bilgisayarı ve not kağıtlarını alıp mutfağa kuruldu. Bir saat sonra tok sesli bir adam geldi. Zengin kahkahaları tüm evi sarmıştı. Belki kitap bitleri bu seslerden rahatsız olup düşerlerdi. Bir ara sessizlik oldu. Artemis tuvalete giderken içeriden gelen kızgın misafirin dediklerini duydu “Musa o tabloyu yok edecektin, bedelini ben ödedim”.

LİSSA

Atölyede iş bırakma eylemi vardı. Lissa buna cesaret edemedi. Doğulu bir kadın gelip onun makinesini kapadı “Kalk, biz köle değiliz”” dedi. Lissa oturma iznini, maaşını ve İstanbul’daki yaşamını düşündü sandalyesinden kalkmadı. Diğer kadın gelip sandalyesini tekmeledi “Kalk birlik olmayı öğren, maaşlarımıza zam yapmaya mecburlar görmüyor musun, sektör krizde bize mecbur bunlar”. Lissa ayağa kalktı, başı önde kadınların ortasında kendine yer buldu, patronun kızıl, çarpık dişli oğlu ona gülümsüyordu. Lissa oralı olmadı. Çünkü bir gece alkollüyken onun göğüslerine dokunmaya çalışmıştı. Lissa da elini itmişti. Kızıl çocuk ona “Zaten AIDS bulaştırmaya niyetim yok kendime” demişti. Lissa sesini çıkaramamıştı, işe ihtiyacı vardı.

Patronun oğlu hepsini kapı dışarı etti. Atölyenin önünde oturdular. Birkaç erkek fırından ekmek aldı, kadınlar da marketten peynir ve domates hepsi bölüşüp yediler. Zam alana kadar oradan ayrılmayacaklardı. Lissa taş kesilmişti esmer kadın omuzuna dokundu “Korkma artık, bizi işten atamaz atsa da başka iş buluruz seni de yanımıza alırız”. Gülümsedi Lissa o sırada telefonu çaldı, arayan Akuji idi. “Yüzünü göster” dedi Akuji, görüntülü konuşmak için iş arkadaşlarından uzağa gitti. Akuji saray gibi bir evin bahçesindeydi “Bak yeni iş buldum haftanın iki günü bu bahçeyi temizleyeceğim” dedi. Lissa’ya bahçeyi ve büyük evi gösterdi. Lissa kısaca iş yerinde olan bitenden bahsetti Akuji ona korkmaması gerektiğini söyledi. Belki yeni patronları Akuji’ye orada tam zamanlı iş verirdi o da yanına Lissa’yı alırdı. İkisi iş, para, aşk üzerine kısıtlı kelimelerle sohbet ettiler. Lissa mutlu olmuştu. Akuji onu dönünce Etiyopya restoranına götürecekti.

Patron zam sözü vermişti hepsi eylemin başarıyla sonuçlanmasını kola-fanta içerek kutladılar. Patron Lissa’yı yanına çağırdı “Çalışma iznini biz aldık sana bunu unutma” dedi. Lissa mahcup “Allah sizden razı olsun, ben arkadaşlar söyleyince…” Patron eliyle sus işareti yaptı “Şükretmesini bileceksin sen nasıl Müslümansın? Bundan sonra da burada olup biteni bana gelip söyleyeceksin, tamam mı?” diye sordu. Başını öne eğen Lissa “Şükür” dedi. Gözleri dolmuştu, boğazında bir saattir takılı duran ekmeği kolayla yumuşatıp midesine gönderdi. İçinden dua okudu. Akuji ve kendi için. Patronun kızıl oğlu bağırdı “Hadi iş başına, akşama mesai yapacakları sayıyorum…”

EFİL

Hava limanı gümrüğünün küçük bir odasında kısa boylu görevli ile ikna edici bir konuşma yapıyordu Efil. Eline koruyucu eldivenleri giydi. Küçük bir valizin içinden çıkan tsantsalara altın görmüşcesine bakıyordu. Bir tanesini eline aldı. Bunlar Amazon yerlilerinin küçültülmüş kafalarıydı. Yasa dışı yollardan ülkeye sokulurken yakalanmışlardı. Her yerde eli kolu olan Efil bu sefer ne çıkar diye sabahın altısında yollara vurmuştu kendini. Değer miydi? Düşündü, sahte de olabilirlerdi. Risk alacaktı. Pertev koleksiyonuna ekler miydi? Eklemezse başkalarına satabilirdi. Hayır, Pertev’in istemesini sağlayabilirdi. Böylece onun üzerindeki etkisini test etmiş olurdu. Görevliye bir miktar para uzattı, “Bereket versin” diye mırıldandı adam. En küçük iki tsantsayı seçti. Biri kız diğeri erkek diye kafasında bir öykü yazdı, kabile evlenmelerini istememiş, onları ayırmaya güçleri yetmeyince akrabaları tarafından katledilmişlerdi. İbret olsun diye kafatasları bu hale getirmiş ve köyün meydanında uzun yıllar sergilemişlerdi. Nesilden nesile aktarılan bu efsanenin sahibi işte Amazon’un Romeo ve Jülyet’i buradaydı. Efil’in ellerindeydi… Adam yavaşça “El yazması Tevratlar'dan da var” dedi. Efil umursamadı “Onlardan bizde çok var, sağ ol.”

Efil aynı zamanda Pertev’in de sahibi olduğu bir bankanın sanat galerisinin de küratörüydü. Bu işler onu geriyordu. Vakit ayırmak zülüm gibiydi. Bir akşam yarım saatte evin mutfağında seçtiği sanatçıların listesini galeri yöneticisine gönderdi. Hepsinden birer eser sipariş ettiler. Tema “Sürdürülebilirlik ve geri dönüşümdü”. Efil ona mail atan birkaç sanat öğrencisine kibar bir şekilde yanıt verdi. Öz geçmişlerini inceleyeceğini ve gerekli bulduğu takdirde işlerini görmek için onları atölyelerinde ziyaret edeceğini söyledi. Sanatçılara böyle davranılırdı, yeteneği övülür gerektiğinde kullanılmak üzere bir köşeye ayrılırlardı. Ancak asla samimi olmamak gerekirdi. Elini veren kolunu kaptırırdı, sanatçı yerini de bilmezdi. Bir sanat eseri ortaya çıkardığında kendini biricik sanırdı. Oysa O sanat eseri gerçekten sanat eseri miydi ki? Buna Efil gibiler karar verirdi.

Uzak bir semtte Berlin gece kulüplerinden esinlenen bir mekâna gitti. Dışarıdan inşaat çalışması var gibi kapatılmıştı. Bilen biliyordu, bu barda farklı şeyler yaşanıyordu. Efil telefonundaki bir kodla içeri girdi. Hemen kendine baharatlı bir kokteyl söyledi. Esmer barmen onu kesti. Efil hemen kapıyı kapadı, erkeklerle işi yoktu. Her seferinde farklı insanları gördüğü için burayı çok seviyordu. Kapıdan girerken ya da içki alırken “Hoş geldiniz Efil Hanım” lafını duysa kendini aspavacıya gelmiş gibi hissederdi. Ankara aklına geldi, en son gittiğinde herkes vale olmuş arabadan inen şoförün üstüne oturacak gibi hızla hareket ediyordu. Oraya da anne ve babasının hatırına gidiyordu. Senede bir aile ziyareti makbuldü. Hemen geçmişi kafasından çıkardı, Manhattan sokaklarındaymış gibi hissetmeye çalıştı. Bir sonraki durak orası olabilirdi. İstanbul’dan New York City’deki bir galeriye gitmek, belki de Pertev onu Amerika’ya götürürdü. Yok götürmezdi, Efil, Pertev’in Amerika’da onunla sanata yön vereceğini düşünürse bu daha kolay olurdu.

Uzun saçlı, mavi gözlü bir kız yanına geldi, “Salut!” dedi. Şükretti Efil bu geceyi dilini bilmediği bir Fransız’la geçirecekti.

 

PERTEV

Pertev’in dedesi, babası ve abilerinin en önemli özelliği iyi okullarda eğitim almış olmalarıydı. Bir diğeri de hobi sahibi olmaktı. Taht babadan oğula geçerdi ancak hobileri birbiriyle alakasızdı. Dede çok iyi at binerdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında araba yerine at insanların ulaşımını sağlarken bu dede sayesinde ülkede at çiftlikleri kuruldu ve at yarışları düzenlenmeye başlandı. Dile kolay saygın dede ülkeye biniciliği kazandırmak için servetinin bir kısmını oraya harcıyordu, içi de gidiyordu ama iz bırakmak kolay değildi. Günümüzde dede adına düzenlenen at yarışına gitmek torunlar için azap olsa da holding çalışanları için gurur kaynağıydı. Ayrıca dedenin sağ kolu eski Seyis Efe bu akımın öncülerindendi. Baba da dedenin izinden gitti, şirketi daha da büyütmek için siyasilerin suyuna gitti, kendine dini yönü kuvvetli bir sağ kol edindi. Yaptığı her hamle gelişen Türkiye ekonomisinden daha hızlı büyüyordu. Evet büyüyorlardı. Geleceği düşünmek lazımdı. Babanın hobisi ise eski arabalardı. Attan arabaya geçen toplum gururla kanaat önderlerini alkışladı. Herkesin amacı gazetede gördükleri ülkenin en zengin adamının bindiği arabalara sahip olabilmekti. Bir nevi imkansızdı, şirket çalışanları babanın arabayla gelişini görmek için cama çıkarlardı. Ertesi gün akrabalarına çay içmeye ailecek gittiklerinde anlatabilecek anısı olsun diye. Arabanın yanından geçerken bile övünürlerdi “Araba gıcır gıcır”. Tüm çalışanlar araba gibi olmak istedi bir dönem. Patronun hobisi onların hobisi olamasa da ileriki yıllarda eski araba müzesini gezip duygulanacak o yılları hatırlayacaklardı. En azından herkes daha masumdu diyerek.

Büyük torun yani Pertev’in büyük abisi yakışıklılığıyla nam salmıştı. Zamanın dergileri onu kapak olarak basmak istese de babası buna izin vermemişti. Oğlu yakışıklı olabilirdi ama aktör değildi. Koltuğunu günü geldiğinde ona bıraktı. Sağ kolu olan adamı da hayatından çıkarmadı. Kendine İtalya’da bir göl kıyısında iki katlı ev aldı, yeni yaşamını orada kurdu. Akıllı adamdı hayat elli yaşından sonra da baştan başlayabilirdi. Sağ kolunun dediği gibi yaptı, şükrettiler el ele.

Büyük abi iyi bir yüzücüydü, yelkenli aldı kendine. Yelken yapmaya başladı. Asıl çekici olan şirket müdürlerini tekneye çağırıp onları yelken yaparken yönlendirmek oluyordu. İlk zamanlar herkes memnundu. Holding patronuyla zaman geçiriyorlardı, onun kadar zengin olmasalar da onun gibi olduklarını hissediyorlardı. “Patron bizi sever” lafı şirket içinde dönmeye başlayınca abi birden elemanlarıyla yüz göz olmayı bıraktı. Müdürler de bu durumdan sonra memnun olacaktı, özel kıyafetler, dalış ekipmanları almak patron istiyor diye dağcılık kıyafetlerine para yatırmak onları da canından bezdirmişti.

Büyük abinin arada akıl danıştığı kişi Musa idi. Ancak bu herkesten gizli olurdu. Abinin eli hep Musa’nın üzerindeydi. Gazetede yazdığı yazılar, televizyonda yaptığı programlar, Musa’nın külliyatı, açtığı sanat okulları hep onun sayesindeydi. Musa da Abi için en iyisini düşünür nasıl hareket etmesi gerektiğini söylerdi. Haksız da çıkmadı şirket büyümeye devam etti. Hatta yurt dışında kurulan fabrikalar Musa’nın eseriydi.

Kapatılan fabrikalar da ortanca abinin eseriydi.  “Biz bir aileyiz” lafı ortanca abiden çıkmıştı. Evet binlerce çalışan birbirine bağlanmıştı duygusal olarak ama maddi açıdan şirket hiç kara geçmiyordu. Yönetim asla ortancaya geçmezdi. Eğer büyük abi yelkenlisinde kalp krizi geçirip ölmeseydi. Tüm çalışanlar gerçekten üzüldü. Belki de kardeşlerinden daha fazla. Ne de olsa bağ kurabiliyordu. Ortanca bir sağa bir sola savruluyor, yönetimin ne olduğunu bilmiyordu. Oysa o da diğer kardeşleri gibi master bile yapmıştı bu alanda. Baba hemen direktif verdi, en iyi beş adamını oğlunun başına getirdi, savrulmasın diye. Küçük kardeş de uzaktan izliyordu abisini ve tuhaf hobisini. Abisi fagot çalıyordu daha doğrusu çalamıyordu. Parası vardı, şirketin desteklediği bir orkestra kurdu. Bu da holding çalışanlarının evlerine yeni bir müzik aleti gireceği ve haftanın iki gecesi müzik eğitimi alacakları anlamına geliyordu. “Selamsız Bandosu”nun en sevimsiz halini “Aile Orkestrası” olarak kurmuştu. Çalışanlar ‘müzik ruhun gıdasıdır’ diyerek her hafta bir konsere gidiyor, götürülüyordu. Yoksa patron alınırdı. Maaşlar düşmeye başlamıştı, modern dünyada patronun çalışanını sevmesi değil ona emeğinin karşılığını vermesi ve haklarına saygı göstermesi gerekiyordu. İnsanlar eskisi gibi salak değildi, bunu anlamaya başlamışlardı.

Pertev tüm olan biteni uzaktan izliyordu. Belki de ailenin en akıllısıydı. Bugüne kadar yönetime bulaşmadığı, kendine ait bir hayat yaşadığı ve kusursuz bir imaj çizdiği için. İçi taşmak üzereydi, küçüklüğünde yaşadığı travmayı bir tek Londra’daki psikologla çözmüştü. Başa çıkma yöntemini bulmak üzereydi o da Efil sayesinde olacaktı. Sanki kafaları aynıydı. Efil aklını okuyordu, ona getirdiği eserler Pertev için ıssız adasına giden denizin üstündeki taşlar gibiydi. Cinselliğini keşfediyor, içindeki Pertev’e yaklaşıyordu. Efil ona on kişi ayarladı. Kıbrıs’tan bir gece uçarak dedesinin köşküne geldi. Görünmeyen bir odada komut vereceği bir sistemle onlara soyunmalarını söyledi. Bu insanların kimisi vücut geliştirme sporu yapıyor kimisiyse para karşılığı ilişkiye giriyordu. Efil onların tipini özenle seçmişti. Kadınlar sarışın erkekler esmerdi. Kadınların erkeklerin gözlerini yalamalarını söyledi. Hepsi denileni yaptı. Bir süre sonra yüzlerini yalamalarını söyledi. Hepsi asker gibi komutlara uyuyordu. 

Pertev’in karnının üstü yanmaya başlamıştı. Efil’de adrenalin tavan yapmıştı çünkü odaya nokta kadar kamera koymuştu. Bu performansları kaçıramazdı. Kadınlar yerde yatmış erkekler onların ayak parmaklarını emiyordu. Durdurdu onları Pertev. Herkes sevişmeyi bekliyordu. Onlara mastürbasyon yapmalarını söyledi. Kadınlar zorlanmadan işe giriştiler ancak erkekler aldıkları vücut geliştirme ilaçları yüzünden sertleşemiyordu. Pertev bozuldu bir anda tüm erkekleri odadan çıkardı. Kadınlar şaşkınlıkla devam ediyorlardı kendilerini tatmin etmeye. Bir tanesini gözüne kestirdi. Numara yapmayan gerçekten orgazm olan kadını odada yalnız bıraktı. Efil’e talimat verdi. Efil odaya girdi çekinikti. Dolapta duran ipi alıp kadını tavana asmasını söyledi. Efil hareket etmedi. Böyle bir şeye alet olmak istemiyordu. O içinde değil dışındaydı tüm bu akımın. Kapı açıldı. Üstünde siyah kıyafeti yüzünde maskesiyle bir adam geldi. Efil dışarı çıkarken adam o esnada orgazm olan kadının bacak arasına elini soktu peçeteyle sildi. Ve Efil’e uzattı. Efil hızla odadan çıktı. Elleri titriyordu peçeteyi koyacak bir poşet zor buldu. İçeriden bir çığlık geldi. Kadın “Dur” diye bağırıyordu. Efil camdan baktı. Pertev’in aracı hızla uzaklaşıyordu. Peki odadaki kimdi? Efil içeri girdi. Kadın tavanda asılı duruyordu “Özür dilerim, parolayı bilmiyordum” dedi. Efil kadının tavana bağlı olan ipini kesti, ona su verdi kadın “Şükür” dedi. Kadının ellerindeki kanı temizledi. Ancak kan kadının değildi.

Asıl mevzu sıradaki veliahdın hobisinin tüm holdingin hobisi olma tehlikesiydi.







ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Hiç yorum yok:

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...