26 Ocak 2016 Salı

Billions dizisinin setindeyken:))


Yaz sıcağında ekip çalışıyor:)) Dizi kar yağarken kışın izlenebiliyor.))
Üstte dizideki bir sahne, altta gerçek hayat:))

21 Ocak 2016 Perşembe

Brooklyn


Eilis, İrlanda'da annesi ve kız kardeşiyle yaşar. Orada ne istediği işi bulabilmiş ne de beyaz atlı prens ile tanışabilmiştir. Çalıştığı fırındaki kadının tutumu ve çevresindekilerin gelenekselci yaklaşımı onu doğduğu yerden soğutmuştur. Eilis, nasıl olsa annesine bakacak olan biri var diye evden ayrılmaya karar verir. 
Pederin de yardımıyla Amerika biletini alır. Orada kalacak yeri ve işi hazırdır. Hepsi Brooklyn'dedir. Makyaj malzemeleri satan büyük bir mağazada satış sorumlusu olarak işe başlar. Vatan hasreti çektiği için suratı biraz asıktır. İşverenin ve pederin yardımıyla bunun üstesinden gelmeye çalışsa da karşısına çıkan İtalyan bir erkek onu mutlu edecektir. Kaldığı pansiyondaki kızlarla kilisenin düzenlediği bir eğlenceye katılır. Tony ile dans eden Eilis günden güne onunla yakınlaşır.
Haftanın bazı akşamları gideceği muhasebe okuluna başlar. İş hayatında daha bir girişken olmuştur. Ayrıca sevgilisinin olması arkadaşlarının gözünde yükselmesini sağlar. Zaman su gibi akıp geçer. Tony, evlenince yaşayacakları evi inşa etme niyetine girmiştir ve ikisi Eilis İrlanda'ya gitmeden önce gizlice evlenirler.
Ani bir telefon gelir. Eilis'in kız kardeşi hayatını kaybetmiştir. Cenaze onsuz gömülecektir yine de Eilis annesinin yanında bir süre kalmak için İrlanda'ya geri döner. İlk zamanlar özlediği memleketi gözüne güzel gelir. Onunla ilgilenen zengin Jim ile yakınlaşmaya başlar. Ve ablasının çalıştığı muhasebe işine girmiştir.
İki ayrı şehirde kendine iki ayrı hayat kurar. Annesi kızının güzel bir iş bulduğuna ve Jim ile evlenip hayatını kurtaracağını düşünürken Eilis oradan neden gittiğini anlar. Baskıcı tutumu ve Amerika'da özgür olduğunu hisseder. Ayrıca Tony'nin ona gönderdiği mektupları açıp okur. Hemen Amerika bileti alır. Ve kocasının karşısına çıkar. Eilis artık duygularından emindir ve ne yapmak istediğini bilmektedir.
Vatan hasreti gibi bir duyguyu izleyiciye çok güzel anlatan bir film. Süresi biraz gerekenden uzun gibi. Ayrıca zaman zaman Eilis'a kızıyoruz. Çünkü muhafazakar gibi görünüp bazı anlamsız hamleler yapıyor. Yine de bir genç kızın hayatında neyi, neden seçtiğini bize gösteriyor. İyi seyirler.))

19 Ocak 2016 Salı

Trumbo


Dalton Trumbo Hollywood'un en çok iş yapan senaristlerindendir. 1947'li yıllarda siyasi duruşu yüzünden arkadaşlarıyla birlikte mahkemeye çıkarılır. Komünizmi savunduğu için kara listeye alınmıştır.  Hollywood'daki 10 tehlikeli kişi arasına girer. Diğerlerine göre; komünistler devleti içten çökerteceklerdir bir an önce onları temizlemek gerekir. Dolayısıyla Trumbo gece gündüz sinema için yazan bir adam iken bir anda siyasi şöhretiyle tanınmaya başlar. Fırsattan istifade bazı güçler onu sektörden uzaklaştırmak için harekete geçer.
Mahkemeyi aşağılayan Trumbo aynı zamanda hapse mahkum edilir. Orada da kendine bir daktilo bulur. Senaryo yazamasa da en azından arşivi düzenlemektedir. Karısı ve 3 çocuğu geri döndüğünde evlerinde onu beklemektedir. Maddi imkansızlıklar yüzünden çiftlik evi satışa çıkarılır ve milliyetçilerin oturduğu bir mahalleye taşınmak zorunda kalırlar. Günden güne büyüyen çocuklarının duygularını, karısının evi ayakta tutmak için verdiği mücadeleyi bir süre görmezden gelir.
Eve kapanıp sadece yazmaya başlar. Amacı gururunu kurtarmak, jenerikten silinen ismini tekrar yazdırmaktır. Bir arkadaşına verdiği 'Roma Tatili' Oscar alınca sevinçten ne yapacağını bilemez. Söylentiler kulaktan kulağa yayılır. O ise 3. sınıf korku-macera filmleri yapan bir yapımcıya 1000 dolara filmler yazmaktadır. Hem de kendi ismini kullanmadan. 
Trumbo hiç kavgacı bir adam değildir ve mücadelesini sessiz sedasız sürdürür. İnatla yazmaya devam etmesi onu istediğine ulaştırır. Ancak arkadaşı Arlen'in dediğini de düşünür 'Değer mi?'. Bir anda Otto Preminger  için Exodus'u, Stanley Kubrick içinse Spartacus'ü yazmaya başlar. Adını jeneriğe koyacağını söyleyen ilk yönetmen Otto'dur ve sürekli onun başında bekleyerek uyarlama senaryoyu yazdırır. Trumbo nihayet The Brave One ile de Oscar'ını almıştır. Artık başka isimlerle yazmasına gerek yoktur. Televizyon kanallarına gerçekleri açıklamaya hazırdır.
Dalton Trumbo karakterini Breaking Bad dizisinden tanıdığımız Bryan Cranston canlandırıyor. Her ne kadar dizideki değişimi bu karakterin yapısı gereği göremesek de oyuncu ödülleri toplamaya başlamış gibi görünüyor.
Trumbo, yazarak verilen bir mücadelenin öyküsü. İyi seyirler:))


18 Ocak 2016 Pazartesi

Suffragette


Maud, çamaşırcı olan annesinin yanında mesleği öğrenmiştir ve yıllardır aynı yerde çalışmaktadır. Annesini erken yaşta kaybetmiştir, evli ve bir çocuk annesidir. Bir gün iş arkadaşı Violet'in kadın hakları savunucusu olduğunu farkeder. Ona destek olmak istese de önceleri çekinir. Çünkü kaybetmek istemediği bir işi ve bozmak istemediği bir yuvası vardır.
Violet'in belediye meclisi önünde konuşacağı gün dayak yemiş olması yüzünden iş oraya dinleyici olarak gelen Maud'a düşer. Etkileyici bir konuşma yaptığı kabul edilse de istekleri reddedilir. Ve polisten şiddet görerek gözaltına alınırlar. Maud, artık polis tarafından da mimlenmiş biridir.  Hatta peşinde bir dedektif bile vardır. Erkeklerin kadınlara yaptıklarını görüp bir de ünlü direnişçi Pankhurst'u dinleyince içindeki gücü keşfeder. Günden güne kendini kadınların oy hakkı için savaşmaya adar. Önce ailesi ona sırt çevirir sonra iş yerinden kovulur. Hatta kocası çocuğunu evlatlık bile verir.
Maud, evsiz ve işsiz olarak kilisede yaşamaya başlar. Eczacı Edith'in zaman zaman desteğini alır. Birlikte kuvvet doğar diyerek kadınlar daha güçlü savaşmaya karar verirler. Şehrin çeşitli yerlerinde posta kutularını patlatmak, belediye başkanının evini bombalamak gibi şiddetli eylemlere girişirler. Polis yine gözlerini korkutmaya çalışır. Daha can alıcı bir eylem için harekete geçerler. Kralın at yarışı yapacağı bir gün oraya giderler, amaç tüm dünyaya seslerini duyurmak için kameralar önünde harekete geçmektir. 
Güçlü bir konuya sahip olan film ne yazık ki izleyiciye ne anlatmak istediğine karar veremiyor.
Maud'un hayatı mı, kadın direnişlerinin başarılı olması mı yoksa Emily'nin ölümü mü? Bu noktada temasından biraz sapmış gibi görünüyor. Örneğin Maud'u takip eden dedektif Arthur ile olan ilişkisinden bir sonuç çıkmıyor. Onun dayak yemesini ses çıkarmadan izleyen adam ne acımasız oluyor ne de onu destekliyor. Gözetim altında tutsa da ona karşı sert olamıyor. Bir noktada Maud'a göz yumması gerekirken pasif bir şekilde onun peşinde dolanıyor.
Belki bu misyonlar Emily'e yüklenseydi en azından filmin sonunda duygularımıza da hitap edilmiş olabilirdi. Ya da önder olan Pankhurst biraz daha filmin içine girseydi akışı değiştirebilirdi.
İzlemek isteyenler için iyi seyirler:))

17 Ocak 2016 Pazar

Spotlight


Spotlight'ın "Yılın En İyi Filmi" olabileceğini savunan birkaç yazı okuduktan sonra merakla filmi izlemeye karar verdim. Sevdiğim oyuncuların biraraya geldiği film, Boston Globe gazetesinin bir araştırmasını konu alıyor. Daha doğrusu gazetenin içinde Spotlight adında bir birim mevcuttur, kendi konularını seçen ve onu uzun süre araştıran sağlam gazetecilerden oluşmaktadır. Sonuca ulaşınca da yazı dizisi olarak Boston Globe'da yayınlanmaktadır. Her yazdıkları ses getiren ekip bu sefer eski bir dosyayı açacaktır.
Gazetenin başına getirilen Marty, Katolik Kilisesi'nde rahiplerin çocukları taciz etme olayının üstüne gidilmesini ister. Ekip ise ellerindeki başka bir dosyayı bırakarak yeni araştırmalarına yönelirler. Marty, Yahudi olduğu için dışarıdan bir göz olarak tacizci rahiplerin peşine düşülmesini ister. Ancak onları zorlu bir yolculuk beklemektedir. Daha önce kapatılmış davaların kararlarına ulaşmak son derece zordur. Onların halka açılması için Mike amansız bir mücadele verir. 
Sacha, büyükannesiyle kiliseye gitmeyi bırakır çünkü taciz edilenlerle yaptığı röportajlar içini acıtmaktadır. Matt ise evinin yakında rahiplerin kaldığı bir tesis olduğunu öğrenince çocuklarını korumak için harekete geçer. Walter, herkesi dikkatli olma konusunda uyarırken yıllar önce bu konuyu önemsemediği için pişman olacaktır. 
Yapılan araştırmalara göre tacizci rahip sayısı günden güne artar. 13 rahip onlara fazla gelirken arşiv araştırması sonrasında rakamlar bir anda 90'lara çıkar. Ekibin önündeki en büyük engel Kardinal'dir. Din'in kutsal dokunulmazlığı bir anda cesur gazetecilerin gerçekleri gün yüzüne çıkarmasıyla bozulur. Olayın üstünü kapamaya çalışanları ise ikna etmek büyük patronlara kalmıştır.
Naif bir şekilde akıp giden Spotlight'ı izlemek şart. Günden güne yokolan gazetecilik mesleğinin ne demek olduğunu seyirciye hatırlatıyor. Hem de tabu olan bir konu ile. İyi seyirler:))


12 Ocak 2016 Salı

Love-Gaspar Noe


"Dönüş Yok" filmi ülkemizde vizyona girdiğinde çok ses getirmişti. Gaspar Noe adı pek hatırlanmasa da Monica Bellucci'nin tecavüz sahnesi herkes tarafından izlenmiş hafızalara kazınmıştı. Hem sert hem de rahatsız edici bir film olan "Dönüş Yok", özellikle kurgusu açısından izleyiciyi ters yüz etmekteydi. Yönetmen tüm cesaretiyle, titreyen bir kamerayla yaşanan travmayı anlatmıştı. Yine bir çift ve bir eski sevgili vardı. 
"Love" filmi adından anlaşılacağı gibi bir aşk öyküsünü anlatıyor ama Gaspar Noe'nin kamerasından... Murphy, sinema okurken sanat öğrencisi Elektra ile tanışır ve ikisi birlikte olurlar. Bunun aşk olacağını daha sonra anlayacakları bir ilişki ortaya çıkar. Üstelik başrolde şehvet vardır. Klasik Noe planları devreye girer, iç gıcıklayan durumlar, tahrik edici mekanlar ve sevişen insanlar... 
Murphy kanunları gibi bazı şeyler ters gitmektedir. Evli, mutlu ve çocuklu olması gereken adamın kafasında başka bir şey vardır. Elektra. Biraz geriye gideriz, ikisinin tanışmaları, ilişkiye girmeleri ve devamında yeni şeyler denemeye başlamaları. Murphy mi Elektra'yı yoldan çıkarmıştır yoksa tam tersi mi olmuştur?
Ortadan kaybolan Elektra, tekrar onun hayatına daha doğrusu aklına girer. Biz de izleyici olarak yaşananlara tanık oluruz. Aslında normal bir ilişki gibi görünse de Elektra en büyük fantezisini sevgilisine anlatınca işler değişir. Güzel, sarışın, mavi gözlü bir kızla sevişmek istemektedir. Henüz 17 yaşında yalnız yaşayan komşu Omi ile bir gece geçirirler. Hepsi bu durumdan çok memnundur. Ta ki Murphy onunla Elektrasız sevişene kadar.
Kız hamile kalır ve işler sarpa sarar. Aslında öncesinde Elektra da başkasıyla birlikte olmuştur. Murphy de her fırsatta başka kadınlarla sevişir. Belki yaşadığının aşk olduğunu bilmediği için belki de Elektra'ya bu kadar bağlanmamak için. Birbirlerine verdikleri sözleri tutmaya çalışırken ikisi de çok incinir ve kendilerini kaybetmeye başlarlar.
"Love" filminin her sahnesi, çerçeveleme, oyunculuklar, ışık, müzik ve sanat açısından üstünde konuşulmaya değer. Dialoglar da bir o kadar filmin yapısına uygun. 
Arada yönetmenin kendine atıfta bulunması da cabası. Elektra ve Murphy'nin çocukları olursa ismini "Gaspar" koymak için sözleşmeleri ve Omi'den doğan çocuğa "Gaspar" isminin verilmesi.
Porno film satan dükkanda gezinirken Murphy'nin porno film çekenleri cesur bulması gibi ince göndermeler de Gaspar Noe sevenleri mutlu ediyor.
Sınırları olmayan, izlenmesi gereken bir yönetmen filmi, iyi seyirler.))

The Lobster-Yorgos Lanthimos


"The Lobster" alışılmış filmlerin biraz dışında kalıyor. Yakın gelecekte olabilecek bir distopya öyküsünü Yunanlı yönetmen Yorgos Lanthimos anlatıyor. İzlemeden önce tek bildiğim başrolünde Colin Farrell'in oynamış olduğuydu. Bol ödül aldığını da arkadaşlarımdan duymuştum. 
Şehir kurallarına göre bekar insanlar tutuklanmaktadır. Eğer partnerleri yoksa uzaktaki bir otele gönderilirler ve 45 gün süreleri vardır. Orada kendileriyle aynı bir özelliğe sahip eş bulmaları gerekir. Yaşam sürelerini uzatmak için ormanda bekar avına çıkarlar. Eğer bir bekar öldürürlerse otelde fazladan bir gece kalma şansı yakalarlar. 
Eş buldukları taktirde deneme süresinde birlikte yaşarlar sonra yatta bir süre daha kalıp şehre geri gönderilirler, aralarında sorun çıkarsa onlara bir de çocuk verilir. Bunların hiçbirini başaramazlarsa istedikleri bir hayvana dönüşeceklerdir. Sonsuza kadar.
David'in yolu da otele düşer. Yanında köpeğe dönüşmüş kardeşi vardır. O da başaramazsa denizi çok sevdiği için ıstakoz olmayı talep eder. Etrafındakileri gözlemlemeye başlar. Bir ayağı sakat olan çocuk, sürekli bisküvi yiyen kadın ve garip otel yönetimi. Özellikle kalpsiz kadının kendisi için uygun bir eş olduğunu düşünür ve onun üstünde çalışmaya başlar. İkisi özel odaya alınınca tek ortak özellikleri olan 'duygusuzluk' kadın tarafından sınanır. David'e köpek olan kardeşini öldürdüğünü söyler ve David üzülünce onu yönetime bildirmeye karar verir. Ancak David onu ortadan kaldırır.
Artık tek çaresi ormana kaçmaktır. Avlanana kadar orada saklanacağını düşünen David bekarların grubuna katılır. Serbestçe yaşadıkları düşünülse de onların da kendi içlerinde kuralları vardır. Nasıl otelde çift olma zorunluluğu varsa ormanda da bekar kalma zorunluluğu vardır. Yani aşk yasaktır.
Yasak olan her şey çekicidir:)) David ise orada yaşayan bir kadına aşık olur. Önünde aşması gereken pek çok engel vardır. Bir yandan da onunla ortak nokta aramaktadır:)

Notlar:
Colin Farrell bir röportajında filmin çok garip olduğunu ve oynamak için kilo aldığını söylemiş.
Otel yönetiminin yalnız olanlar ve evli olanlar için hazırladığı temsili skeçler izlenmeye değer!
Bazı sahnelerde ortada gezinen hayvanların önceden insan olduğunu unutmuyorsunuz.
Tüm oyuncuların mimiksiz oynaması ayrı bir detay.
Bekarların 2. sınıf insan muamelesi görmesinin uç noktası özellikle alışveriş merkezlerinde kendini hissettiriyor.
Farklı bir dünyaya gitmek isteyenler için iyi seyirler.))



Joy-David O. Russell


Joy, küçükken hayalperestliğiyle bilinen çocuktur. Üvey ablası Peggy'nin suratsızlığı, annesinin pembe dizi takıntısı, babasının sürekli evi terketmesi onun canını sıksa da yarattığı farklı dünyayı bozmak istemez. Hatta ailesini her türlü kusurlarına rağmen sevmeye devam eder. Bu sırada en büyük destekçisi büyükanne Mimi'dir. Ona hayallerinden vazgeçmemesini o ailenin kaderini değiştireceğini söyleyen Mimi, farkında olmadan Joy'a büyük bir azim vermiştir. 
Küçükken bir köpek tasması yaratır ve babası maliyetli olacak diye onun patentini almaz. Oysa bir başkası bulduğu tasmayla çoktan zengin olmuştur. Joy yine aklındakilere ulaşamaz, ailesi ona hep engel teşkil eder. Havalimanında çalışmakta olan Joy, 2 de çocuk sahibidir, boşandığı şarkıcı kocası ise hala evinin bodrumunda yaşar. Babası Rudy de geri gelince Joy para kazanacak bir iş bulmaya karar verir. Yani kendi işini yapacaktır.
Yeterli parası olmadığı için kendine yatırımcı bulmak zorundadır. Bu maddi desteği babasının zengin sevgilisini ikna ederek sağlar. Ve Joy kızının kağıtları ve kalemleriyle çizdiği pratik paspası hayata geçirmek üzeredir. Ve bu o göründüğü kadar kolay olmayacaktır. 
Joy borç harç imalathanesini kurar, iş sipariş almaya gelmiştir. Yine eski kocasının yardımıyla bir televizyon kanalına gider. Amacı orada paspasın tanıtımının yapılmasıdır. Şansı yaver gider ve kanalın yöneticisi Joy'a bir tanıtım sözü verir. Tüm aile nefesini tutar ve televizyondaki adamın paspaslarının reklamını yapmasını bekler. Ancak işler tersine döner, adamın elindeki paspas takılır ve hiç sipariş alamazlar. Joy batmıştır. 
Onun icadının üstüne konmaya çalışan uyanıklar, aile tarafından verilen yanlış kararlar, boşa ödediği paralar bir süre etrafında kara bulut gibi dolansa da Joy asla pes etmemeye kararlıdır.
Tüm mücadeleci kadınların izlemesi gereken bir film, iyi seyirler.))


The Hateful Eight-Quentin Tarantino


Tarantino'nun 8. filmi geçen hafta Türkiye'de vizyona girdi. Kanlı bir western olan film, aynı zamanda karlı bir yerde geçiyor:)
John, azılı bir katil olan Daisy'yi şehre götürmek için yola çıkmıştır. Kar fırtınası onları yakalamak üzeredir. Yolda karşısına Marquis çıkar. Birkaç kanun kaçağını adalete teslim edip azıcık bir para kazanma peşindedir. Yanındaki ölüleriyle birlikte arabaya binmek ister. İkisi aslında 8 ay kadar önce oturup birlikte yemek yemişlerdir. Yine de birbirlerine güvenemezler.
John, Abraham Lincoln'un Marquis'e yazdığı mektubu tekrar görmek ister. Bu pazarlık sonrasında onu aracına alır. İkide bir lafa giren Daisy ise sürekli John'dan dayak yer. Onun 10 bin $ etmesi Marquis için çekici bir durumdur. Yani yanındaki ölüleri taşımaktansa bir kadını taşımak daha mantıklıdır, üstelik daha fazla değeri vardır. Ancak bunun iyi bir fikir olduğunu gören John onunla anlaşma yapar.
Yol üstünde bir başkasına daha denk gelirler. Önce John ikisinin işbirliği yapabileceğinden şüphelense de Chris yeni şerif olduğunu söyler. Bir an önce şehir merkezine gitmelidir. Chris'in üslubundan dolayı ona kimse inanmaz. Çok rahat ve samimi bir tarzı vardır. Aynı zamanda şerif olamayacak kadar gayriciddi. Kar fırtınası yaklaştığı için onu da yanlarına alırlar. Chris'in babasının çetesinin olduğu ortaya çıkar. Aslında arabadaki herkes bir diğerinden şüphelenir.
Minnie'nin yerine varan ekip orada bir terslik olduğunu anlar. Dükkanı işletenler ortada yokturlar. Bir Meksikalı'nın dediğine göre işleri ona devretmişlerdir. İçeride bekleyen Joe, sıradan bir çiftçidir. Oswaldo da suçluları asacak olan cellat.
Ve bodrumda bekleyen hesaba katılmamış bir adam...
Marquis dükkan sahiplerinin nerede olduğunu düşünürken John'a göre içlerinden bir kişi Daisy'nin suç ortağıdır ve onu kaçırmaya gelmiştir. Uzun bir gece onları beklerken kimin doğru kimin yalan söylediğini anlamak bir takım akıl oyunlarına kalmıştır.
Kanlı Tarantino filmi sevenler için iyi seyirler.))


8 Ocak 2016 Cuma

Dheepan


Başka sinema kapsamında gösterilen bir film de Dheepan... Sri Lanka'daki iç savaştan kaçmaya çalışan bir asker çözümü ölmüş birinin yerine geçmekte bulur. Dheepan ismindeki bu kişiyi birçok kez işkence gören bir gazeteci olarak tanımlar ve pasaportları kullanabilmesi için bir eşe ve bir çocuğa ihtiyacı vardır. Aslında kendisi 'Tamil Kaplanları'yla savaşan tüm ailesini kaybeden biridir.
Pasaporttaki fotoğrafa benzer bir eş bulunur ve sıra 9 yaşlarındaki çocuğu bulmaya gelmiştir. Kampta sahipsiz kız çocuğu arayan Yalini, İllayaal'ı bulunca ailenin son ferdi tamamlanmış olur. Hepsi Fransa'ya gitmek için yola çıkarlar. 
Birbirlerini hiç tanımayan bu 3 kişi yeni bir hayata başlar. Paris sokaklarında gecenin bir vakti ışıklı oyuncaklar satmaya çalışan Dheepan, karın tokluğuna yaşamaya çalışan diğerleri... Paris dışında bir toplu konuta yerleştirilen aile, orada kaçtıkları savaşın başka bir halini yaşayacaklarından habersizdir. Dheepan, kapıcı olarak birkaç bloğa bakmaya başlar, Yalini ise yaşlı bir amcaya bakıcılık yapar, Illayaal ise okula uyun sağlamaya çalışır. Çünkü tek umutları Fransızca öğrenip oraya adapte olmaktır.
Geride bıraktıkları hayatı, geleceklerini ve aile olabilme ihtimallerini düşündükçe dengeleri bozulur. Bir yandan da taşlar yavaş yavaş yerine oturur. Dheepan sözde eşine aşık olmaya başlar, Yalini ise İngiltere'deki kuzeninin yanına gitmek için fırsat kollar. Küçük kızın ise aradığı sadece arkadaştır. Gün gelir birbirleriyle kavga ederler, gün gelir bir aile gibi sımsıkı sarılırlar. 
Yalini'nin baktığı yaşlı amcanın oğlu hapisten çıkar. Onunla ilgilenmeye başlar. Bu durum genç kadının hoşuna gitse de onun yüzünden az kalsın canından olacaktır. Dheepan, gangsterlerden korkmaz çünkü o Sri Lanka'da daha ciddi boyutlarda savaşı yaşamıştır. Ve tüm çetenin akıbeti kapıcı Dheepan'ın elindedir.
Film Avrupa'daki mülteci sorununu, yabancıların orada konumlandırılmasını da gayet doğal bir biçimde işliyor. Geldikleri yerin güzelliklerini unutmamak adına, Dheepan'ın arasıra rüyasında fil ormanda ağır ağır ilerliyor. Tıpkı yeni bir ailenin kurulması gibi...
İyi seyirler:))





6 Ocak 2016 Çarşamba

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...