Ana içeriğe atla

Two Mothers-Anne Fontaine


Lil ve Roz çocukluktan beri yakın arkadaştırlar. İkisi de evlenir ve birer erkek çocuk sahibi olurlar. Lil'in eşinin ölümünden sonra Roz ona destek olur ve dört kişilik bir aile gibi yaşarlar. Roz'un kocası biraz dışarıda kalır, Sidney'de bir okuldan iş teklifi alınca ailesiyle oraya taşınmak ister. Önce Roz bu duruma pek karşı çıkmasa da yaşadığı farklı şeyler yüzünden oradan taşınmak istemez.
İki kadın çocuklarının büyüdüğünü görmüşler ve her şeyi paylaşmışlardır. İş o kadar ileri gider ki kendi çocuklarını da paylaşırlar. Roz Lil'in oğlu Tom ile alkollü olduğu bir gece birlikte olur ve çok farklı hisseder. Bunu fark eden Roz'un oğlu Ian ise onlara inat Lil'in evine gider ve yatağına girer. Ne yaşadıklarına anlam veremeyen iki orta yaşlı kadın bir anda mutluluğu yakalamışlardır. Ve ilişki durumu ne kadar ters olsa da bunu sonlandırmak istemezler.
Roz kocasından boşanır, Lil ise ondan hoşlanan yaşıtı bir adamı başından savar. Diğer erkeklere göre ikisi lezbiyendir. Oysa Roz ve Lil genç sevgilinin tadını çıkarmaktadır. Roz'a göre bu uzun sürmeyecektir çünkü oğlu tiyatroda bir kızla yakınlaşır. Hem arkadaşının üzülmesini istemez hem de "onlar bir gün bizden sıkılacaklar" düşüncesinin ne kadar doğru olduğunu anlar. İlişkilerini sonlandırma kararı alır. Atladığı en önemli şey Tom'un ona kör kütük aşık olduğudur. Ayrılık acısını atlatamayan çocuk aşırı dalgalı bir günde sörf yaparken kaza geçirir. Ona bu sıkıntılı günlerinde destek olan tek kadın ise Hannah'tır. Ian ise tiyatrodan Mary ile evlenmiştir. 
İki kadının iki sene dolu dizgin süren ilişkisi bitmiştir. Oğulları mutlu aile kurmuş ve birer de çocuk sahibi olmuşlardır. Ancak Lil ve Ian'ın diğerlerinden gizlediği bir şey vardır. İkisi hala gizli gizli görüşmeye devam etmektedir. Bunu öğrenen Tom çok sinirlenir ve eteğindeki taşları herkesin ortasında döker.
Eşleriyle ilişkileri koparan çocuklar eski olgun aşklarına geri dönerler. Kısır döngülerinde herkes çok mutludur. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...