27 Nisan 2024 Cumartesi

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-6


God of Art- Sanat Tanrısı

6.

ARTEMİS

Artemis şaşkındı, garip bir mesajla uyanmıştı. Efil akşamüstü gelip onu alacak, Pertev’in dedesinin köşküne götürecekti. Pertev Artemis’i yemeğe davet etmişti. Bu adam tehlikeli olabilirdi. Dün özgüvenle kitabı okuduğunu söylemişti ancak ailenin tüm sırlarını biliyordu. Pertev hakkındaki bölümleri tekrar okudu. Sevişen iki erkek tablosunun travmasını tetiklediğini, Musa aslında bilerek ona resmi gösterdiğini sonra pişman olduğunu yazmıştı. Musa bir bakıma kendisine sahip çıkıp “Bu benim oğlum” demeyen Pertev’in dedesinden aklı sıra intikam alıyordu. Musa aileden ayrı büyüdüğü, zengin ve soylu bir adamın oğlu olduğunu saklamak zorunda kaldığı için bu kadar agresifti. Öfke patlamaları onunla asla yüzleşemediği babasına, onu mirastan uzak tutmaya çalışan üvey kardeşineydi. Artemis Musa’nın bu kadar güzel psikolojik okumalar yapmasına hayran kaldı. İnsanların zaaflarını, egolarını ve sahte mutluluklarını senelerce bir köşede gözlemlemişti. Bu kitabı birisi okusa yazarın saf ve masum diğerlerinin de şeytan olduğunu düşünürdü. Oysa Artemis’in gözünde elinde bastonuyla arada anlamsız çıkışlar yapan, kiliselerdeki Tanrı betimlemelerine benzeyen Musa vardı. Anlatılana değil gördüğüne inan Artemis!

Pertev dedesinin günahını mı çekiyordu? Artemis düşündü, “Yokluk” bilmeyen bir adam ne günahı çekebilirdi? Onun için günah da yoktu, sınır da yoktu. Maddi kaygısı olmayan, iş hayatında hobi gibi takılıp sanatı da elinde oynatan bir adamdı. Üçüncü sınıf ülkelerde biri halkı nereye çekerse oraya giderlerdi. Artemis düşündü gerçekten bu adam ülke sanatına yön verebilirdi. Sergideki eserler dünyanın neresinde gösterilse camiadan karşı çıkanlar olurdu. Şimdi herkes Pertev’i alkışlıyor, tüm yaptığı işlere övgüler yağdırıyordu. Çünkü zengin ve güçlü bir adamdı. Artemis sürekli düşünüyordu. Kitaptan sonra sanki ailenin yaşamı akıyor o bir noktada olanları izliyordu. Musa’nın neden aile kurmamasını anladı, sevgisizdi. Ailenin diğer üyeleri de sevgisizdi. Para mutluluk getirmiyordu… Musa başka bir adamın oğlu olsa bu konuma gelemezdi. Artemis bir kez daha anladı, ülkede torpilsiz bir hiçti. Bu yıkım kulaklarını çınlattı.

Kapı çalıyordu. Artemis ağrı kesici alıp uyumuştu. Gelen sivil polislerdi. Artemis inanmadı, polisler kimlik gösterdi. Miyoptu Artemis gözüne sokar gibi baktı kimliklere sonra kapı açık kalmak şartıyla eve aldı. Dilerse komşulardan bir kişiyi de yanına alabilirdi. Artemis polislere su ikram etti. Onlar suyu içmeyeceklerdi, eğitimdeki tembihlerden biriydi bu. Musa’nın ölümüyle ilgili sorular sordular. Artemis ağlamaya başladı. Kendini durduramıyordu. Polisler bakıştı ve bir şey çıkacağını umarak sormaya devam ettiler. Artemis Musa’nın ona kızgın olduğunu telefonda bağırdığını, boşboğazlık yaptığı için stajını sonlandırdığını söyledi. Ona kızıp ölmüştü. Artemis kendini suçladı. Polisler kızın duygusal inişini hormonlarına bağladılar. Polis Musa’nın sanatla ilgilendiğini ve Pertev’in koleksiyonunun listesini tuttuğunu söyledi. Artemis sesini çıkarmadı. Polis açıkladı; tarihi eser kaçakçılığı hakkında soruşturma yapıyorlardı, o listeye ihtiyaçları vardı. Ayrıca Musa’nın bilgisayarına ulaşamamışlardı. Artemis şaşırdı. “Cenaze günü çalınmış olabilir” dedi. Polisler Musa’nın ölmeden önceki gece nereye gittiğini sordular. Artemis bilmediğini söyledi. Muhtemelen evdeki Maya bilirdi. Artemis’e kızdığı için kalp krizi geçirip ölmüştü, tekrar ağlamaya başladı kız. Polisler sıkılıyordu. Musa’nın koleksiyonun listesi olan dosyayı göndermeleri için maillerini bıraktılar. Artemis kitaptan bahsetmedi, sırlar onları ilgilendirmiyordu. Kapıdan çıkarken Akuji ile iş birliği yapan polis Musa’nın telefonunda Artemis’e gönderilmemiş bir mesaj olduğunu söyledi. Artemis şaşırdı. Musa mesajı gecenin bir yarısı yazmış ancak gönder tuşuna basmamıştı. Mesajda “Kitabı yayınlamalısın!” yazıyordu. Artemis’in gözleri büyüdü “Onu ben öldürdüm” diye ağlamaya devam etti. Polis onu sakinleştirdi, bu olayda suçu yoktu. Neticede yaşlı bir adamdı, kalp krizi gençlerin de başına geliyordu, Allah beterinden saklasındı…

 

LİSSA

Lissa bankada Akuji’nin ona verdiği bin doları hesabına yatırıyordu. Görevli memur onu baştan aşağı süzdü. Lissa her an bu parayı nereden bulduğunu soracaklar diye korktu. Onların gözünde parayı çalmış, fuhuş yapmış ya da uyuşturucu satarak kazanmıştı. Oturup anlatsaydı Akuji bir müzede eser oldu o yüzden bana bu parayı saklamam için verdi diye kimse inanmazdı. Bu para ikisinin geleceği içindi. Lissa bir bakıma rahatlamıştı. Çünkü işsiz kalsa bin dolar onu bir süre yaşatırdı. Ancak Akuji olmadan o paraya dokunmak istemiyordu. Kendini garantiye almak için yeni bir iş görüşmesi ayarlamıştı. Çünkü atölyede işler sarpa sarıyordu. Yeni gelen irikıyım adamla nikah günü almak için günde üç kere zorlanıyordu. Zorlayan damat adayı değil patronun ta kendisiydi. Lissa’ya bir hafta süre tanımıştı. Ancak Lissa’nın Akuji ile konuşup çözüm bulma işi gecikiyordu. Çünkü sanat eseri ortalarda yoktu.

Lissa temizlik işi için bir benzin istasyonuna gitti. Şehrin içindeki bu yerde çalışabilirdi. Hem evine de yakındı. Patron adam soğukkanlıydı, neredeyse Lissa işe alınıyordu. O esnada adamın kızı Lissa’yı gördü. Babasına dönüp gözlerini devirdi. Lissa içinden herkesin ten rengine bir gün alışacağını söylüyordu. Kendi kendine tekrarlıyordu. Belki bir gün sesli söylerdi. İş yalan oldu. Muhtemelen iş şehrin içinde gecekonduya benzer bir evde yaşayan, işe gelmek için en az iki araç değiştiren, boyu kısa, beli kalın, başı yemenili bir kadının olacaktı. Bozuldu Lissa benzin istasyonunda oturup kahve içti. Bir süre bakıştı patronun kızıyla. Oradan uzaklaştı, arkasına bakmadı.

Polis masasında tarihi eser kaçakçılığı dosyasını araştırıyordu. Musa’nın ölümü daha da şüpheli gelmeye başlamıştı. Asistanının “Ben öldürdüm” diye ağlaması, Musa’nın kayıp bilgisayarı gibi soru işaretleri vardı. Polis kamera kayıtlarını inceledi. Musa ölmeden önceki akşam evinden çıkmıştı. Siyah bir araba onu almıştı. Ancak plakası okunmuyordu. Gece yarısından sonra Akuji’yi binanın önünde görülüyordu. Kayıtlarla oynamış olabilirlerdi. Akuji orada ne yapıyordu? Musa ile ne gibi bir ilişkisi vardı? Polis Pertev’in dosyasını açtı. Kayıp göçmenlerin resimleri de oradaydı artık. Bir de Artemis’in önerisini hatırladı “Pertev’in sergisini görmelisiniz” demişti evi sebze yemeği kokan kız.

 

EFİL

Pertev’in koleksiyonu baya ilgi görmüştü. Efil yine işin kaymağını yiyordu. Saçları fönlü, krem rengi takım elbisesiyle herkesi kendine hayran bırakmıştı. Müzedeki röportajı bir saat sürmüştü. Pertev’in babasını kapıda görünce hemen yanına koştu. Adam Efil ile mesafeliydi. Zengin adam seçilen eserlerin ne kadar anlamsız olduğundan ancak insanların onlara bayıldığından yakınıyordu. Efil kısık sesle eserleri Pertev’in seçtiğini söyledi. Adam dik dik baktı o halde neden adı yazıyordu? Efil kendini savunmaya, sanatın cesur olması gerektiğini söylemeye başladı. Adam eliyle dur işareti yaptı “Yakında müzeyi kapatıyorum” dedi.

Efil tuvaletin aynasında kendine bakıyordu. Ağlamak üzereydi. Müze kapanacaktı, Pertev onu bir kenara atacaktı, acil onun gözüne tekrar girmesi için bir yol bulmalıydı. Son hamleleri hep boşa gitmişti. Oysa eskiden ne yapsa Pertev ona hayran kalırdı. Bu değişimin sebebi neydi? Aile ilişkileri Efil’i de etkiliyordu. Efil hem bankanın sergisini koordine ediyor bir yandan da yeni sanatçıları keşfetmeye çalışıyordu. Türkiye’de ismi bilinirken sıfırdan başlayacağı Amerika’da adı kim bilir ne zaman öne çıkardı? Morali bozuldu. Pertev Artemis ile köşkte bir yemek ayarlamıştı. Efil anlamsız akşamı unutulmaz bir geceye dönüştürebilirdi. Biraz dışarı çıkıp düşünmesi gerekiyordu.

Efil aracıyla Artemis’i evinden aldı. Artemis gergindi. Polis mevzusunu Efil’e söyleyip söylememe konusunda kararsızdı. Ağzından bir şey kaçırmamak için susuyordu. Efil de kızın ona karşı tavır aldığını sanıyordu. Efil “Artemis galeri işi tamam, senin için konuştum. Çok iyi insanlar hem Avrupa ayağı da var bu işin” dedi. Artemis işin olmasına sevindi, Efil büyüleyiciydi. Buna rağmen soğuk ses tonuyla kitabı bellekte getirdiğini Efil’in okumak isteyip istemediğini sordu. Efil başını olumsuzca salladı, aile mevzusu hiç ilgisini çekmiyordu. Artemis Musa’yı ölmeden önceki gece görüp görmediğini sordu. Efil anlam veremedi, görmediğini söyleyip geçiştirdi. Kızın bu gergin tavrı çok baştan çıkarıcıydı. Efil “Sevgilin var mı?” diye aniden sordu. Artemis “Yok” dedi. Efil güldü. Artemis camdan dışarı baktı, Pertev’in dedesinin köşkü göz alıcıydı.

İkisi içeri girdiler. Pertev odasından gelip onları misafir gibi karşıladı. Efil kızgındı, Artemis misafir olabilirdi ancak kendisi evin bir parçası değil miydi? Pertev çok nazik ve sempatikti. Efil vasıfsız bir kızın gözüne girmek için neden bu kadar çaba sarf ettiğini anlamamıştı, ondan istese kitabı mail atabilirdi. Ya da kendisi ona bellekteki kopyasını getirirdi. Aklından bin bir düşünce geçti. Kızı özel performanslarından haberdar etmemeliydi, bu çok tehlikeli olurdu. Yine Artemis’in kendisinin yerine geçeceğinden korktu. Ancak Artemis’in ona hayran bir bakışını yakalayınca kaybettiği özgüveni hemen yerine geldi.

Pertev Artemis’i dedesinin antika koleksiyonunu göstermek için üst kata çıkardı. Efil performans odasındaki kameraları kontrol etmeye gitmişti. Hiçbirinin yerinde olmadığını gördü. Bilgisayardan bağlanıp görüntüleri izlemeye başladı. Özellikle Pompei performansı akşamında yaşananlara baktı. Performans sonrasında iki adamın Musa’yı kollarından tutarak dışarı çıkardığını gördü. Efil şaşırmıştı. Demek Musa o akşam özel izleyici bölümündeydi. Peki adama ne olmuştu? Yoksa Musa performans sırasında mı kalp krizi geçirmişti? Eve nasıl gittiği gayet açıktı ancak anlaşılmayan kısımda potansiyel suçlar gizliydi. Efil gerilmeye başladı. Kamera görüntülerini ileri alınca çıkarıldığı ana denk geldi. Performans odasına sarışın bir adam gelip kameraya doğru baktı, yaklaştı ve pis pis gülümseyerek kamerayı söktüğünü gördü. Efil o adamı daha önce hiç görmemişti. Pertev kesin bu akşam ondan hesap soracaktı.

Yemek masasında dört kişilik servis vardı. Pertev ve Artemis gülerek sohbet ediyorlardı. Efil dördüncü acaba Pertev’in babası mı diye düşünürken kapıdan sarışın adam girdi. Pertev ona doğru bir adım attı ve boynuna sarıldı “İşte bu yakışıklı beyefendi de benim psikoloğum”. Artemis güldü “Gerçekten mi? Siz baya zenginsiniz, yani insan olarak etrafınız zengin” Pertev ve sarışın güldüler. Efil ise adamın elini sıktı. Kamerayı yerinden söken bu ellerdi. Sanki hepsi durmuş biz artık üçümüz varız sen kaybol gibi ona bakıyorlardı.

Pertev herkesi yemek masasına davet etti. Artemis belleği Pertev’e uzattı “Kitap bunun içinde” Pertev teşekkür ederek belleği aldı, babasına verip bir süre daha bohem hayatın tadını çıkarabilirdi. “Peki Artemis kitap sence basılmaya değer mi?” diye sordu Pertev. Artemis durdu ve kitabın basılmasının bolca dedikoduya imkân sağlayacağını söyledi. Edebi değeri yoktu, akıcı yazılmıştı, çok satanlar listesine girebilirdi, Musa’nın çocukları olsa hemen kitabın filme çekilmesini sağlar böylece bolca para kazanabilirlerdi.  Ancak bazı bölümler özellikle dedenin mezarının DNA için açılması aile itibarını zedeleyebilirdi. Pertev dondu, “Dedemin mezarı mı açılmış?” Sarışın onun sırtını sıvazladı “Şimdi boş ver anın tadını çıkaralım”.  Efil hala masadaydı ancak dikkate alınmıyordu. Sabretmesini iyi biliyordu.

Sarışın yeşil şişede bir içecek getirdi. Yemekler harikaydı, son içkiler içilecekti. Efil araba kullanacağı için alkol almamıştı ancak sarışın ısrarla ona son kadehi uzattı. Hepsi bir kerede içtiler. Farklı bir içkiydi. Derindekiler çıkmaya başlamıştı.

PERTEV

Akşam yemeğini sıradan insanlarla yemek ona bazen zevk verirdi. Sokakta yürüyormuş gibi özgür ve kendini başka hissederdi. İçilen son içki Pertev’i çok rahatlatmıştı. İtiraf edercesine konuşmaya başladı. Nasıl olsa ertesi gün kimse bir şey hatırlamayacaktı. Pertev sarışının omuzunu tutup, gözlerinin içine baktı “Bu adamla tanıştığımda henüz genceciktim. Londra’daki seansta beni çocukluğuma götürdü. Babamla o adamı gördüğüm ana gittim.” Efil ve Artemis kulaklarına inanamıyordu. Artemis “Hangi adam?” diye sordu. Pertev “Sağ kolu… Musa, Musa Amca, bana bir tablo getirdi, o anın tablosuydu, babam ve sağ kolu”. Herkes mevzuyu anlamıştı. Pertev “İşte benim travmam”. Sarışın ona sarılmıştı. Efil kıskanıyordu ama neden anlamıyordu. Sarışın Pertev’in gözlerine baktı “Ben senin neyinim?” diye sordu. Pertev “Sağ kolumsun” dedi. Efil’in gözleri sulandı “Sağ kolun benim” dedi. Ses kendisinden mi çıktı anlamamıştı. Artemis bu kez onun elini tuttu, başı dönüyordu. Pertev güldü. Sarışın fısıldadı “Gizli kamera koyan sağ kol”. Efil utandı, sinirlendi ancak uyuşmuş gibiydi. Artemis elini sıktı “Kusuyorum” Efil onu banyoya götürdü. Ağlıyordu. Pertev ikisinin sesini duyuyordu. Sarışın Pertev’i odaya götürür. Efil Artemis’i performans odasına yatırdı. Kız kusamamıştı. Efil Artemis’in gözlerine baktı “Musa burada ölmüş” dedi. Artemis güldü “Ben öldürmedim demek ki”.

Pertev ve sarışın odadan ikisini izlemeye başladılar. Efil ilk ve tek olacak bir performans için Pertev’den ona şans vermesini istemişti. Efil Artemis’in saçlarını okşadı, kız yatağın üzerinde yüzer gibi hareketler yapmaktaydı. Efil soyunmaya başladı. Artemis tam “Polis geldi” derken Efil onun dudaklarına yapıştı. Artemis karşı koyamadı başı dönmekteydi. İkisi yatağa düşmüşlerdi. Artemis ile seviştiler. Performans odasının ışıkları loş olmuştu. Sarışın ve Pertev zevk almaktaydılar. Sarışın Pertev’in omuzlarını okşadı. Efil Artemis’in göğüslerini öptü. Hayatında ilk kez sevişen Artemis bekaretini performans odasında kaybetmişti. Efil şaşkındı, elleri kan olmuştu. Avuçlarını çarşafa sürdü birbirlerine sarıldılar. Artemis uyuyakalmıştı. Efil başı dönerken çarşafı toplayıp odadan çıktı. Sarışın elinde bambu sepetle kapı önünde beklemekteydi. Efil çarşafı içine koydu. Sarışın gülümseyerek Efil’e arkasını dönüp gitti.

Pertev kanlı çarşafı öyküsüyle beraber müzenin girişine asacaktı. Video görüntüleri ise sarışının montajıyla harika bir sanat eseri haline gelecekti. Pertev sınır tanımıyordu. Sanatın Tanrısıydı.

 








 ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.


19 Nisan 2024 Cuma

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-5

 


God of Art- Sanat Tanrısı

5

ARTEMİS

Mutfak ot kokusundan geçilmiyordu. Artemis internetten yeni sağlıklı tarifler deniyordu. Yeşil ağırlıklı beslenmeye karar vermişti. Şu boğazını azıcık tutacak günde iki öğün yemek yiyecekti. Yoksa tüm parası yemeğe gidiyordu. Üç ana öğün, meyve, kuruyemişle ara öğünler ve kahvesi çayı derken banknotlar hızlıca eriyordu. Evde yapacak, dışarı çıkarsa yanında bir tost taşıyacaktı. İstanbul son zamanlarda çok pahalıydı. Eskiden iki kişinin yediği yemek parasıyla şimdi anca bir kişi kahve içebiliyordu. Sanat okuyordu ancak bundan nasıl para kazanabilirdi?

Bilgisayarını açtı, bir sanat galerisi iş görüşmesine çağırıyordu onu, çok sevindi. Gerçi bu dönemde kimse sigorta ve maaş vermiyordu ama kendini sevdirebilirse kalıcı olabilir hatta en önemlisi bir şeyler öğrenebilirdi. Musa’nın derslerine girebilseydi de öğrenebilirdi. Aklına belleği geldi, bilgisayarda dosyaları açtı, bir yandan kuşkonmaz yiyordu. Musa tüm derslerinin ses kayıtlarını almıştı. Dosyalar dosyalar içindeydi. Artemis kendi yazdığı dosyasına baktı, kısa sürede çok iş başarmıştı. Sonra açtığı bir dosyada fotoğraflar ve belgeler vardı. Başka bir Word dosyasını açınca Musa’nın hayatını yazdığı kitabı buldu. Onun mezarına girmiş gibi irkildi. Merak etti ve okumaya başladı. Çok heyecanlıydı. Musa’nın dili çok etkileyiciydi, sanki Artemis’in evindeki kırmızı kadife koltukta oturmuş ona dünyaya nasıl geldiğini anlatıyordu. Artemis okurken şaşırmaya devam edecekti. Musa’nın aslında kim olduğu, sanat camiasında neler döndüğü ve yeni akım başlatmak için çabalayan Pertev’i öğrenecekti.

LİSSA

Lissa ise kendini işe kaptırmıştı. Patronun dediği iri kıyım usta gelmiş anında üç kişiyi işinden etmişti. Patron ona kaş göz yapıyordu, imasına göre nikah yakındı. Neyse ki iri kıyım usta makine gibiydi ne Lissa’ya ne de etrafına bakıyordu. İş saatinde tüm işleri hızlandırılmış gibi bitiriyor, yemek molalarında bir ekmeği ağzına bütün olarak sokuyor ve iki dakikada öğütüyordu. Yemek bitince hemen çalışmaya geri dönüyor diğerleri gibi molanın bitmesini beklemiyordu. Lissa gerildikçe geriliyordu. Akuji’nin yasal olması, Lissa ile evlenmesi hatta başka yerde iş bulmaları gerekiyordu. Lissa bu adamla evlenemezdi, işsiz de kalamazdı. “Bu kadar derin düşünme” dedi kızıl patron çocuğu “Makineye gönlünü kaptırırsın”. Lissa hiç gülmedi. Kızıl çocuk iri kıyımı gösterdi “Kocan çok şanslı”. Lissa başını öne eğdi.

Akuji bir an önce polisi görmek durumu anlatmak ile hiçbir şey görmedim ayağında köşkte kalmak arasında git-gel yaşıyordu. İlk kez köşke girmiş ve kameraya da ölü bir adam taşıdığını kaydetmişti. Köşkte kalsa yine kaçak kalacaktı, polise elindekileri verse yine yasal olamayacak ancak birkaç günlüğüne polisin görmemezlikten gelme lütfuna erişecekti. Yemekten sonra köşkteki bir oda boşaltılacak diye Akuji’yi tekrar içeri aldılar. Güvenlik ona güveniyordu artık. O da var gücüyle çalıştı. Odadaki mobilyaları sarıp depoya kaldırdılar birkaç siyahi göçmenle. Akuji diğerlerini konuşurken duydu “Burada neler dönüyor bir bilsen?” iki adam güldüler Akuji bakınca ciddi hallerine geri döndüler. Akuji adamların ağızlarını yokladı, adamlar yaklaşık bir aydır köşke gidip geliyordu, onlar da kaçaktı, polisten gizli gece gelip sabah güneş doğmadan köşkü terk ediyorlardı. Kısa dönemde iyi para kazanıyorlardı ama hiçbiri uzun süredir orada çalışmıyordu. Bahçede bulunan Amazon kafalarından sonra başka kaçak eser var mı etrafa o amaçla bakındı, bazı odalarda kamera vardı.

Güvenlik Akuji’yi alıp başka bir odaya götürdü, içeri giren adam tüplerdeki embriyolara bakıp donakaldı. İstemsizce güldü “Patron doktor mu?” Güvenlik aşırı tepki vermedi “Onun gibi işte neyse sen bunların tozunu al, kapı kapalı kalsın öbürleriyle konuşma tamam?” Akuji irkildi. Kaçakların her işi yapabilir olduklarını kim söylemişti? Odadaki tüm tüplerin tozunu aldı. Bazen bebeklerin ona “Kurtar bizi” der gibi baktığını hissetti. Tek insan değil tüm canlıların embriyoları mevcuttu. Bu nasıl koleksiyondu? Akuji fotoğraf çekemezdi, kameralar onu görürdü. Polisin ilgisini çekecek bir bilgi miydi emin de olamadı. Kendini tüpteki bebeklerle konuşurken buldu, onlara ninni söylüyordu. Aniden kapı açıldı karanlıktaki adamı göremedi “Ne söylüyorsun sen?” diye soran sesini duydu. “Özür dilerim, fark etmedim içimden söylüyordum”. Adam bir adım attı aydınlığa geldi “Çok güzeldi tekrar söyle”. Akuji adama baktı, sarışın, mavi gözlü, uzun boylu yakışıklı biriydi. Akuji’nin tam tersiydi. “Ninni söyledim, bizim yerel dildedir ninni”. Adam kapıyı kapadı, onu tanımak istiyordu. Akuji gerildi, güvenlik başkasıyla konuştuğunu öğrenmemeliydi. Zekiydi Akuji herkesin gönlünü kazanmasını bilirdi “Ben çok Türkçe bilmiyor, özür dilerim” diyerek kapıya yöneldi. Adam onu durdurdu “Merak etme, güvendesin”. Akuji ile sohbet ettiler. Gözleri gülerek Afrika’daki köyünü anlattı Akuji. Adam merak ediyordu “Dans edebilir misin? Müzik aleti çalabilir misin?” Akuji hiçbir kapıyı kapatmadı dans da edebilirdi, müzik aleti de çalmayı deneyebilirdi. Adam onu rahatlattı “Bunlar el yapımı merak etme gerçek değil”. Akuji derin bir nefes aldı. Güvenlik gelmişti. Güvenlik adama çok saygı duyuyordu, ikisi fısıldadılar. Akuji’yi yeni görev bekliyordu.

 

EFİL

Musa’nın onuruna düzenlenen gecedeki rezalet çabuk unutulmuştu. Açılacak yeni serginin yazıları tüm gazetelerdeydi. Efil Pertev’e bozuktu ancak serginin küratörü olmakla tüm ilgiyi üstüne çekmişti. Bu durumdan çok memnundu. Sürekli röportaj, sergi tanıtımı, kurulumu derken yumurtalıklarını dondurmayı unutmuştu. Bu aralar çok yoğundu, ilaç kullanamaz, hasta olamaz, aşk yaşayamazdı. Tüm konsantresi Pertev’in ses getirecek sergisindeydi.

“Hayallerimiz ve Zevklerimiz” temalı sergi akşama açılıyordu. Efil kuaföre gitti, giyeceği elbiseyi seçti ve Pertev’in ofisine doğru yola çıktı. Ancak Pertev orada değildi. Efil eserlerden birkaçını sergilemek istemiyordu çünkü yanlış anlaşılabilirdi. Halk hazır değildi bir maymunla sevişen kadının fotoğraflarına, ölene kadar mastürbasyon yapan bir adamın videosuna ve tavandan sarkıtılmış zevkten ölmüş gay-lezbiyen çizimlerine. Pertev ile bir türlü yüz yüze konuşup onu ikna edememişti. Bazen sergide adının geçmesinin ona ne gibi zararı olacak diye düşünüyordu. Eserleri görmemişti bile. Pertev’in senelerdir ya da son bir ayda satın aldığı özel uçağıyla ülkeye soktuğu sanat eserleri belki Efil’in sanat hayatını bitirebilirdi. Negatif bir durumla karşılaşırsa tası tarağı toplayıp New York’a gidebilirdi. Pertev ile olan ilişkisini bir çırpıda bitirirdi. Bazen evlenip çocuk yapmadığına seviniyordu işte o anlardan biriydi.

Sergi açılışında tüm cemiyet hayatı ve sanat otoriteleri vardı. Hepsi ağzı açık bakıyordu. Efil gülümseyerek galeri sahipleriyle konuşuyordu. Artemis’i gördü. Kız sanat eserlerini tek tek inceliyor, fotoğrafını çekiyordu. Derin bir kuyuya çekilir gibi hissettiğini Efil de hissetti. Bu sergi Türkiye’de resmen sanata yön verecekti. Artemis’in yanına gitti. Artemis daha durgundu. Efil yine sıcak bir şekilde ona sarıldı. İkisi kısa sohbet ettiler. Artemis bir galeriyle görüşeceğini söyledi. Efil hemen o galerinin sahibiyle onu tanıştırmayı önerdi. Artemis’e Pertev’in koleksiyonunu anlattı. Efil beklemediği bir tepkiyle karşılaştı “Bu sanat mı bilemedim.” Alaycı gülümsedi bunu söyleyen Artemis’e “Bu görüp görebileceğin dünya üzerinde en cesur en kaliteli ve en derin sergi” dedi. Artemis bir an durdu “Bu eserleri yapanların ruhunu görmüyorum bu eserleri alanın ruhunu görüyorum ve bu beni çok korkuttu” dedi. Efil derin nefes aldı, köşkte ne olup bitiyor, Pertev’in zevklerini biliyor ve Efil’in ne kadar çıkarcı olduğunu anlıyor gibi bakıyordu bu kız. Efil “Sana iyi gezmeler” dedi. Aslında Artemis’in gözlerinin içine dalıp gidecekti ama gururu onu başka yöne çekti. Artemis elini tuttu Efil şaşırdı “Musa’nın kitabını okudun mu?” diye sordu. Efil okumadığını yayınevine basılmamasının talimatını verdiğini söyledi. Zaten o işlerle Pertev’in babası ilgileniyordu. Artemis “Kardeşi yani” dedi. Efil anlamadı. Artemis “Kitapta her şey yazıyor, okumak istersen” o sırada Pertev yanlarına geldi. “Ben de okumak isterim” dedi parfüm kokan zengin adam.

PERTEV

Akuji sergide kapalı bir odada dans edip ninni söylüyor, Afrika müziği eşiğinde ama onu kimse göremiyordu. Bu eser sarışın adamın fikriydi. Ziyaretçinin hayal gücünü geliştirmesi için tasarlanmıştı. Akuji bin dolar daha kapmıştı. Tüm gece dans edebilirdi. Nasıl olsa kapalı kutuda kimse onu görmüyordu. Bazen uluyor bazen de ağlıyor gibi sesler çıkarıyordu. Lissa sergiye geldiğinde Akuji’yi sesinden tanıdı. Hemen onun bulunduğu kutuya doğru ilerledi. Akuji’ye seslendi ancak ninni söylemesini duydu. Bir görevli Lissa’ya içki ikram etti ancak o kola içmeyi tercih etti. Akuji kapıya onun için bir zarf bırakmıştı içinde bin dolar vardı. Lissa sergiyi gezdi, korkarak gezdi, en çok korktuğu eser mezar gibi çukurlarda embriyo şeklinde yatan siyahilerdi.

Pertev sergiye en geç gelen kişi olmuştu. Abisi bile erken gelmiş herkesin elini sıkmış şirket sırlarını anlatıyordu “Bizim Pertev yüzünden pazarlama müdürü adam memelerine piercing taktırmış” diye. Kimse gülmüyordu. Biliyorlardı. Şirkette kimin hobisi neyse çalışanlar da o yolda yürürdü. Bu aile olmak demekti, sadakat demekti. Pertev sürekli telefonuna bakıyordu. Akuji’nin kutusunun yanına geldi. Eser çok hoşuna gitti, gülümsedi. Lissa da ona gülümsedi. Pertev tüm kesimden insanları sergide gördüğü için mutlu olmuştu. Ayrıca Akuji’nin kutusu baya yaratıcıydı. Bir an düşündü kutusunun üstünü Afrika desenleriyle boyatabilirdi. Boyatamazdı, sıradan olurdu.

Tebrikleri kabul ediyordu Pertev bir sonraki köşk performansı tasarlıyordu kafasında. Yorulmuştu, sürekli sanat düşünüyordu, belki de bir sanatçıdan daha fazla. Sanatçı olmadığına şükretti bir alanda takılı kalır kendini geliştiremezdi. Hem parası hem de etrafındaki yetenekli insanlar zihnini açıyordu. Özellikle sarışın adam. Efil’i gördü hiç yanına gitmek istemiyordu. Bu kızdan kurtulmalıydı, en iyisi tatlı bir şekilde New York’a postalamaktı. Yoksa odadaki gizli kamera mevzusu canına mal olabilirdi. Pertev sinirli değildi ama köşkte başka bir sinir küpü vardı ve onu tutmak mümkün değildi.

Kulak misafiri olduğu Musa’nın kitabı mevzusu ilgisini çekti. Çünkü babasının Musa’nın evinden aldığı bilgisayarda aile sırlarını yazdığı kitabın dosyası bulunamamıştı. Artemis “Kopyala Yapıştır” yerine “Kes Yapıştır” yaptığı için. Pertev Artemis’e kitabı okumak istediğini söyledi. Efil de güldü “Musa Bey’in bir türlü bastıramadığı kitabı”. “Okumak istiyorum” dedi Pertev Artemis’e “Yarın ofisime getir”. Efil buz gibi oldu. Bu kızı nasıl zapt edebilirdi? Yerinde gözü mü vardı? Pertev babasını tavlamanın yolunu yine bulmuştu. Ya da elindeki en büyük kozu.

 

 







 ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.


 

10 Nisan 2024 Çarşamba

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-4

 

Ada 


 God of Art- 

4

ARTEMİS

30’lu yıllarda henüz İstanbul betona boğulmamıştı. Pertev’in dedesi geleceği gördüğü ya da geleceği ona göre şekillendirebileceğini anladığı için İstanbul’da inşaat malzemeleri satan bir şirket kurmuştu. Cumhuriyet’in ilk seneleri olduğu için devlet desteği de arkalarındaydı. Yurt dışından malzeme getirmek çok pahalıya mal oluyordu. Kendileri üretime geçmek için bir çözüm bulmaları gerekiyordu. Anadolu’nun en uygun yerinde mermer ocağını kuruverdiler. Yer oyuldu, dağlar oyuldu, etrafındaki ağaçlar önce beyazladı sonra kurudu ve kesildi, köylüler nefes alamaz oldu, bazısı doğdukları yeri terk etti. Oralara yağmur yağmaz oldu, dede mermer çıkarma uğruna toprakları kuruttu. Ama çok vefakâr bir insandı. Köylüleri bir bir yanına aldı onlara iş verdi. Kıraç toprakları iş açısından cazibe merkezi haline getirmeyi başarmıştı. Köyün akıllı çocukları okutulmak ve şirkette çalıştırılmak üzere birer birer İstanbul’a getiriliyordu. Dede, babasının doğduğu köye böylece borcunu ödüyordu. Hem kendi köylüsüne güvenmeyecek kime güvenecekti. Köyün becerikli kızları da bazen köşke hizmetçi olarak alınırdı. Anne ve babası Fatma kızı dedenin köşküne göndermek için ellerinden geleni yaptılar. Çünkü dede yanına aldığı kişiler için ailelere bir miktar ödeme yapıyordu. Ancak aracı adam Fatma’nın şehre gitmesini pek hayırlı bulmamıştı. Çünkü Fatma çok güzeldi. Aracı adam ikna edildi, yüzdesi direkt babasının kefen parasından verilmişti. Fatma kendini İstanbul’da köşkte buldu. Aracı adamın artık umurunda değildi, çamaşırcı kadın Fatma’yı arka bahçede günlerce, aylarca tuttu. Biliyordu Fatma’yı görseler âşık olacaklardı. Bir bahar sabahı Fatma beyin ve hanımının odasına girdi. Çarşafları çıkardı. Yeni ütülenmiş temiz nevresimleri geçirdi. Kucağında kirli çarşaflarla odadan çıkarken dede de içeri giriyordu. Dede Fatma’nın gözlerinde kaldı. Bugüne kadar yaşamadığı sevinci içinde hissetmişti. Parmaklarının ucundaki sinirler ısındı. Dede “Sen kimsin?” dedi. Fatma korktu “Çamaşırcıyım” dedi. Dede “Adın ne?” dedi. Fatma “Fatma” dedi. Dede tekrarladı “Fatma”.

Dede kahvaltı sonrası Seyis Efe ile at binmeye gidecekti. Deri çizmeleri, kırbacı, ata binişi, yuları çekişi hepsini çalışanların ortasında yaptı, bugün bir başkaydı, Fatma görsün istiyordu. Onu, varlığını, erkekliğini. Fatma görsün. Eve gelişini, bahçede yürüyüşünü, kahve içişini, uyuyuşunu… Dede değişti, Fatma’yı okutmaya karar verdi, yanına birkaç çamaşırcı kızı da okula yazdırdı. Seyis Efe ile bazen arkadaşlık sohbetlerine girerlerdi. Atlar üzerine, iş üzerine ve aşk üzerine. Seyis Efe bekardı. Dede Fatma’yı ona uygun gördü. Ama dile getirmedi. Fatma ile ahırda karşılaştı, Fatma ne olduğunu anlamadı ancak dede dünyayı içine almış gibi hissetti. Kendini kaybetmişti. Fatma sesini çıkaramadı. Günler geçti, dede dünyaya kavuşmaya devam etti. Fatma’ya büyük sözler verildi. Fatma Seyis Efe ile evlendi. Seyis Efe Fatma’yı ona layık gören hem patronu hem arkadaşı olan adamın elini öptü. Köşkteki en mutlu kişi Seyis Efe idi. Dedenin sağ kolu olduğu şimdi tüm ülkeye duyurulmuştu. Evin beyi kendi eliyle onu dünyanın en güzel kızıyla evlendirmiş ve onlara gelecek vadetmişti.

Seyis Efe dede ile çıktığı bir domuz avında yanlışlıkla vuruldu. Etrafı kalabalıktı ama kurşun ona isabet etmişti. Fatma Efe’nin ölümüyle yıkıldı, oğlu Musa daha beş yaşında yetim kalmıştı. Dede onları ziyarete geldi sık sık Fatma’ya söz verdi, Musa okuyacak büyük adam olacaktı, onu kendi yeni doğmuş oğlundan ayırt etmeyecekti. Evin hanımı Fatma’nın köye dönmesi ya da başka bir yere gitmesi için elinden geleni yaptı ama olmadı, dede gözünün önünden ayıramazdı. Fatma ona yemekler yapacaktı, eli lezzetliydi. Ev işi kadının saçlarına aklar düşürmeye başlamıştı, bir de yaşadıkları. Musa altısında yatılı okula verildi. Fatma okuldan ağlayarak köşke geldi, yalnızdı, onu kimse teselli etmedi. Sanki herkesin sırtından yük kalkmıştı. Fatma sesini çıkarmadıkça ezildi, konuşamadı. Oğlu yazları yanındaydı ancak yaşı büyüyünce yaz okulu, yurt dışındaki kamplar derken Musa Fransa’ya gitti ve annesinin kalbi dayanamadı. Oğluna hasret olarak yağmurlu bir günde gömüldü. Dede cenazeye gitmedi, kalbi dayanamazdı. Ona bir şey olursa şirket yok olurdu.

Musa’nın okurken para sıkıntısı olmadı. Fransa’dan arada dedeyi arardı, her türlü ihtiyacı karşılayan oydu neticede. Dede arkasındaydı. Babası Seyis Efe kadar yakışıklı ve kahraman olmasa da Musa’nın gözünde ikinci babası o sayılırdı. Annesi ise dönemin vefakâr, çilekeş, köylü ama güzel kadınıydı. “Hiç doğmasaydım” demedi asla çünkü zekiydi, başaracağını biliyordu. Ülkesine döndü ve kapılar ona açıldı. Musa annesinin yanında çalıştığı aileden hiç kopmadı. Dedenin oğlu onu her ne kadar kıskandıysa da torunları onu sevmişti. Pertev hariç. Sanat muhabbetini Musa ile yapmak Pertev’i sinir ediyordu. Hala dilbilgisi hatalarıyla Fransızca konuşan bu adam bazen unuttuğu şeyleri kafasında sallıyordu. Pertev, Musa’nın yaşlılığına vermiyordu, ona yaşattığı travmaya bağlıyordu nefretini.

Musa’nın mezarına ilk toprağı ortanca abi attı. Sonra babası. Sonra sanat camiası. Artemis bir köşede ağlıyordu, içi içini yiyordu ona göre son telefon konuşmasından sonra sinirle kalp krizi geçirip ölmüştü. Kendini suçluyordu. Mezarlık çeşmesine doğru koştu ve kusmaya çalıştı. Midesi boştu. Çeşmeden su içerken Efil gelip elini yüzünü yıkamasına yardım etti. Artemis az daha ona sarılıp ağlayacaktı ama Musa’nın ölümünde onun da parmağı vardı. Artemis “Bana kızgın öldü” dedi. Efil mendiliyle kızın alnını sildi “Neden?” diye sordu “Biyografi mevzusundan size söylediğimi öğrenmiş” derken Efil onu sarstı “Saçmalama, seninle ne alakası var, bana kendi söylemişti zaten, yayınevi vazgeçmiştir ondan sana sarmıştır, kaç yaşında adam, yalnız ne de olsa kafa… Neyse bunları burada konuşmayalım”. Artemis az daha bağıracaktı “Onu ben öldürdüm.” Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, akrabası sandılar ona başsağlığı dilediler. Efil de bozmadı. Artemis rahatlamıştı, bayılırsa ya da aşırı bir şey yaparsa Efil sıcacık eliyle onu tutardı. Cenaze sonrası sadık öğrencileriyle Musa’nın evine gittiler. Efil “Şu işe bak, doğruymuş insanlar doğum günlerine yakın zamanda ölürlermiş”. Artemis’i banyoya götürdü. Maya evde eşyalarını toplamış bekliyordu. Pertev’in babası da gelmişti. Efil onun yanına gitmeye çekiniyordu, Pertev ortada yoktu. Maya’nın kalan maaşını ve iş bulana kadar geçineceği parayı babanın asistanı halletti. Artemis “Kitap ne olacak?” dedi. Efil ona yaklaştı “Bak Pertev Bey’in babası Musa’nın çok yakınıdır beraber büyümüşler, bırak gerisini onlar halletsin” dedi. Efil dünyanın en büyük jestini yaptı, asistandan Artemis için yüklüce para aldı. Artemis az daha ona sarılacaktı. Sonra tekrar ağlamaya başladı. Efil Maya ile vedalaştı, nem kokan kütüphanenin kokusunu son kez içine çekti ve Efil’in çağırdığı taksiye binerek eve gitti. Baş ucuna paraları koydu, nereden baksa altı aylık ev kirası ve giderleriydi. Musa bir kuruş bile vermemişti. Ne kadar iyi insanlardı. Şimdi ne yapacaktı? Gidip mahalle kahvecisinde ya da ev tekstili satan bir mağazada çalışmaya başlayacaktı. 

 

LİSSA

Lissa yaşadığı bodrum katın penceresinden bakıyordu. Tek gördüğü sokakta yürüyen insanların ayaklarıydı. Bir süre sonra bir araba gelip camın önüne park etti. Lissa camı kapadı, egzoz kokusu odaya girmişti.  Ağlamaya başladı, ev arkadaşı geldi. “Hadi ağlayıp durma, bu adam gider başka adam gelir” dedi. Lissa “Akuji öyle bir adam değil” dedi. Kadın güldü “Biz ne adamlar gördük ama adam değildi, sen de kendini çok kaptırma onun başka amaçları vardır”. Lissa hiçbir şey demedi ellerini açıp sessizce dua etmeye başladı. Ev arkadaşı güldü “Kiliseye neden gitmiyorsun?” Lissa sert çıktı “İstediğim şekilde dua ederim ben özgürüm.” Lissa İstanbul’a ilk geldiği senelerde kiliselerdeki ücretsiz İngilizce kursuna gitmişti. Bu yüzden kiliseye gidip dua etmek de onun rutini olmuştu, Allah tekti ona göre, dua da duaydı, ha Müslüman olmuşsun ha Hristiyan önemli olan iyi kalpli olmaktı.

Akuji’ye attığı mesaj gitmemişti. Ya polis onu yakalamış çoktan sınır dışı etmişti ya da telefonun şarjı bitmişti. Şarjı biten Akuji şehrin dışındaki çiftliğe doğru yürüyordu, aksayarak. Gidecek bir yeri yoktu hem orayı polis de basmazdı, cebindeki sahte çalışma iznini bir kez güvenliğe yutturmuştu, kocaman köşkte onu bulamazlardı. Bir şekilde en az bir hafta orada kalmaya niyetliydi. Telefonunu şarja takınca da Lissa’ya haber verecekti. Hava kararmak üzereydi.

Köşkte yapılacak işler vardı. Müştemilat etrafında birkaç yer kazılacaktı. Akuji gece çalışmayı kabul etti. Elinde kürekle bahçeye çıktığı an önünde bir küçük insan kafası buldu, ürktü. Ne yapacağını şaşırdı, ayağıyla itti, bir tane daha vardı. İlerideki kutuyu buldu kafalara bakarken ona tutulan ışık gözüne girdi. Ne yapacağını şaşırdı, genç bir adam ona yaklaştı “Ne yapıyorsun ne bunlar yoksa sen?” Akuji adamı tanıdı dün gece onu kovalayan polisti koşmaya başladı. Adam bağıramıyordu Akuji’nin peşinden koşuyordu. Polis fısıldıyordu “Dur kaçma!” Akuji duvarlara doğru gitti, üstünden atlayamazdı ayağı onu zorluyordu. Polis “Koşma dur” diyordu ama tek başına fısıltıyla peşindeydi. Akuji’nin ayağı takıldı ve düştü polis de üstüne düştü ağzını kapadı “Akuji sakın bağırma!” Akuji adını bilen ve onu buraya kadar takip edip yakalayan polisi öldürmek istediyse de başaramadı aklına Lissa geldi. Sınır dışı edilebilirdi ancak Lissa’nın katil sevgilisi olamazdı. Genç ve tecrübesiz polis onu zorla sakinleştirdi, boğuşma kısa sürdü. Ve polis onunla iş birliği yapmazsa ülkesine geri gönderileceğini söyledi. Akuji rahatladı.

İkisi duvar dibinde oturmuşlardı, yanlarındaki kutuda Amazon kafaları vardı. Polis “Bunları sen mi getirdin, doğru söyle?” diye sordu. Akuji “Yemin olsun benim alakam yok, bahçeyi kazarken ayağıma çarptılar.” Polis “Neden kazıyorsun bahçeyi?” Akuji “Abi kaz diyorlar, kazıyorum sonra başka yeri kazıyorum, iş veriyorlar. Hapse götürme beni ne olursun ne istersen yaparım.” Polis Akuji ile anlayacağı dilden konuştu, oraya o da çalışmaya gelmişti, kendince bir tarihi eser kaçakçılığının peşine düşmüştü. Görevi gizliydi. Akuji orada olanları ona anlatacak polis de kaçak çalışmasına göz yumacaktı. Akuji ile plan yaptılar. Akuji ağlamaya başladı. Polis onu sakinleştirdi “Lissa’yı tekrar görmek istiyorsa dediklerine uyacaktı”. Akuji korktu Türk polisi her şeyden haberdardı.  Polis köşkteki sanat eserlerini sordu, geleni gideni. Akuji içeri hiç girmediğini ve gelen giden olduğunda arka bahçedeki müştemilatta durduklarını herkes gitmeden ortaya çıkmadıklarını anlattı. Polis ona köşke girip sanat eserlerinin fotoğraflarını çekmesini, mümkünse gelen gidenin de fotoğraflarını çekmesini istedi. Akuji daha fazla ağlamaya başladı, yapamayacağını düşündü. Polis bir an durdu “Akuji adam ol ağlama, sakın kaçmaya da kalkma, bizim gözümüz her yerde!” dedi ve yanından uzaklaştı. Akuji polisin talimatına göre Amazon kafalarını kutusuyla belli bir ağacın altına gömdü. Günü gelince bir delil olacaktı. Sıra Lissa’ya iyi olduğunu bildirmekteydi.

Lissa gecenin bir yarısı gelen mesajla uyandı. Akuji iyi olduğunu, çalıştığı köşkte olduğunu onu ortalık sakinleşince gelip bulacağını yazmıştı. Bir de konum göndermişti. Seni seviyorum Lissa yazıp kalp göndermişti. Lissa rahat bir nefes aldı işte Akuji diğer adamlara benzemiyordu. Akıllıydı da bugüne kadar ekmeğini taştan çıkarmıştı, polisle işi olmamıştı, ona kötü bir söz söylememişti. Gece rahatça uyudu.

Akuji’nin gecesi uzundu. Kazdığı yerlerden birtakım kemikler çıkmıştı. Bekçi onların plastik olduğunu sanat manat çalışmaları için bir süre toprağa gömülü bekletildiğini söyledi. Akuji polis kadar akıllıydı küçük bir kemiği cebine attı. Artık işi delil toplamaktı. Mola verildiğinde müştemilattan köşkün camındaki iki adamın fotoğrafını çekti. Birbirilerine sarılan iki adamı gördü videoya kaydetmişti. Uzaktan siluet olarak görülüyordu. Polis cep telefonunu verse hemen ona gönderirdi. Ama demek polis gerektiği zaman onu bulacaktı. Sinirleri bozulmuştu, dengesini yitirmişti. Bir şişe suyu kana kana içti. Köşke birkaç araba geldi. Akuji plakaları telefonuna yazdı. İnen kişileri tam görememişti. Bahçıvan kendisi gibi çalışan birkaç kişiyi müştemilata gönderdi. Akuji telefonunu şarja takmıştı. Uyuyamadı. Bir süre sonra güvenlik geldi ve onu kolundan tutup dışarı çıkardı. Akuji korkuyordu ağlamak üzereydi, polisler onu almaya mı gelmişti? Akuji köşke götürülüyordu, öleceğini düşündü. Telefonunun sesini kıstı ve kamerasını açıp yeleğinin cebine sıkıştırdı. Kocaman merdivenlerden hızlıca çıktılar. Güvenlik kapıdan içeri girmeden onu uyardı, burada gördüklerini kimseye anlatmayacaktı yoksa sahte çalışma belgesini polise verirdi. Akuji neye uğradığını şaşırdı, kayıt dışı olduğunu herkes biliyordu. Güvenlik bir odaya getirdi Akuji’yi, Musa elinde bastonuyla koltukta kalakalmıştı. Akuji’ye onun uyuşturucu aldığını hemen evine götürülmesi gerektiğini yoksa patronların başına iş açılacağını söyledi. Akuji durmuş Musa’ya bakıyordu bir an bahçeye adamı gömeceğini sandı. Güvenlik tane tane tekrar anlattı, arabayla eve götürüp bırakacaklarını sonra da bin dolar vereceklerini söyledi. Akuji onayladı “Müştemilatta kalmak istiyorum bu hafta” dedi. Güvenlik “Gidecek yerin mi yok?” Akuji “Evet, merak etmeyin sorun olmaz” dedi. İkisi Musa’yı şehirdeki evine getirip bıraktılar.

Lissa sabah işe neşeyle gitti, patron onu bir köşeye çekti “Sen kaçaklarla mı takılıyorsun?” diye sordu. Lissa sesini çıkarmadı. Patron “Evlenmen lazım, bizim köyden iri kıyım bir usta gelecek, yakışıklı adamdır ha, çalışma izninin bitmesini istemiyorsan ona evet de.” Lissa şaşırmıştı. Patron “Bunlar yine kazan mı kaldıracak?” Lissa ses çıkarmadı. Patron “Grev mrev mi yapacaklar, bak bir daha ayaklanma olursa önceden haber vermezsen kapının önüne koyarım seni” dedi. Lissa “Ben kimseden duymadım, çalışıyorum sadece” dedi. Patron Lissa’yı kaybetmek istemiyordu çünkü güçlü kız üç kadının yapacağı işi yapıyor ona yarı fiyatına mal oluyordu. Köyden gelecek adam da beş kişiye bedel çalışsa patron dört kişiyi istifaya zorlayacaktı. Hem Lissa da vatandaşlığa geçecek böylece göçmen polisi sık sık atölyeyi ziyaret etmeyecekti. Lissa sesini çıkarmadan çalışmaya başladı. Diğer kadınlar ona ispiyoncuymuş gibi bakıyordu. Lissa tanımadığı biriyle asla evlenmezdi, işte bu sebeple ülkesini terk etmişti. O Akuji’yi bekleyecekti. En kısa sürede sevgilisine kavuşmak için dua etti.

 

EFİL

Efil elinde dosyalarla Pertev’in ofisinde aniden ortaya çıkan sergi için toplantı yapıyordu. Çok işi vardı, aklında olan eserleri hemen müzeye getirmeliydi. Pertev onun için bir haftalık iş dedi. Efil itiraz etti müzenin programı belliydi. Pertev ısrar etti en üst katta bir aylığına özel koleksiyon sergilenebilirdi. Efil bir yandan da heyecanlanmıştı. Zaten elinde bir sürü sanatçı listesi vardı. Onlara ulaşıp eserleri alsa müzeye ulaşmaları en fazla beş gün sürerdi. Pertev onu bu düşüncesi için tebrik etti. Efil’in Pompei performansını çok beğendiğini ancak vicdan azabı yüzünden buna karşılık başka bir performans düzenlemesi gerektiğini söyledi. Efil hem müzeye koleksiyon kuracak hem köşke gelen seçkin misafirler için sınırları olan bir performans düşünecek hem de yumurtalıklarını donduracaktı. Pertev gülümsedi onu rahatlattı sergi konusunda isterse bir asistandan destek alabilirdi. Efil itiraz etti her şeyi kendi yapmak istiyordu, Pertev’in sağ kolu değil miydi? Pertev elindeki belleği ona verdi. Efil içindekilere baktı, birkaç video izledi. Efil bu tarz bir şeyler bulması gerektiğini anlamıştı. Pertev itiraz etti “Efil koleksiyonum hazır, sen birkaç yeni sanatçı bulsan yeter.” Efil “Koleksiyonu birlikte seçiyorduk?” Pertev özel uçağıyla gittiği ülkelerden bulduğu eserleri alıp getirmişti. Efil bu işlerin böyle yürümediğini söyleyemedi bile. Pertev deposundaki eserleri bir gecede müzeye getirecekti, duvar yazıları bile hazırdı. Onun adı yine küratör olarak geçecekti, dert edeceği tek şey köşkteki insancıl performanstı.

Efil odadan çıktı, eli ayağı buz kesmişti. Bu eserleri ondan habersiz alıp getirmişti. Tek başına bunu yapıyorsa Efil’e ne gerek vardı? Efil’in adını mı kullanmak istiyordu. Yoksa ondan kurtulmak mı istiyordu? Amacı neydi? Sergi yazıları hazır derken, kime yazdırmıştı. Bu arkasından iş çevirmek demekti. Ama nasıl itiraz edecekti. Geri dönüp yüzleşse miydi yoksa gidip performans için çalışsa mıydı? Etrafında keşke ondan akıllı biri olsaydı, fikre ihtiyacı vardı.

PERTEV

Performans akşamı Sanat Tarihçisi, Gazeteci Musa için özel olarak düzenlenen bir etkinlikti. Pertev İtalya’da özel diktirdiği lacivert takım elbisesini giydi, gri çerçeveli gözlüğünü taktı. Bu akşam babası ve abisi de orada olacaktı, ülkenin bazı zenginleri, basın ve sanat camiası Pertev’in biricik sanat gösterisini izleyecek ve günlerce onun sanat zevkini konuşacaktı. Bu etkinlikler abisinin yaptıklarından daha çok fayda sağlıyordu ailenin imajına. Konuşulmak iyiydi, güzeldi. Dede köşkü saat sekiz gibi dolup taşmıştı. Babası ve abisi gururla gelip Pertev’i tebrik ettiler. İçkiler, atıştırmalıklar kusursuzdu. Gazeteciler gelen herkesin fotoğrafını çekmek için yarışıyordu. Sanat camiası zenginlerle sohbet edebilmek için yanlarına gitse de bu süre pek uzun sürmüyordu. Çünkü zenginlerin dili farklıydı.

Pertev’in abisi onun oda orkestrasını etkinliğe çağırdığı için ayrıca gururluydu. Uzaktan melodilere başını sallıyor ve şampanyasını içiyordu. Babası ise köşkün sağına soluna bakıp babasını onurlandıracak bir gösteri olmasını umuyordu. Performans sanatı öğrencisi beş genç kız salonun ortasına geldiler. Işıklar kısıldı, dans gösterisine başladılar. Bu normal bir dans gösterisinden öte kedi ve köpek figürleriyle karıştırılmış bir danstı. Baba utanmaya başlamıştı. Abi ne zaman biter gibilerinden saatine bakıyordu. Performans sanatçıları izleyicilerin yanına gidip sevilmek için ellerini ve başlarını uzattılar. Önce tedirgin olan izleyici sonra onlara sevgi göstermeye başladı. Dansçılar evcil hayvan gibi seviliyordu. O sırada bir sürü köpek salona getirildi. Efil elinde mikrofonla bir konuşma yaptı. Terk edilen hayvanların barınaktan sahiplenilmesi gerektiğini söyledi. Herkesin kalbi yumuşamıştı. Zenginler aileye ayıp olmasın diye hemen karpuz seçer gibi köpekleri seçip yanlarına aldılar. Sanat camiası bunu ayakta alkışlıyordu hem sanat hem sosyal sorumluluk projesi yapmak buydu. Gazeteciler köpek sahiplenen sosyetik isimleri hemen fotoğraflıyordu. Babası Pertev’in sırtını sıvazladı, abisi de elini sıktı. Bir anda performans sanatçısı kızlar ulumaya başladılar. Bu programda yoktu Efil onlara baktı. Kızlar oraya eylem yapmaya gelmişti “Hayvanlar eve kapatılamaz!” diye çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Onların parayla satın alındığını sonra sokağa bırakıldığını, hayvanların özgür olması, eve tıkılmaması gerektiğini insanlara anlatmaya çalıştılar. Herkesin eline güzelce yazılmış bir bildiri tutuşturdular. Pertev Efil’e baktı. Performans planı bu değildi.

 







 ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

6 Nisan 2024 Cumartesi

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-3

 



          God of Art- Sanat Tanrısı

ARTEMİS

Artemis Musa ile tam bir saattir sohbet ediyordu. Musa ilkokuldan lise son sınıfa kadar ülkenin en seçkin okullarında yatılı okuduğunu anlatıyordu. Annesi bir hizmetçiydi, babası ise bahçıvandı. Ancak erken yaşta yetim kalmıştı. Başarılı öğrencilerin okutulduğu okullar Musa’yı birtakım testlere sokmuş zekasına hayran kalmışlardı. Annesi oğlunun en iyi eğitim alması için ondan uzak kalmayı göze almış henüz küçücük çocuğu elinde bir çanta ile Fransızca eğitim verilen okula teslim etmişti. Musa büyüyünce Frankofon olacaktı. Bu da ona tüm kapıları açacaktı. Artemis büyülenmiş gibi dinliyordu. Çekindiği için pek soru soramıyordu. Musa üniversite için Paris’te sanat tarihi eğitimi almış üstüne de doktora yapmıştı. Ancak o yurtdışında kalmak yerine ülkesine gelip gençlere sanatı sevdirmeyi kendine ilke edinmişti. Hemen bir gazetede küçük yazılarla kariyerine başlamıştı. Ardından üniversitede hocalık ve gelişen medya ile popülerlik onun kucağına düşmüştü. Annesini rahmetle andı. Onun sayesinde bu kadar büyümüştü. Keşke sağ olsaydı da bu kocaman evde bir köşede onunla oturabilseydi. Ne yazık ki ev işi onu erken yaşta kalp hastası yapmış ve yanlış tedaviler yüzünden hayata erken veda etmişti.

Artemis “Ben de anneme ve babama çok şey borçluyum” dedi. Musa “Kaç sayfa yazı kaldı?” diye sorunca kız kekeledi. Sanırım baya var. Musa Maya’ya seslendi tek öğününü yemek için. Artemis de ayağa kalktı, gideceği yeri biliyordu. Birkaç saat sonra Musa’nın sanat tarihi öğrencileri geldi. İçlerinden biri mutfağa gelip gizlice pastayı dolaba koydu. Bugün Musa’nın doğum günüydü. Demek Musa ondan bugün lütfedip onunla biraz yakınlık kurmuştu. Maya öğrencilere içecek götürüp getirirken kapı çaldı. Artemis inisiyatif aldı ve kapıyı açtı. Önce kırmızı rugan çizmeleri gördü, siyah elbiseli orta yaşlı bir kadın ona “Selam, parti başladı mı?” diye sordu. Artemis sesi kısık cevap verdi “Henüz ders işliyorlar”. Efil onun elini tuttu “İsmim Efil ya seninki?” Artemis sıcacık ele dokununca ürpermişti “Ben Artemis” dedi. “Ha Musa’nın Arte’si sen misin?” Artemis şaşırmıştı. Musa normalde onun yüzüne bile bakmıyordu kime, nasıl bahsediyordu ki kendinden…

Efil Artemis’e parfümünü sordu. Artemis afalladı o esnada salonun kapısını açtı. Artemis geride kalmıştı. Efil elini tuttu ve onu içeri çekti “Nice mutlu yıllara Mösyö!” tüm öğrenciler alkışladı. Efil’i görünce herkes ayağa kalktı ve saygı gösterdiler. Maya içeriden pastayı getirdi. Artemis öğrencilerin bulunduğu odaya Efil sayesinde girmişti. Ne kadar etkileyici ve sıcak bir kadındı. Ona özendi. Kırmızı çizmeleri parlıyordu. Musa ayakta bastonunu aradı Artemis hemen ona bastonunu getirdi. Efil “Buna ihtiyaç var mı şimdi?” Musa kahkaha attı. Bir eliyle Artemis’e dayandı “Arte gördün mü, bir sene daha devirdik!”

Öğrencilerden biri Fransızca müzik açtı, diğeri fotoğraflar çekmeye başladı. Efil ise şampanya patlattı. Artemis eve geldiği günden beri ilk kez rahatlamış ve öz güveni yerine gelmişti. Sanki başrol onun oluyordu. Tuvalete gittiği bir sırada Efil’i internetten aradı ve meşhur küratör olduğunu öğrendi. İçeride herkes ona bir şeyler göstermeye çalışıyordu. Efil kırmızı rujunu tazelemek için tuvalete geldi. Artemis tam çıkacakken “Dur, rujuma baksana” dedi. Efil ruju sürdü dudaklarını birleştirdi Artemis’e yaklaştı “Nasıl, taşmış mı?” Artemis gözlerine odaklandı, “Harika görünüyor” dedi. Efil “Teşekkür ederim” dedikten sonra ona birkaç soru sordu. Artemis Musa’nın notlarını bilgisayara aktardığını söyledi. Efil “Ha evet şu koleksiyon kitabı da var değil mi?” diye sordu. Artemis Efil’in rujunu taştığını gördü. Efil sorusuna cevap istiyordu. “Biraz daha hızlı çalışmam lazım sanırım” dedi Artemis. Efil “Ne kadar kaldı stajının bitmesine?” “Artemis “Bir ay, her gün çalışırsam bitiririm diye düşünüyorum, bir sürü notlar var, sonra anıları da kitap olarak yayımlanacakmış teklif gelmiş”. Efil donakaldı “Anıları mı, Pertev Bey’in ailesinin sanat koleksiyonu kapsayan bir şey yazıyor sanıyordum”. Efil Musa’nın sırlarını açığa çıkardığının farkında değildi. “Koleksiyon kısmını on güne bitiririm ama notlar uzun sürebilir”. Efil istediğini almıştı. Acil telefon geldiğini müzenin sanat galerisinde işlerin karıştığını söyleyerek oradan ayrıldı. Artemis ise mutfaktaki bilgisayarının başına geçti. Musa’nın tüm notlarını kendi belleğine kaydetti. Silinirse baştan yazmak zor olabilirdi. Laptopta bulduğu “Sanat Dersleri, Söyleşiler ve Eski Röportajlar” dosyalarını da kaydetti. Madem hiç derse çağırmamıştı Artemis evde kendi kendine bunları çalışıp yeni bilgiler öğrenebilirdi, hakkıydı. Musa’nın doğum gününü tekrar kutladı. Yanaklarından öptü onu duayen sanat tarihçisi “Sen de iyi ki varsın Arte” dedi.

Artemis tam yatmak üzereydi telefonu çaldı arayan Musa idi. Ona bir şey olduğunu düşündü, panikle telefonu açtı. Musa sinirden gürlüyordu “Kızım senin işin gücün yok mu millete benim ne yazdığımı anlatıyorsun, Allah kahretsin, her şeyi mahvettin”. Artemis’in eli ayağı titremeye başlamıştı. Sesi çıkamadı. Musa sordu “Anılarımı yazdığımı herkese nasıl yayarsın?” Artemis “Ben koleksiyonu yazıyorum, anılar için…” Musa bağırdı “Gözüm görmesin seni, evime yılan sokmuşum resmen!” Telefon suratına kapanmıştı. Rahatladı Artemis daha fazla azar yemediği için. Sabaha kadar uyuyamadı, ağrı kesici aldı, ağladı. Kimseye durumu anlatamayacaktı çünkü salaklık etmişti. Hiç kimseyle konuşmasa mutfakta otursa daha iyiydi. Anılarını yazdığı duyulsa ne olacaktı ki? Nasıl olsa yayınlanacaktı bunda Artemis’in suçu neydi? Sürprizi kaçırmak mı? Madem hayatının bilinmesini istemiyordu evine kimseyi almayacaktı? Gecenin bir vakti arayıp gencecik kıza bağıracak kadar kalpsizdi. Ondan yalnızdı işte, ondan mutsuzdu, başkasını da mutsuz etmekte üstüne yoktu. Suçu buysa staja gittiğinde alıp karşısına konuşsaydı Artemis’e baştan söyleseydi, gizli gizli yazacaksın her şeyi diye… Demesi mi gerekirdi? Artemis tuvalete koştu. Musa’nın doğum günü pastası hızla dışarı çıktı. Rahatlamıştı. Musa referansı yalan olmuştu.

 

LİSSA

Beyaz kot pantolonun üstüne kırmızı bir ceket giymişti Lissa. Poposunun büyük olup olmadığına bir mağazanın camından baktı. Kırmızı ona yakışmıştı. Bu cümleyi Akuji de ona söyleseydi keşke. Saçını düzeltirken Akuji’yi gördü. Uzun zamandır görmüyormuş gibi Akuji ona sarıldı, kokusunu içine çekti. Tanıdıktı. İkisi Taksim’deki Etiyopya restoranına gittiler. Onları en çok heyecanlandıran kısım da dans gösterisinin olmasıydı. Akuji ona sordu “Kızlarla birlikte dans edecek misin?” Lissa dudaklarını hayır anlamında büzdü. Akuji elini tuttu merdivenleri böylece daha kolay çıktılar.

İkisi yemek yiyip bütün gece sohbet ettiler. Lissa beyaz pantolonuna yemek yağı damlatmıştı. Tuvalette şişen göbeğine baktı. Ne yapabilirdi ki, vücudu kıvrımlıydı. En azından tatlıyı yemeyebilirdi. Etiyopya kahvesiyle geceyi sonlandırdı. Akuji “Parayı düşünme, istediğin tatlıyı ye” dedi kibarca. Lissa yemiş kadar olmuştu, bu cömert adam onu gerçekten seviyordu. Karşılık beklemeden ona küçük jestler yapıyor, maddi durumu elverdiğince onu dışarı çıkarıp sosyal hayattan koparmıyordu. Oysa diğer erkekler hemen evlenip kadını hem işte evde çalıştırmaya bakıyordu. Akuji hep “Biz” diye konuşuyordu. Bencil değildi. Yeni işini anlattı. İstanbul çıkışında eski bir köşkte bahçe temizliğinde çalışıyordu. Lissa o iş için neden onu tercih ettiklerini sordu, zenginlerin kendi bahçıvanları ve işçileri olurdu diye anlattı. Akuji’nin ülkesinde benzer işler yaptığını duyan arkadaşı onu iş için önermişti. Hem Akuji ağzı sıkı ve güvenilirdi. Köşkte bahçedeki bitkiler, ağaçlar ve peyzaj sürekli değişiyordu. Orası çok farklı bir yerdi. Lissa pek anlam veremedi. Farklı derken? Akuji köşke geceleri bir sürü kadının ve adamın siyah minibüslerle gelip bir saat içinde geri gittiklerini söyledi. Lissa gözlerini tavana dikti, böyle şeylerden nefret ederdi. Akuji elini tuttu ona merak etmemesi gerektiğini onun işinin köşk dışında olduğunu söyledi. İçeri girmesi yasaktı, belirli saatlerde bahçede çalışıyor sonra müştemilatta yemek yiyip uyuyordu.

Lissa kendisine yeni bir iş bakmasını söyledi. Akuji “Bebeğim, sokaklarda kâğıt toplamaktan ellerim ne hala geldi, en azından ağaç budayıp toprakla uğraşmak beni daha saygın gösterir. Hem belki patronlar bana çalışma izni de alır, ikimiz orada yeni hayat kurarız” dedi. Lissa ‘bebeğim, yeni hayat’ kısmına bayılmıştı. Gülümsedi. O sırada çıplak ayaklı kızlar Etiyopya dansı yapmaya başladı. Akuji onu cesaretlendirdi Lissa zorla oturduğu yerden dans etmeye başladı. Terlemişti. Akuji onu öptü, Lissa tekrar tuvalete gitti, sevgilisine ter kokmak istemiyordu. “Polis, herkes kimlikleri hazırlasın!” diye bir tiz erkek sesi duydu Lissa. Akuji ne yapacaktı? Olamaz kaçaktı, yakalanamazdı. Koşarak tuvaletten çıktı, Akuji masada yoktu. Polis onu götürdü mü diye arar gibi bakınmaya başladı. Siyah saçlı kara gözlü bir polis “Kimliğini ver” dedi. Lissa kimliğini çıkardı. Çalışma iznini sordu, cüzdanından onu da gösterdi. Polis umursamazca “Gidebilirsin” dedi. Lissa masaya doğru yürüdü, Akuji kaçmayı başarabilmişti, eğer halıların altına saklanmadıysa… Masaya bir miktar para bırakmıştı. Lissa onunla hesabı ödedi. Hızla dışarı çıktı, gecesi zehir olmuştu, lanetler okudu. Birkaç sokak gezdi. Akuji’yi bulamadı. Aramaya cesaret edemedi, bir yere saklandıysa telefonu çalar polis de onu enselerdi. Lissa daha fazla Taksim sokaklarında gezemezdi. Evine döndü.

Akuji Tarlabaşı’nın ara sokaklarında polis arkasında bir süre kovalamaca yaşamış ancak kendini bir belediye tesisine atınca kurtulmuştu. Bekçi uyuyordu. Akuji ona yakın bir yerde iki saat yere çömelerek bekledi, nefes almayı unutmuştu. Polis arabaları sokaklardan çekilmişti. Lissa’yı arayamazdı, en iyisi sabaha doğru iyi olduğunu bildiren bir mesaj atmaktı. Ayağa kalkınca sağ ayak bileğini kaçarken burktuğunu anladı. Ceketinin tersini giydi, şapkasını taktı, çöpün kenarında bulduğu birkaç kartonu eline alıp aksayarak Taksim sınırları dışına çıkmaya karar verdi.

EFİL

Hastanede kadın doğum doktorunun kapısında sırasını bekliyordu Efil. Görevli “Elif Hanım sizi içeri alalım” dedi. Baya sinirlendi ama sakince “İsmim Efil” dedi. İlla özür dilettirecekti. Kız kusura bakmamasını adının çok güzel olduğunu söyledi, anlamı neydi? Neden o ismi almıştı? “Babam hep oğlu olsun istemiş ona cennetin kapılarından birinin adını verecekmiş ancak ben doğmuşum” “Sonra?” diye devamını bekledi “İşte Efil ismi buradan geliyor, rüzgâr esmesi anlamında da kullanılıyor” Kız ağzını kocaman açtı “Ha Efil Efil esti deriz ya, anladım. Harika bir isimmiş” diye cümlesini bitirip onu kadın doğum doktoruna teslim etti. Arkadaşlarının yanına gidip bu olayı yaşadığından daha farklı şekilde anlatacaktı. Çünkü insanlar duyduklarını bir başkasına anlatırken ilgi çekmesi için öykü üzerinde oynama yaparlardı. Efil ise odada “Lütfen yumurtalıklarınızı donduralım” diyen kadın doğum doktoruna bağırmak üzereydi. Efil evlenmeyeceğini, çocuk sahibi olmak istemediğini söyledi. Doktor ısrar etti son zamanlardı, yumurtalıkları dondurup önündeki beş sene çocuk isteyip istemediğini düşünebilirdi. Ayrıca hayat karşısına ne çıkarırdı bilemezdi. Ona düşünmesi için bir hafta verdi. Doktor Efil’in geri gelip yumurtalık dondurmayı kabul edeceğini biliyordu, onun yalnızlığını ve çaresizliğini görmüştü. Bazı doktorlar hastalarının neyi olduğunu kapıdan içeri girince anlardı. Efil’in sevgiye ihtiyacı vardı.

Efil dışarı çıktı. Hastane önünde kısa geceliğinin üstüne mont giymiş bir kadın sigara içiyordu. Lohusa olduğu belliydi. Efil ona baktı, kadın hayattaki tüm ilgisini şimdiden daha dün doğurduğu bebeğine vermiş gibiydi, onu görmedi bile. Sigarayı kocası yanına gelince sinirle söndürdü ve içeri girdi. Efil anne olsa böyle olmazdı ki? Peki nasıl olurdu? Kızı olursa kendisinin küçük bir kopyası olurdu, onunla baş edemezdi, erkek olsaydı? Evet erkek olabilirdi, ergenlikleri zordu ama yalnız bir anne için erkek evlat daha kolay olabilirdi. Yalnızlık? Belki kendine göre bir eş bulurdu. Manhattan hayali yalan mı olurdu yoksa oradaki hayat mı daha kolay olurdu? Gereksiz bir şekilde sağlık sistemini ve çocuğun sorumluluklarını düşündü. Telefon geldi. Tam açacakken kapıda bir adam ona kocaman bir çikolata uzattı “Oğlum oldu”. Efil gülümsedi “Tebrikler”.

Pertev’e gidip tsantsaları göstermeliydi. Hala ne tepki vereceğini bilmiyordu. Ona sesli mesaj gönderdi. Romeo ve Juliet öyküsünü anlattı. Bir aydır sürpriz üzerine çalışıyordu, hemen olduğu yere gidip ona küçük kafaları sunup aferin kazanmalıydı. Pertev köşke çağırdı Efil’i. Efil heyecanla arabasına atlayıp köşke doğru yola çıktı. Yolda makas atan arabalar onu geriyordu. Bu yüzden belli bir hızla orta şeritten gidiyor, hız yapanlardan uzaklaşıyordu. Sesli olarak Pertev’e anlatacağı öyküyü arabada bir de kendine anlattı. Önce başka performanslardan bahsedip tsantsalara ilgiyi sonra çekecekti. Böylece Pertev’in gözünde “Ne bulursa bana getiriyor” olmayacaktı, peki bir sonraki performans neydi?

Genç performans sanatçılarının birkaç parlak fikri vardı ancak yeterince cesur değillerdi. Efil düşündü, hayır düşünemedi araba kullanırken verimli olamıyordu. Bir kafe aradı bulamadı, köy kahvesi gibi bir yer vardı. Oturup aklını toplamaya çalıştı. Çay söyledi, kahvedeki adamlar ona garip bir şekilde bakıyordu. Kahvenin önüne gelen bir köpek yatan diğer köpeğin üstüne çıkıp çiftleşmeye başladı. Adamlar hemen ayıpladı, içlerinden biri kalkıp onları kovaladı. Köpekler daha uzağa gidip çiftleşmeye devam ettiler. Ne garipti. İnsan sevişirken köpekler onları ayırmıyordu ki. İçlerinden biri “Taş olursunuz” dedi. Diğerleri sessizce güldüler. Efil içi doldurulmuş hayvanları düşündü, sevişen insan performansı ilgi çekmiyordu, daha farklı boyut lazımdı. Sevişen eşcinseller de sahte duruyordu. Efil gerçekçi hissin peşindeydi. Evet hayvanlar sevişiyordu ve o anı ölümsüzleştirmek lazımdı. Peki nasıl? Kan, gözyaşı, vücut sıvıları ve acı. O anı dondurmak lazımdı. Yumurtalık dondurmak gibi. Efil efil esen rüzgârdan karnı üşümüştü. Hemen araca bindi ve Pertev’in dede köşküne gitti.

Tam köşke girecekken New York’ta sanatla uğraşan bir arkadaşı onu aradı. Efil isterse bir müzede boş bir pozisyon vardı. Efil başka bir işi aklından tamamen çıkarmıştı. Hemen kapıyı kapamadı. Onu sonra arayacağını ve iş hakkında detaylı konuşacağını söyledi. Efil rüzgarla savrulmuyordu, adımlarını emin atıyordu. Ellerini sıktı ve Pertev’in huzuruna çıktı. Kucağındaki kutuda Amazon kafaları vardı. Önce performans planlarını anlattı, detay vermeden sürprizliydi, Pertev heyecanlanmıştı. Aslında bazı kişilerin performansı görmesini istediğini söyledi. Efil bunun için başka bir performans ayarlayacağına söz verdi, insanları ürkütmek dedikodulara yol açardı. Pertev gülümsedi “Sen itibar mevzusunu düşünme!” dedi. “Tamam” dedi Efil “Performansın adı Pompei”.

Pertev öyküyü dinlemedi bile Pompei performansı karnında kelebek uçurmuştu. Efil heyecanla kutuyu açtı, eldivenleri giydi ve ona kafaları gösterdi. Pertev’in aklı başka yerdeydi. Gülümser gibi ona baktı, “Sahte değiller mi?” Efil sahte olmadıklarını gümrükten güvenilir bir kaynaktan aldığını söyledi. Pertev’e bir telefon geldi. Efil’e “Yarın akşam on” dedi, küratörümüz odadan çıkması ve işleri organize etmesi gerektiğini anladı. Arabasına doğru gitti. Köşkün güvenliği ve çalıştığı ekibe direktifler verdi. Adamlar ihtiyaçları not aldı. Hava kararmak üzereydi. Efil yola çıkarken köşkün kapısından giren birkaç siyahiyi gördü. Adamlar güvenliği tanıyordu. Pertev ondan gizli performans falan mı yapıyordu? Telefon çaldı. Arayan Pertev’di. Efil arabayı durdurdu. Pertev “Balkondayım, buraya bak, senin kafalar sahte” dedi. İki tsantsayı kutusuyla bahçeye fırlattı. Efil kalakaldı. Geri dönüp onları alsa mıydı “Ama hayır, onlar gerçek” derken Pertev sertçe “Git Pompei üzerine çalış” dedi. Efil geri dönemedi. Ağlamak üzereydi. Sanki üstünden silindir geçmişti.

 

PERTEV

Babası ve Pertev şirkette ortanca abinin odasında oturmuş kahve içiyorlardı, boğaza karşı. Pertev abisinin yeni kuracağı filarmoni orkestrası için Viyana’ya gitmesine anlam veremediğini söyledi babasına. Beyin takımına bir de sanat danışmanı alabilirdi. O şirketin koltuğunda tüm gün oturur, sanat danışmanı onun için ülke ülke gezip maestro arayabilirdi. Babası sitem etti “Senin cevval Efil gibi mi?” Pertev gülümsedi, “O da benim sağ kolum, tabi ilişkimiz çok profesyonel, çizgiyi aşmıyoruz”. Babası ciddileşti “Ne biçim ima bu”. Pertev “Yaşlanınca göl kıyısında emekli hayatımı yaşayacağım kişi değil demek istiyorum”. Babası ayağa kalktı “Sen hakkında konuşulanları duysan… Nasıl sularda yüzüyorsun sen? Dedikodular kulağıma geldi, göl kıyısındaki evimde otururken. Beni utandırmaya hakkın yok!”. “Merak etmeyin babacım devir değişti, herkes utanma duygusunu yitirdi, sınırlar kalktı, yeni bir akım başlatıyorum belki burada, sanatı özgürleştiriyorum ülkemde”. Babası sinirlendi “İşte tam da bundan korkuyorlar, senin gücün ve paran yüzünden etrafına topladığın şarlatanlar sanata yön verirse diye… Tabi sonunda bu sanat olarak kalırsa? Performans denen saçma şeylerle dedenin ruhunu sızlatıyormuşsun köşkte”.

Pertev sakindi “Seçkin sanat tarihçileri mi uyardı seni? Musa gibi?” Babasının gözleri büyümüştü. Musa ile olan görüşmesinden nasıl haberdar olmuştu ki? Pertev devam etti “Büyük abim de Musa’ya hayrandı, hoş sohbet adamdı da neden bizim ailemizin içindeydi bu kadar?” Babası kızardı “Öyle gerekti, babam yetim çocuklara yardım etmeyi severdi, Musa da onlardan biriydi, babamda ayrı bir yeri vardı, biz de kopamadık işte”. Pertev sakinliğini koruyordu, “Bizim ailemizin sanat koleksiyonunun kitabını yazıyormuş, özellikle benimkilerin. Gerçi biraz eski kafalı ama... İlk senin yurtdışında ünlü bir ressama yaptırdığın tablonla başladı bu merak sonra bana geçti demek. Hep üstüne koymak istedim, senin sanat zevkine katkıda bulunmak istedim babacığım, seni de anlıyorum ama günümüze ayak uyduramıyorsan hiç karışma bu işlere derim. Bana bırak”. Baba çok sinirlenmişti “Müzeyi kapatırım” dedi. Pertev gülümsedi “Abime söyle bakalım ne diyecek?” Baba “Şirketin başına sen geç madem, bu kadar ahkam kesiyorsun” dedi. Pertev hala rahattı “Sıramı bekliyorum. Önce şu müze kapatılmadan güzel bir sergi açayım, baba seninle konuşmak bazen zihnimi açıyor. Her ne kadar geçmişten bana bir travma bıraksan da bugün ben Pertev isem senin sayende”. Babası donakaldı “Travmaları kişi kendi yaratırmış” dedi, odadan çıkmaya yeltendi “Abini derhal buraya getirt!”. Pertev “Sizin şu bayıldığınız Musa bizim ailenin kitabını yazıyormuş” dedi. İkisi de tek cümle dahi etmedi.

Pertev yeni sergisinin eserlerini kafasında tamamlamıştı bile, çok ses getirecekti. Ancak halk anlar mıydı? Böyle bir soru hiç aklına gelmedi, mesaj gerekli sanatseverlere ulaşsa yeterliydi. Sağ kolu düşünürdü onun yerine, o haz almaya bakmalıydı. Hemen abisini getirmeye Viyana’ya gitti, domuz şnitzeli de başka yerde yiyemezdi. Abi kardeş basit konulardan konuştular. Pertev Viyana’da birkaç müze gezdi ve kafasında ne kadar ileri gideceğini hesapladı. Bu sergi Viyana için bile fazlaydı. Abisi, orkestranın yeni maestrosu ve Pertev özel uçakla İstanbul’a geri döndüler. Aceleci abi ertesi gün bir prova ayarladı. Pertev de oradaydı, kafasında uçuşan melodiler onu başka dünyaya götürüyordu. Babası ona teşekkür etti abisinin arkasını topladığı ve Musa’nın kitap olayını ona söylediği için. Pertev babasını bir cümlesiyle fethetti “Kitabın çaresine ben bakarım”.

Pertev ve onun gibi zengin aile çocuklarına önce denge kurmak öğretilirdi. Kiminle nerede ne zaman ne konuşulur ve nasıl davranılır? Hayatları satranç gibiydi. Bir sonraki hamle için kendini hazırlamaktan öte etrafındakileri hazırlamak önemliydi, herkes için farklı hamleler. Pertev her zaman insanların aklına gelmeyeni onlara yaşatmak istemişti. Sıradan, banal bakış açılarını sevmezdi. Bazen sanat okumadığına memnun olurdu, yoksa bu kadar azimli olamazdı. Pertev güçlüydü ve günden güne dünyayı ellerinde hissediyordu.

Pompei performansı başlamak üzereydi. Efil Pertev’in yüzünü görmemişti. Camdan fırlatılan kafalar dünden beri sinirini bozmuştu. Performansı da kötü giderse Pertev onu vücuduna yapışık da olsa ‘sağ kolum’ dediği kısmı kesip atabilirdi. Efil sakinleştirici aldı. Pertev de izleyicilerin içeceklerine hafif dozda bir şeyler karıştırılmasını söylemişti. Hatta gerekirse sonrasında verilen içecekle yaşananlar unutturulabilirdi de.

Pertev ve misafirleri gizli odaya gelmişlerdi. Efil risk almak istemedi, dilerlerse belli bir zaman diliminde odadan çıkabilirlerdi. Pertev itiraz etti, hepsi sonuna kadar kalmaya ve bu performanstan kimseye bahsetmemeye yemin etmişlerdi. Efil nokta kadar olan kamerasına baktı. Bu kamera kaydını başka bir ülkede başka bir bilgisayara gönderiyordu New York’taki arkadaşıyla böyle bir ilişkisi vardı. Tek kez yapılan performansı kaybedemezdi. Efil bu akşam tarih yazacaktı. Pertev’in misafiri de gerçekten sanat tarihi üzerine yazan Musa’ydı. Musa oraya çağrılmaktan dolayı onur duymuştu, bir yandan da çekiniyordu çünkü Pertev’in babası kitap mevzusunu duyunca onu arayıp ağza alınmayacak laflar etmişti. Pertev Musa’yı sakinleştirdi, babası yerine özür diledi. O bir iş adamıydı, sanat görüşü sınırlıydı. Musa’nın keyfi yerine geldi, rahatlamıştı. İçkisini yudumladı, daha da rahatladı. Pertev “Musa Amca size ayrıca teşekkür etmek isterim, siz o resmi bana göstermeseydiniz ben asla travmamla yüzleşemezdim.” Musa sesini çıkarmadı. Seneler önce Pertev’in babasına inat olsun diye yaptığı hamle Pertev’in hayatını değiştirmişti. Şimdi de ülke sanatını değiştiriyordu. Musa pişmanlık duyarken daha da gevşedi.

Performans başlamak üzereydi. Efil anons etti. Orada görülen orada kalacaktı. Altıgen formda bir odaya iki köpek geldi. Kapılar kapatıldı, ışıklar loştu. Köpekler birbirinin kulağını ısırmaya başladı. Yavaş yavaş birbirlerine yaklaştılar, önceden verilen ilacın da etkisiyle çiftleşmeye başladılar. Pertev heyecanlıydı, Musa eliyle bastonuna sıkıca sarıldı. Efil gerilmemişti çünkü bu sahneyi daha dün yaşamıştı. Asıl sonrasında olanlar etkileyiciydi. İki köpek çiftleşirken ortadaki küçük camdan bölmeye girdiler. Loş ışıkta nereye gittikleri belli değildi. İki köpek de aralıklarla uluyordu. Üstteki terlemişti hızlanırken bir anda etrafları üstten gelen cam tavanla kapandı. Her tarafı kapalı bölmeye sıvı nitrojen basıldı. Hayvanların son uluması duyuldu ve o anda donakaldılar. “Pompei orgazmı ölümsüzleşti” dedi Pertev Musa’ya dönerek. Efil köy meydanındaki köpeklerin dondurulmuş halini görünce kaskatı kaldı. Musa kalbini tuttu ve oracıkta gözlerinin feri söndü. Ertesi gün çalışma odasında ölü bulunmuş olacaktı ve herkes üzülecekti “Daha yazacak, öğretecek çok şeyi vardı” diye.

 

 

 





 ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

 

2 Nisan 2024 Salı

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü - 2

 


                                                God of Art- Sanat Tanrısı

2

ARTEMİS

Musa’nın kütüphanesinde Artemis çok mutluydu. Hocasının el yazması notlarını bilgisayara aktarıyor verdiği molalarda da sanat kitaplarından bazı bölümlere göz gezdiriyordu. Musa masasına yaklaşık on kitap kalınlığında kâğıt bırakmıştı. Artemis bunları yazarken bazen gözü kararıyordu. Karnı acıkınca evin Gürcü hizmetçisi Maya ona kendi Gürcistan yemeklerinden pişiriyordu. Ancak Artemis tek tabakla doymuyordu. Musa’nın direktifine göre evde tek öğün, tek çeşit, tek tencere yemek pişecekti. Maya bile acıkınca odasına marketten aldığı atıştırmalıkları yiyordu. Artemis de yanında kocaman sandviçler getirmeye başladı. Maya’nın lezzetli yemeğinden bir saat önce onu yiyordu. Sonra mutfakta ikisi yemekte sohbet ediyor üzerine kahve içiyorlardı. Maya yarım yamalak Türkçesiyle memleketindeki kızını ve torununu anlatıyordu. Bu konuşma hiç uzamıyordu. Artemis Maya ile saatlerce sohbet etmek istese de Maya Musa’nın ona kızacağından korkup hemen bulaşıkları makineye dizmek için masayı terk ediyordu. Artemis Musa’nın hayatını merak etmiyordu, nasıl bu kadar başarılı olduğunu merak ediyordu.

Öğrencileri gelince Musa Artemis’i küçük odaya gönderiyor işine devam etmesini söylüyordu. Oysa Artemis onun için ücretsiz çalışıyordu birkaç kere sanat dersine girse ne olurdu? Bazen kapı aralığında konuşulanları dinliyordu. Ancak Maya arada gelip onu kontrol ediyordu. Neticede o da emir kuluydu.

Artemis sık sık hapşırık krizlerine girmeye başladı. Kütüphane baya tozluydu. Bazen eline aldığı sahaftan alınmış kitapların içinde kitap biti görüyordu. Önceleri korksa da sonra krem rengi noktaya benzeyen böcekleri eliyle öldürmeye başladı. Ancak bitecek gibi değillerdi. Bir gün Musa’ya kütüphaneyi ilaçlatmayı önerdi. Musa kaşlarını çattı “Kaç paraya yapıyorlarmış ki?” Artemis ilaç firmasından fiyat aldı. Üst üste üç kere ilaçlamaya geleceklerdi, kitap bitini bitirmek öyle kolay iş değildi. Artemis Musa’nın karşısına geçti, ilaçlama fiyatını söyledi, sonra Maya ile birlikte kütüphaneyi temizleyip renklerine ve şekillerine göre dizmeyi önerdi, bu Musa’ya iyi gelecekti. Musa bir anda ona kalem fırlattı “Sana ne kızım, git işine bak”. Artemis’in dizlerinin bağı çözüldü, odadan Musa çıktı önce bastonunu yere vura vura.

Arkadaşıyla barda buluşan Artemis ağlamak üzereydi. Arkadaşı onu teselli etti. Çok önemli adamların egoları kendinden büyük olurdu, neticede kaç yaşında adamdı, yalnızdı, belki de narsistti, kişilik bozukluğu vardı. Onun görevi zaten gidip el yazmalarını bilgisayara geçirmekti, kendini Ayşecik sanıp ölmek üzere olan bir çınara güneş ve mutluluk getiremezdi. Artemis stajı bırakmayı düşündü. Annesi telefonda ona kızdı “Sen en ufak şeyde pes edersen hayatta hiçbir zaman başarılı olamazsın”. Herkes Musa’nın tarafındaydı. Gerçekten Artemis bu davranışı hak ediyor muydu?

Ertesi gün Musa onu yanına çağırdı, Artemis özür dileyecek sanmıştı. “Arte bugün önemli bir misafirim gelecek sen mutfakta çalış erken de çıkabilirsin” dedi. Artemis kendi kendine yemin etmişti Musa’ya güler yüz göstermeyecekti, ancak ona “Arte” diye seslenmesi de aralarında bağ kurmaya başladıklarına işaretti. Artemis üzerine düşen görevi yapacaktı yoksa etrafındakiler onun güçsüz olduğunu düşünürdü, yaşlı bir adamla da çok fazla inatlaşamazdı. Sabırla bilgisayarı ve not kağıtlarını alıp mutfağa kuruldu. Bir saat sonra tok sesli bir adam geldi. Zengin kahkahaları tüm evi sarmıştı. Belki kitap bitleri bu seslerden rahatsız olup düşerlerdi. Bir ara sessizlik oldu. Artemis tuvalete giderken içeriden gelen kızgın misafirin dediklerini duydu “Musa o tabloyu yok edecektin, bedelini ben ödedim”.

LİSSA

Atölyede iş bırakma eylemi vardı. Lissa buna cesaret edemedi. Doğulu bir kadın gelip onun makinesini kapadı “Kalk, biz köle değiliz”” dedi. Lissa oturma iznini, maaşını ve İstanbul’daki yaşamını düşündü sandalyesinden kalkmadı. Diğer kadın gelip sandalyesini tekmeledi “Kalk birlik olmayı öğren, maaşlarımıza zam yapmaya mecburlar görmüyor musun, sektör krizde bize mecbur bunlar”. Lissa ayağa kalktı, başı önde kadınların ortasında kendine yer buldu, patronun kızıl, çarpık dişli oğlu ona gülümsüyordu. Lissa oralı olmadı. Çünkü bir gece alkollüyken onun göğüslerine dokunmaya çalışmıştı. Lissa da elini itmişti. Kızıl çocuk ona “Zaten AIDS bulaştırmaya niyetim yok kendime” demişti. Lissa sesini çıkaramamıştı, işe ihtiyacı vardı.

Patronun oğlu hepsini kapı dışarı etti. Atölyenin önünde oturdular. Birkaç erkek fırından ekmek aldı, kadınlar da marketten peynir ve domates hepsi bölüşüp yediler. Zam alana kadar oradan ayrılmayacaklardı. Lissa taş kesilmişti esmer kadın omuzuna dokundu “Korkma artık, bizi işten atamaz atsa da başka iş buluruz seni de yanımıza alırız”. Gülümsedi Lissa o sırada telefonu çaldı, arayan Akuji idi. “Yüzünü göster” dedi Akuji, görüntülü konuşmak için iş arkadaşlarından uzağa gitti. Akuji saray gibi bir evin bahçesindeydi “Bak yeni iş buldum haftanın iki günü bu bahçeyi temizleyeceğim” dedi. Lissa’ya bahçeyi ve büyük evi gösterdi. Lissa kısaca iş yerinde olan bitenden bahsetti Akuji ona korkmaması gerektiğini söyledi. Belki yeni patronları Akuji’ye orada tam zamanlı iş verirdi o da yanına Lissa’yı alırdı. İkisi iş, para, aşk üzerine kısıtlı kelimelerle sohbet ettiler. Lissa mutlu olmuştu. Akuji onu dönünce Etiyopya restoranına götürecekti.

Patron zam sözü vermişti hepsi eylemin başarıyla sonuçlanmasını kola-fanta içerek kutladılar. Patron Lissa’yı yanına çağırdı “Çalışma iznini biz aldık sana bunu unutma” dedi. Lissa mahcup “Allah sizden razı olsun, ben arkadaşlar söyleyince…” Patron eliyle sus işareti yaptı “Şükretmesini bileceksin sen nasıl Müslümansın? Bundan sonra da burada olup biteni bana gelip söyleyeceksin, tamam mı?” diye sordu. Başını öne eğen Lissa “Şükür” dedi. Gözleri dolmuştu, boğazında bir saattir takılı duran ekmeği kolayla yumuşatıp midesine gönderdi. İçinden dua okudu. Akuji ve kendi için. Patronun kızıl oğlu bağırdı “Hadi iş başına, akşama mesai yapacakları sayıyorum…”

EFİL

Hava limanı gümrüğünün küçük bir odasında kısa boylu görevli ile ikna edici bir konuşma yapıyordu Efil. Eline koruyucu eldivenleri giydi. Küçük bir valizin içinden çıkan tsantsalara altın görmüşcesine bakıyordu. Bir tanesini eline aldı. Bunlar Amazon yerlilerinin küçültülmüş kafalarıydı. Yasa dışı yollardan ülkeye sokulurken yakalanmışlardı. Her yerde eli kolu olan Efil bu sefer ne çıkar diye sabahın altısında yollara vurmuştu kendini. Değer miydi? Düşündü, sahte de olabilirlerdi. Risk alacaktı. Pertev koleksiyonuna ekler miydi? Eklemezse başkalarına satabilirdi. Hayır, Pertev’in istemesini sağlayabilirdi. Böylece onun üzerindeki etkisini test etmiş olurdu. Görevliye bir miktar para uzattı, “Bereket versin” diye mırıldandı adam. En küçük iki tsantsayı seçti. Biri kız diğeri erkek diye kafasında bir öykü yazdı, kabile evlenmelerini istememiş, onları ayırmaya güçleri yetmeyince akrabaları tarafından katledilmişlerdi. İbret olsun diye kafatasları bu hale getirmiş ve köyün meydanında uzun yıllar sergilemişlerdi. Nesilden nesile aktarılan bu efsanenin sahibi işte Amazon’un Romeo ve Jülyet’i buradaydı. Efil’in ellerindeydi… Adam yavaşça “El yazması Tevratlar'dan da var” dedi. Efil umursamadı “Onlardan bizde çok var, sağ ol.”

Efil aynı zamanda Pertev’in de sahibi olduğu bir bankanın sanat galerisinin de küratörüydü. Bu işler onu geriyordu. Vakit ayırmak zülüm gibiydi. Bir akşam yarım saatte evin mutfağında seçtiği sanatçıların listesini galeri yöneticisine gönderdi. Hepsinden birer eser sipariş ettiler. Tema “Sürdürülebilirlik ve geri dönüşümdü”. Efil ona mail atan birkaç sanat öğrencisine kibar bir şekilde yanıt verdi. Öz geçmişlerini inceleyeceğini ve gerekli bulduğu takdirde işlerini görmek için onları atölyelerinde ziyaret edeceğini söyledi. Sanatçılara böyle davranılırdı, yeteneği övülür gerektiğinde kullanılmak üzere bir köşeye ayrılırlardı. Ancak asla samimi olmamak gerekirdi. Elini veren kolunu kaptırırdı, sanatçı yerini de bilmezdi. Bir sanat eseri ortaya çıkardığında kendini biricik sanırdı. Oysa O sanat eseri gerçekten sanat eseri miydi ki? Buna Efil gibiler karar verirdi.

Uzak bir semtte Berlin gece kulüplerinden esinlenen bir mekâna gitti. Dışarıdan inşaat çalışması var gibi kapatılmıştı. Bilen biliyordu, bu barda farklı şeyler yaşanıyordu. Efil telefonundaki bir kodla içeri girdi. Hemen kendine baharatlı bir kokteyl söyledi. Esmer barmen onu kesti. Efil hemen kapıyı kapadı, erkeklerle işi yoktu. Her seferinde farklı insanları gördüğü için burayı çok seviyordu. Kapıdan girerken ya da içki alırken “Hoş geldiniz Efil Hanım” lafını duysa kendini aspavacıya gelmiş gibi hissederdi. Ankara aklına geldi, en son gittiğinde herkes vale olmuş arabadan inen şoförün üstüne oturacak gibi hızla hareket ediyordu. Oraya da anne ve babasının hatırına gidiyordu. Senede bir aile ziyareti makbuldü. Hemen geçmişi kafasından çıkardı, Manhattan sokaklarındaymış gibi hissetmeye çalıştı. Bir sonraki durak orası olabilirdi. İstanbul’dan New York City’deki bir galeriye gitmek, belki de Pertev onu Amerika’ya götürürdü. Yok götürmezdi, Efil, Pertev’in Amerika’da onunla sanata yön vereceğini düşünürse bu daha kolay olurdu.

Uzun saçlı, mavi gözlü bir kız yanına geldi, “Salut!” dedi. Şükretti Efil bu geceyi dilini bilmediği bir Fransız’la geçirecekti.

 

PERTEV

Pertev’in dedesi, babası ve abilerinin en önemli özelliği iyi okullarda eğitim almış olmalarıydı. Bir diğeri de hobi sahibi olmaktı. Taht babadan oğula geçerdi ancak hobileri birbiriyle alakasızdı. Dede çok iyi at binerdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında araba yerine at insanların ulaşımını sağlarken bu dede sayesinde ülkede at çiftlikleri kuruldu ve at yarışları düzenlenmeye başlandı. Dile kolay saygın dede ülkeye biniciliği kazandırmak için servetinin bir kısmını oraya harcıyordu, içi de gidiyordu ama iz bırakmak kolay değildi. Günümüzde dede adına düzenlenen at yarışına gitmek torunlar için azap olsa da holding çalışanları için gurur kaynağıydı. Ayrıca dedenin sağ kolu eski Seyis Efe bu akımın öncülerindendi. Baba da dedenin izinden gitti, şirketi daha da büyütmek için siyasilerin suyuna gitti, kendine dini yönü kuvvetli bir sağ kol edindi. Yaptığı her hamle gelişen Türkiye ekonomisinden daha hızlı büyüyordu. Evet büyüyorlardı. Geleceği düşünmek lazımdı. Babanın hobisi ise eski arabalardı. Attan arabaya geçen toplum gururla kanaat önderlerini alkışladı. Herkesin amacı gazetede gördükleri ülkenin en zengin adamının bindiği arabalara sahip olabilmekti. Bir nevi imkansızdı, şirket çalışanları babanın arabayla gelişini görmek için cama çıkarlardı. Ertesi gün akrabalarına çay içmeye ailecek gittiklerinde anlatabilecek anısı olsun diye. Arabanın yanından geçerken bile övünürlerdi “Araba gıcır gıcır”. Tüm çalışanlar araba gibi olmak istedi bir dönem. Patronun hobisi onların hobisi olamasa da ileriki yıllarda eski araba müzesini gezip duygulanacak o yılları hatırlayacaklardı. En azından herkes daha masumdu diyerek.

Büyük torun yani Pertev’in büyük abisi yakışıklılığıyla nam salmıştı. Zamanın dergileri onu kapak olarak basmak istese de babası buna izin vermemişti. Oğlu yakışıklı olabilirdi ama aktör değildi. Koltuğunu günü geldiğinde ona bıraktı. Sağ kolu olan adamı da hayatından çıkarmadı. Kendine İtalya’da bir göl kıyısında iki katlı ev aldı, yeni yaşamını orada kurdu. Akıllı adamdı hayat elli yaşından sonra da baştan başlayabilirdi. Sağ kolunun dediği gibi yaptı, şükrettiler el ele.

Büyük abi iyi bir yüzücüydü, yelkenli aldı kendine. Yelken yapmaya başladı. Asıl çekici olan şirket müdürlerini tekneye çağırıp onları yelken yaparken yönlendirmek oluyordu. İlk zamanlar herkes memnundu. Holding patronuyla zaman geçiriyorlardı, onun kadar zengin olmasalar da onun gibi olduklarını hissediyorlardı. “Patron bizi sever” lafı şirket içinde dönmeye başlayınca abi birden elemanlarıyla yüz göz olmayı bıraktı. Müdürler de bu durumdan sonra memnun olacaktı, özel kıyafetler, dalış ekipmanları almak patron istiyor diye dağcılık kıyafetlerine para yatırmak onları da canından bezdirmişti.

Büyük abinin arada akıl danıştığı kişi Musa idi. Ancak bu herkesten gizli olurdu. Abinin eli hep Musa’nın üzerindeydi. Gazetede yazdığı yazılar, televizyonda yaptığı programlar, Musa’nın külliyatı, açtığı sanat okulları hep onun sayesindeydi. Musa da Abi için en iyisini düşünür nasıl hareket etmesi gerektiğini söylerdi. Haksız da çıkmadı şirket büyümeye devam etti. Hatta yurt dışında kurulan fabrikalar Musa’nın eseriydi.

Kapatılan fabrikalar da ortanca abinin eseriydi.  “Biz bir aileyiz” lafı ortanca abiden çıkmıştı. Evet binlerce çalışan birbirine bağlanmıştı duygusal olarak ama maddi açıdan şirket hiç kara geçmiyordu. Yönetim asla ortancaya geçmezdi. Eğer büyük abi yelkenlisinde kalp krizi geçirip ölmeseydi. Tüm çalışanlar gerçekten üzüldü. Belki de kardeşlerinden daha fazla. Ne de olsa bağ kurabiliyordu. Ortanca bir sağa bir sola savruluyor, yönetimin ne olduğunu bilmiyordu. Oysa o da diğer kardeşleri gibi master bile yapmıştı bu alanda. Baba hemen direktif verdi, en iyi beş adamını oğlunun başına getirdi, savrulmasın diye. Küçük kardeş de uzaktan izliyordu abisini ve tuhaf hobisini. Abisi fagot çalıyordu daha doğrusu çalamıyordu. Parası vardı, şirketin desteklediği bir orkestra kurdu. Bu da holding çalışanlarının evlerine yeni bir müzik aleti gireceği ve haftanın iki gecesi müzik eğitimi alacakları anlamına geliyordu. “Selamsız Bandosu”nun en sevimsiz halini “Aile Orkestrası” olarak kurmuştu. Çalışanlar ‘müzik ruhun gıdasıdır’ diyerek her hafta bir konsere gidiyor, götürülüyordu. Yoksa patron alınırdı. Maaşlar düşmeye başlamıştı, modern dünyada patronun çalışanını sevmesi değil ona emeğinin karşılığını vermesi ve haklarına saygı göstermesi gerekiyordu. İnsanlar eskisi gibi salak değildi, bunu anlamaya başlamışlardı.

Pertev tüm olan biteni uzaktan izliyordu. Belki de ailenin en akıllısıydı. Bugüne kadar yönetime bulaşmadığı, kendine ait bir hayat yaşadığı ve kusursuz bir imaj çizdiği için. İçi taşmak üzereydi, küçüklüğünde yaşadığı travmayı bir tek Londra’daki psikologla çözmüştü. Başa çıkma yöntemini bulmak üzereydi o da Efil sayesinde olacaktı. Sanki kafaları aynıydı. Efil aklını okuyordu, ona getirdiği eserler Pertev için ıssız adasına giden denizin üstündeki taşlar gibiydi. Cinselliğini keşfediyor, içindeki Pertev’e yaklaşıyordu. Efil ona on kişi ayarladı. Kıbrıs’tan bir gece uçarak dedesinin köşküne geldi. Görünmeyen bir odada komut vereceği bir sistemle onlara soyunmalarını söyledi. Bu insanların kimisi vücut geliştirme sporu yapıyor kimisiyse para karşılığı ilişkiye giriyordu. Efil onların tipini özenle seçmişti. Kadınlar sarışın erkekler esmerdi. Kadınların erkeklerin gözlerini yalamalarını söyledi. Hepsi denileni yaptı. Bir süre sonra yüzlerini yalamalarını söyledi. Hepsi asker gibi komutlara uyuyordu. 

Pertev’in karnının üstü yanmaya başlamıştı. Efil’de adrenalin tavan yapmıştı çünkü odaya nokta kadar kamera koymuştu. Bu performansları kaçıramazdı. Kadınlar yerde yatmış erkekler onların ayak parmaklarını emiyordu. Durdurdu onları Pertev. Herkes sevişmeyi bekliyordu. Onlara mastürbasyon yapmalarını söyledi. Kadınlar zorlanmadan işe giriştiler ancak erkekler aldıkları vücut geliştirme ilaçları yüzünden sertleşemiyordu. Pertev bozuldu bir anda tüm erkekleri odadan çıkardı. Kadınlar şaşkınlıkla devam ediyorlardı kendilerini tatmin etmeye. Bir tanesini gözüne kestirdi. Numara yapmayan gerçekten orgazm olan kadını odada yalnız bıraktı. Efil’e talimat verdi. Efil odaya girdi çekinikti. Dolapta duran ipi alıp kadını tavana asmasını söyledi. Efil hareket etmedi. Böyle bir şeye alet olmak istemiyordu. O içinde değil dışındaydı tüm bu akımın. Kapı açıldı. Üstünde siyah kıyafeti yüzünde maskesiyle bir adam geldi. Efil dışarı çıkarken adam o esnada orgazm olan kadının bacak arasına elini soktu peçeteyle sildi. Ve Efil’e uzattı. Efil hızla odadan çıktı. Elleri titriyordu peçeteyi koyacak bir poşet zor buldu. İçeriden bir çığlık geldi. Kadın “Dur” diye bağırıyordu. Efil camdan baktı. Pertev’in aracı hızla uzaklaşıyordu. Peki odadaki kimdi? Efil içeri girdi. Kadın tavanda asılı duruyordu “Özür dilerim, parolayı bilmiyordum” dedi. Efil kadının tavana bağlı olan ipini kesti, ona su verdi kadın “Şükür” dedi. Kadının ellerindeki kanı temizledi. Ancak kan kadının değildi.

Asıl mevzu sıradaki veliahdın hobisinin tüm holdingin hobisi olma tehlikesiydi.







ESER SAHİBİ EVRİM TANIŞ, İZİNSİZ KULLANILAMAZ. TELİF ÖDENMESİ GEREKİR.

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...