Ana içeriğe atla

Call Me By Your Name


Son zamanlarda "A Bigger Splash" adlı filmini izlediğim yönetmen Luca Guadagnino'nun son filmi "Call Me By Your Name" büyük yankı uyandırdı. 1983 yıllarında İtalya kırsalında tatil yapan Yahudi bir aileye akademisyen bir misafir gelir. Oliver adındaki bu genç adam hem bilgisi hem de fiziğiyle dikkat çeker. Ailenin ergen oğlu Elio ise kızlarla takılsa da Oliver'ın gelişiyle değişime girer. Ona karşı nazik ve yakın davranan Oliver da Elio'nun ne hissettiğinden habersizdir.
Elio yavaş yavaş Oliver'a açılır. Olumlu tepki alır ve yakınlaşmaya başlarlar. Filmin devamında inanılmaz bir atmosfere girmiş gibi hissediliyor. Başta gözümüzde canlanan İtalya kırsalı ve Elio'nun ailesi geri çekiliyor ve bir aşka yerini bırakıyor. Yönetmen bu aşkı yaratmaktan öte hissedilenleri izleyiciye geçirmeyi amaçlamış gibi. Oliver'ın Elio'ya dokunması ona yakınlık göstermesi, Elio'nun cesurca hamleler yapması, duygusal iniş-çıkışları film olmaktan öte izleyiciyi bir çiftin yaşamını izliyormuşuz konumuna sokuyor.
Cinselliğini keşfeden Elio ailesi her ne kadar açık görüşlü olsa da bu durumu onlara anlatmıyor. Babası anlayıp özgürce yaşaması için saygı gösteriyor. Asıl farklı olan ikisinin de birbirinden "benden daha iyi" diye bahsetmesi, o da bu sevginin ne kadar derin olduğunu ispatlıyor. Birkaç günlük Bergamo kaçamağı sonucunda ülkesine dönen Oliver arkasında gözü yaşlı Elio'yu bırakıyor.
Elio'nun babasıyla konuştuğu daha doğrusu babasının hayat dersi verdiği sahne tekrar tekrar izlenebilir. Hayatta yakalanan güzel şeylerin yaşanması üzerine seçilen cümleler izleyiciyi cesaretlendirebilecek kadar büyüleyici. Belki de bu filmi sıradan olmaktan çıkaran ve adından söz ettirilmesini sağlayan durum budur. Hiç yaşanmayacak duygularla empati kurmamızı sağlamakta çok başarılı. Armie Hammer'ı "Kod Adı: Uncle" filmindeki performansından hatırlıyorum ve bu filmde gerçekten duruşuyla arzulanacak adam profili yaratıyor. Timothee Chalamet ise hafızamızı zorlarsak Homeland dizisinde oynadığını hatırlayabiliriz. Geleceğin gözde oyuncularından olacak gibi duruyor.
Mutlaka izlenmesi gerekir, iyi seyirler:))

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...