Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Kor" Zeki Demirkubuz

Başka Sinema kapsamında Salı gecesi 21.15 seansına "Kor" filmi için biletimi aldım. Hava yağmurlu ve soğuktu. Zeki Demirkubuz filmi izlemenin tam zamanıydı. Rexx Sineması'dan Salon 1'de film gösteriliyormuş. İçimden o kadar büyük salon nasılsa dolmayacak neden daha küçük bir yer seçmemişler diye düşünürken bir önceki seanstan çıkanlar beni şaşırttı. Durgunlukları değil sayıları şaşırttı. Yaklaşık 40 kişi salondan çıktı. Yerime oturdum ve salona gelenleri saymaya başladım. Bir 40 kişi daha 9 seansına gelmişti. Şok içinde filmi izlemeye başladım. Demirkubuz'un son filmi "Bulantı" açıkçası beni çok memnun etmemişti. Yönetmenin ısrarla kendi oynaması beni filmden uzaklaştırmıştı. Zaten hem oynamak hem de yönetmek biraz anlamsız kaçıyordu. Neticede ikisi farklı işler ve farklı zamanlarda yapılmalı diye düşünüyorum. Filmdeki kısır döngü de biraz izleyiciyi sıkmıştı. Oysa Demirkubuz filmleri her ne kadar kasvetli olursa olsun izlemesi zor değildi. En azı...

Florida

Claude, 80 yaşlarında sevimli bir dededir. Kağıt fabrikasını kızının yönetimine bırakıp 90'lı yıllarda emekliye ayrılmıştır. Vaktini evde eski eşyalarla ilgilenerek ve bakıcılara takılarak değerlendirir. Alzheimer olan Claude geçmişi ve isimleri hatırlar ancak bazen yaşadığı anı algılayamaz. Bunun için de yanında duracak bir bakıcıya ihtiyacı vardır. Çalışanların hepsini kaçırır amacı kızı Carole'nin onunla ilgilenmesidir. Carole babasından sonra şirketi Kanadalılara satmıştır. Hala aynı fabrikada müdür olarak çalışır. Bir yandan iş bir yandan özel hayatı derken babasının da sorumluluğu onu yormaktadır. Erkek arkadaşı ona destek olsa da günden güne Claude tehlikeli olmaya başlar. Kırsaldaki güzel evde yaşarken Claude çok mutludur. Hafta sonları onu ziyarete gelen torunu ve kız arkadaşıyla da vakit geçirir. Kızı eski arabasını yenilettirir ve gezintiye çıkarlar. Claude, Florida'da yaşayan diğer kızını özlemektedir. Onun için her sabah Florida portakal suyu içer. Caro...

Sangue del mio sangue

Marco Bellocchio'nun son filmi "Kendi Kanım" İstanbul Film Festivali'ndeydi. Filmin tanıtımını gördüğüm ilk andan beri izlemek istiyordum. Rahipler tarafından boynunda zincirlerle suya atılan bir kız vardı ve suyun altında ifadesizce bekliyordu. Derin mavilik hem büyüleyici hem de biraz ürkütücüydü. Filmde iki hikaye anlatılmakta, biri Ortaçağ'da geçiyor diğeri ise günümüzde. Cadı ve Vampir temalı:)) Benedetta içine şeytan kaçtığı gerekçesiyle manastırda hapsedilmektedir. Bu esnada günahlarından arınma gerekçesiyle türlü türlü işkencelere maruz bırakılmaktadır. Manastıra abisi olduğunu söyleyerek gelen Federico ilk görüştürüldüğü anda onu öldürmeye yeltenir. Dediğine göre kardeşinin içindeki şeytan çıkınca annesi huzur bulacaktır. Benedetta'nın ölünce nereye gömüleceği de tartışma konusudur.  Zavallı Benedetta ters bir şekilde asılı bekletilir, saçları kesilir, herkesin önünde içindeki şeytanın çıkması beklenir hatta uçurumun kenarından suya bile atılı...

Kibir-La Vanité

Cuma günü Feriye Sineması'na koşarak gittim. Yağmur ha yağdı ha yağacak derken hava sadece topladığı bulutla kaldı. Kibir filmi için bilet sordum ve hemen aldım. Yer olduğu için görevli sorun çıkarmadı. Yoksa salon biraz dolu olsa son biletleri karaborsa misali film başlamadan 2 dakika önce satarlardı. Neyse bir hamlede biletimi aldım ve koltuğuma kuruldum.  "Kibir" muhteşem bir ışığa sahip. Kapalı mekanlaınr ve dış-gecelerin ışığı gerçekten çok güzel çalışılmış. Filmin jeneriğinin eski mimari proje üstünde olması çok farklı ve ilgi çekici görünüyordu. Projedeki bina filmin geçtiği otelin çizimleriymiş. Bu oteli karısıyla birlikte çizen David, bu sefer farklı bir amaç için oradadır. David kanser hastasıdır daha önce ameliyat olmuştur ancak bu hastalıkla savaşmak istemez ve yaşayacağından umudu yoktu. Karısını da yakın zamanda kaybettiği için kendini yalnız hisseder ve ölmeye karar verir. Bunu tek başına yapamayacağından insanların intihar etmesine yardım eden bir ...

Batman V Superman: Adaletin Savaşı

Büyük bir hevesle gittiğim filmden bir yıkıntı gibi çıktım. O kadar action-dövüş sahnesi izlemem benim yorgun olmama sebep oldu. Çünkü Batman ve Superman bir araya gelince olmuyormuş. Bunu anlamak için 2 saat filme katlanmak gerekti. Ayrıca ortada senaryo yok. Kendimden eminim ki otursam daha iyi yazabilirim. THY sponsorluğu biraz boşa gitmiş gibi görünüyor. Gotham ve Metropolis hiçbir şekilde olay örgüsünde birleştirilmemiş. Sonradan eklenen Frankenstein benzeri bir yaratık oluşuyor. Tek tehlike bu anca iki süper kahraman buna karşı birleşmek zorundalar.  Zaten geneline bakılınca Batman güçsüz ve kötü, Superman ise biraz salak. Her ne hikmetse iyiyi kötüyü ayırt edemeyip birbirlerine düşman oluyorlar. Bu da baya mantıkdışı. Daha doğrusu pek çekici değil. Bir de sonradan yardıma gelen bir savaşçı kadın var. O sadece yaratığın elini kesiyor. Zaten bir süre sonra da el uzuyor yani tamamlanıyor. Kadın gelmese de olur imiş. Çünkü Batman'ın onun foyasını ortaya çıkarması baya ...

Doğru Zaman

35. İstanbul Film Festivali bugün başladı. Ben de bir heves koşarak Rexx Sineması'na gittim. Amacım Güney Kore yapımı 'Doğru Zaman'ı izlemekti. 11 seansına hazırdım. Salon 5 küçük olduğu için yer de kalmamıştı. Bir süre 15 kişilik sırada bekledim nihayetinde biletimi aldım. Ve hemen salonda güzel bir yer bulup oturdum. Film başladı. Geneli tek planlardan oluşan bir Kore filmi daha dedim içimden. Ama seviyordum. Kore'nin Woody Allen'ı olarak bilinen Hong Sang-Soo, bir tanışma hikayesini iki farklı şekilde anlatmış. Seul'den Suwon'a bir söyleşi için gelen sanat filmi yönetmeni Kutsama evinde ressam bir kızla tanışır. İkisi birlikte zaman geçirirler. Resim atölyesine giderler. Ardından suşi yiyip soju içerler. Ve kızın bir arkadaşının kafesinde gece devam eder ta ki ikisi sarhoş olana kadar.  İki farklı şekilde biten öyküde asıl kilit nokta yönetmenin kızın resmine yaptığı yorumdur. Klişeleşmiş laflarını söylediğinde pek tepki almazken resmi yerden yere...