Ana içeriğe atla

Inherent Vice-Paul Thomas Anderson


1970 yıllarında Los Angeles'da kafası dumanlı bir dedektif olan Doc, eski kız arkadaşı kaybolunca onu aramaya başlar. Sinopsisi bu kadar açıklayıcı ve sade görünse de filmi Paul Thomas Anderson çekince oldukça karışık bir hale geliyor. Senaryosunu da yazan yönetmen bizi Larry Sportello'nun kafasının içine sokuyor. Sürekli bir ot içme halinde olan polis çözmeye çalıştığı konuyla alakalı alakasız insanlarla görüşüyor. Böylece izleyicinin önüne birbirinden bağımsız kısa olaylar çıkmasını ve onlara kafa yormasını sağlıyor.
Sportello evinde uzanırken rüyalarının kızı eski sevgilisi gelir, onu hiçbir zaman yarı yolda bırakmadığını gözyaşları içinde söylerken başının biraz belada olduğunu anlatır. Kısmen yardım isteyen kız, emlak kralının metresi olduğunu söyler. Ve ertesi gün ortadan kaybolmuştur. Aracına binene kadar rüya mı gerçek mi olduğunu anlamadığımız sekans bitse de müthiş müzik diğer sahnelerde de devam eder.
Emlak kralının peşine düşen Doc, ıssız bir yerde masaj salonuna gider ve uyandığında yanında bir ölüyle yatmaktadır ve bir yığın polis ona silahını doğrultmuştur, özellikle "Koca ayak" lakaplı polisten hiç hazzetmemektedir. Sorgu sırasında onun da dediği gibi aslında bu cinayetleri Doc işliyor olabilir. Sürekli bir git-gel durumu vardır ve bu tüm film boyunca devam eder.
İyi oyuncuların yer aldığı filmde, absürt sahneler izleyiciyi kahkahaya boğmasa da güldürmeyi başarıyor. "The Master" filmini sevmediğim Anderson, "There Will Be Blood" ve "Magnolia" ile beni kendine hayran bıraksa da son filmi "Inherent Vice" ile beni hayalkırıklığına uğratıyor. Yönetmenin bazı filmlerine hayran kalıp bazı filmlerini sevmemek de olabiliyormuş.
Mükemmel çerçeveleme, iyi oyunculuklar ve ince mizah duygusu filmdeki en önemli noktalar. Bütünlük açısından bakmak gerekirse girilen bir sokakta sürekli yön değiştirip labirente ilerleyen bir durumu temsil ediyor. Yine de iyi seyirler:)))



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...