Inarritu filmleri
denilince ilk aklıma gelen "Amores Perros"dur. 2000 yılında sinemada
izlediğimde koltuğuma yapışmıştım. "Bu da ne" dediğimiz yıllardı,
sonrada üç hayatın birleştiği öyküler üstüne filmler yapıldı ama Inarritu kadar
başarılı olamadı. Özellikle Türk Sineması'nda bazı genç yetenekler bu yolda
kendinlerini heba ettiler!
Ardından; "21
Grams", "Babel", "Biutiful" geldi, hepsi birbirinden
iyiydi. Yine de gerçekçilik açısından "Paramparça Aşklar Köpekler"i
tercih ediyorum.
"Birman"i pek
bir hevesle bekledik, başrolünde Michael Keaton harikalar yaratırken, Edward
Norton ise metod oyunculuğunu savunan bir tiyatrocuyu canlandırarak filmin
gayet başarılı olmasını sağlıyorlar.
Riggan okul zamanlarında
sahne alırken bir yazar olan Raymond Carver onu çok beğenir ve bir not
gönderir. Riggan bu sayede oyuncu olmayı bir amaç edinir ve hedefinin peşinden
koşar. Zamanla Hollywood'da oynadığı Birdman karakteriyle şöhreti yakalar ve bu
sayede iyi para kazanır.
Ancak Riggan, popüler
kültürün kalıntısı olmak istemez ve Birdman ile tanındığını ama dünyaları
yerinden oynatacak bir güce sahip olduğunu ıspatlamak için Brodway'de bir oyun
sahneye koyar. Provalarda beğenmediği oyuncuyu bilerek sakatlayarak daha
yeteneklisini bulur. Ama sıkıntı veren nokta ön gösterime bir gün vardır. Neyse
ki Mike provaları izleyerek tüm metini ezberlemiştir. Hatta Riggan ile
dialoglar üzerine atışırlar. Geleneksel bir yapıya sadık kalarak aynı anlama
gelen dört cümleyi ardı arkasına söyleyen Riggan'a Mike şiddetle karşı çıkar,
kendini rahat bırakmasını tek bir cümle bile söylese anlaşılacağını savunur.
Riggan sıkıntılı gibi görünse de bu durumdan gizlice zevk alır, kuliste
tartışmak, diğer oyuncularla egosunu yarıştırmak onu mutlu eden en önemli
şeydir.
Eski karısıyla ve kızıyla
olan ilişkisini bir yana koyarsak farkında olmadan tüm hayatı oynadığı
Birdman'in üstün gücünün gölgesindedir. İyi yöne kullanmak yerine egosunu
yönetemez ve sınırlarda gezmeye başlar.
Oyuncu kimdir ve nasıl
yaşar diye merak eden olursa Birdman'i izlemesi yeterli olacaktır. Her telden
çalan bir oyuncuyu filmde görebiliriz. Riggan'ın nesneleri hareket ettirdiği
sahnelerde onun bu duruma inanmasını bile inanıyoruz. Önce oyuncu kendine
inanmalı!
Hareketli kamerayla,
kesintisiz çekilen planlar dudağımızı uçuklatıyor.
En beğendimi sahnelerden
biri de Mike ve Riggan'ın barda oturan eleştirmen kadın hakkında konuştukları
an. Oldukça acımasız ve bir oyunu yerin dibine sokarsa kimsenin onu izlemeyecek
olması. Acı ama gerçek bir durum, bir eleştirmenin tekelinde olan şeyler emek
verenler için büyük risk. Bu sebeple Riggan ona içki ısmarlamasına izin
vermeyen eleştirmene saldırmak istiyor. Biliyor ki kadın oyunu izleyecek ve
kötü eleştiriler yazıp uzun süredir hayalini kurduğu işi batıracak. Bu son yazdıklarımı
Mike okusa aynı cümleleri dolandırıp durmuşsun diyecek!
İyi seyirler dilerim daha
fazla filmi anlatmaya gerek yok. Burun kıvıranların aksine filmi çook beğendim.
Klasik müzik ayrıca bir yakışmış.))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder