Otobüs yeni yapılmış asfalt yolda yavaş yavaş ilerlerken Eva
kuş gibi uyuyordu. Son dönemeçte aniden başı aşağı düştü. Camdaki izini görünce
hemen koluyla sildi. Saçlarını yıkaması gerekiyordu. Tam üç gündür ne rahat bir
yatakta uyumuş ne de sıcak suyla duş alabilmişti. Şikâyet edecek hali yoktu. Üstelik
hava limanından çıktıktan sonra valizi kaybolmuştu. Hırsızını biliyordu ama başı
belaya girmesin diye fazla sesini çıkaramamıştı. Yolun sağ tarafında birkaç
tane ev gördü. Heyecanlandı. Seyahati son bulmak üzereydi. Yeni hayat onu
bekliyordu, hissediyordu.
Eskiye ait eşyalar onu bilerek terk etmiş olabilirdi. “Evacık
bizi geçmişinde bırak” diye konuşan bir pantolon, “Eva ben çok eskidim, artık
emekliye ayrılmak istiyorum” diye yalvaran bir kazak düşündü. Hafifçe
gülümserken al dudağı sarktı. İstanbul’dan aldığı çeşit çeşit, rengarenk
baharatlar da valizdeydi. En çok ona üzüldü. Sumaksız makarna yemeğe alışmak
zorundaydı. “Zaten burası İtalya, makarna sosu sıkıntısı çekmem herhalde” diye
söylenirken şoför ona baktı. “Geldik” dedi. Eva biraz korku biraz da merak
duygusuyla otobüsten indi. Son merdivene altı çıkmak üzere olan siyah sandaleti
takıldı. “Of keşke sizi valize koysaydım” diyerek onlara bağırdı. Belki de
sandaletleri çöpe atarak cezalandırabilirdi.
Birkaç adım attıktan sonra emin olmak için şoföre sordu
“Burası Sambuca mı?”. Adam normal bir şekilde cevapladı “Evet, Zambuca.” Eva
tekrarladı “Zambuca”. Otobüs geniş meydanda tek manevra yaparak geri döndü, boş
bir şekilde bilmem kaçıncı yolculuğuna çıktı. Etrafta kimse yoktu. Gökyüzüne
baktı, mavi-gri bulutları gördü. Yağmur geliyordu. Kalacağı oteli bulmak için
büyük caddeden hafif yokuş çıkması gerekiyordu. Eva gördüğü eski, güzel evler
karşısında şaşkına döndü. Hemen fotoğraf makinesini çantasından çıkardı. Sonra
vazgeçti, acelesi yoktu.
Yokuşun solunda kapısı açık bir bar gördü. İçeride küçük bir
ateş yanıyordu. Hareket eden ateşi görmek için bara girdi. Aydınlıktan
karanlığa geçişte bir insan siluetinin elinde uzun çakmakla kadehteki içkileri
yaktığını gördü. Gözü içeri alışırken siluet ona bardağı uzattı. Tam içecekken
arka masadaki emekli dedeler bağırdı “Dur!”. Barmen alevi yok etmek için içkiyi
başka bardağa boşalttı ve Eva’ya uzattı. Bir yudumda içkiyi içtikten sonra
sordu, “Bu ne?”. Siluet barmen konuştu “Zambuca canım”. Dedeler hızla bara
koştular ve kadeh tokuşturup içkilerini fondip yaptılar.
Kapının önündeki taşları iri yağmur damlaları kaplamaya başlamıştı.
Eva’nın başı dönüyordu, oteli bulmak için harekete geçmezse barda
uyuyakalacaktı. Barmen sonra hesaplaşırız tadında onu yolcu etti. Eva’nın dili
tutulmuştu. Bu içki baya sertti. Yağmur yağıyordu tam da suya ihtiyacı olan
saçlarının üzerine. Çok hoşuna gitti. Yıkanırken daha az su harcayabilirdi. Hem
anneannesi de ne zaman yağmur yağsa kafasını camdan dışarı çıkarırdı “Bu çok
şifalı” diye.
evrim özsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder