Ana içeriğe atla

Sambuca'nın Hayaleti- Sicilya-İtalya-2


Dimdik bir dağa tırmanıyor gibiydi... İnleyerek ilerliyordu. Yol biraz yokuştu ama dağ kadar dik değildi. Eva’nın kafası dönerken her şey biraz daha büyüyordu. Ağrıyan dizlerini tutmak için eğilince bir pansiyon gördü. Yakınına gitti. Nereden baksa son on senedir kapısı bile açılmamıştı. “Of of” diye bağırdı. Yolun sonunda sanki biri sokağın karşısına geçmişti. Mavi gömlekli bir adam gördü. Durup geriye baktı, içki içtiği barın tabelasını hala görebiliyordu. Bu nasıl yoldu? Bitmiyordu.
Eva adama seslendi “Zio! Zio!”. Kendi kendine güldü, İstanbul’da olsa “Dayı! Dayı!” diye bağırırdı. Hemen yanına gelip ona yardım ederlerdi. Son gayretiyle ilerledi. Hiç durmadan geldiği noktada küçük bir pansiyon vardı. Kapısını açtı ve içeri girdi. Mavi gömlekli adam resepsiyon benzeri odadan çıkageldi. “Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?” “Una stanza” dedi son enerjisiyle Eva mırıldandı “Dayı bana bir oda ver!” Adam hemen giriş katında bir penceresi sokağa bakan odayı ona verdi. Eva kendini yatağa attı. Adam kapıda konuşuyordu, elinde domateslerle karısı belirdi.
Kadın Eva’yı gördüğüne çok sevinmişti, taze domatesleri göstererek onları yeni aldığını akşama makarna yapacağını söyledi. “Pasta pasta!” diye bağrışıyorlardı. Üst üste kurulan cümleler Eva’yı yormuştu. Biraz da açtı, içki o yüzden onu etkilemişti. Adam klasik İtalyan jestleri yapıyordu. Makarna çok güzel olacak, yersin doyarsın gibilerinden karnını gösteriyordu. Kadın kirli çamaşırlarını yıkayabileceğini söyleyince Eva “Valizim çalındı” dedi. Ailece o kadar üzüldüler ki olayın nerede, nasıl olduğunu sordular sonra ne yapması gerektiğini, İtalya’da bazen hırsızlıkların arttığını söyleyip ülke adına özür bile dilediler.
Eva, yatağın üzerinde doğrulmuştu çünkü karı koca konuşurken yatmak ayıp olurdu. Bir gözü banyodaydı. Kadın onu hasta sandı. Gelip elini alnına koydu. Eva aşağıdaki barda Sambuca içtiğini söyleyince adam bağırmaya başladı. Eski arkadaşları gündüz de içiyordu, içki çok zararlıydı, zaten yakında hastane yoktu, yaşlılar o yüzden temkinli davranmalıydı. Eva ayağa kalkınca çift bir adım geri gitti ve kadın yemek yapmaya gidiyordum diyerek odayı terk etti. Adam da “Ben gidip arkadaşlara kızayım, sana neden içki verdiler” diye söylenirken karısı onu engellemeye çalışıyordu.
Eva hemen duşu açtı ve odada bulduğu tabureyle duşun altına oturdu. Yatağın üzerinde bornozuyla uyumuştu. Bahçede sürekli konuşan çifti duyuyordu. Son kalan temiz beyaz elbisesini giyerek yemek için bahçeye çıktı. Küçük bir masa etrafına oturmuş çekirdek aile onu bekliyordu. Eva gelince ayağa kalktılar, kadın hemen mutfağa yemeği getirmeye gitti. Adam da centilmence sandalyesini çekti. Eva oturdu. Kadın makarnayı bolca yaptığını iki tabak yiyebileceğini anlatıyordu gelirken. Eva burada uzun süre kalamayacağını anladı. Kendince aileyle bir saat sohbet edip uyuyacaktı. Ancak uzun süredir başka biriyle karşılaşmadıkları için onu bırakmaya niyetleri de yoktu. Karnının doyması onu çok mutlu etmişti, sumaksız makarna fena değildi. 


2

Sembrava stesse scalando una montagna a picco… Avanzava gemendo. La strada era un po’ in salita, ma non così ripida come una montagna. Mentre la testa di Eva girava, tutto le appariva più grande. Quando si piegò per sostenere le ginocchia dolenti, vide una pensione. A giudicare dallo stato in cui si trovava, pareva che la porta non fosse stata aperta da almeno dieci anni. “Uff, uff…” esclamò. Alla fine della via, le sembrò di scorgere qualcuno che attraversava la strada. Vide un uomo con una camicia blu. Si fermò e si voltò indietro, riusciva ancora a vedere l’insegna del bar dove aveva bevuto. Che strada interminabile era mai quella?

Eva chiamò l’uomo: “Zio! Zio!”. Poi rise fra sé e sé. Se fosse stata a Istanbul, avrebbe gridato “Dayı! Dayı!” e di sicuro qualcuno sarebbe corso subito ad aiutarla. Raccolse le forze e si avvicinò. Lì, proprio senza aver mai smesso di camminare, trovò una piccola pensione. Ne aprì la porta ed entrò. L’uomo con la camicia blu comparve da una stanza che sembrava una reception.  
“Buongiorno, come posso aiutarla?”  
“Una stanza,” disse Eva con le ultime energie che le rimanevano, mormorando poi: “Zio, dammi una stanza!”  
L’uomo le assegnò immediatamente una camera al piano terra con una finestra che dava sulla strada. Eva si gettò sul letto. L’uomo si mise a parlare sulla soglia; intanto, dietro di lui comparve sua moglie, con in mano dei pomodori.

La donna era molto felice di vedere Eva e, mostrando i pomodori freschi che aveva appena comprato, spiegò che quella sera avrebbe preparato la pasta. Continuavano a gridare “Pasta, pasta!” e questo frastuono affaticava Eva, che era anche un po’ a stomaco vuoto: forse per questo l’alcol l’aveva stordita tanto. L’uomo faceva i tipici gesti italiani per dire che la pasta sarebbe stata deliziosa e che avrebbe mangiato a sazietà, accennando con le mani al proprio stomaco. Poi, sentendo che la donna le offriva di lavare la biancheria sporca, Eva rispose: “Mi hanno rubato la valigia”. La coppia si dispiacque moltissimo e chiese dove e come fosse successo; spiegarono che a volte in Italia i furti aumentano e si scusarono persino a nome del loro Paese, spiegandole cosa avrebbe dovuto fare.

Eva si era sollevata sul letto perché era scortese starsene sdraiata mentre marito e moglie le parlavano. Con la coda dell’occhio guardava il bagno. La donna pensò che Eva fosse malata e le appoggiò una mano sulla fronte. Eva disse che aveva bevuto Sambuca nel bar in fondo alla via e allora l’uomo si mise a sbraitare. Raccontò che i suoi vecchi amici bevevano già di giorno e che l’alcol faceva davvero male, soprattutto perché in zona non c’era nemmeno un ospedale; i più anziani, quindi, dovevano stare attenti. Quando Eva si alzò in piedi, la coppia fece un passo indietro e la donna disse che andava a cucinare, quindi uscì dalla stanza. Anche l’uomo si allontanò, brontolando che sarebbe andato a rimproverare i suoi amici per averle dato da bere, mentre la moglie cercava di fermarlo.

Eva aprì subito la doccia e, trovando uno sgabello nella stanza, si sedette sotto l’acqua. Si addormentò sul letto indossando solo l’accappatoio. Sentiva che in giardino la coppia continuava a chiacchierare. Indossò il suo ultimo vestito bianco pulito e uscì nel cortile per cena. La piccola famiglia era già seduta attorno a un tavolino e la stava aspettando. Quando la videro, si alzarono in piedi. La donna andò subito in cucina per portare il cibo, mentre l’uomo, con gentilezza, le sistemò la sedia. Eva si sedette. Mentre arrivava con il piatto, la donna diceva che aveva cucinato molta pasta e che Eva avrebbe potuto prenderne un secondo piatto. Eva capì che non sarebbe potuta restare a lungo lì con loro, ma pensò di trascorrere almeno un’ora a chiacchierare e poi andare a dormire. Tuttavia, era evidente che quei due, dopo tanto tempo senza incontrare quasi nessuno, non avevano intenzione di lasciarla andare via. Eva era felice di avere lo stomaco pieno: la pasta senza sommacco non era poi così male.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Gece Sahilde Tek Başına

Young Hee, Güney Kore'de ünlü bir aktristir. Yönetmenle yaşadığı bir ilişki sonucunda kalbi çok kırılır. Çünkü adam evlidir. Hamburg'a giden Young Hee, bir arkadaşının evinde kalır. Hem kalbinden aşkın izlerini silmeye çalışır hem de adamın gelip onu almasını bekler. Farklı bir ülkede her gün parkta yürüyüş yapar, yeni insanlarla tanışır ve biraz daha rahat davranmaya çalışır. Her ne kadar arkadaşı onun bir yemekte alkol alıp gevşemesinden hoşlanmasa da Young Hee o an canı ne isterse onu yapmaya kararlıdır. Ülkesine geri döndüğünde eski arkadaşlarını bulur ve onların değişimini gözlemler. Hala bekar olan erkekleri acımasızca eleştirir. Eski aşkının ne yaptığını merak etse de çok peşinde düşmez. Eninde sonunda hesaplaşacak kadar içinde biriktirdikleri vardır. Young Hee sadece sevilmek istediğini anlamıştır. O yüzden çevresindekilerle bu konuda rahatça tartışır. Arkadaşların onun zor zamanlarına destek olmak için seslerini çıkarmazlar. Young Hee sahilde uyuduğu bir gün es...

Balıkesir Şan Sineması

Balıkesir Şan Sineması'nın kapanacağını ve 4as market olarak açılacağını duydum veeee çok üzüldüm. İlk filmimi izlediğim yer olan Şan, benim için çok özeldir. 1994-1999 yılları arasında... İlk kez Batman'ı orada seyrettim ve sonraki 4 sene boyunca filmlerimi izlediğim tek yer oldu. Kısacası sinema nedir Şan'da öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri hınca hınç dolu olurdu. Okuldan ve dersaneden kaçıp gittiğim tek yerdi. Ülkede sinema ve tiyatro salonları kapatılıyor yerlerine marketler ve avmler açılıyor. Köle gibi çalış, sanattan uzaklaş, para harca, daha çok kazanmak için çalış ve daha çok harca. Çark böyle dönecek artık. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın.