18 Temmuz 2017 Salı

Manchester By The Sea




T2 Trainspotting


Trainspotting'den 20 yıl sonra Trainspotting 2 geldi...
Arkadaşlar hayatını belirler... 20 sene önceki dostlar ayrı düşmüşlerdir. Tabi Renton arkadaşlarından çaldığı parayı geri getirmiştir. Amacı Stoddart ile barışmaktır. Stoddart ise hala çok kızgındır. Önce onu bir güzel döver. Sonra da Bulgar sevgilisinin sözünü dinler. Para kazanmalıdır. Renton'u ortak bir işe sokup onun başına bela sarmaya niyetlenir. Böylece yıllar önce çalınan 4000 Sterlinin intikamını alacaktır. Renton ise Stoddart'ın izbe mekanını geneleve çevirecek olmasına destek verir. İkisi iş yapacaklardır. 
Spud ise hala uyuşturucu kullanmaya devam etmektedir. İntihar etmeye karar verir. Her türlü önlemi alır ancak Renton'un geri döneceğini hesaba katmamıştır. Renton onu ölümden kurtarır. Artık uyuşturucuya değil başka bir şeye bağımlı olmasını söyler. Renton da yazmaya sarar. Gece gündüz yazar, arkadaşlıklarını, maceralarını...
Begbie ise yaklaşık 20 senedir hapistedir. Oradan çıkamayacağını anlayınca kendini şişlettirip hastaneden kaçar. Dönüşünde hırsızlığa başlar, turizm okuyan oğlunu zorla bu işe sürükler. Oysa oğlu babası ya da dedesi gibi olmayacaktır, eğitimli biri olacaktır. Begbie sinirlenir... Renton'un döndüğünü duyunca daha da delirir. Amacı onu öldürmektir. Hepsi birbirinin peşinden koşarken Bulgar güzel Renton'u baştan çıkarmıştır. Onun da son darbesi genelev için bir fondan alınan parayla memleketine gitmek olur!
Danny Boyle yine yaratıcılığını konuşturuyor. Sahnedeki detaylar ve metaforlar harika! Spud'un evindeki yeşil tonları, duvardaki gölgesi, içindeki hisleri izleyiciye aktarıyor. Renton'un annesinin duvardaki gölgesi, Renton'un odasındaki son sahne tekrar tekrar izlenesi. İlk filme göre daha başı sonu belli bir film olmuş Trainspotting 2. İyi seyirler:))

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Beyaz Yakanın İzmir Sevdası

Ezberledik, ağız birliği yapıyoruz.

-İstanbul bitti artık İzmir daha iyi...
-İstanbul çok kapalı, İzmir daha modern,
-İzmir'de oksijen var, İstanbul'da nefes alınmıyor.
-İstanbul'da tıkılıp kalıyorsun, İzmir'de Çeşme yarım saat!
-İzmir daha aydın daha açık.
-İstanbul'da trafik var, İzmir'de işten çıkınca en fazla yarım saate evdesin!

Son zamanlarda hem arkadaşlarımın hem de kafelerde yan masada konuşanların dedikleri aynı... İzmir'e taşınmak lazım.
Birkaç arkadaşımız gitti. Bir süre sonra onları görmeye gittik, hayatlarından bezmişlerdi. İzmir aradıkları gibi değildi. Bence İstanbul'dan sonra İzmir'e gitmek zaten attan inip eşeğe binmek gibi bir şeydi. İzmir'i aşağılamıyorum ancak 18 yaşımda taşındığım büyükşehrin hala gelişememesi beni üzüyor. Evimin karşısında toplanmayan çöpler, sokaklardaki kağıtlar ve tozlar... Ancak gazetedeki köşe yazarlarına şikayet ederek toplattığımız sokak çöpleri vardı. Hala varlar.
Yıllar önce metro yapılmaya başlandı. Üçyol-Üçkuyular arası senelerce bitmedi. Neden? Diğer parti mi engel oluyordu yeri kazmayın diye? Peki 2002'den önce neden İzmir gelişmemişti hep küçük köy kalmıştı da İstanbul gelişmişti?
Üçyol metrosu çıkışındaki asansör tam 3 senedir bozuk sinyal veriyor "Bip-bip" ötüyor. Kimse görevlilere bildirmedi mi? Görevli gerekeni yapmadı mı? Belediyecilik diye bir şeyin olduğunu pek göremedim. İzmir kart alıp diğer gittiğimde onu ya kullanamadım ya da başka kart almak zorunda kaldım. Ayrıca her seferinde biraz daha zamlandı. Aktarma problemini hiç hesaba katmıyorum.
İstanbul'a ilk geldiğimde kapısı açık otobüslerden "Abla nereye?" diye soran bilet kesiciler vardı. Önce irkilmiştim ama sonra hoşuma gitti. İzmir'deki gibi durakta kapıyı kapatıp basıp gitmiyordu dialogsuz şoförler. Neticede buranın şoförü de iç göçle gelmişti. Ama bir metropole ayak uydurabiliyordu. 
İzmir İstanbul'dan daha modern. Tabi mahallesine, semtine bağlı. Alsancak'ta herkes bira ve çiğdem yiyor sahilde. Modern bir durum. Kahverengi denize bakarak oturuyorlar. Çiğdem kabuklarından çimenler görünmüyor. Yine de modern olunuyor. Üsküdar'da Cuma günleri evimin önünde pazar kurulurdu. Cumartesi sabahı dışarı çıkınca bir tane meyve ya da sebze atığı görmezdim. Kokusunu bile duymadım.
Çeşme yarım saat. İstanbul'un çevresindeki turizm şehirleri de var tabi oraya ulaşmak yazın çok zor. İzmir-Çeşme arası da öyle... Pazar akşamüstü erken çıkardık İzmir otobanında kalmayalım diye. 15 sene önce de böyle yapardık...Şimdi o kadar göç aldı ki o yolun trafiğini düşünemiyorum. Ayrıca yaz boyu denize girmeyen arkadaşların Çeşme'ye her hafta sonu gidip yüzeceğini de pek aklım almıyor.
En son Alsancak-Üçyol arası saat 4'de yolculuk yaptım. Trafik akmıyordu. Köprü trafiği İzmir'e de gelmişti. Yine de İzmir'e gidiyorlardı. Deniz kıyısından dönüp İzmir'e bakınca çarpık kentleşme ve 
gecekondu görüyordum ama bana İzmir'i övenler yeşillik görüyordu. Oysa boğazdan İstanbul'a bakınca baya ağaç sayabiliyorum.
İzmir fiyatları da artık İstanbul kadar. Çünkü buradan oraya gidenler tüketime başladı bile!
İzmir'deki kültür sanat yokluğunu hiç hesaba katmıyorum. AKM kapandıktan sonra son 6-7 senedir İstanbul'da o yokluğu ben de çekiyorum.
İstanbul yaşamını kaldıramıyor olabilirsiniz ancak kaçacağınız yerin İzmir olması ne denli doğru tartışılır... Belki daha küçük daha güzel bir şehre gidip daha mutlu olabilirsiniz. İzmir'in İstanbul kadar güçlü olduğunu sanmıyorum bu kadar nüfusu kaldıramaz. O yüzden karar vermeden önce iyi düşünmek lazım. Belki Çeşme'de iş bulmak daha iyi olabilir. Her hafta sonu git-gel yapılmamış olur. 
Çeşme ve Sakız Adası'nı hiç karşılaştırmıyorum. Kesinlikle Yunan Adaları tatil için daha iyi bir yer. Vizesi olana:)) Vizyonu olana:))

7 Temmuz 2017 Cuma

OKJA


OKJA; sevimli bir domuzcuk:)
MİJA; domuzcuk dostu:)
Lucy Mirando babasının şirketinde ikizini de alt ederek CEO olmuştur. Bu başarısını ayakta tutmak için 10 senelik bir proje üretir. Laboratuvarda üretilen domuzcuklar dünyada 25 farklı yere gönderilirler. Amaç domuzların bakımını üstlenen çiftçilerin hangilerinin daha iyi bakımını sağlayacağını öğrenmektir. Arada kontrole gelen görevliler domuzun kesime uygun olup olmadığını kontrol ederler.
Okja da Kore dağlarında genç Mija ile birlikte büyümüştür. Dedesi ile yaşayan Mija anne ve babasını kaybetmiştir. Tek arkadaşı Okja'dır. Dedesinden onu satın almasını ister. Bu mümkün olmadığı için dedesi Mirando'nun şirketinden aldığı parayla ona altın bir domuz almıştır. Okja'yı almaya gelen ekipten torununu uzaklaştırsa da Mija gerçeği öğrenir. Okja Amerika'ya götürülmektedir. En yakın arkadaşını kaybetmeyi göze alamaz ve Seul'e doğru yola çıkar.
Okja bir kamyona zorla bindirilir ve yolculuğa çıkar. Mija da peşindedir kilometrelerce koşar. İşler karışır. Başka bir kamyondaki siyah maskeli adamlar Okja'yı kaçırmak istemektedirler. Mija neye uğradığını şaşırır. Ve arkadaşıyla bir yeraltı alışveriş merkezine girer. Okje ve Mija orayı biraz dağıtırlar. Siyah maskeli adamlar kızı ikna ederler. Çünkü onlar tutsak hayvanları özgür bırakan aktivist bir gruptur. 
Aktivistler bir plan yaparlar. Okja'ya gizli kamera takacaklardır. Mirando'nun şirketinde olanları böylece açığa çıkaracaklardır. Mija bunu kabul etmez. Ancak  çevirme konusunda bir oyun oynanır. Koreli aktivist planı kabul ettiğini söyler. Okja Amerika'ya gönderilir.
Şirketin adı böyle bir olayla lekelenmesin diye kendini düşünen Lucy de plan yapar. Mija Amerika'ya getirilecektir ve Okja ile buluşması halka izletilecektir. Sonra Okja diğer domuzlar gibi sosis olacaktır. 
Mija arkadaşını alıp geri getirmek için hazırdır. Ne yazık ki Okjo çılgın bir doktorun eline düşer. Görünürde hayvan dostu olan adam aslında onlarla oynayan bir psikopattır. Önce Okjo'yu zorla çiftleştirir ve sonra vücudunun bazı yerlerinden et alıp onları gurmelere ikram eder. Aktivistler bunu kaydederler. Tüm domuzların serbest kalacağını düşünerek Okjo'nun halka tanıtılacağı gün için çalışmaya devam ederler.
Aktivistlerin planı pek işe yaramasa da Mija pes etmez. Okjo ile onu ayıramayacaklardır. Kesimhaneye gider. Gördüklerine inanamaz ve Okjo'yu dedesinin altın domuzcuğunu vererek Lucy'nin diğer psikopat kardeşinden satın alır. Tabi eve yalnız dönmezler. Toplama kampını andıran bir domuz çiftliğinden bir de yavru kurtarırlar.
Çok güzel bir dostluk öyküsü... Aynı zamanda günümüz dünyasının acımasız yüzünü de anlatıyor. Bu filmi izledikten sonra hala domuz yiyen var mı merak ediyorum.))
Allah herkese böyle arkadaşlıklar nasip etsin!

What The Health-Veganlar Buraya!


Kip Andersen "Hasta olup olamayacağını" araştırmak için bir yolculuğa çıkıyor. Büyük annesi ve büyük babası kanserden ölmüş, babasını da kalp krizi yüzünden kaybetmiş. Bu yüzden sürekli hastalanacağını düşünmüş biri. Yediklerimiz aslında doğal mı? diye sık sık düşünürüz. Kip de çeşitli kanser, kalp, sağlık vakıflarına ulaşıyor. Amacı internet sitelerinde verdikleri yağlı, işlenmiş gıdalı tariflerin nedeni. Bir kalp vakfı neden sitesinde kolesterol kaynağı bir yemeği önersin? Yoksa işin içinde başka bir iş mi var?
Kip araştırmasında bir sürü doktorla konuşuyor. Öncelikle işlenmiş eti (domuz pastırması, salamı, sosisi) listemizden eliyoruz. Çünkü hepsinin ana maddesi meçhul. Özellikle domuz çiftlikleri siyahilerin ya da Latinlerin bölgelerine kurulmuş. Hem orada yaşayan halkı hasta edip öldürüyor hem de tüketicilerini.
Sonra tavuklara geçiyoruz. Küçücük kümeslerde birbirlerinin pisliğini yiyerek, ölü tavuklarla yaşayarak kesilip soframıza gelen beyaz etin aslında proteinden daha fazla hastalık taşıdığını anlıyoruz. Tabi bu hastalıklar yüzünden telef olmamaları için alınan antibiyotikler de mevzu bahis...
Laktoz ürünleri. Gelişmiş bir insana sütün hiçbir yararı olmadığını daha önce öğrenmiştim ancak bu belgeselle midemizde gaz yapmasından başka bir özelliği olmadığını anlıyorum.
Belgeseldeki tüm doktorlar ağız birliği etmişcesine her türlü yiyeceği kötülüyor. Ben de ister istemez geriliyorum "Sıra ne zaman sebze-meyveye gelecek?" diye bekliyorum. Vegan beslenmeyi öneren Kip'in taraflı bir belgesel yaptığı çok açık. Kötü bir şey değil ancak örgütlerin başındaki insanların röportaj sırasında Michael Moore belgesellerindeki gibi kaçmasını istemiş ama pek olmamış gibi.. Yani biraz yapaylık seziliyor. Kip biraz daha sağlam hazırlansa daha fazla açık yakalayabilirdi. Tek nokta vuruşu bu derneklerin yine fast food tarzı şirketler tarafından sponsorluk almış olmasıydı. Kaçınılmaz döngü; yediklerinden hasta olan birinin yine o yiyecekleri zamanla yiyebileceğini dünya düzeninin kurmuş olmasıydı. Hem de göz göre göre...
Filmi izledikten sonra ne yeyip yemeyeceğinize siz karar verirsiniz. Ancak meyve ve sebzelerdeki ilaçlar ve lezzetindeki yapaylıklar da bir köşede dursun derim. Ayrı bir araştırma konusu. Onu yeme bunu yeme derken sadece semizotu ile beslenecek hale gelebiliriz. Tabi kötü olmazdı vücudumuza yetseydi...


Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...