29 Kasım 2017 Çarşamba

L'equilibrio


Peder Don Giuseppe Roma'da rahiplik yapmaktadır. Göçmenlerin kaldığı evde eğitim veren Veronica ile aralarında su üstüne çıkmayan bir çekim vardır. Seçim yapma zamanı geldiğinde rahip Tanrı'ya hizmet etmeye karar verir. Üstlerine onu evine yollamalarını rica eder. Eşyalarını alıp Napoli'ye gider. Oradaki peder tarafından iyi karşılanır. Etrafındaki insanlarla tanışır ve işlerin nasıl yürüdüğünü anlamaya çalışır. Bu süreç biraz sıkıntılıdır. Çünkü Napoli'deki mahallede kurulan düzen pek doğru- düzgün değildir. Devletin unuttuğu yerde mafya kendince düzen kurmuştur ve kilise de buna uymak zorundadır.
En büyük sorun etrafta toplanmış bekleyen çöplerdir. Halkın yarısını kanser yapan bir çöp yığınları için çözüm üretilmemiştir. Eski peder yerine gelecek olan Giuseppe'ye bu konuyu açıklar. Diğer yandan da uyuşturucu sorunu pederin gözüne batar. Ölmek üzere olan kanser hastası bir kadının son dileğini yerine getirir. Oğlunu 'o' hayattan çekip çıkaracaktır. Ancak Saverio peder ile bir bağ kurar ve zamanla ona yardım eder. 10 yaşında taciz edilen bir kız çocuğu sırf binayı polis basmasın diye bu işkenceye maruz kalmaktadır. Bunu öğrenen peder kızı doktora götürür ve raporu alır, polise gider ancak sonuç alamaz. İşin peşini bırakmamaya kararlıdır. Ne yazık ki Saverio pederi öldürmesi için gönderilir. O da bunu yapamaz. Kendi canına malolacağını bilmemektedir.
Peder önce insan olmak ve herkese yardım etmek için oradadır. Durumu Vatikan'a bildirir. Çoğu filmde gördüğümüz gibi Vatikan da pedere 'İşine bak' muamelesi yapar. "Git dengeni bul!". Peder bir şekilde davasından vazgeçirilir. Başa dönerek Veronica'dan yardım ister.
Mafyaya bir de karşı taraftan bakan film, insan olmakla görevini yerine getirmek arasındaki farkı sorguluyor. Hele ki kanunsuz bölgelerde bu işlerin ne kadar zor olduğunu izleyiciye anlatıyor. İyi seyirler.)

26 Kasım 2017 Pazar

Ghost Dog: The Way of the Samurai


Ghost Dog bir damda güvercinleriyle birlikte yaşamaktadır. Mafya üyesi Louie yıllar önce onun hayatını kurtarmıştır. Bu sebeple onu hocası beller ve izinde yürür. Aslında Louie için kirli işler yapmaktadır. Bir gün görevini yerine getirmek için bir eve gider ve orada adamı öldürdükten sonra bir kızla karşılaşır. Büyü bozulmuştur. Artık görünen Ghost Dog bulunup öldürülmelidir.
Louie kendisinin yerine tetikçisinin öldürülmesine sesini çıkarmayacaktır. Yine de dayanamaz onu uyarmaya gider. Ghost Dog bu kez onun hayatını kurtarır. Bir çok seçeneği varken o kalıp Samurai sadakatiyle öğreticisini takip eder. Onun hayatını tehlikeye atanları bir bir temizlemeye karar verir. 
Avlanma yasağı olduğu halde küçük bir ayıyı vuranları da öldürmesi filmin bonuslarından biri. Haitili bir siyahi ile arkadaşlık kurması, aynı dili konuşmamalarına rağmen birbirlerini anlamaları arkadaşlık kavramının önemini güzelce anlatıyor. Parkta tanıştığı küçük kıza kitap alışverişi yapması da Ghost Dog'un ne kadar yufka yürekli olduğunun altını çiziyor.
Jim Jarmusch imzalı bu filmin devamı çekilecekmiş. Bu da geçen hafta çıkan haberler arasında.))

21 Kasım 2017 Salı

Broken Flowers

Don Johnston evinde televizyon başında cool takılan bir adamdır. Gerçekten sessiz ve gizemli görünür. Son sevgilisi de onu terk eder. Ardından bir mektup gelir. 20 yaşlarında oğlu olduğunu onu bulmaya geleceğini yazmaktadır. Mektubu kimin yazdığı bilinmemektedir. Don pek umursamasa da casus gibi takılan komşusu onu gaza getirir. Eski sevgililerine özür mahiyetinde bir ziyaret gerçekleştirip ağızlarını yoklayacaktır. "Bu çocuk hanginizin?"
Don pembe çiçeklerle eski aşklarına doğru yola çıkar. Çoğu kadın onu unutamamıştır. Asıl amaç hangisi oğlunu büyütmüştür. Ya gerçekten bir oğlu yoksa? Bu belki de son sevgilinin bir şakasıdır. Bakalım Don geçmişle yüzleşince hayatında neyi değiştirecektir? Değiştirecek midir?
Jim Jarmusch'un 2005 senesinde çektiği film izlenmeye değer. İyi seyirler.))

Dead Man



William Blake ailesi ölünce Claveland'ı terkeder. Amacı başka bir şehirde iş bulmaktır. Muhasebeci olarak bir şirketten kabul mektubu alır. Ne yazık ki oraya gittiğinde başkası işe alınmıştır ve patron onu kovar. Hayalleri suya düşer. Çünkü cebindeki son parasını bu yolculuğa yatırmıştır. O gece eski bir fahişeye yardım eder, geceyi birlikte geçirirler. Bu kızın patronun oğluyla birlikte olduğundan habersizdir. Aniden gelen adam silahını çıkarır ve kızı vurur. William da kızın silahıyla adamı alt eder. Filmin başından beri silahtan, tüfekten korkan adam elini kana bulamıştır.
Kurşun yarası olan adamı bir Kızılderili bulur. İsmi Nobody'dir. William'ı iyileştirmeye çalışır ikisi arkadaş olurlar. Patron William'ın peşine üç azılı katil takar. "Onu ölü ya da diri getirene para ödülü verilecektir." William katil olduğunu kabullenmedikçe insanları öldürmek zorunda kalır. Kendi canını korumak için bunu yapmaya mecburdur. "Ne de olsa orası Amerika'dır orada herkesin silahı vardır."
Amacı basit bir muhasebeci olmakken azılı bir katile dönüşen William Blake'in öyküsü... Filmi Jim Jarmusch 1995 senesinde yönetmiş, başrolünde de Jhonny Depp oynuyor. İyi seyirler:))

Sleepy Hollow


Washington Irving'in 1820'li yıllarda yazdığı "The Legend of Sleepy Hollow" adlı kısa öykünün uyarlaması olan "Sleepy Hollow" adlı filmin yönetmeni Tim Burton. Tam Tim Burton filmi olmaya layık bir öykü...
Ichabod New York'taki cinayetlere açıklık getirmeye çalışırken bir yandan da adaletin çalışması için girişimlerde bulunur. Hakim onu başından savmak için uzaklardaki bir kasabaya kafası kesik cinayetlerin sorumlusunu bulmaya gönderir.
Biraz korkak olan Ichabod daha kasabaya gelmeden ürkmüştür. Bir zenginin evinde kalacaktır. Herkes eğlenirken polis memuru içeri girer. Evin güzel kızı ile karşılaşırlar. Ichabod pek temkinlidir. Zaten kızın nişanlısı vardır. Cinayetler devam eder. Olay yeri inceleme olarak kendi el yapımı alet edevatıyla keşfe giden genç polis kimsenin bilmediği bir şey söylemez. Kasabanın ileri gelenleri ondan umudunu kesmiştir. Çünkü Ichabod yeni keşfettiği sırlar zaten diğerleri tarafından bilinmektedir. Yavaş yavaş gerçekler açığa çıkar ama bir türlü neden kafaların kesildiği anlaşılamaz. Ayrıca kafalar ortada yoktur. Ichabod evin güzel kızı ve babasının intikamını almak isteyen bir yetimle yola çıkar. Hayalet süvarinin sırrını çözmeye başlarlar. 
Korku dozu sınırda olan eğlenceli ve sağlam kurgulanmış bir film. Hem Tim Burton filmi hem de fantastik-korku sevenlerin kaçırmaması gerekir:)) Johnny Depp de izlenesi bir oyun sergiliyor:)

14 Kasım 2017 Salı

Mon Roi


Tony kayak yaparken kaza geçirmiştir. İşin doğrusu bir an kendini intiharın kollarına bırakmıştır. Ve bir rehabilitasyon merkezinde tedavi görmektedir. Eski kocasına olan aşkı hayatını mahvetmiştir. Tony geçmişi hatırlar. Arkadaşlarıyla gittiği bir barda gördüğü yakışıklı adama yaklaşır ve ona kur yapar. Daha önce de karşılaşmışlardır. Zengin adam onu evine götürür ve birlikte olurlar. Adama kendini kaptıran Tony kendini evlenmiş bulur. Mutludur ancak arada çıkan arızalar onun dengesini bozmaktadır. Kocasına olan aşkının sınırlarını zorlar. Her seferinde tekrar ilişkiye başlar.
Aldatılmalar, kavgalar ve göz yaşı... Tony hamiledir. Kocası ondan sadece çocuğu ister. Tony iyice çığırından çıkar. Erkek fişekler kadın tepki verir. Tony'nin hayatı bir saplantıya dönüşür. Güzel bir aşk yaşamak yerine çoğu insan gibi takıntılı aşklardan hoşlanıyorsanız bu film kaçmaz.

Frantz


François Ozon filmlerini asla kaçırmam. Frantz da hemen izlenecek ve tavsiye edilecek bir film. Almanya'da nişanlısının ailesiyle yaşayan Anna hala savaşta kaybettiği aşkının yasını tutmaktadır. Bir gün Fransız bir genç çıkagelir. Frantz'ın asker arkadaşı olduğunu söyleyen adam yavaş yavaş aileye yaklaşır. Birlikte yemek yer vakit geçirirler. Aile, Anna'yı kızları gibi sevdiği için bu genç ile birlikte olabileceğini düşünür ve ona açık kapı bırakırlar. 
Anna da nişanlısındaki aşkı Adrien'de arar. İçinden geçen sezgilere kulak asmaz. Hayata yeniden bu gençle başlamayı düşünür. Oysa gerçekler hiç de Adrien'ın anlattığı gibi değildir. Anna nişanlısının ölüm sebebini öğrenince ne yapacağını bilemez. Yine de hayat devam etmektedir. Acı da olsa Anna artık yalnız değildir.
Siyah-beyaz olan film güzel bir drama. Şimdiden iyi seyirler.))

Alarme-Amor


Yıllar önce İKSV Tiyatro Festivalinde Theodoros Terzopoulos'un workshopuna katılma imkanı yakalamıştım. Beden kullanımı için yapılan çalışmalar gerçekten çok faydalıydı. Bu sene festival kapsamında Moda Sahnesinde Terzopoulos'ın "Alarme" ve "Amor" adlı iki oyunu izledik. "Alarme" oyunu sahne ve kostüm tasarımı ile bütünleşmiş. Tabi ki beden kullanımı en temel noktası. Oyuncular iki hırslı kadını başarıyla canlandırıyor. Kraliçe I. Elizabeth ve İskoçya Kraliçesi Maria Stewart arasındaki kavgayı konu alıyor. Mektuplarından yola çıkarak yazılan oyuna Terzopoulos da bir üçüncü kişiyi ekleyerek katkıda bulunmuş.)) Bir erkeğin kadınlara o kadar hakaret etmesi bazen hoşuma gitmese de sonundaki şahmaran duruşu kalbimi kazandı. Oyuncular: Tasos Dimas, Aglaia Pappa ve Sophia Hill. 
"Amor" ise para ve aşk arasında yaşanan git geli işliyor. Usta oyuncular sahneyi dolduruyor. Sayılar mı satın alma gücü mü yoksa güzel bir kadının dansı mı daha çok ilgi uyandırıyor. Performans izlemek için Yunanlı usta Theodoros Terzopoulos'un işleri tam anlamıyla dört dörtlük. Bulup izleyen tiyatro meraklılarına iyi seyirler.))

A Bigger Splash


Ünlü rock yıldızı Marianne hayat arkadaşı Paul ile bir İtalyan adasında dinlenmektedirler. Marianne ses tellerinden ameliyat olur. Belki bir daha şarkı söyleyemeyecektir. Bir süre konuşma yasağı vardır. Paul ile güzel zaman geçirirken aniden telefon gelir. Eski dostları Harry onların yanına gelmektedir. Bu emrivaki çok hoşlarına gitmese de yılların hatırına arkadaşlarını dışarıda bırakmazlar. Harry yalnız gelmemiştir. Güzel bir genç kız olan Penelope Harry'nin kızı olduğunu iddia etmektedir.
Marianne ve Paul onlara evlerini açarlar. Hep birlikte yemek yer, şehirdeki festivale gider ve eski günleri anarlar. Ancak en büyük sorun Harry ve Marianne'in eskiden sevgili olmalarıdır. Önceleri bu durum pek rahatsızlık vermese de geçmişin unutulmuş olması Harry'nin canını sıkar. Sanki kızıyla ikisi ara bozmaya gelmiş gibi bir durumun içine sürüklenirler. Marianne ve Paul birbirine çok aşıktır. İkili aralarına kimseyi almamaya kararlıdır. Bakalım ne kadar direnebileceklerdir?
Tilda Swinton, Matthias Schoenaetrs, Dakota Johnson ve Ralph Fiennes güzel bir dörtlü oluşturmuş:)) Yönetmen Luca Guadagnino'nun son filmi "Call Me By Your Name" son zamanlarda baya konuşuluyor. Onu da izlemek için sabırsızlanıyoruz.

Toivon Tuolla Puolen



Khaled, Suriye'deki savaştan kaçmak zorunda kalır. Nişanlısını ve tüm ailesini kaybetmiştir. Bir tek kız kardeşi hayattadır. Onun izini de Avrupa yollarında kaybeder. Tesadüfen saklandığı gemi Finlandiya'ya gelir. O da kendine çeki düzen verip soluğu polis karakolunda alır. Pasaportunu uzatır ve sığınma talep eder. Bu süreçte bir yerde kalır. Amacı orada sığınmacı olup kız kardeşini de yanına almaktır. 
Wikstrom gömlek satan evli bir adamken ani bir kararla karısından ayrılır ve elindeki gömlekleri yarı fiyatına satar. Tüm parasını kumara yatırır ve baya kazançlı çıkar. Elindeki parayla bir restoran devralır. Orada kendine yeni bir yaşam kurar. 
Mahkeme Khaled'ın sığınma talebini reddeder. Türkiye üzerinden Suriye'ye geri iade edilecektir. Bu kez harekete geçen genç adam polisten kaçar. Sokaktaki faşistler de peşindedir. Khaled, Wikstrom'un restoranının önüne yerleşir. Yaşlı adam onu restoranda işe alır. Bir süre sonra Khaled kardeşinden haber alır. İş onu Finlandiya'ya kaçırmaya gelmiştir. Wikstrom dostuna yardım etmeye kararlıdır. Khaled'in ara-sıra dediği gibi "İyi insanlarla karşılaştım...". Dilini bilmediği bir ülkede iyi insanlarla karşılaşan mülteci adam bakalım amacına ulaşabilecek midir?
Aki Kaurismaki tarzı film sevenlere şiddetle önerilir! Yeni vizyona giren film için iyi seyirler!

9 Kasım 2017 Perşembe

Geumul



Kim Ki-Duk filmlerini ayrı bir heyecanla beklerim. Ancak son filmlerinin biraz şiddet dolu olması beni kendinden uzaklaştırmıştı. Bir şans daha vereyim dedim ve "Ağ"ı izledim. Kim Ki-Duk da bana minnettar olmuştur!
Kuzey Kore'de balıkçılık yapan bir adam kayığının sürüklenmesi sonucu Güney Kore tarafına geçer. Orada bir süre sorguda kalır ve zorla dışarı salınır. Ancak adam çok dirençlidir ve Kuzey Kore'ye dönmeye kararlıdır. Çünkü karısı ve çocuğu orada yaşamaktadır. Zaten o da yaşamdan çok şey beklememektedir.
Güney Kore'nin özgür olduğunu söyleyenlere inat eksi taraflarını da görür. "Gel burada göçmen olarak yaşa, sana ev ve iş veririz" denilse de o hiçbir şeye kanmaz. Geri dönecektir. Güney Kore polisini ikna edince ülkesinde geri döner. Sıra kendi ülkesinin polisini ikna etmeye gelmiştir. Zorlu kısımları geçer ancak "Balıkçılık yapamazsın" yasağına takılır.
İyi seyirler.))

The Square



Ruben Östlund'un "Turist" adlı filmini izlemiş ve anlatımına hayran kalmıştım. Kuzey Avrupa sinemasının basit ama derinlikli konuları ustalıkla ele alması alkışı hak ediyor. Özellikle her şeyi bir arada anlatmaya çalışan diğer yönetmenlere belki örnek olur. Gerçi "Kare" filminin senaristi ve yönetmeni olan Östlund da bu filmde baya şey anlatıyor. 
Christian, İsveç Modern Sanat Müzesinde küratördür. "Kare" isimli bir sergi için hazırlık yapmaktadır. Bir yandan herkesin ilgisini çekecek bir çıkış ararken diğer yandan da karışmış hayatı ile uğraşır. Christian önce kalabalık bir meydanda soyulur. Çalınan cep telefonunu ve cüzdanını almak için telefonundan sinyal gelen binayı keşfe gider. Ve tüm evlere bir yazı bırakır. Ondan çalınanları geri istemektedir. Bir bakıma herkesi zan altında bırakmıştır. Şanslıdır ki bir süre sonra kaybettiklerine ulaşır. Bunu kutlamak için de sürekli gözüne batan dilenciye para verir.
Her şey yoluna girerken sosyal medya ekibinin yaptığı yanlış bir video ortalığı karıştırır. Tüm dikkatler müzenin üzerine çekilmiştir. Ne yazık ki negatif olarak. Christian bu işten nasıl sıyrılacağını düşünür. İki küçük kızı şiddetli geçimsizlik içindedir. Christian ise Amerikalı bir gazeteci ile parti sonrası birlikte olur. Onun evindeki orangutan absürtlüğün üst noktasıdır ve çok da yerindedir. Egosu kendi karakterinin önüne geçen adam olaylara başka açılardan bakmayı zor da olsa öğrenir.
Küçük bir erkek çocuğu belirir. Christian'ın not bıraktığı evlerden birinde yaşayan bu göçmen çocuk onun yüzünden sokakta oynayamamaktadır. Ailesi onun hırsızlık yaptığını düşünmektedir. Çocuğun tek amacı Christian'ın gidip ailesine gerçeği anlatması ve özür dilemesidir. İnadından bunu yapmayan kürator, müzedeki kariyerini her şeyden üstte tutar.
Ne olursa olsun yanında kızları vardır. Christian baştan başlamaya hazırdır. Ancak müze bağışçısı zenginlere son bir akşam yemeğinde sert bir performans sunacaktır. Bu ilginç performans ve amacı görülmeye değer. Modern Sanat, performans işlerini sorgulayan ve onlara halkın gözünden de bakabilen yazar, tüm bu konularla birlikte egonun varlığını da tartmayı başarıyor. İyi seyirler:))

The Guest Book


"My Name Is Earl" ve "The Millers" dizilerinin yaratıcısı olan Gregory Thomas Garcia'dan yeni bir komedi dizisi geldi: "The Guest Book".
"Önce biraz izleyelim de komik mi görelim?" diye tedirgindim, ilk bölümde hemen diziye ısındım. Uzun zamandır sevişmeyen çocuklu bir çift şehirden uzak dağda bir kulübeye gelirler. Amaçları evlilik tazelemektir. Kocası eşi için buhar makinesi ararken bir striptiz kulübe denk gelir. Reklamdaki kız ilgisini çeker ve "5 dakika dans eden kız izlemenin kimseye zararı olmaz" diye düşünür. Aracını kulübe sürer. Kocaman memeleriyle şişman Vivian'ın ağına düşmüştür. Odada biraz onunla ilgilenen uyanık kadın şantaj yapıp para koparmak için bu yakınlaşmayı kayda alır. Ve siyahi üvey oğlunu adamdan para koparmaya zorlar. Ancak bir takım aksilikler yüzünden istediğini alamaz. Genç adam panik olsa da evliliğini iyi bir noktaya taşımıştır.
Kulübeyi kiralayan yaşlı çiftin de evlilikleri monotonlaşmıştır. Yine Vivian devreye girer. Aklı sıra onlardan da para koparacaktır ancak kadının her çabası başkasının lehine sonuçlanır. Yan komşu karısına saplanıp kalmış bir adamdır. Tinder yüzünden evliliğinin bittiğini düşünür oysa karısı ondan önce Tinder açmıştır. Bunu anlaması uzun zaman alır. Kasabanın polisi de uzaktan adama aşıktır. Gönül işleri baya karışıktır!
Kulübeye gelen çeşit çeşit insanlar misafir defterine yazarlar. Hem içlerini dökmek hem de o an ne yapacaklarını düşünmek için zaman kazanırlar. Umutsuzca iş arkadaşına aşık olan asosyal bir adam, eski bir porno yıldızı, kocasının patronundan sıkılmış bir kadın... Hepsi bu kulübede bir gece kalırlar ve bir bakıma hayatları değişir. Komik ve zekice kurgulanmış bir dizi. Şimdiden ikinci sezonu bekliyorum.))

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...