12 Şubat 2017 Pazar

High Strung


Ruby NYC'deki meşhur dans okulunda okumaya hak kazanır. Eşyalarını alıp şehre gelir ve heyecanla okula adapte olmaya çalışır. Dersler onu zorlasa da Ruby pes etmemeye kararlıdır. Hatta kendini aşka ve gece hayatına kaptıran oda arkadaşını bile doğru yola sokar.
Johnnie vizesi dolmak üzere olan bir İngilizdir, Amerika'da kalmak için vizeye ihtiyacı vardır bir avukata sürekli para öder. Maalesef adam dolandırıcıdır ve Johnnie para kazanmak için metroda keman çalmaya devam eder. Bir gün müthiş bir dans gösterisinin ardından dede yadigarı kemanı çalınır. Ruby de oradadır ve aşkları başlar.
Ruby onun yaralarına merhem olmaya kararlıdır. Johnnie de üst katında yaşayan bir dans grubu ile işbirliği yapıp güzel bir şansı yakalamak üzeredir.
Konusu itibariyle güzel ancak işleyişte bir takım sıkıntılar mevcut:)) Dans-NY-müzik ve gençlik çok daha iyi birleştirilebilir idi. İzlerken yormayan sonraki sahnede ne olacağı belli olan bir film. Film bittikten sonra izleyicide hiçbir hissi uyandırmıyor. Kafa dağıtmalık bir film daha. İyi seyirler:)

Arrival


Gizemli uzay gemileri dünyanın dört bir yanına inmişlerdir. Her ne kadar yere temas etmeseler de ülkeler 'uzaylılar bizi öldürecek' korkusuna kapılmıştır. Halk sokaklara çıkmış yağmaya başlamıştır. İş Amerika ise zaten uzaylılarla ya anlaşacak ya da onları yok edecektir. Polisiyle askeriyle her türlü önlem alınır.
Uzaylıların çıkardığı sesleri çözmek için dil bilimci profesör Louis'e görev düşer. Önce onlara alfabeyi öğretmeye, ne konuştuklarını anlamaya çalışır. Günler alan bu süreç önce pek başarıya ulaşmasa da Louis gelecekte ne olacağını görür. Ya da geçmişte...
Konu sıkıntısı çeken sinemada ilgi çeken konuları nasıl bir araya toplarız diye oturup düşünen ekip Arrival filmini ortaya çıkarmış. Yani ne demişler "Konu önemli değil, onu nasıl işlediğin önemli". Kafanız dağılsın istiyorsanız iyi seyirler.) Ama abartılacak bir şey de pek yok.


Juste La Fin Du Monde


Louis 12 sene önce ayrıldığı evine geri döner. Annesi, kız kardeşi, abisi ve yengesi ile yeniden tanışıyormuş gibi sohbete koyulur. Annesi panikle yemek masasını kurmaktadır. Yengesi de oğluna onun adı olan Louis'i verdiğini anlatır. Kız kardeşi ise abisiz bir hayatla nasıl başa çıktığını anlatır. 
Louis onları pek sık arayıp sormasa da her özel günde kart göndermiştir. Kız kardeşi onun yokluğunda bir nevi evin erkeği de olmuştur. Annesiyle ilgilendiği için kırsaldan kopamamıştır. Abisi ise hala kardeşine karşı agresiftir. 
Yazar olan ve şehirde yaşayan çocuk, ailenin gurur kaynağıdır. Dergilerde çıkan yazıları evin duvarlarını süsler ve 'ulaşılamaz' dahi konumuna yükselir. Kardeşler bazen ona özenir bazen de ona kızarlar. Neden bırakıp gitmiştir? Aslında bu soru izleyici için sorulurken aile ise Louis'in neden geri geldiğini sormalıdır. Ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır, onlara durumu açıklamak ve veda etmek için gelmiştir. 
Ne yazık ki işler planladığı gibi gitmez. Bir bakıma da öyle olması daha iyidir. Çünkü bir anne oğlunun öleceğini bilse nasıl yaşayacaktır? Louis hatırlanmak istediği gibi kalmaya karar verir. Guguklu saatten çıkan küçük bir kuş etrafında dolanır ve yere düşer. Tıpkı Louis gibi...
Xavier Dolan filminde bu kez ünlü isimler rol almış; Marion Cotillard, Vincent Cassel, Lea Seydoux, Nathalie Baye ve Gaspard Ulliel. Her zamanki gibi genç ve yetenekli yönetmenin bir sonraki filmini sabırsızlıkla bekliyoruz. Ayrıca bir evde geçen düşük bütçeli filmleri de böylece çok seviyoruz!

Maigret Sets a Trap


Georges Simenon'ın aynı adlı romanı Stewart Harcourt tarafından senaryo haline getirilmiş. Yönetmenliğini Ashley Pearce'ın yaptığı filmin başrolünde ise Mr. Bean'dan tanıdığımız Rowan Atkinson var. 
1955 yıllarında Montmartre civarında kadın cinayetleri baş gösterir. Bu işi çözmek ise dedektif şefi Maigret'e düşer. Katili yakalamakta zorlanan adam onu ele verecek ortak özellikleri aramaya başlar. Vakit kazanmak için bir adamı gözaltına alır. Basın katilin yakalandığı haberini verecektir ki gerçek katil ortaya çıksın. Bu tez ertesi gün işlenen bir cinayetle çürür. 
Maigret ise fikrini aldığı bir doktordan yola çıkarak seri katile tuzak kurar. Her köşe başında bir sivil polis ve katile yem olarak bir kadın konuşlandırılır.
Bu taktik işe yarar. Polis memuru bir kadın saldırıya uğrar. Yakın dövüş tekniği sayesinde hayatı kurtulur. Hatta katilin ceketinin düğmesini de delil olarak sunar. Maigret ise işi sonuçlandıramadığı için görevden alınmak üzeredir. Zamanla yarışan adam katili bulur. Ancak ispatlaması gerekmektedir. Delil toplamaya ve katili itiraf ettirmeye çalışır. Sönmeyen sigaralar ve suç mahalleri kara filmi akla getiriyor. İyi seyirler:)))




8 Şubat 2017 Çarşamba

The Neon Demon


16 yaşındaki Jesse ailesini kaybettikten sonra Georgia'dan Los Angeles'a gelir. Yol kenarındaki bir motelde kalır. Tek umudu ise güzelliğini kullanabileceği bir işe sahip olmaktır. Bu da modelliktir. Jesse ilk fotoğraf çekimini yaparken bir makyözle tanışır. Ona cinsel anlamda yaklaşmaya çalışan Ruby ile çıkışta bir partiye giderler. Sarah ve Gigi ise orada tanıştığı manken kızlardır. Jesse kendi güzelliğine güvenir ve bu etrafındakileri çileden çıkarır.
The Neon Demon psikolojik gerilim türünde olduğu için yukarıda anlatılan gibi işlenmeyen bir film. Yani görmek lazım. Işık ve renk kullanımı, donuk oyunculuklar filme ayrı bir hava katıyor. Özellikle partideki gösteri sahnesi çok etkileyici. Jesse'nin ilk defilesinde aynadaki duygu değişimi, arada görülen hayal-gerçek imgeler de cabası.
Özünde güzel bir kızın modellik gibi bir dünyada ayakta kalma çabası anlatılıyor. Ama nasıl? Farklı bir dille ve türle. İyi seyirler:))

American Honey


Star, iki küçük kardeşi ile çöplerden yiyecek toplayarak hayatta kalmaya çalışır. Evdeki babanın tacizi canına tak etmiştir. Kardeşlerine eşyalarını toplamasını söyler çünkü Star markette çılgın bir adamla karşılaşmıştır. Bir minibüs dolusu gençle gezen adam onu Kansas'a davet etmiştir. Star bu fırsatı geri tepmez. Bir yandan dergi satıp iş sahibi olacak bir yandan da hayata atılacaktır. Kardeşleri annelerine bırakır. Uzun bir yolculuğa çıkar. 
Star minibüse biner ve yeni arkadaşlarıyla tanışır. Jake ile yakınlaşacağını düşünürken Krystal devreye girer. Krystal gençleri gezdirip çalıştıran sorumludur. Star işi öğrenmek için Jake ile kapı kapı gezip bir takım yalanlarla insanları dergiye abone yapmak için uğraşırlar. Star rahatsız olur. Çünkü yalan söylemek ona göre değildir. Jake ile kapışırlar. Star zengin üç adamın arabasına atlar ve barbekü partisine gider. 
Star ve Jake birbirlerine çoktan aşık olmuşlardır. Jake gidip kızı partiden alır. Star da ümitlenir. İkisinin de hayalleri vardır ve daha önce onlara kimse "Hayalin ne?" diye sormamıştır. Bu yolda ortak olmaya gönüllü olsalar da dışarıdan gelen etkiler yüzünden bu durum biraz zaman alacaktır. 
American Honey izlenmesi rahat olan farklı tatta bir film. İzleyiciyi alıp o minibüsle şehir şehir gezdirecek bir anlatımı var. Ortak sorun para gibi görünse de aşkın sürdürebilirliği de buna ekleniyor. İyi seyirler:)

Miss Peregrine's Home for Peculiar Children


Jacob, etrafında görülmez olarak tanımlanan silik bir çocuktur. Anne ve babasından çok onu büyüten dedesi ile yakın ilişki kurmuştur. Bir akşam dedesi ölünce Jacob kafasındaki sorulara yanıt aramak için içsel bir yolculuğa çıkar. 
Dedesinin ona yıllarca anlattığı Miss Peregrine ve onun sahip çıktığı çocukların hala var olduğunu düşünür. Bu sorular yüzünden psikologa bile gitmeye başlamıştır. Jacob ona miras kalan fotoğraflar ve anlatılanları birleştirince gizemli bir adaya gitmeye karar verir. 
Babası ile gittiği ıssız ada rutin yaşamından onun yüzünden çıkmaya başlar. Jacob ise aradığı çocukları çoktan bulmuştur. Görünmeyen çocuk, kese kağıdı ile gezen ikizler, ölülere hayat veren biri ve uçan bir kız. Aslında hepsini tanır. Miss Peregrine ise her gün aynı saatte 2. Dünya Savaşı'nda yetiştirme yurduna atılan bombayı engeller. Sadece bir gün daha yaşamak için...
Jacob kimsesiz çocukların hayatına gider ve değiştirmek için bir görevi olduğunu öğrenir. Bakalım elini taşın altına koyup onları kıstıkları döngüden kurtarabilecek midir?
"Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları" adlı kitabın filme aktarılması yönetmen Tim Burton sayesinde olmuş. Güçlü hayal gücü ve inandırıcı sinematografisiyle övgüyü hak ediyor. İyi seyirler:))

Sanat Koleksiyonu Olan Zengin Bir Adamın Öyküsü-7

  God of Art- Sanat Tanrısı 7. ARTEMİS Sabah uyandıklarında Artemis pek bir şey hatırlamamaktaydı. Yatakta yalnızdı. Aklında tek kalan p...