Ana içeriğe atla

Everything Will Be Fine-Wim Wenders


1984 yılında çekilen Paris-Teksas filmiyle hafızamda yer eden Wim Wenders'in, son kurmaca filmi nihayet sinemalarda. Sonbahar ve kış sinema mevsimidir. İstanbul'a erken gelen sonbahar da yolumu sinemaya düşürdü. "Her Şey Güzel Olacak" filmine bilet alıp koltuğuma kuruldum.
Tomas (James Franco) ilham arayışında bir yazardır. Aynı evde yaşadığı sevgilisi Sara'dan (Rachel McAdams) biraz uzaklaşmak için dışarı çıkmıştır. Sürekli git-gel yaşadığı için bir gün ayrılmak istemektedir diğer gün de sevgilisinin yanında olmak... Israrla arayan kızın telefonuna bakarken yolda hakimiyetini kaybeder. Zaten tipi şeklinde kar yağmaktadır ve araç zorla ara yolda ilerlemektedir. Önüne çıkan bir şeye çarpmıştır. Bu esnada uzaktan bir geyik hareketlenir.
Tomas korku içinde arabadan iner ve kızağın üstünde hareketsiz bir çocuk görür. Ona bir şey olmadığı için rahatlamıştır. Şoka giren çocuğu rahatlatmak için onunla konuşur ve sırtına bindirir. Karlarla kaplı yolun sonundaki kırmızı eve varırlar. Bu esnada çocuğun annesi Kate (Charlotte Gainsbourg) elinde heyecanla bir kitabı okumaktadır. Kapıyı açtığında karşısında oğlu Christopher'ı ve tanımadığı Tomas'ı görür. "Bir kaza geçirdik, oğlunuz iyi" cümlesini duyan anne diğer oğlunu sorar. Ve ikisi deli gibi araca doğru koşmaya başlarlar.
Tomas küçük bir çocuğu kazayla öldürmüştür. Kasabada herkes bunu duyar. Sara ise ona destek olmak istemektedir. Tomas acımasızca Sara'dan ayrılır. Çünkü hayata aynı pencereden bakmamaktadırlar. Sara evlenip çoluk çocuğa karışmak istemektedir, Tomas ise yazmak...
Kate perişan bir haldedir. Oğlu ile yalnız kalmıştır ve ölen çocuğunun yasını tutmaktadır. Tomas, Sara'dan ayrıldıktan sonra otel odalarında kalmaya başlar. Kazanın şokunu atlatamaz. Bir gün intihara kalkışır. Hastanede tek aradığı insan Sara'dır. "Ölmeyi bile beceremiyorsun" der Sara ona. O ise eve dönmek istediğini söyler. Tomas'a aşık olan kız bunu kabul eder.
Daha sonrasında periyodik olarak 2 sene-4 sene-4 sene sonrasından kesitlerle devam eden film bu yaşanan travmanın Tomas'ın hayatına nasıl yansıdığını anlatır. Bir yazar olarak ilham bekleyen Tomas abartılı bir şekilde olmasa da kazadan sonra yazdığı tüm kitaplarda başarıyı yakalamıştır.
Kate ise eve kapanıp, illüstrasyon yapar ve oğluyla ilgilenir. Tomas bir gün Kate'in evine gider. Duvarda gördüğü resmi Christopher çizmiştir. Kaza gününü onu sırtında taşıyan adamla hatırlamaktadır. Bu resim Tomas'a ilham olur ve "Winter" isimli romanını yazar. Bununla da ödül alır.
Zaman geçer. Tomas çocuklu bir kadın olan Ann ile evlenir. Dışarıdan mutlu görünmektedirler. Tomas, öz kızı olmamasına rağmen Mina ile ilgilenir. Ann ise Tomas'ın soğukkanlılığından rahatsız olmaktadır. Yaşadığı travmayı kolayca atlattığını, hayatına devam ettiğini gördükçe biraz korkar. Gittikleri lunaparkta bir kaza olur ve Tomas olaya sakince müdahale eder. Ann ise ağlayıp titremektedir. Tomas kendini savunur. "Herkes olayları farklı atlatır". O mantıklı bir şekilde davrandığını söyler.
Christopher büyüyünce Tomas ile tanışmak ister. Çünkü ergenlik sorunu olarak çocukken yaşadığı kaza ortaya çıkmıştır. Tomas önce bu tanışmaya pek yanaşmasa da Kate'in ısrarıyla bir buluşma ayarlar. Christopher ise içten içe öfke doludur. Belki de babasız büyümenin verdiği bir figür arayışıyla Tomas'ı görmek istemektedir. Tomas yine mesafeli ve soğuktur. Çocuk daha sonra evine gelip yatağına işer ve Tomas onunla konuşmaya karar verir. Aşırı bir tepki vermez sadece masaya vurur. İkisi anlaşırlar. Sabah olunca okula giden Christopher'ı uğurlayan Tomas ona sıkıca sarılır. Bu noktada çocuğun güvenini kazanır. Kaza günü onu sürekli "Her şey güzel olacak" diye telkin ettiği gibi...
Aslında herkesin bir arayışı vardır. Ona bulana kadar da huzurlu değildir. Önemli olan insanın bu süreci nasıl geçirdiğidir. İniş çıkışlar ise bizim içindir...
Wim Wenders gibi bir ustanın elinden çıkan film, görüntü açısından son derece etkileyici. Konu olarak da Kuzey soğukluğunda işlenmiş. Oyuncuların abartısız ve doğal olması da büyük artısı. İyi seyirler.)))


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Allacciate Le Cinture - Kemerlerinizi Bağlayın

Yönetmen Ferzan Özpetek'in son filmi "Kemerlerinizi Bağlayın" dün Türkiye'de vizyona girdi. Bu havada Ferzan filmi iyi gider diyerek arkadaşlarla bilet aldık. Koltuklarımıza kurulduktan sonra yağmurun sesiyle açılış sekansı başladı. Hareketli kamera şiddetle yağan sağnağı adeta bize yaşattı. Otobüs durağına varınca da bir tilt ile filmin başrol oyuncularıyla tanışmış olduk hemde bir ırkçı kavga sebebiyle. Güzel Elena, bir barda garson olarak çalışmaktadır, en yakın arkadaşı ise gay Fabio'dur. Fabio ise Silvia ile oturmaktadır. Akşamları eve gelmemesiyle bir sevgili edindiği anlaşılan Silvia, çareyi arkadaşlarıyla Antonio'yu tanıştırmakta bulur. Tamirci olan kaba davranışlı Antonio, Silvia'nın arkadaşları tarafından sevilmez. "Zıt kutuplar birbirini çeker" Antonio ve Elena birbirine aşık olur. Ancak Elena'nın iki senelik bir ilişkisi vardır ve maalesef! o da Silvia'ya aşıktır.  Bara gelen Antonio bir bardak birayı fondip yaptıkta...

Terminus'da Ne Var? "The Walking Dead"

Kim ölür kim kalır meselesi... İzlemeden okumayalım lüften. 4. Sezon 8. bölümün sonunda herkes hapishaneden dışarı savrulmuştu. Gözü dönmüş vali gidip bir kampı kendine göre düzenlemiş, görünürde bir aile bile kurmuştu. Ancak bu hayat onun için yeterli değildi. Kendi kendine hapishanedekileri (yani Rickleri) düşman edinmişti ve intikam almalıydı. Kamptakileri doldurup hapishaneye sürdü. Ve Hershel'in kafası gövdesinden ayrıldı... Sapkın vali bunu Michonne'nin kılıcıyla yaptı. Sonrasında karşılıklı bir saldırmaca sürdü. Otobüsle hapishaneden ayrılanlar ve bir sağa bir sola savrulanlar oldu. Ne hikmettir ki ilerleyen bölümlerde otobüsün en güvensiz yer olduğu anlaşıldı. 8. bölüm sonrasında "The Walking Dead" fanatikleri merakla bekledi. Kim nereye gitti, nasıl buluşacaklar? Rick ve Carl, Judith'i kaybetti ve bunu uzun bir süre üstlerinden atamadılar. Ağır yaralı olan Rick'i oğlu Carl gözetti. Bu süreçte babasıyla bazen monolog bazen de dial...

Bulantı-Zeki Demirkubuz

"Var olmaktan başka hiçbir şey yok" Film, Jean-Paul Sartre'ın "Bulantı" isimli kitabı akla getiriyor... Filmdeki Ahmet  varoluşundan pişman mıdır bilinmez ancak nevrotik bir kaçış sürecinde olduğu kesindir. Karısını ve oğlunu uzaklara uğurlar. Gözü yaşlı eşi "Biz seni darlamışız" diye serzenişte bulunur giderken... Ahmet'in umurunda değildir. Çünkü onlar gidince de darlanmaya devam eder.  Karısı ve oğlu kaza geçirip öldüğünde Ahmet bir kadınla evde sevişmektedir. Telefonu defalarca çalar ve açmak istemez. Hatta sabahları evi toplamaya gelen kadın ona polisin aradığını söylese de durum değişmez. Ahmet sürekli bir kaçış içindedir. Gerçeği öğrenince onun acısına bile uzak kalırız. O yatak odasındayken kamera koridordadır ve film biraz daha uzak bir tarihle devam eder.  Ahmet yine eski Ahmet'tir. Sevgilisi ile daha rahat görüşecek diye düşünürüz ancak onun aramalarına cevap bile vermez. Çünkü ayrılmak istediğini yüzüne söyleyecek cesareti...